GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: Cumhurbaşkanlığının, Türk Silahlı Kuvvetleri deniz unsurlarının bölge ülkelerinin karasuları dışında olmak üzere Aden Körfezi, Somali açıkları, Arap Denizi ve mücavir bölgelerde deniz haydutluğu, silahlı soygun eylemleri ve denizde terörizmle mücadele amacıyla görevlendirilmesi ve bununla ilgili gerekli düzenlemelerin Cumhurbaşkanı tarafından belirlenecek esaslara göre yapılması için Anayasa'nın 92’nci maddesi uyarınca 10/2/2025 tarihinden itibaren bir yıl süreyle izin verilmesine dair tezkeresi (3/1024) münasebetiyle
Yasama Yılı:3
Birleşim:52
Tarih:04.02.2025

CHP GRUBU ADINA NAMIK TAN (İstanbul) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri, bugün burada kısaca, Arap Yarımadası'nın güneyi ve Afrika Boynuzu'nun batısını kapsayan açık denizlerde seyrüsefer güvenliğinin terörizme karşı korunması amacıyla Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinin ilgili kararlarınca oluşturulan görev gücüne donanmamızdan yapılan katkının bir yıl daha sürdürülmesi için gereken tezkereyi görüşmek üzere toplanmış bulunuyoruz. Ancak defalarca şahit olduğumuz üzere, Cumhur İttifakı koalisyonunun Gazi Meclisimizin iradesini hiç umursamadığının farkında olduğumuzun da bilinmesini isteriz. Cumhurbaşkanı ve yönettiği Cumhur İttifakı koalisyonunun keyfî kararlarını ve ceberut yönetimlerini halka "devlet aklı" diye pazarladığının, konu hesap vermek olduğunda ise kaçtığının bilinci içindeyiz. Ülkenin geleceğini şekillendirecek kararlarda muhalefetin fikrini almak şöyle dursun, sizlerin haricinde siyasi yorum yapan herkesi vatan haini ya da darbeci ilan etme gayreti içinde olduğunuzu görüyoruz. Bu gölge oyunundan vazgeçelim.

Ben partim adına son söyleyeceğimizi baştan belirteyim: Evet, CHP olarak biz bu tezkereye onay veriyoruz ve mademki burada bize hasbelkader yirmi dakikalık konuşma süresi tanınmış, bu süreyi de Suriye ve Kürt meselesi gibi ulusal güvenlik ve dış politikanın kesiştiği dosyalar başta, son dönemde gemi azıya aldığına tanık olduğumuz antidemokratik, otoriter, hatta neredeyse totaliter parti-devlet uygulamalarının eleştirisi için kullanacağız. (CHP sıralarından alkışlar)

Türkiye, iktidarınızda, demokrasileri kemirip yok eden nepotizm ve kleptokrasi hastalıklarının pençesinde can çekişiyor. Kleptokrasi, kamu kaynaklarının yöneticiler tarafından cebe indirilmesini tarif eder. Buna ahbap çavuş kapitalizmi de diyebiliriz. Nepotizm ise "kayırmacılık" olarak tanımlanabilir. İtalyanca "yeğen" demek olan "nipote" sözcüğünden geldiği için buna "yeğencilik" de diyebiliriz. Örnek mi istiyorsunuz? Parti başkanı sıfatı taşıyan Cumhurbaşkanı, hâkim ve savcı atamaları kura törenine katılıyor ve kendi partisinin Meclis Grup Başkan Vekili, törende, sanki diğer hâkim ve savcılar karşısında bir ayrıcalığı varmış gibi, ona yeğenini takdim ediyor; hukuku icra edecek bu kadar gencin önünde bu müsamere sergileniyor. Diğer yanda, 5 genç teğmenimiz cumhuriyetimizin kurucusuna bağlılık yemini ettikleri için ordudan ihraç ediliyor. Aynı yemin Özel Kuvvetler kursunun bitiş töreninde Millî Savunma Bakanı ve Genelkurmay Başkanının önünde okunmuştu. Aralarında dönem 1'incisi olan bir genç kadının da bulunduğu bu 5 teğmen ordudan atılırken 3 sıralı amirleri de onlarla birlikte aynı cezaya çarptırıldı. O yüzbaşı, binbaşı ve albay da kendi dönemlerinin en parlak öğrencileriydi ki Harp Okulunda görevlendirilmişlerdi. Peki, bu okulun komutanı, dekanı sorumsuz muydu? Okul 1'incisi kadın teğmene nasıl ibadet ettiği, edip etmediğiyle ilgili soru sorma cüreti hangi yönetmelikten alındı? Ordumuzun disiplinini ayaklar altına alan sarıklı, cüppeli bir amiral bütün hakları korunarak emekli edilirken Atatürk'e bağlılık yemini eden teğmenler neden tazminat ödemeye mahkûm edildi? (CHP sıralarından alkışlar) Ne acıdır ki Atatürk'ün adını duymaya bile tahammül edemiyorsunuz. Atatürk'ün ordusunun düzenini bozmak için 15 Temmuzun ardından harp okullarını kuvvet komutanlıklarına bağlı olmaktan çıkarmıştınız. Bunun sonucu, ne olduğu meçhul, sivil-asker karışık, çift başlı, bozuk bir düzen getirdiniz ama şanlı ordumuzu istediğiniz kalıba sokamadınız. Zira yıkmak kolay, yapmak zor. AKP ve MHP olarak Türkiye'yi kendi doktrininizle yeniden kurgulayamadınız, kültürel hegemonya kuramadınız. Atatürk sevgisini ne halkımızın ne de ordumuzun kalbinden silebildiniz. (CHP sıralarından alkışlar) Bütün öfkeniz de bu yüzden. Çeyrek yüzyıldır iktidarda olup bütün zor gücünü, bütün baskı aygıtını tekelinde tutup medyasıyla, eğitimiyle halkın üzerine çullanılmasına rağmen "Mustafa Kemal'in askerleriyiz." nidalarını duyan iktidar ortakları yerinde rahat oturamıyor; bunu açık seçik görüyoruz. Cumhurbaşkanının Gezi Parkı'nda kendisine yönelik itirazı on iki yıl sonra bile sindirememesi de bu yüzden.

Değerli milletvekilleri, belirttiğim üzere, özellikle Orta Doğu'daki gelişmelere geleceğiz; zira doğrudur, bölgemizde yeni bir çağın açılmakta olduğu tarihî bir dönemeçteyiz. Ancak, oraya gelmeden daha hemen şu son günlerde yaşadığımız her biri sağlam temelli, gerçek bir demokraside ayrı ayrı skandal sayılacak vakalara, özellikle yargının AKP-MHP koalisyonu elinde silah hâline getirilmesinin en güncel örneklerini gelin birlikte göz atalım: Hukuksuzluk, yargının silah hâline getirilmesi yoluyla yapılan baskı, muhalefeti iktidarın eliyle tasarlayıp majestelerinin muhalefetine dönüştürme çabası; muhalefeti geçtim, siyaseti, seçimle yönetimin değişmesini dahi darbe girişimi sayma uygulamaları artık sağanak olmaktan çıkıp kasırgaya dönüştü. Öyle ki Cumhurbaşkanına Devlet Denetleme Kurulu eliyle yani bürokratlar aracılığıyla seçilmişleri tek imzayla görevden alma yetkisi tanındı, Cumhurbaşkanı kendi kendine yetki verdi yani bundan böyle Cumhurbaşkanı beğenmediği belediye başkanını görevinden uzaklaştırabileceğini sanıyor. Hukuksuzluk ile yolsuzluk atbaşı gidiyor. Yunus Emre Enstitüsünün bağlı olduğu vakfın müdürü 19 milyon dolar tutarında sahte faturayla vakfın parasını zimmetine geçirme suçundan ötürü Almanya'ya kaçmış durumda. Düşünün, itibarına pek özen gösterdiğiniz, kutsayıp yücelttiğiniz o devletin tanıtımı; dilimizin, kültürümüzün yaygınlaştırılması için kurulup kamu kaynağı ayrılan böyle bir kurum böyle bir meblağa ulaşacak kadar yağmalanıyor. Kartalkaya'da 78 canımızı yitirdik, onlarca ailenin ocağı söndü; yine yetki bol, sorumlu yok. Ucube Başkanlık rejiminin güzide bir örnek vakası daha, sorumlu Bakan istifa etmediği gibi sırf CHP'li olduğu için Belediye Başkanını suçlamaya kalkıştı. Bolu'da otel kül olduktan sonra dönüp İstanbul'da apar topar yüzlerce otel kapatan bir zihniyet. Aynı zihniyet CHP'li belediye gelip otelde denetim yapmak istese "Bunlar CHP'li." diye tesisin kapısından bile sokmaz.

Belediyelerden söz ederken anımsatmadan olmaz, Esenyurt Belediye Başkanımız Profesör Doktor Ahmet Özer'i hukuka aykırı şekilde cezaevine gönderdiniz fakat kendisine attığınız iftiraları aradan üç aydan fazla zaman geçmiş olmasına rağmen belgeleyemediniz. Beşiktaş Belediye Başkanımız Rıza Akpolat'la rüşvet ağı kurduğu öne sürülen iş insanı İhsan Aktaş Beşiktaş'a gelince örgüt yöneticisi oluyor ama çok sayıda AKP'li belediyeyle çalıştığı ortaya çıkınca muteber müteşebbis sayılıyor. Benzer çifte standart, daha doğrusu standart yokluğu, teknik deyimle çifte hukuk medyaya uygulanan ve sistematik boyuta varan baskıda da kendini gösteriyor. En son yaşadığımız örnekte, İstanbul Belediye Başkanlığını ilgilendiren davalarda binlerce kişinin arasından sürekli aynı ismin görevlendirildiği bizzat İstanbul Belediye Başkanımız Sayın Ekrem İmamoğlu tarafından açıklanıyor. Bu bilirkişiyle yapılan söyleşi bir yandan gazetede yayınlanırken aynı işi yapan bir başka televizyon kanalı muhalif olarak görüldüğü için genel yayın yönetmeni tutuklanıyor ve bunun üzerine, Türkiye basın özgürlüğünde dünya sıralamasında en altlara inmişken Adalet Bakanı çıkıp hiç utanmadan "Gazetecilikten yargılanan yoktur." açıklaması yapabiliyor. Bu hengâmede Cumhurbaşkanı tüm yetkileri toplamayı ama hiç sorumluluk taşımamayı o denli içselleştirmiş ki çıkıp "Turpların büyüğü heybede." diyebiliyor. Artık tuzakları öğrendik; önce hedef göster, linç ettir, sonra ortaya uydurma bir iddia at, ardından o iddianın gerçek olmadığını kanıtlamayı haksız yere suçlanana bırak. Bu da yetmiyor, suçlananı tutuklayıp içeri at, böylece tutuklamayı istisna olmaktan çıkarıp cezaya çevir. Bütün bunlar sizin çok iyi bildiğiniz FETÖ taktikleri ve böyle kapkaranlık bir ortamda, böyle bir âdeta çamur deryasında gelip burada o sözde devlet ciddiyetiyle çıkalım, ortalık güllük gülistanlıkmış gibi, her şey çok normalmiş gibi dış politika, Aden Körfezi, Somali açıklarını konuşalım. Üstelik bir de bu olan biteni de dış politikayı da siyasetin dışına çıkarma çabasına ortak olup bunu siyasetüstü olarak adlandıralım. Hayır, normalleşmeyeceğiz, susmayacağız da. (CHP sıralarından alkışlar)

Değerli milletvekilleri, şimdi, Aden Körfezi'ni, Somali açıklarını bir yana bırakalım. Sözlerimin başında ifade ettiğim üzere, özellikle Suriye'de düzeni kökten dönüştürecek gelişmeler yaşanıyor. Orta Doğu'daki düzen, güç dengeleri, siyasal denklem kökünden dönüşüyor; neleri içerdiği, nasıl yürütüleceği belirsiz bir süreç başlatılıyor, süreci başlatanlar lütfedip bir şey açıklamıyor. Koalisyonun küçük ortağının başı fiilî devlet başkanı gibi kendi kendine oyun kuruyor. Cumhurbaşkanı sahiplenmiyor. İmralı'dan Öcalan'a açıklama yaptırmak için âdeta mıntıka temizliği yapılıyor. Zafer Partisi Genel Başkanı Ümit Özdağ Silivri Cezaevine gönderiliyor. Başlatanların samimiyeti bir kenarda dursun, var olup olmadığı dahi başlatanlarca netleştirilmemiş bir süreçle barışa nasıl ulaşabiliriz?

Aslında her şey Hamas'ın Gazze'den İsrail'e 7 Ekim 2023'te yaptığı kitlesel intihar saldırısıyla başladı. Bu saldırıya İsrail'in soykırıma varan orantısız askerî yanıtı giderek İran'ın Lübnan'da ve Suriye'deki kollarını kesti, Irak üzerindeki İran etkisinin de mutlakiyetini kırdı. Bunun sonucunda Lübnan'da Cumhurbaşkanı seçilebildi. 2005'te Refik Hariri'nin öldürülmesiyle başlayan Sedir Devrimi'nde halkın istediği Nevaf Salam yirmi yıl sonra gelip Başbakan olabildi. Suriye'de de İran ve Hizbullah'ın kara desteğiyle birlikte Ukrayna işgaliyle kendini zora sokan Rusya'nın hava desteği kesilince HTŞ çatısı altındaki oluşumlar Beşşar Esad'ı devirebildi. Irak'ta bile Bağdat, Haşdi Şabi üzerinde daha etkin bir konuma gelebildi. Buna karşılık bugünkü durumdan donuk bir fotoğraf karesi çıkarıp onun üzerine konuşarak filmin ilerleyen aşamalarında neler olacağını öngörmek olanaksız. Suriye'nin geçici Devlet Başkanı Ahmed eş-Şara'nın tüm milis güçlerinin kimilerini silah bıraktırarak kimilerini tasfiye ederek tek komuta altında çalışan bir orduya dönüştürmesi mümkün olabilir mi? Bilemiyoruz, bunu öğrenmek için henüz vakit çok erken. Hâl böyleyken, Öcalan'ın İmralı'dan yapacağı tek bir konuşmayla, Suriye ve Irak'ta bu denli çok sayıda milis gücü ve terör örgütü dişine tırnağına kadar silahlı ve birbirlerine diş bilerken PKK'nın silah bırakarak kendini lağvedebileceğini ummak herhâlde pek gerçekçi bir beklenti olmasa gerek.

ERKAN AKÇAY (Manisa) - Rahatsız oluyorsunuz.

NAMIK TAN (Devamla) - PKK'nın ve diğer değindiğim oluşumların adlarını değiştirmelerinin yahut arzulanan açıklamaları yapmalarının strateji değişikliği için yeterli veri kabul edilip edilmeyeceği ise belirsiz. Bizim CHP olarak her iki dosyaya yani hem Suriye ve Irak hem "süreç" denilen dosyalara ilişkin tutumumuz gayet açık ve basit: Strateji, varsayım, dilek ve umutlar üzerine kurulmaz, doğru strateji gerçek veri üzerine kurulur. Gerçek veri ise hem ilgili alana ait olandır hem zamanın o belirli döneminde kendi öz kaynaklarına ait olandır.

Stratejik temel sorunları bilmek için uzman olmaya gerek yok, sağduyu yeterli. Amaç nedir, belirlenen amaca ulaşmanın maliyeti nedir? Hangi vadede, hangi koşullar oluştuğunda amaca ulaşılmış sayılır? Stratejinin sürekli değişen koşullara uyarlanması gerektiğine göre örnek olarak içerideki ekonomik durum ne olursa olsun aynı hedefler geçerli midir? Yahut bölgesinde hegemonik güç olmak gibi bir strateji hedefi olur mu? Denizaşırı ve sınır ötesi harekatların her birinin siyasal amaçlarının açık seçik belirlenmiş ve denetlenebilir olması esastır ve bunlar, belirttiğim üzere, sürekli güncellenir. Bizi izleyen halk ekran karşısında "Gündeme Aden Körfezi tezkeresi gelmiş, kaldır elini, indir elini; bu milletvekilleri ne yapıyor, ne görüştüklerinden haberleri var mı?" diyor. Türkiye'de siyasetin ciddiyetle yapıldığı dönemleri yaşamış herkes bugünkü Meclisimizin siyaset yapmaktan aciz bırakılmış hâlini görüyor. Türkiye olarak Libya'dan Somali'ye, Katar'dan Suriye ve Irak'a askeri güç projeksiyonlarımız var. Bunlarla birlikte, bugün görüştüğümüz Birleşmiş Milletler görevlerinin yanı sıra NATO ittifakı kapsamında üzerimize düşen görevleri yerine getiriyoruz, ortak tatbikatlara katılıyoruz. Normal şartlarda, bir demokraside dış politika yapım sürecinde iktidar ve muhalefet bir araya gelir, ülke yararına olacak bu şekilde girişimleri birlikte tartışır, geniş katılımlı kararlar alırlar ancak biz AKP-MHP koalisyonunun Meclisi neredeyse tamamen devre dışı bıraktığı bu düzende etkisiz bırakılıyoruz. Bahsettiğim uluslararası operasyonların her birini ayrıntılı biçimde mercek altına alıp bir zorunluluk ve maliyet değerlendirilmesi, buna göre de bir önceliklendirme yapmamız gerekiyor ama yetkimizi kullanamıyoruz. Bu konuda Türkiye Büyük Millet Meclisi olarak bizler ne yazık ki sayenizde en fazla bir noter işlevine indirgenmiş durumdayız.

Değerli milletvekilleri, ne acıdır ki Cumhuriyetimizin 100'üncü yılını geride bırakırken böylesine karanlık bir tabloyla, böylesine kırıklarla dolu bir icraat karnesiyle karşı karşıyayız ancak bu çarpık kafadan, kulaklarımızdaki bu sesten kurtulacağımız günler yakın; yukarıdan aşağıdan yolun sonu görünüyor. Ekonomiden eğitime, adaletten basın, gösteri ve yürüyüş yapma özgürlüklerine kadar baştan sona bir çoklu kriz durumu, âdeta bir çoklu organ yetmezliği hâlini hepimiz gözlemlemekle kalmıyor; bu sıkıntıyı, bu bunalımı her gün yaşayarak deneyimliyoruz. Sonra, bu kürsüye çıkıp muhalefet adına bizlerden her şey tepetaklak giderken dış politikanın çok akılcı ve çok etkin yürütüldüğüne onay vermemiz, alkış tutmamız bekleniyor; böyle bir dünya yok.

Sözlerimi bitirirken, sesimi yükseltmeden ama her sözcüğün üzerine basa basa şunu yinelemek isterim: Bizler, darağacında bile olsak "Mustafa Kemal'in askerleriyiz." demeyi sürdüreceğiz. (CHP sıralarından alkışlar) Sokakta bulmadığımız bu laik cumhuriyetin DNA'sıyla da taşıyıcı kolonlarıyla da kimseyi oynatmayacağız. Dolayısıyla Cumhurbaşkanına ve AKP-MHP sıralarına çağrım şudur: Bir an önce getirin sandığı, bu millet size kapıyı göstermeye can atıyor.

Hepinizi saygılarımla selamlarım. (CHP sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar)