| Konu: | Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Pakistan İslam Cumhuriyeti Hükümeti Arasında Hükümlülerin Nakli Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Teklifi münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 3 |
| Birleşim: | 57 |
| Tarih: | 13.02.2025 |
CHP GRUBU ADINA BİLAL BİLİCİ (Adana) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Genel Kurulu ve milletimizi saygıyla selamlıyorum. Bu vesileyle, Berat Kandili de mübarek olsun diyorum.
"Söylenen sözlerden çok, davranışlar niyetleri belli eder." diye bir söz vardır. 2000'lerle beraber globalleşmenin ve küresel siyasetin hâkimiyet kurmaktaki temel anlayışı da ekonomiktir. Ekonomik çıkarların devamına ideolojik, kültürel ve sosyal dinamikler de sıralanabilir. Türkiye Avrupa'ya, Asya'ya, Orta Doğu'ya komşu bir coğrafyaya sahip olmakla beraber yüzyıllardır konumunu da korumaktadır. Orta Doğu'da, Balkanlarda ve Kafkaslarda kalıcı, kapsamlı bir barışın tesisi için doğru adres ülkemiz Türkiye'dir. Çok taraflı, çok boyutlu, proaktif, yapıcı, tarihsel bağlardan kopmadan ve geleceğe dönük bir dış politika inşası, bölgemizde kalıcı barışın, refahın ve istikrarın hâkim olması anlamına da gelir. Bu, şu demek olmamalıdır: Avrupa vizyonu ve Avrupa Birliği iddiasından feragat eden ve yönünü Avrupa'dan değiştiren bir ülke olmamamız lazım. Ayrıca Türkiye tarihî, kültürel ve soydaşlık ilişkilerinin olduğu bölge ve ülkelere de sırtını dönmemelidir. Türkiye için vizyon istikrarlı, insan haklarına saygılı, demokratik yöntemlerin inşası üstüne olmalıdır. Demokratik değerler olmazsa olmazdır.
Orta Doğu'da ekonomi ve refah açısından başarılı bir örnek verecek olacaksak bu da Birleşik Arap Emirlikleri'dir. Birleşik Arap Emirlikleri'nin kurucusu ve Dubai Şeyhi Raşid bin Said el-Maktum Arap dünyasının bitmek bilmeyen siyasi tartışmalarından uzak durup ekonomik kalkınma ve ülkenin refah seviyesinin artırılmasına odaklanmış ve haleflerine de bu tavsiyeleri vermiştir; bu da Orta Doğu'daki karışıklıkları ve bu denklemleri kısaca bize özetlemektedir. Bugün Dubai ve Birleşik Arap Emirlikleri başarılı bir ekonomik performans göstermiş, gelir kaynaklarını çeşitlendirmiş ve dünyanın önde gelen önemli ticaret merkezlerinden biri olmuştur.
Zamanın gerisinde kalmak, coğrafi hâkimiyetin de yani coğrafi gücün de kaybedileceği anlamına gelecektir. 21'inci yüzyılda zamanın ruhunun ve dönemin şartlarının demokratik siyaset pratiklerini, insan haklarını, serbest ticaretleri ve özgürlükleri temel alan bir anlayışı temsil ettiğine de dikkatinizi çekmek istiyorum. Dolayısıyla antidemokratik yönetim şekilleri, kendi sınırlarına hapsedilen ticari hayat, yoksulluğa mahkûm edilen halkların durumu hep iç acısı olmuş ve kötü sonuçlar doğurmuştur.
Değerli milletvekilleri, son otuz yılda "medeniyetler çatışması" "medeniyetler ittifakı" "tarihin sonu" gibi tartışmalar yaşandı. Merceğimizi küresel siyasetten uzaklaştırıp bölgesel siyasete yakınlaştırdığımızda tablo şudur: Bitmek bilmeyen kaos ve savaşlar. Orta Doğu coğrafyasında gücü elde edenin anında dikta yönetimine geçtiği de acı bir gerçektir.
Şimdi ise mevcut iktidarın yaptığı U dönüşlerinden bahsetmek istiyorum. Bu yapılan zikzaklar, tutarsız ve öngörülmeyen siyaset maalesef ülkemize ivme kaybettirmekle beraber ülkemizin uluslararası dış politika karnesine de büyük bir eksi olarak not edilmiştir. Bu eylemlere örnek verecek olursak Suriye'yle, Mısır'la, Suudi Arabistan'la, Birleşik Arap Emirlikleri'yle olan ikili ilişkilerde bunları yaşadık, gördük. Uluslararası ilişkilerde ideoloji ve duygusallık ön planda olmamalıdır, "ya hep ya hiç" mantığıyla hareket edilmemelidir; burada ülkemizin ulusal çıkarları ön planda tutulmalı, uzun vadeli kazanımlar hedeflenmelidir. Mevcut iktidar tarafından bir zamanlar Mısır Cumhurbaşkanı Sisi'ye "darbeci Sisi" deniyordu, hatta ve hatta İstanbul belediye seçimlerinde "Sisi mi yoksa Binali Yıldırım mı?" diye zikredildi, bugünlerde ise "darbeci Sisi" oldu "kardeşim Sisi" ve ayağına kadar gidildi yani Sisi "kardeş" oldu ama İstanbul Belediye Başkanımız Ekrem İmamoğlu'na ha bire düşmanvari davranılmakta. Bu vesileyle bu tutumu da milletimin önünde ve Meclis çatısı altında kınıyorum. Millet içine nifak sokmak, türlü türlü ayrıştırmak, kutuplaşmalara sebep olmak tamamıyla hayırsız işlerdir. Bu anlayışı tümüyle elimizin tersiyle itmeli ve uzak durmalıyız diyorum.
Benzer, talihsiz ve popülist söylemler 2019 yerel seçimleri öncesinde de ifade edilmiştir: "Esenyurt'u kaybedersek Kudüs'ü kaybederiz, İslam'ı kaybederiz, Mekke'yi kaybederiz." Bu işleri "sen-ben" "biz-siz" "oculuk-buculuk" gibi göstermek doğru değildir. Bugün Esenyurt'ta yapılan antidemokratik müdahale acaba bu zihniyetin bir yansıması mıdır? Millî ve dinî değerler kimsenin de tekelinde olamaz. Bu yersiz propaganda söylemleri hepimizi düşündürmelidir.
Birleşik Arap Emirliklerine tekrar gelirsek darbe finansörlüğüyle itham edilen bu ülkeyle 180 derece, taban tabana zıt aksiyonlar sonucu yine U dönüşleri yaşandı ve gereksiz yere, inat uğruna, tutarsız politikalarla tatsız gerilimler yaşandı. Keza, aynı şekilde Suudi Arabistan'la da farklı konularda olmak üzere -İhvan'la (Müslüman Kardeşler) ilişkilerden tutun da Libya olsun, Suriye olsun- inişli çıkışlı, istikrarsız bir dış politika dönemi yaşandı.
Diğer taraftan, ABD Başkanı Trump'ın söylemine göre Ukrayna ve Rusya arasında imzalanacak olası ön ateşkes ve müzakereler, kuvvetle muhtemel Suudi Arabistan'da gerçekleşecek. İkinci Trump dönemi başladı ama Trump'ın hakaret mektubu hâlâ New York'ta "Trump Towers" kulelerinde "45" adlı barda sergilenmekte. Bu, ikili ilişkilerin samimiyetine, müttefiklik ruhuna da uymamaktadır; bu, ülkemizi hiçe saymaktır. Bu tutumu, bir Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olarak kabul etmiyorum, içime de sindiremiyorum.
Soruyorum: Birinci Trump döneminde uygulamaya alınan CAATSA yaptırımları ne zaman kalkacak? Soruyorum: F-35 zararımızın giderilmesi hususunda girişimlerde güncel durum nedir, ödenen tutarlar iade edilecek mi? Niçin F-16'ları hâlâ tedarik edemedik ve neden hâlâ teslim edilemedi?
"Arabuluculuk" deniyordu; hemen kuzeyimizde gerçekleşen böylesine önemli bir savaşın, Ukrayna-Rusya savaşının kaderinin belirlendiği görüşmeler neden bizim ülkemizde yapılmıyor, neden sürecin içinde değiliz; bunu da sormak istiyorum.
Türkiye'nin sadece askerî, istihbari ve teknolojik gücü yani sert gücü değil "soft power" yani yumuşak güç dediğimiz unsurları da harekete geçirmesi şarttır. Bunların ekonomik, kültürel, sosyal ve politik değişkenler olduğunu da buradan ifade etmek istiyorum. Yumuşak güce örnek verecek olursak birçok ülke, Japonya, Norveç, Güney Kore, Vatikan, Katar, Birleşik Arap Emirlikleri gibi ülkeler askerî imkânlarının çok ötesinde ekonomik, kültürel ve diplomatik şekilde yumuşak güç unsurlarına sahiptir. Soğuk savaş döneminden kalma ideolojik sloganlarla Türkiye'yi ileriye taşıyamayız. Sloganlar kitleleri heyecanlandırabilir ancak devletin idaresi, milletimizin geleceği sloganlara ve popülizme feda edilemez. Uluslararası anlaşmalar, fedakârlığa değil Türkiye'nin menfaatine ya da ortak menfaate dayalı olarak inşa edilmelidir.
Değerli milletvekilleri, son olarak Mustafa Kemal Atatürk'ün "Büyük işleri yalnız büyük milletler yapar." sözünü buradan bir kez daha hatırlatmak istiyorum. Bölgesel güç, ulusal aktör olmak için temeli sağlam, zikzaksız, öngörülebilir, istikrarlı dış siyaset şarttır. Bizim ikinci bir Türkiye'miz de yoktur. Bu ülkenin, bu milletin çıkarlarını siyasi önceliğimiz hâline getirmekten başka gayemiz ve düşüncemiz de olamaz.
Hepinizi saygıyla selamlıyorum.