| Konu: | Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Pakistan İslam Cumhuriyeti Hükümeti Arasında Hükümlülerin Nakli Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Teklifi münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 3 |
| Birleşim: | 57 |
| Tarih: | 13.02.2025 |
MHP GRUBU ADINA İLYAS TOPSAKAL (Samsun) - Sayın Başkan, aziz milletimizin kıymetli vekilleri; Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Pakistan İslam Cumhuriyeti Hükümeti Arasında Hükümlülerin Nakli Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Teklifi üzerinde Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına söz almış bulunmaktayım. Bu vesileyle yüce Meclisimizi saygıyla selamlıyorum.
Pakistan ve Türkiye arasındaki ilişkiler tarihsel olarak derin köklere sahip, çok boyutlu ve güçlü bir dostluk ilişkisi olarak şekillenir. 20'nci yüzyılın başından günümüze kadar her iki ülke de birbirinin kültürel ve siyasi gelişiminde önemli rol oynamıştır. Soğuk savaş dönemi, Sovyetler Birliği'ne karşı ortak tutumlar ve Afganistan'a yönelik iş birlikleri gibi stratejik adımlar iki ülke arasında siyasi ve diplomatik ilişkilerin pekişmesine de imkân vermiştir. Tarihî süreç içerisinde özellikle bin yıllık Babür Türk Devleti'nin kalıntıları üzerinde yükselen ve 1947 yılında bağımsızlığına kavuşan Pakistan Cumhuriyeti'yle inşa ettiğimiz samimi ve stratejik geleceğimize dönük ilişkilerimiz, 2009 yılında Yüksek Düzeyli İşbirliği Konseyiyle tesis edilmiş, daha sonra Yüksek Düzeyli Stratejik İşbirliği Konseyi kurularak en yüksek seviyeye ulaşmıştır.
Sayın Cumhurbaşkanımızın son Pakistan ziyareti çerçevesinde stratejik ortaklığın derinleştirilmesi, çeşitlendirilmesi ve kurumsallaştırılması başlığı altında birbirinden farklı 24 değerli anlaşma imzalanmıştır. Bu kapsamda, elektronik harp, askerî ve sivil personelin eğitilmesi, enerji ve diğer malların ticareti, tarım ve hayvancılık, banka mevzuatları ve din hizmeti gibi daha birçok alanda kurumsallaşmanın da önü açılmıştır. Aynı zamanda, Pakistan-Türkiye ilişkileri sadece ikili düzeyde değil bölgesel ve küresel meseleler boyutuyla da ele alınmıştır.
Biliyorsunuz, 19'uncu yüzyılda Osmanlı İmparatorluğu İslam dünyasının lideri olarak kabul görüyordu. Tabii olarak Hint Yarımadası'nda yaşayan Müslüman nüfus ile Osmanlı İmparatorluğu arasındaki bağ kültürel ve ruhani olarak çok güçlüydü. Bu bağ Pakistan'ın kurulduğu yıllara kadar devam etti. Osmanlı İmparatorluğu'nun düşüşü bölge Müslümanları için de bir dönemin sonunu işaret etti ama halkların karşılıklı kültürel bağları, yaşanmışlıkları, kurdukları binlerce yıllara matuf devlet müesseselerindeki akılları elbette devletlerin de ömürlerini aşan bir cihette yol aldı ve günümüze kadar da bu bağlar güçlü sevgiyle devam etti.
Bizim ülkemizde kıymeti çok bilinmese de daha iki yüz yıl evvel Hindistan ve dolayısıyla Pakistan coğrafyasında yabancılar yoktu. Ta Ak Hunlar döneminden kalan ve Gazneli Mahmut'la zirveye ulaşan Türk varlığı Gurlular, Kölemenler, Kalaçlar, Tuğluklar, Seyyidler, Ludîler ve Babür Devleti'yle sürüp gitti ve en muhteşemi Tac Mahal'iyle meşhur Delhi Sultanlığı'yla biz bu güzelliği yaşadık. Yani bugün o dönemin yadigârı Pakistan, bizim aslında geçmişimizden bir parça ve kalbimizin atan bir kısmını teşkil eder. Dolayısıyla Pakistan-Türkiye iş birliği aynı zamanda kardeşlik ve geleceği birlikte paylaşma arzusunu da içerisinde barındırır. Destansı Kurtuluş Savaşı'mızda Pakistanlı kardeşlerimizin verdiği destek hâlâ hafızamızın en berrak köşelerinde saklanmaktadır. İstiklal Savaşı'nı verdiğimiz o karanlık günlerde Türk milletinin yanında gönüllü savaşçılar olarak gelen Pakistanlı kardeşlerimiz vardı. Dahası, öğünlerinden artırdıklarını, birikimlerini eşlerinin ziynetlerini dualarla bizlere göndermişlerdi. Öyle ki Pakistan'ın millî şairi ve büyük İslam düşünürü Muhammed İkbal'in Lahor'da toplanan kalabalığa karşı okuduğu şiir hâlâ gönülleri titretir. Rivayet odur ki Muhammed İkbal, Hazreti Peygamber'imizi rüyasında görür ve aşağıdaki dizeleri kaleme alır:
"Dedi Hazreti Peygamber
Cihan bahçesinden bana bir koku gibi yaklaştın
Söyle bana ne gibi bir hediye getirdin?
Dedim ya Resulullah, dünyada yok rahatlık
Bütün özlemlerimden umudu kestim artık
Varlık bahçesinde binlerce gül, lale var
Ama ne renk ne koku... Hepsi de vefasızdır
Yalnız bir şey getirdim, kutlanmıştır tekbirlerle
Bir şişe kan ki eşi yoktur, namusudur, vicdanıdır
Buyurun, bu Çanakkale şehidinin kanıdır."
Oradaki kardeşlerimizin Çanakkale ve İstiklal Harbi'mize verdikleri destekle yanan ateş, Pakistan'ın kurucusu Muhammed Ali Cinnah'ın cumhuriyetimizden ilham alan uygulamalarıyla alevlenmiş ve müstesna ilişkilerimizin en çarpıcı örneklerini vermiştir.
Geçtiğimiz günlerde 2'nci yılını dolduran asrın felaketi 6 Şubat depremlerinin hemen akabinde Başbakan Şahbaz Şerif deprem bölgesini ziyaret eden ilk lider olmuştur. Başbakanından sokaktaki vatandaşa kadar her düzeyde sunulan taziye ve her türlü destek, Pakistanlı kardeşlerimizin milletimizle olan gönül bağının en halisane yansımasıdır.
Sayın milletvekilleri, ilişkilerimizin insani boyutu, dayanışma ikliminin devamlılığı elbette mühimdir ancak aynı zamanda Pakistan-Türkiye ilişkilerinin hem bölgesel hem de uluslararası sistem düzeyinde ele alınması, yorumlanması da ayrıca bir zarurettir. Biliyorsunuz, Pakistan'ın Asya'daki jeopolitik önemi hem bölgesel hem de küresel düzeyde belirleyici bir faktördür. Ülkenin stratejik konumu, büyük güçlerle olan ilişkileri, enerji koridorlarındaki rolü ve bölgesel güvenlikteki etkisi Pakistan'ı Asya'nın temel jeopolitik oyuncularından biri hâline getirmektedir. Bunun nedeni, aslında dünyanın en büyük yer altı enerji kaynaklarının yer aldığı Orta Asya ve Orta Doğu'nun tam merkezinde ve geçiş yollarının üzerinde bulunmasıdır. Bu husus, Pakistan-Türk dünyası ilişkileri için önem arz etmektedir çünkü özellikle Türkmenistan, Kazakistan ve Özbekistan devletleriyle yapılan ikili ve çok boyutlu ekonomik anlaşmalar Orta Asya Türk Cumhuriyetlerini limanlar aracılığıyla açık denizlere taşırken Pakistan da bu ticaretten ekonomik kazançlar elde etmektedir. Bu çerçevede, Azerbaycan'ın Karabağ zaferinde Pakistan'ın şeksiz ve şüphesiz Türkiye'yle beraber Azerbaycan'ın yanında yer almasındaki kritik rolünü de unutmamak gerekir.
Yine, 22 Nisan 2024 tarihinde Türkiye, Irak, Katar, Birleşik Arap Emirlikleri arasında imzalanan "Kalkınma Yolu Projesi Hakkında Ortak İş Birliği Mutabakat Zaptı" çerçevesinde yapılan anlaşmalar sadece Basra Körfezi ve çevresini değil çok katmanlı bir şekilde Pakistan'ı da ilgilendirmektedir. Bunu anlamak için küresel bir gözlem yapmak ve bölgesel geçiş rotalarını gözlemlemek gerekmektedir. Hepimizin bildiği gibi, son on beş yılda uluslararası sistemde ağırlığını iyiden iyiye hissettiren Çin'in mallarının arz edildiği bir merkez olarak yükselmesiyle Kuşak-Yol Projesi'nin hayata geçirilmesi, üçlü koridor yani kuzey, orta ve güney üzerinden ilerlemektedir. Bu projenin güney kolu ise Kalkınma Yolu Projesi'yle stratejik açıdan kesişmektedir. Bu hat, Çin'in Şian kentinden başlayarak Urumçi-Doğu Türkistan üzerinden Pakistan'da Karaçi ve Gwadar Limanlarından Umman Denizi'ne uzanmaktadır. Kalkınma Yolu Projesi'yle birlikte bahsi geçen hat Basra Körfezi'ne kadar uzanarak önce Türkiye, sonra Avrupa'ya kadar genişleyecektir. Bu hat, aynı zamanda Kuşak-Yol Projesi'nin Çin, Hindistan limanlarından hareketle deniz yoluyla Süveyş Kanalı'nı kullanarak Akdeniz'den Avrupa'ya uzanan alternatif bir yol olabilecektir.
Pakistan'ın bölgesel düzeydeki diğer önemi ise terörizme karşı verdiği mücadeledir. Terörizm, Pakistan'ı uzun yıllardır ciddi bir tehdit altında bırakmış ve durum hem ülke içindeki siyasi, sosyal ve ekonomik istikrarı hem de Güney Asya'daki genel güvenlik ortamını etkilemiştir. Pakistan terörle mücadele politikalarında çeşitli stratejiler geliştirmiş ve birçok uluslararası iş birliğine girmiştir.
Türkiye'ye yönelik faaliyet gösteren FETÖ'nün Pakistan'daki varlığına ket vurulması yine terörizmle mücadele konusunda iş birliğini ortaya koyarken ikili ilişkilerin güven ortamında tesis edilmesini sağlamıştır. 2016'dan sonra Pakistan'da FETÖ okulları Türk Maarif Vakfı tarafından devralınmış, bu okulların eğitim sistemini ve yönetimini değiştirmeye yönelik adımlar atılmıştır. Bu süreç Pakistan Hükûmetinin tam onayıyla gerçekleşmiştir. Aynı zamanda Pakistan, FETÖ'nün etkisini kırmak amacıyla okulların kapatılmasını kabul ederken daha sonra yerel okullarla iş birliği yaparak eğitim sistemini Türkiye'nin önerdiği şekilde düzenlemeye başlamıştır.
Sayın Başkan, Meclisimizin aziz milletvekilleri; gönül coğrafyamızın naçizane bir parçası olan kardeş ülke Pakistan'ı ve ilişkilerimizi tarihsel arka planıyla ve günümüz jeopolitik etkileriyle sizlere aktarmaya çalıştım. Şimdi konuşmanın ana teması olan, Pakistan-Türkiye arasında imzalanan hükümlülerin iadesi anlaşmasının daha iyi tahlil edilmesini, uluslararası hukukta bu sürecin neden ve nasıl işletildiğini irdelemenin faydalı olacağına inanıyorum.
Pakistan ve Türkiye arasındaki suçluların iadesi anlaşması, her iki ülkenin kendi iç hukuk sistemlerinde suç işleyen ve diğer ülkede bulunan kişileri iade etmeleri için karşılıklı olarak bir çerçeve oluşturur. Bu tür anlaşmalar, uluslararası ilişkilerde suçluların adalet önüne çıkarılması, adaletin sağlanması ve suçluların kaçmalarının engellenmesi amacıyla yapılır.
Pakistan ve Türkiye'nin suçluların iadesi konusunda belirli bir anlaşmaya sahip olması, iki ülke arasında güvenlik iş birliğini ve adli yardımlaşmayı pekiştiren bir unsurdur. Dolayısıyla, bu anlaşmaların tamamlayıcı kısmı olan hükümlülerin cezalarını kendi ülkelerinde çekebilme imkânını da sağlamak önemlidir.
Suçluların adalet önüne çıkarılması, suçluların suç işledikleri ülkenin yasalarına göre yargılanmaları önemlidir. Eğer bir kişi Türkiye'de suç işlemişse ve Pakistan'da bulunuyorsa bu kişi Türkiye'ye iade edilerek adalet önüne çıkarılmalıdır. Aynı şekilde, bir kişi Pakistan'da suç işlemişse ve Türkiye'de bulunuyorsa suçlunun Türkiye tarafından Pakistan'a iade edilmesi gerekir.
Uluslararası iş birliği ve güvenlik açısından bu tür anlaşmalar iki ülke arasındaki güvenlik iş birliğini artırır. Özellikle terörizm, organize suçlar, uyuşturucu kaçakçılığı ve insan ticareti gibi uluslararası suçlarla mücadele açısından büyük bir öneme sahiptir. Pakistan ve Türkiye bu gibi suçları önlemek için birlikte çalışmalıdır.
Suçluların iade edilmesi, bir kişinin suç işledikten sonra başka bir ülkeye kaçmasını engelleyen bir mekanizma sağlar. Türkiye ve Pakistan arasındaki suçluların iadesi anlaşması, bu tür kaçakların takip edilmesi ve bulunmasını kolaylaştırır. Anlaşma, hangi suçluların iade için uygun olduğunu belirler. Genellikle cinayet, uyuşturucu kaçakçılığı, dolandırıcılık, terörizm, rüşvet, insan ticareti gibi suçlar iade kapsamına alınır. Ancak bazı ülkeler siyasi suçlar ve askerî suçlar gibi belirli suçların iadesini kabul etmeyebilir. Her iki ülke karşılıklı olarak suçluların iadesini sağlamak için hukuki prosedürleri takip eder. Bu prosedürler, başvuruların doğru ve hızlı bir şekilde yapılması, gerekli belgelerin sağlanması ve iade sürecinin her iki ülkenin yasalarına uygun olması şartlarını içerir. Çoğu zaman suçluların iadesi anlaşmalarında siyasi suçlar, savaş suçları ve benzeri suçlar kapsam dışı bırakılır. Bu nedenle, bir suçlunun iadesi için suçun siyasi bir içerik taşımaması gerekebilir. Örneğin, bir kişinin sadece siyasi görüşleri veya hükûmete karşı eylemleri nedeniyle iadesi istenemez.
Suçlunun iadesi talep edilen ülkeye adli makamlar tarafından yapılacak bir başvuru üzerine suçlunun yerel, yasal süreçlere göre yargılanması veya iade edilmesi sağlanır. Bu süreç genellikle bir dizi yasal inceleme ve diplomatik yazışmalar gerektirir ancak her iki ülkenin yasal sistemleri suçluluk hissi için adalet sağlama sorumluluğunu da beraberinde taşıyor.
Türkiye, PKK ve FETÖ gibi terör örgütlerine karşı sert bir duruş sergilemektedir. Eğer Pakistan'da bulunan bir terörist Türkiye'nin talebi üzerine iade edilirse bu kişi Türkiye'de yargılanabilir. Bu tür anlaşmalar özellikle terörizmle mücadelede önemli bir rol oynar. Hem Türkiye hem de Pakistan uyuşturucu kaçakçılığıyla mücadele etmektedir. Eğer bir uyuşturucu kaçakçısı Pakistan'da yakalanmış ve Türkiye'ye kaçmışsa Türkiye'nin Pakistan'a "suçlunun iadesi" talebinde bulunması mümkündür.
Suçluların iade edilmesi sürecinde her iki ülke de iade edilen kişinin adil bir yargılamayla karşı karşıya kalmasını sağlamak zorundadır. İnsan hakları ihlallerinin önüne geçmek her iki ülkenin de sorumluluğudur; bu yüzden bazı durumlarda suçluların işledikleri suçlar nedeniyle yargılanmalarının ülkelerinin hukuk sisteminde adil olacağına dair garantiler istenebilir.
İade talepleri bazen diplomatik gerginliklere yol açabilir. Özellikle yüksek profilli suçlular söz konusu olduğunda iki ülke arasında yoğun diplomatik görüşmeler yapılması gerekebilir. İade talebinin reddedilmesi veya gecikmesi iki ülke arasındaki ilişkileri etkileyebilir, bu da dikkat edilmesi gereken, uyarı verilmesi gereken bir alandır.
Pakistan ve Türkiye arasındaki suçluların iadesi anlaşması, her iki ülke için de önemli bir güvenlik ve adalet aracı olmuştur. Bu tür anlaşmalar suçluların uluslararası sınırlar arasında kaçmalarını engellemeyi ve adaletin sağlanmasını temin etmeyi amaçlar. Ayrıca, Pakistan ve Türkiye arasındaki güvenlik iş birliğini pekiştirirken özellikle terörizm, organize suçlar ve diğer ciddi suçlarla mücadelede önemli bir rol oynar. Anlaşmanın başarılı bir şekilde uygulanabilmesi için her iki ülkenin hukuk sistemlerinin uyumlu çalışması ve insan hakları standartlarının gözetilmesi önemlidir.
Bu vesileyle Berat Kandili'nizi tebrik ediyor, her alanda ortak strateji, iş birliği yaptığımız Pakistan İslam Cumhuriyeti Hükûmeti'yle imzalanan hükümlülerin nakli anlaşmasını MHP Grubu olarak destekliyor, yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum. (MHP sıralarından alkışlar)