| Konu: | Cumhurbaşkanlığının, Türk Silahlı Kuvvetleri deniz unsurlarının bölge ülkelerinin karasuları dışında olmak üzere Aden Körfezi, Somali açıkları, Arap Denizi ve mücavir bölgelerde deniz haydutluğu, silahlı soygun eylemleri ve denizde terörizmle mücadele amacıyla görevlendirilmesi ve bununla ilgili gerekli düzenlemelerin Cumhurbaşkanı tarafından belirlenecek esaslara göre yapılması için Anayasa'nın 92’nci maddesi uyarınca 10/2/2025 tarihinden itibaren bir yıl süreyle izin verilmesine dair tezkeresi (3/1024) münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 3 |
| Birleşim: | 52 |
| Tarih: | 04.02.2025 |
İYİ PARTİ GRUBU ADINA METİN ERGUN (Muğla) - Sayın Başkan, muhterem milletvekilleri; görüşülmekte olan Cumhurbaşkanlığı tezkeresi üzerinde görüşlerimizi ifade etmek üzere İYİ Parti Grubu adına söz almış bulunuyorum. Bu vesileyle yüce heyetinizi saygılarımla selamlıyorum.
Öncelikle, aziz vatanımız için 2024 yılında bugün Irak'ta bölücü terör örgütü tarafından şehit edilen Piyade Uzman Çavuş Kadir Dingil'i rahmet, saygı ve hürmetle anıyor; bütün şehitlerimizi, gazilerimizi ve ekranları başında Genel Kurulu takip eden bütün şehit ailelerini ve yakınlarını saygılarımla selamlıyorum. Sizleri unutmadık, unutmayacağız, unutturmayacağız.
Muhterem milletvekilleri, İYİ Parti olarak, ülkemizde, bölgemizde ve küresel alanda barış ve istikrara hizmet eden şanlı ordumuzun Aden Körfezi, Somali açıkları, Arap Denizi ve mücavir bölgelerdeki görev süresini uzatan tezkereye ilişkin olumlu baktığımızı ifade etmek isterim. Bu doğrultuda, kahraman ordumuza gereken her türlü desteği geçmişte olduğu gibi bugün de vermeye hazır olduğumuzun bilinmesi gerekir ancak bu bölgelerde görev yapacak kahraman Mehmetçiklerimizin güvenliklerinin azami düzeyde sağlanması için gereken tedbirlerin alınması gerektiğini düşünüyoruz, bu tedbirlerin sağlanması da iktidarın sorumluluğundadır.
Muhterem milletvekilleri, bu tezkereye olumlu yaklaşıyoruz ancak bundan bir bütün olarak iktidarın dış politikasına olumlu yaklaştığımız anlamı çıkarılmamalıdır çünkü biz dış politikada uzun yılların birikimiyle belirlenen ana ekseninin korunmasının ve karar alma mekanizmalarının kurumsal çerçevede işlemesinin stratejik kazanımlarımızın muhafazası ve sürdürülebilir bir diplomasi için zaruri olduğuna inanıyoruz. Dış politika yönetiminde kurumsal yapının güçlendirilmesinin, diplomatik teamüllerin korunmasının ve ulusal çıkarları önceleyen istikrarlı bir yaklaşımın benimsenmesinin ülkemizin uluslararası alandaki etkinliğini artıracağını düşünüyoruz fakat mevcut iktidarın 2002 yılından bu yana Türkiye'nin dış politikasında yaptığı hatalar ve bu hataların ülkemiz üzerindeki yıkıcı sonuçları ortadadır. Ne yazık ki iktidar, Türk dış politikasında kurumsallık yerine kişisel ilişkileri, jeopolitik gerçekler yerine ideolojik ve mezhepsel anlayışları esas almıştır. Daha kötüsü, bu dönemde dış politika gündelik iç politikanın bir aracı hâline getirilmiştir; iç politikanın aracı hâline getirilen bir dış politikayla ulusal menfaatlerimizi koruyabilmek mümkün değildir.
Bu hatalar neticesinde Türkiye'nin uluslararası alandaki konumu çeşitli zorluklarla karşı karşıya kalmış ve ülkemizin güvenliği riske edilmiştir. Aynı zamanda, Türkiye ekonomisinin istikrarı bozularak milletimiz derin bir yoksulluğun pençesine mahkûm edilmiştir. AK PARTİ'nin dış politikadaki çelişkili yolculuğu ilk olarak "komşularla sıfır sorun" politikasıyla başlamıştır. Ancak komşularla sıfır sorun politikası karşılıklı diyalog ve iç işlerine müdahale etmeme prensibini gerektiren bir konsepttir fakat iktidar, dünyada ve bölgemizdeki politik cereyanların rüzgârına kapılarak bu politikayı hızla terk etmiştir. 2011 yılından itibaren başlayan Arap Baharı döneminde sergilenen tutum bunun en açık göstergesidir. Bu savrulma "Yurtta sulh, cihanda sulh." anlayışıyla kurumsallaşan Türkiye'nin dış ilişkilerini yönetme biçimini ortadan kaldırmış ve neticede ülkemizin bölgedeki etkinliğini zayıflatmıştır. Daha da kötüsü, bu şekilde bölge ülkeleri nezdinde güven ve itibarını yitiren iktidarın dış politika anlayışı sınırlarımızın hemen ötesinde büyük bir güvenlik tehdidi yaratmış durumdadır çünkü 2011 yılına kadar Suriye'de etkisi ve gücü oldukça azaltılan bölücü terör örgütü, iktidarın öngörü eksikliğiyle yaptığı bu hatalardan sonra Baas rejimi ve Beşar Esad'ın teşvikiyle Türkiye açısından bir tehdit hâline gelmiştir. Gelinen aşama itibarıyla Baas rejimi yıkılmış ve Beşar Esad kaçmıştır ama bu tehdidin Suriye'deki varlığı hâlâ devam etmektedir. Bu hatalar sonucunda Suriye'de meydana gelen gelişmeler güvenlik ve ekonomi açısından Türkiye'yi ağır yüklerle karşı karşıya bırakmış durumdadır. Bunlardan en önemlisi de ülkemizin demografik yapısını, toplumsal barışı ve istikrarını tehdit eden milyonlarca Suriyeli sığınmacının Türkiye'ye gelmesidir. Suriye'de rejimin yıkılması ve Suriyelilerin ülkemize sığınma gerekçeleri ortadan kalkmasına rağmen kayda değer miktarda Suriyelinin ülkesine döndüğünü veya dönmek istediğini söyleyebilme imkânı yoktur.
Muhterem milletvekilleri, iktidarın yaptığı diğer bir önemli hata Avrupa Birliğiyle ilişkilerde yaşanan duraksama ve kopuşlardır. İktidar ilk yıllarında Avrupa Birliğiyle müzakere sürecini başlatıp ilerletmiş olsa da son yıllarda yaşanan gerilimler ve iç politikadaki otoriterleşme süreci Türkiye'nin Avrupa Birliğiyle olan ilişkilerini derinden zedelemiştir. Avrupa Birliğiyle müzakerelerin fiilen durması ve iktidarın demokrasi, hukukun üstünlüğü gibi temel değerlerden sapmaya başlamasıyla dış dünyada Türkiye'ye olan güven sarsılmıştır. Bu durum sadece Avrupa'yla değil dünyadaki pek çok ülkeyle olan ilişkilerimizi de olumsuz etkilemiştir. İktidarın dış politikadaki bir diğer önemli hatası ise diplomatik münasebetlerimizi kurumsal çerçeveden kişisel ilişkilere indirgeyen tutumu olmuştur. Ayrıca, iktidar, uluslararası taahhüt ve yükümlülüklerimize rağmen stratejik ittifaklarımızla ilişkilerimizi zayıflatmış ve müttefiklerimiz nezdinde güvensiz bir imaj oluşturmuştur. Özellikle, anlık ve kişisel dış politika kararlarıyla S-400 hava savunma sisteminin alımı müttefiklerimizle aramızda ciddi gerilimlere yol açmıştır ve açmaya da devam etmektedir. Tüm bu hatalar neticesinde, Türk Hava Kuvvetleri filolarının modernizasyonu açısından son derece kritik öneme sahip olan F-35 Müşterek Taarruz Uçağı Projesi'nden Türkiye'nin çıkarılmasının ulusal çıkarlarımız açısından bir izahı yoktur.
Muhterem milletvekilleri, iktidarın dış politikadaki bir diğer hatası da ekonomik çıkarları Türk dış politikasının temel unsurlarından biri hâline getirmemiş olmasıdır. İktidar, bölgemizde ve dünyada ekonomik gelişmelere seyirci kalmış, hem bölge ülkeleriyle hem de Avrupa ülkeleriyle iktisadi entegrasyona gereken önemi vermemiştir. Bu dönemde, Türkiye, bölgesindeki ve dünyadaki ekonomik gelişmeleri yakalamakta geri kalmıştır. Ülkemizin yaşadığı ekonomik kırılganlık uluslararası rekabette ülkemizin elini zayıflatmaktadır.
Muhterem milletvekilleri, Türkiye olarak, bölgesinde ve dünyada saygı duyulan, sözüne itimat edilen ve herkesle diyalog kurabilen bir dış politika anlayışına ihtiyacımız vardır. Böyle bir dış politika için de her şeyden önce, kişisel çıkarlarla değil ulusal çıkarlarla hareket edilmesi gerekmektedir. Mezhepsel ve ideolojik anlayışlara değil uzun yılların tecrübesiyle oluşturulan geleneksel Türk dış politikasının asırlık birikimine ve kurumsal tecrübesine sahip çıkmak gerekmektedir.
Bu duygu ve düşüncelerle sözlerime son verirken hepinizi bir kez daha saygılarımla selamlıyorum. (İYİ Parti ve YENİ YOL sıralarından alkışlar)