| Konu: | Türkiye Adalet Akademisi Kanunu Teklifi münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 3 |
| Birleşim: | 47 |
| Tarih: | 14.01.2025 |
İYİ PARTİ GRUBU ADINA HAKAN ŞEREF OLGUN (Afyonkarahisar) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; öncelikle aziz vatanımız için 12 Ocak 2024'te bölücü terör örgütü tarafından şehit edilen Piyade Sözleşmeli Er Müslüm Özdemir'i -Kahramanmaraş- rahmet, saygı ve hürmetle anıyor; bütün şehitlerimizi, gazilerimizi ve ekranları başında bu Genel Kurulu takip eden bütün şehit ailelerini ve yakınlarını saygı ve hürmetlerimle selamlıyorum. Sizlere unutmadık, unutmayacağız, unutturmayacağız.
Adalet Akademisi, bu ülkenin yargı sistemine kaliteli hâkim, savcı yetiştirmek amacıyla kurulmuş çok önemli bir kurumdur. Ancak bu kurumun hukuki altyapısını düzgün ve istikrarlı bir şekilde oluşturamadığımız için yıllardır bir düzensizlik içinde faaliyetlerini sürdürmeye çalışmaktadır. Adalet Akademisinin hukuki dayanağı ilk olarak 23 Temmuz 2003 tarihli ve 4954 sayılı Kanun'la düzenlenmiştir ancak bu kanun, daha sonra, 9 Temmuz 2018 tarihli ve 703 sayılı Kanun Hükmünde Kararname'yle değiştirildi. Daha sonra ise 10 Temmuz 2018 tarihli ve 1 sayılı ve son olarak da 2/5/2019 tarihli ve 34 no.lu Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi'yle bu kurumu düzenlemeye kalkıştılar ancak bu düzenleme de 28 Aralık 2019 tarihli Anayasa Mahkemesi kararıyla, kanunla düzenlenmesi gereken konularda düzenleme yapıldığı gerekçesiyle, Anayasa'ya aykırı olduğuna ve iptaline karar verildi.
Şimdi karşımızda, en başta yapılması gerekeni şimdi yapan ve yeni bir kanun teklifiyle yeniden karşımıza çıkan bir anlayış var. Bu tablo ne yazık ki yasama faaliyetlerindeki ciddiyetsizliğin çarpıcı bir örneğidir. Cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle her şeyi düzenleyebileceğini sanan bir yönetim anlayışıyla karşı karşıyayız. Bu anlayış yasamanın önemini ve gerekliliğini hiçe saymaktadır. Yargı ve adalet sisteminin temel unsurları bu tarz aceleci ve plansız yaklaşımlarla yönetilemez. Adalet sistemimiz siyasi hesaplarla ya da anlamsız bir yetki hırsıyla manipüle edilemez. Adalet Akademisi gibi kritik bir kurumda düzenleme yapılırken geçmişte yapılan hatalardan ders alınması ve kurumun bağımsızlığını sağlayacak hukuki çerçevenin titizlikle hazırlanması şarttır. Adalet Bakanlığında hâkim ve savcı alımlarında görev alan heyet, Akademiden bir üyenin de bulunduğu heyetten oluşmaktadır. Bu heyete barolardan da bir temsilci alınması bir nebze olsun dengeleme görevi görecek ve sınavlar denetlenebilir olacaktır. Ayrıca, Akademide avukatlara da seminer, ders vesaire eğitimleri verilmesi de yargıdaki iletişim bakımından yerinde bir karar olacaktır.
Şunu açıkça ifade etmeliyim ki eğer yargının bağımsızlığına saygı duymayan bir anlayış hâkim olmaya devam ederse bu düzenlemelerin hiçbir kıymeti olmayacaktır.
Bu bağlamda, yargının tarafsızlığını ve bağımsızlığını temin etmesi gereken Adalet Bakanına birkaç sorum olacak: Başkentin göbeğinde, hem de Türkiye Büyük Millet Meclisinde grubu bulunan bir siyasi parti lideri kendini bilmezlerce alenen tehdit ediliyor. Tehdit edilen kim? İYİ Parti Genel Başkanı Sayın Müsavat Dervişoğlu. Bir ülkede bir siyasi parti Genel Başkanına, bir milletvekiline alenen tehdit savruluyorsa savcılar nerede, Adalet Bakanı nerede? Bu konuda işlem yapma yetkisi olanlar Ceza Muhakemesi Kanunu'nun 160'ncı maddesini alenen çiğniyorlar. Kim çiğniyor? Kulakları duyma zorluğu çeken Adalet Bakanı, Ankara Cumhuriyet Başsavcısı, ilgili başsavcı vekili, nöbetçi cumhuriyet savcıları. Eğer bu ülkede Adalet Bakanı bir siyasi partinin Genel Başkanına alenen yapılan bir tehdit karşısında gözleri kör, kulakları sağır davranıyorsa o koltukta oturmayı derhâl bırakmalıdır çünkü ancak 23 Nisanlarda bakanlık yapabilir. Diğer yandan, Genel Kurulda yaptığı tüm konuşmalarda hak, hukuk, adalet, demokrasi dersi veren Meclis Başkanı, Başkanlığını yaptığı Meclisin bir üyesine yapılan tehdit karşısında sanıklara ait olan konuşmama hakkını kullanmaktadır.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Adalet Akademisini yeniden yapılandırırken bu kurumun mensuplarını siyasi otoriteden bağımsız hâle getirebilecek bir şekilde yetiştirmeyi nasıl sağlayacaksınız? Cumhurbaşkanlığı kararnameleriyle yönetim modeli yasama organını bir kenara itip her şeyi yürütmenin keyfine bırakma anlayışıdır ancak bugün öyle görülüyor ki yasamanın şart olduğunu büyük bir beceriksizlik sonucu tekrar fark etmiş durumdasınız. Yasama organı olarak bizlerin yetkisi ve sorumluluğu bu kadar hafife alınabilir mi? Bu sistemle bizlere "Hızlı karar alacağız." dediler, "İstikrar getireceğiz." dediler, peki, neler gördük? Market raflarında aynı gün içinde 3 kez değişen etiketlerde hızlı kararı ve istikrarsızlığı gördük. Gençlerimiz üniversite diplomasını alıp ilk uçakla yurt dışına gidiyor. Çiftçimiz traktörüne mazot koyamıyor, işçi evine ekmek götüremiyor, emekli ay sonunu göremiyor. Unutulmamalıdır ki bu ülke tek bir kişinin değil, 85 milyonun vatanıdır. Cumhurbaşkanlığı hükûmet sistemi bir çıkmazdı. Bu sistem milletin iradesini gasbetmektedir ve bu sistemin artık sonu gelmiştir.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri, 2025 yılı asgari ücreti açıklandı ancak ortada bir gerçek var. Bu ücret, emeğiyle geçinen insanımızın alın terinin karşılığı değil, açlık sınırının bile altında bir kölelik ücretidir. Anayasa'mızın 55'inci maddesi devletin çalışanlara adil ve insanca yaşanabilir ücret sağlaması gerektiğini emreder ancak gelin görün ki bu anayasal hüküm bu yönetim anlayışının vicdanında yer bulamıyor. Bugün asgari ücretle evine ekmek götürmeye çalışan milyonlarca insanımız gıdasından, barınmasından hatta çocuklarının geleceğinden fedakârlık yapmak zorunda bırakılıyor. Bu mudur adalet? Hükûmetin, önünde seçim baskısı olmamasının rahatlığıyla halkı bir kez daha kaderine terk ettiği açıkça ortadadır. Bugün, asgari ücret belirlenirken insanların geçim şartları değil, sermayenin çıkarları öncelenmiştir; oysa asgari ücret, işçinin gıda, konut, sağlık, ulaşım ve eğitim gibi temel ihtiyaçlarını karşılamayı esas almalıdır. Ancak bugün gelinen noktada, bu ücret insanlarımızı açlık sınırının altında yaşamaya mahkûm etmiştir. Peki, yetmiyor mu bu zulüm? Yetmiyor, yetmediği gibi bir de adaletsiz vergi sistemiyle, kazandıkları üç kuruş da ellerinden alınmaktadır. Temmuz ayından itibaren asgari ücretin bir tık üzerinde maaş alan bir vatandaş bir üst vergi dilimine geçiyor ve yüzde 20 oranında vergi ödemek zorunda kalıyor, daha fazla kazananlar için bu oran yüzde 27'ye çıkıyor. Sormak isterim: Bu vergi tarifesi kim için adil? İşçinin sırtından kesilen bu paralar kimlere aktarılıyor? 30 bin TL net ücret alan bir çalışanın yıl boyunca devlete neredeyse 100 bin TL vergi ve prim ödemek zorunda kaldığı bir ülkede zenginler servetlerini büyütürken emekçiler neden eziliyor, bunu açıklayabilir misiniz? Tabii ki açıklayamazsınız.
Değerli arkadaşlar, TÜİK artık Türkiye'nin istatistik kurumu değil, talimatla uydurulan istatistik kurumu olmuştur. Enflasyonu düşük göstermek için rakamlarla oynayan bu kurum, milyonların sofrasındaki ekmeği küçültmekte, gerçeği çarpıtarak iktidarın propagandasını yapmaktadır. Gerçek enflasyon mutfakta, pazarda, faturada yüzde 100'leri aşmışken TÜİK'in makyajlı rakamlarıyla halkı aldatması vatandaşa yapılan en büyük ihanettir. Halk sizi izliyor, halk sizi unutmaz. Enflasyon açıklandı, yıllık bazda enflasyon verileri TÜİK'e göre yüzde 44,38; ENAG'a göre 83,40; İTO'ya göre ise 55,2'dir. Açıklanan memur, emekli zam oranları ise milyonların alın terine vurulan bir darbedir. Yüzde 15,75 ve 11,54 zammı reva gördüler. Allah aşkına, bu nasıl vicdan? Israrla savunduğunuz makyajcı TÜİK'e bile uymuyorsunuz, TÜİK verilerini dahi manipüle etmek zorunda kaldığınız bir ekonomi yönetimiyle karşı karşıyayız. Halkın pazar poşeti boş, sofradaki ekmeği küçülmüşken siz gündem değiştirmekle meşgulsünüz. İşte, bu yüzden diyorum ki bu halk size hakkını helal etmeyecek. Emeklilerimizin durumu ise tam bir dram. Yıllarca bu ülkeye hizmet etmiş, alnının teriyle geçinmeye çalışmış insanlar, bugün açlık sınırında ve maaş alamıyor. Pazarda 1 kilogram peynirin 300 TL'ye dayandığı, 1 litre sütün 50 TL olduğu bir ülkede bu oranlarla emeklimiz nasıl yaşayacak? Emekliler için açıkladığınız maaş artışları marketteki zam furyasının hızına bile yetişemiyor. Memurlarımıza bakacak olursak onların durumu da emeklilerden farksız. Kamu çalışanlarımızın büyük bir kısmı artık ay sonunu getiremiyor. Çocuklarına harçlık veremeyen, faturalarını ödeyemeyen memurların sayısı her geçen gün artıyor. Bu ekonomik çöküşün sorumlusu kim? Elbette, yıllardır ülkeyi liyakatsiz kadrolarla yönetenlerdir.
Değerli milletvekilleri, uygulamaya konulan siyasi politikalar ise ekonomik çöküşü daha da derinleştirmektedir. Teröristbaşı Abdullah Öcalan üzerinden yapılan siyasi pazarlıklar ise hepimizin vicdanını yaralamaya devam etmektedir. Terörle mücadelede taviz verilmeyeceğini söyleyerek oylarımızı devşiren bir Hükûmet terör örgütü lideriyle kirli pazarlıklara giriyor. Bu ne yaman bir çelişki? Bu durum Cumhur İttifakı’nın düştüğü çaresizliği ve ilkesizliği gözler önüne sermektedir. İYİ Parti olarak bu tür görüşmelere ve siyasi pazarlıklara karşı net bir duruş sergilemekteyiz. Milletimizle paylaştığımız tüm değerlerimiz ve sorumluluklarımız bizi bu tür ilişkilere karşı bir tavır almaya mecbur bırakmaktadır. Gerçek barış terörün tüm mekanizmalarını yok ederek sağlanır. Emperyalizmin izniyle oynanan bu senaryoya dâhil olmayı reddetmek milletimizin huzuru ve bağımsızlığı için onurlu bir duruştur. Hepimiz bu ülkede terörün son bulmasını istiyoruz. Hiçbir anne evladını kara toprağa vermek zorunda kalmasın, hiçbir baba şehit cenazesinde gözyaşı dökmesin ancak Cumhur İttifakı’nın terörle mücadele yerine terörle pazarlık zeminini hazırlayan politikasına karşı çıkıyoruz. PKK yalnızca Abdullah Öcalan'dan ibaret bir yapı değildir, bu örgüt bugüne kadar 40 binden fazla insanı katletti. 1993 Başbağlar katliamında 33 masum köylü yakılarak öldürüldü. 2015'te Ankara Garı'nda patlatılan bombada 109 yurttaşımız hayatını kaybetti; 5 yaşındaki Serkan Gül'ün, 12 yaşındaki Nehir Can'ın hayallerine kastedildi. PKK yalnızca can almadı, ülkede telafisi olmayan toplumsal travmalar yarattı.
Sayın milletvekilleri, Öcalan'ı serbest bırakarak bu sorunun çözüleceğini mi düşünüyorsunuz? Şu sözde barış çağrıları daha önce hangi sonucu verdi? Örgütün eli, her "Silah bırakın." çağrısından sonra daha fazla kana bulandı. PKK'nın hedefi, yalnızca özerklik veya federasyon değil Türkiye Cumhuriyeti'nin üniter yapısını paramparça etmektir ancak bu yolda oynanan oyun yalnızca bir tiyatrodan ibarettir. Avrupa'nın Yerel Yönetimler Özerklik Şartı dayatması buna en somut örnektir. Çekoslovakya'yı parçaladılar, "Slovakya" ve "Çek Cumhuriyeti" diye iki ayrı devlet oluşturdular. Katalonya'da benzer bir kriz yaratıp İspanya'nın bölünmesine zemin hazırladılar. Bugün de aynı senaryo Türkiye için sahneye konuluyor. Siz "Suriye'de her şey bizim kontrolümüzde." diyorsunuz ancak İtalya'da yapılan ve ABD, Fransa, Almanya, Birleşik Krallık Dışişleri Bakanlarının katıldığı Suriye gündemli toplantıya Türkiye davet edilmiyor. Bunu da yüce milletimizin ve aziz Meclisimizin takdirlerine sunuyorum.
Şu soruyu herkesin kendisine sorması gerekir: PKK'nın bunca yıllık hedeflerini bir günde değiştirdiğine inanmamızı mı bekliyorsunuz? PKK'nın finansman yapısı, örgütün emperyalist güçlerin kontrolünde olduğunu açık bir şekilde ortaya koymaktadır. 2023 yılında, PKK'nın uyuşturucu ticaretinden, insan kaçakçılığından ve kara para aklamadan elde ettiği geliri 1,5 milyar dolara ulaşmıştır. Bu paralarla, Irak ve Suriye'deki terör kampları finanse edilmektedir. Amerika Birleşik Devletleri'nin onayı olmadan bu yapıların ayakta kalması mümkün değildir. PKK bir terör örgütü olmaktan öte, uluslararası bir aparat olarak varlığını sürdürmektedir. Bu ülkede herkes eşittir; kimse dilinden, dininden veya etnik kimliğinden dolayı ayrım görmemiştir. Bu ülkenin sorunu, Kürt sorunu ya da etnik ayrım sorunu değildir. Bu ülkenin sorunu, kimlik siyasetiyle ayrışma yaratılmasıdır. Milletin huzurunu bozmaya çalışanlara soruyorum: Cumhurbaşkanı mı olamıyorsunuz; milletvekili mi, bakan mı, belediye başkanı mı olamıyorsunuz; doktor, öğretmen, hâkim mi olamıyorsunuz? Daha ne istiyorsunuz? Amaç, gerçek anlamda toplumsal fırsat eşitliğini sağlamak mı yoksa emperyalistlerin hizmetinde ayrışmayı körüklemek mi?
Değerli arkadaşlar, bu Meclis, milletimizin huzurunun ve birliğinin garantisidir ancak bugün terörle pazarlık masasına oturup bunu "barış" diye sunanlar tiyatronun bir parçası hâline gelmiştir. PKK'nın kanlı geçmişini ve bugün dahi sürdürdüğü ihanet siyasetini unutmayın. Bugün itibarıyla, bu tür görüşmelerin Türk milletine hiçbir fayda sağlamayacağı ve yalnızca terör örgütünün siyasallaşma çabalarına katkı sağlayacağı açıktır. Şimdi şunu sormak gerekiyor: Bu görüşmelerin amacı ne? Ekonomik krizin altında ezilen vatandaşlarımıza çare bulmak mı? Hayır. Ülkeyi derin bir uçuruma sürükleyen yanlış ekonomi politikalarını gizlemek mi? Evet. Bugün, bu kürsüde, milletimizin karşı karşıya olduğu en büyük sorunu yani ekonomiyi konuşmak gerekirken yine bizi bambaşka bir gündemin içine çekmeye çalışan bir anlayışla karşı karşıyayız. Soruyorum sizlere: Önceliğimiz ne olmalı? Karnını doyuramayan çocuklarımız mı yoksa yıllardır milletimizin canını yakan bir terör örgütünün liderine dair masabaşı hesapları mı? Bu millet sizin bu yanlış tercihlerinizin bedelini ödemek zorunda mı?
Cumhur İttifakı'nın asıl amacının ne olduğunu hepimiz çok iyi biliyoruz. Bu ülkenin geleceğini ipotek altına almak, koltuklarını korumak için Anayasa değişikliğini Öcalan üzerinden meşrulaştırmaya çalışıyorlar. Sözde "terörsüz Türkiye" ve "Türk-Kürt kardeşliği" söylemleri sadece bir aldatmacadan ibarettir. Gerçek hedef; Sayın Cumhurbaşkanının üçüncü kez aday olabilmesi, Anayasa oyunlarını hayata geçirmektir. Bir gün "PKK bitti." bir başka gün "Apo çıksın, 'PKK lağvedildi.' desin..." Buna da "umut hakkı" diyerek kılıf buluyorsunuz. Şimdi soruyorum size: Şehitlerimizin umut hakkı ne olacak? Gazilerimizin umut hakkı ne olacak? 40 bin insanın katili olan bir teröristi serbest bırakmayı düşünenler bu milletin vicdanına nasıl hesap verecekler? Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarını bahane ederek bu talepleri meşrulaştırmaya çalışanlara açıkça söylüyoruz: Bu millet, şehitlerinin kanıyla yazdığı onurlu tarihini bir avuç oy uğruna pazarlık masasına yatıranları affetmeyecektir.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bugün Türkiye'de 85 milyon insanımızın en büyük gündemi ekonomidir. Markette, pazarda artan fiyatlar, borç batağında çırpınan vatandaşlarımız, iş bulamayan gençlerimiz, çalışsa dahi yoksulluktan kurtulamayan milyonlar... Çiftçimizin traktörüne haciz gelirken Öcalan mı kurtaracak sizi? Marketten torbasını dolduramayan annenin derdi Öcalan mı? Gençlerimize iş bulamayan bir iktidarın başarısızlıklarını bu tartışma mı örtecek?
Bir yanda "yerli ve millî" söylemleri, diğer yanda terörle müzakere kapılarını aralayan gizli gündemler. Şimdi, burada Cumhur İttifakı'na açıkça söylüyorum: Bu süreçle ilgili tüm detayları derhâl milletimizle paylaşın. Heyetlerle ne görüştünüz, hangi sözleri verdiniz, hangi ilkelerden taviz verdiniz; milletin temsilcileri olarak bu sorulara cevap bekliyoruz. Bu Meclisin görevi, milletimizin gerçek sorunları çözmektir. Bunu başaramayanlar milletin iradesiyle bu kürsüyü terk etmek zorunda kalacaktır. Şunu da unutmayın: Terörle mücadele, pazarlıkla değil kararlılıkla yapılır.
Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum. (İYİ Parti ve Saadet Partisi sıralarından alkışlar)