Konu: | Cumhurbaşkanlığının, Türk Silahlı Kuvvetleri deniz unsurlarının bölge ülkelerinin karasuları dışında olmak üzere Aden Körfezi, Somali açıkları, Arap Denizi ve mücavir bölgelerde deniz haydutluğu, silahlı soygun eylemleri ve denizde terörizmle mücadele amacıyla görevlendirilmesi ve bununla ilgili gerekli düzenlemelerin Cumhurbaşkanı tarafından belirlenecek esaslara göre yapılması için Anayasa'nın 92’nci maddesi uyarınca 10/2/2025 tarihinden itibaren bir yıl süreyle izin verilmesine dair tezkeresi (3/1024) münasebetiyle |
Yasama Yılı: | 3 |
Birleşim: | 52 |
Tarih: | 04.02.2025 |
YENİ YOL GRUBU ADINA CEMALETTİN KANİ TORUN (Bursa) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi kararı temelinde uluslararası toplumca bölge ülkelerinin karasuları dışında olmak üzere Aden Körfezi, Somali açıkları, Arap Denizi ve mücavir bölgelerde yürütülen deniz haydutluğu, silahlı soygun eylemleri ve denizde terörizmle müşterek mücadele harekâtlarına TSK unsurlarının katılmasına ilişkin tezkereyi görüşmekteyiz. Bu karar sadece askerî bir sorumluluğu değil, aynı zamanda ekonomik, siyasi ve diplomatik etkileri olan bir adımı teşkil etmektedir. Bu kapsamda çeşitli hususları değerlendirmemiz gerektiğine inanıyorum. Somali, Hint Okyanusu'na uzanan yaklaşık 3.300 kilometrelik sahil şeridi ve 1 milyon kilometrekareyi aşan münhasır ekonomik bölgesiyle Afrika Kıtası'nın en büyük deniz zenginliklerinden birine sahiptir. Potansiyel olarak yıllık 200 bin ton balıkçılık üretimiyle 500 milyon dolara kadar değer üretecek kaynaklara sahip olmasına rağmen Somali'de balıkçılık sektörü şu anda 135 milyon dolarlık değer üretmektedir. Bu durumda, deniz zenginliklerinin yeterince kullanılmadığı ve halkın geçim kaynaklarının çeşitlendirilmediği açıktır. Somali'nin sahip olduğu zengin deniz kaynaklarını değerlendirememe sorunu ne yazık ki bölgede süregelen güvenlik risklerinden kaynaklanıyor. Korsanlık ve deniz haydutluğu, Somali'deki kaynak kıtlığı ve gıda üretiminin yetersizliği sebebiyle ortaya çıkmış durumda. Açlıkla mücadele eden bazı Somalililer bu çaresizlikle yasa dışı faaliyetlere yöneliyor. Bunun yanı sıra, diğer ülkelerin yasa dışı avlanmaları da deniz zenginliklerinin tam anlamıyla değerlendirilmemesine yol açıyor. Bu güvenlik sorunlarını aşmadan bölgenin ekonomik potansiyelini ortaya çıkarmak mümkün değil. İşte tam da bu sebeplerle Türkiye ve Somali arasında imzalanan savunma ve ekonomik iş birliği çerçeve anlaşması, son derece önemli bir adımı temsil ediyor. Somali Cumhurbaşkanı Hasan Şeyh Mahmud'un ifadeleriyle Bu Mecliste onaylanan bu anlaşma kapsamında Türkiye, önümüzdeki on yıl boyunca Somali karasularını korsanlık, terörizm, dış tehditler ve yasa dışı balıkçılık gibi risklerden koruyacak, aynı zamanda bu süreçte Somali'nin kendi deniz kuvvetlerini geliştirmesi için gereken eğitim ve teknik destek sağlanacak. Bu iş birliği sayesinde on yılın sonunda Somali'nin denizlerini koruyabilecek güçlü bir donanmaya sahip olması hedefleniyor. Türkiye, hâlihazırda kurduğumuz askerî üsle Somali ordusunun subay ve astsubaylarını eğitmektedir. Uzun bir iç savaş sonucu ordusu dağılan Somali, bu yolla güvenlik sorunlarını kendisi çözer hâle gelecektir. Somali'nin deniz kaynaklarının sürdürülebilir kullanımı ve ekonomik kalkınması için de önemli bir adım atılmıştır. Türkiye ile Somali arasında imzalanan Balıkçılık ve Kültür Balıkçılığı Mutabakat Zaptı'yla da 2 ülke, canlı su kaynaklarının sorumlu kullanımı konusunda iş birliği yapmayı kararlaştırmıştır. Bu mutabakat zaptı, Somali'nin deniz kaynaklarının etkin ve sürdürülebilir bir şekilde değerlendirilmesine katkı sağlayacak önemli bir fırsat sunmaktadır. Bunlara karşılık Türkiye de hem balıkçılık sektörünün yasal ortağıdır hem de Somali karasularında petrol arama ruhsatları almış durumdadır.
Somali açıklarındaki korsanlık ve deniz haydutluğu tehdidine karşı 2008 yılında Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinin 1851 sayılı Kararı çerçevesinde başlatılan ve üzerinde görüştüğümüz girişim, bölge güvenliğini sağlama ve deniz ticaretini koruma amacıyla yıllardır devam etmektedir. Ancak bu tür operasyonların tek başına kalıcı bir çözüm getirmediği ortadadır. İşte bu noktada, Türkiye'nin Somali'yle yaptığı anlaşmalar çerçevesinde sunduğu güvenlik desteği ve kalkınma iş birliği, bölge halkına sürdürülebilir bir geleceği mümkün kılacak iyi niyetli bir ortaklık örneğidir.
Somali ile komşusu Etiyopya arasında uzun süredir devam eden sınır ve güvenlik sorunları, özellikle Somaliland bölgesi üzerinden yeni bir gerilim hattı oluşturmuştur. 1 Ocak 2024'te Etiyopya Başbakanı Abiy Ahmed ile Somaliland Başkanı Musa Bihi arasında imzalanan mutabakat zaptı, Etiyopya'nın Somaliland kıyılarında hem ticari hem de askerî faaliyetler yürütmesine izin vermektedir. Bu durum, Somali Hükûmeti tarafından egemenlik ihlali olarak değerlendirilmiş ve ciddi diplomatik krizlere yol açmıştır. Bu süreçte Türkiye ara bulucu bir rol üstlenmiş ve tarafları Ankara'da bir araya getirerek gerilimi azaltma çabalarına ev sahipliği yapmıştır. Ancak ara buluculuk sonrası şeffaflık eksikliği sebebiyle Somali kamuoyunda yanlış anlaşılmalar yaşanmış ve Türkiye'ye yönelik eleştiriler artmıştır. Özellikle Sayın Cumhurbaşkanının Etiyopya'nın liman ihtiyacına dair ifadeleri, bölgedeki Türkiye karşıtı çevreler tarafından yanlış yorumlanma ve propaganda amacıyla kullanılmaya müsait bir zemin hazırlamış ve Somali kamuoyunda Türkiye aleyhine bir algının oluşmasına sebep olmuştur. Somali ile Etiyopya arasındaki tarihsel gerilimler dikkate alındığında, özellikle bu tür kritik antlaşmaların şeffaflıkla yürütülmesi ve kamuoyunun doğru bilgilendirilmesi büyük önem taşımaktadır. Ne yazık ki bu noktada gereken hassasiyetin gösterilmemesi Somali halkında rahatsızlık yaratmış ve yanlış anlaşılmalara yol açmıştır. Türkiye'nin Somali'yle sürdürdüğü dostane ve karşılıklı güvene dayalı ilişkilerin bazı kesimlerce neokolonyal ve sömürgeci bir anlayış olarak yorumlanması ve sürecin manipüle edilme riski bulunmaktadır. Bu nedenle iletişim kanallarını açık tutmak, kamu diplomasisini etkinleştirmek ve bölgedeki hassasiyetlere duyarlı bir yaklaşım belirlemek elzemdir. Türkiye'nin karşılıklı saygı ve iş birliği ilkelerine dayanan bu ilişkileri korumak adına daha proaktif bir strateji izlemesi gerekmektedir.
Sayın milletvekilleri, Somali'de deniz güvenliğine katkı sağlamak, bölgede barış ve kalkınmayı desteklemek için stratejik bir adımdır ancak bu adımı atarken mevcut riskleri ve bölgesel hassasiyetleri göz önünde bulundurmak zorundayız. Türkiye, deniz güvenliği operasyonlarına katılımıyla sadece askerî değil ekonomik ve diplomatik sorumluluklar da üstlenmektedir. Bu sürecin başarıyla yönetilmesi Somali halkının refahını artıracak projelere bağlıdır. Afrika'yla ilişkilerimiz için bir referans noktası teşkil eden Somali'deki adımlarımızda daha uzun vadeli sonuçları da dikkate almalı ve partilerüstü ulusal çıkarlarımızı da koruyan dengeli bir yaklaşımla hareket etmeliyiz.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Suriye Geçici Hükûmeti lideri, Ahmed eş-Şara'nın Türkiye'de olması dolayısıyla Suriye konusundaki bazı hususları yeniden dile getirmek istiyorum. Türkiye'nin bölgesel istikrarı sağlama hedefi doğrultusunda Suriye'de öncü bir rol üstlenmesi zorunludur. Bu konuyu birkaç madde hâlinde dile getireceğim. İlk olarak güvenlik konusuna ağırlık verilmelidir ve istihbarat altyapısı oluşturulmalıdır. Eski rejim unsurlarının veya uluslararası terör örgütlerinin sabotaj girişimlerine karşı, güvenlik güçleri düzenli bir yapıya kavuşturulmalıdır. Bu süreçte Türkiye, Suriye'nin emniyet ve ordu yapılanmalarına danışmanlık ve eğitim hizmeti sağlamalıdır. Türkiye, geçmişte olduğu gibi, insani yardımları sürdürmeli ve savaş nedeniyle hasar gören altyapının yeniden inşası için Uluslararası Bağışçılar Konferansı toplanmasına öncülük etmelidir. Şehirlerin ve ekonominin hızlı toparlanması için Arap Birliği, Avrupa Birliği ve Amerika Birleşik Devletleri'nin katılacağı yeni bir girişim başlatılmalıdır. Kurumların modernizasyonu kapsamında başta bakanlıklar, yargı ve yerel yönetimler olmak üzere, devlet organları tekrar işler hâle getirilmelidir. Anayasa süreci, tüm tarafları kapsayan, demokratik hakların garanti altına alındığı bir uzlaşma zemininde ilerlemelidir. Araplar, Kürtler, Türkmenler, Nusayriler, Dürziler ve Hristiyanlar eşit temsil fırsatına sahip olmalıdır. Bu anayasal çerçeveyle demokratik seçimlere geçilmeli ve ayrılıkçı hareketlerin zemini engellenmelidir. Türkiye ayrıca ekonomik entegrasyonu teşvik etmelidir. Doğu Akdeniz'de deniz yetki alanlarında Suriye, Lübnan ve Mısır'la ortak çalışmalar yürütülmeli, Suriye'nin toprak bütünlüğüne saygılı politikalar izlenmelidir. Sığınmacıların gönüllü geri dönüşü veya ikamet statüsüne geçişi sağlanmalı, giriş çıkışlarda vize kolaylıkları tanınmalıdır. Türkiye, sınırlar üzerinde ekonomik ve kültürel bir entegrasyon süreci başlatarak bölgede barış ve refah düzenini güçlendirmeyi hedeflemelidir.
Son olarak İsrail'e karşı Uluslararası Adalet Divanı ve Uluslararası Ceza Mahkemesi kararlarının uygulanması için baskı yapılması amacıyla kurulan Lahey Grubuna Türkiye'nin niye dâhil olmadığını iktidara sormak istiyorum. Özellikle İsrail'e yakıt götüren gemilerin limanlara yanaştırılmaması gibi konularda aktif olarak çalışan bu gruba niye üye olmadığımız gerçekten sorulmaya değer. Türkiye bu konuda tavır alan dost ülkelere destek olmalıdır.
Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum. (YENİ YOL ve İYİ Parti sıralarından alkışlar)