GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: Türkiye Adalet Akademisi Kanunu Teklifi münasebetiyle
Yasama Yılı:3
Birleşim:57
Tarih:13.02.2025

SÜMEYYE BOZ (Muş) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; ekranları başında bizi izleyen değerli halklarımızı, tamamen iktidarın talimatıyla hareket eden, bağımsızlığını yitiren bir yargı sisteminin soruşturmaları, onların ısmarlama soruşturmaları neticesinde tutsak edilen cezaevlerindeki bütün siyasi tutsak yoldaşlarımızı buradan saygıyla selamlıyorum. (DEM PARTİ sıralarından alkışlar)

Türkiye'de insan hakları ihlalleri aslında otoriter rejimin baskıcı uygulamalarının bir aracı hâline dönüştürülmüş durumda ve bu, devlet eliyle de bir mekanizma şeklinde yönetilmekte. Hukuk devleti ilkesinin hoyratça çiğnendiği, temel hak ve özgürlüklerin ise neredeyse açık artırmaya çıkarıldığı bu distopik ortamda hukuksuzluk artık bir norm hâline gelmiştir. Bu ihlaller, Türkiye'nin hem ulusal hukukuna hem de taraf olduğu uluslararası sözleşmelere elbette ki açıkça bir meydan okumadır. Cezaevleri, bu baskıcı düzenin en çıplak hâliyle görüldüğü yerlerdir. Bakınız, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin 3'üncü maddesi işkenceyi ve insanlık dışı muameleleri kesin bir şekilde yasaklar. Peki, Türkiye'ye bakıyoruz, Türkiye ne yapıyor? Cezaevlerinde uyguladığı politikalarla bu yasağın aslında tam da karşı bir yerinde duruyor. Tutsaklar, en temel hakları olan sağlık hizmetine dahi erişemedikleri gibi revire gittiklerinde ilgili cezaevinin yönetiminde bulunan doktorun yani hekimin kendi meslek etiğine bile uymayan saygısız, ciddiyetsiz ve ayrıştırıcı muamelelerine maruz kalıyorlar ki Elâzığ T Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda bulunan, oranın Hekimi Kubilay Gecekuşu bunlardan sadece birisi. Hasta tutukluların tedaviye erişimlerinin bilinçli bir şekilde engellenmesi, "infaz yakma" adı altında mahkûmiyet sürelerinin keyfî olarak uzatılması ve sürekli sürgünlerle aile bağlarının yok edilmesi, iktidarın cezalandırma, şiddet ve yıldırma mekanizmasını nasıl bir işkence aracına dönüştürdüğünü gözler önüne seriyor.

İç hukuka bakınca da aynı şeyi görüyoruz. 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun'un 16'ncı maddesi, cezaevinde kalamayacak durumda olan mahkûmların tahliyesini düzenlemekte aslında. Buraya baktığımızda da yine tabii ki iktidar bizi şaşırtmıyor, bu düzenlemeyi görmezden gelip siyasi saiklerle keyfî uygulamalar dayatıyor. Anlaşılan o ki hukuk, sadece iktidarın istediği zamanda ortaya çıkarıp kullanabileceği bir süs eşyası.

İnfaz yakma politikasının "hukuk" ve "adalet" kavramlarının keyfî ve pervasız uygulamalarından biri olduğunu söyledik. Mahkûmların iyi hâl indirimlerini, daha doğrusu mahkûmların iyi hâl durumunu bahane ederek infazlarını uzatmak hukuku işlevselliğinden çıkardığı gibi bir güç gösterisi olarak nasıl kullandığını, nasıl dayattığını da aslında ortaya koyuyor. Yargının siyasallaşması ve cezaevlerinin Kürtlere, muhaliflere, sol ve sosyalistlere dönük bir politik hesaplaşma aracı olarak kullanılması Türkiye'de adalet sisteminin çöktüğünün bir simgesidir. Peki, soralım artık burada: Yani bu hâliyle bu yapıya hâlâ "adalet sistemi" demek, kelimenin kendisine dair çok fazla anlam yüklemiş olmak anlamına gelmez mi?

AKP iktidarında sürgün uygulamaları, modern ceza sistemlerinin, modern çağın işkence uygulamalarından biri olarak yerini alıyor. Mahkûmları ailelerinden koparmak, onları yalnızlaştırıp psikolojik olarak çökertmek için kullanılan bu yöntem, sadece Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin 8'inci maddesiyle güvence altına alınan "aile hayatına saygı" hakkını da ihlal etmekle kalmıyor, aynı zamanda "vicdan" ve "hukuk" kavramlarını da ayaklar altına alıyor. Sürekli cezaevi değiştirmek zorunda bırakılan veya ailelerinden çok uzak cezaevlerinde tutulan mahkûmlar ve ailelerinin yaşadığı maddi, manevi tahribat... Ki burada, savcılığa ifade vermeye giderken yolda trafik kazası geçirerek hayatını kaybeden Barış Anneleri Adalet Safalı'yı ve Perişan Akçelik'i de hatırlatmak istiyorum ki bunlar, devletin insanlık dışı politikalar kataloğundaki en çarpıcı örneklerdendir. Bu uygulamanın bir yönetim stratejisi olarak da kullanılması ve savunulması ise devlet eliyle yürütülen açık bir psikolojik savaştır. Görünen o ki iktidar "aile" kavramını sadece kendi tabanına göz kırpmak için kullanıyor çünkü bir yandan 2025'i "Aile Yılı" ilan ederken öte yandan aileleri parçalayan bu politikalarla da başka bir çelişkiyi, başka bir tutarsızlığı yaratmış oluyor. Burada şunu ifade etmek gerekiyor: Siyasi iktidarın cezaevlerini sindirme, cezalandırma ve tehdit aracı olarak kullanması, rejimin baskıcı ve otoriter karakterini açıkça gösteriyor.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Buyurun Sayın Boz, tamamlayın lütfen.

SÜMEYYE BOZ (Devamla) - Türkiye'de, bağımsızlığını yitiren, siyasallaşan, tekelleşen hukuk sistemi karşısında demokratik hukuk devleti, sadece yasaların adil bir şekilde uygulanmasını değil aynı zamanda toplumun tüm kesimlerinin eşit haklara sahip olduğu bir ortam yaratılmasını da gerektirir. Bu, sadece hukukçu ve siyasetçilerin değil tüm toplumun sorumluluğudur. Bu bakımdan, demokratik hukuk devletinin yeniden inşası demokratik topluma da toplumsal barışa da büyük katkı sağlayacaktır diyorum ve Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum. (DEM PARTİ sıralarından alkışlar)