| Konu: | BDP GRUBU ÖNERİSİ |
| Yasama Yılı: | 2 |
| Birleşim: | 85 |
| Tarih: | 29.03.2012 |
RIFAT SAİT (İzmir) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Türkiye'de basın özgürlüğü konusunda söz almış bulunuyorum. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.
AK PARTİ Hükûmeti olarak, fikirlere karşı değiliz, herkes fikrini söyleyebilmeli ve yazabilmelidir ancak bu fikirler nefrete, şiddete ve kana dönüşmemeli, birlik ve beraberliğimizi bozmamalıdır. Ay yıldızlı bayrağımızın ortak paydasında bir araya gelmek istiyoruz. Bu aziz vatanın şehit kanlarıyla sulanmış her bir köşesi bizim için kutsaldır, önemlidir. Bu birliği bozucu sakat düşünceler, fikirden öte fesat, fitnelerdir. Sayın Başbakanımız şiir okuduğu için mahkûm edildi.
Basın özgürlüğü ve ifade özgürlüğünün değerini en iyi bilen AK PARTİ'dir. Adalet Bakanımız Sayın Sadullah Ergin iki gün önce bir açıklama yaptı. Türkiye'de gazete kapanması evet, doğru bir şey değildir, ben de buna katılmıyorum. Biraz önce Sayın Hatip Özgür Gündem gazetesinin kapatılmasıyla ilgili bir açıklama yaptı ve bu Özgür Gündem gazetesi örgüt propagandası yapmak suçundan, teröre muavenet vermekten dolayı kapatılmıştı ancak bunun dahi kapatılmasının doğru olmadığını düşünüyorum, gazetelerin kapatılmasının doğru olmadığını düşünüyorum ve Sadullah Ergin Bakanımın açıklamasında da buna yer verilmiştir. Şu anda, Adalet Komisyonunun alt komisyonunda 3'üncü yargı paketi de görüşülmektedir ve bu düzenleme Meclise gelecektir, Genel Kurulda görüşülecektir ve şunu söyleyebilirim ki artık gazeteler Türkiye'de kapanmayacaktır.
Değerli milletvekilleri, Türkiye'de basın alanında daha özgürlükçü, demokratik ve başta Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi olmak üzere, uluslararası hukuk kuralları ile uyumlu hâle getirilen Basın Kanunu bizim Hükûmetimiz döneminde, 26 Haziran 2004 tarihinde yürürlüğe girmiştir. Ülkemizde basın özgürlüğü, öncelikle Anayasa'nın 28 ile 32'nci maddeleri arasında düzenlenmiş olup Anayasa'nın bu düzenlemesinde "Basın hürdür, sansür edilemez. Basımevi kurmak için izin alma ve malî teminat yatırma şartına bağlanamaz." ifadesi yer almaktadır. "Devlet, basın ve haber alma hürriyetlerini sağlayacak tedbirleri alır." hükmüyle basın özgürlüğü Anayasa'da güvence altına alınmıştır.
Basın özgürlüğü konusunda Avrupa Birliği normlarına ve gelişmiş demokratik ülkelerin standartlarına ulaşılabilmesi için, 15 Temmuz 1950 tarihli ve 5680 sayılı Basın Kanunu'nun yürürlükten kaldırılarak 9 Haziran 2004 tarihli ve 5187 sayılı Basın Kanunu yürürlüğe konulmuştur. Kanun'un hazırlık aşamasında 20-21 Şubat 2003 tarihlerinde basın sektörünün bütün temsilcileri bir araya getirilerek İletişim Şûrası toplanmış, basının sorunları ve ihtiyaçları her boyutuyla tartışılarak önerilen çözümler bu kanunun hazırlanmasına kaynaklık etmiştir. Katılımcı bir anlayışla hazırlanan ve basın camiası tarafından takdirle karşılanan söz konusu kanun, ifade ve basın özgürlüğünün sağlanması bakımından Avrupa Birliği standartlarını yakalayan bir kanun olmuştur. 5187 sayılı Kanun, "Basın özgürlüğü" başlıklı 3'üncü maddesinde "Basın özgürdür; bu özgürlük bilgi edinme, yayma, eleştirme, yorumlama ve eser yaratma haklarını içerir." diyor. Bu Basın Kanunu ile Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'nın 28'inci maddesindeki düzenlemeye paralel olarak basının özgür olduğu bir kez daha vurgulanmış, bu özgürlüğün kullanılmasına getirilen sınırlamaların demokratik bir toplumun gereklerine aykırı olamayacağı hükme bağlanmıştır. Hürriyeti bağlayıcı cezalara yer verilmemiştir. Para cezaları, caydırıcılık ilkesi dikkate alınarak makul seviyelerde belirlenmiş ve bu cezaların hürriyeti bağlayıcı cezaya çevrilemeyeceği öngörülmüştür; tek istisnası, hâkim kararına rağmen düzeltme ve cevabın yayınlanmaması hâlinde verilen para cezalarının ödenmediği takdirde hürriyeti bağlayıcı cezaya çevrilmesidir.
Süreli yayınlar yayın alanlarına göre yerel, bölgesel ve yaygın olmak üzere üç gruba ayrılmış ve yaptırımlar bu çerçevede belirlenmiştir. Sorumlu müdür olabilmek için Türk vatandaşı olmak yerine Türkiye'de yerleşik olma koşulu getirilmiştir. Süreli yayın sahipleri açısından Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi içtihatları paralelinde yerli ve yabancı ayrımı kaldırılmıştır.
Basılmış eserler yoluyla işlenen suçlardan esas itibarıyla eser sorumlu tutulmuş, başkasının fiilinden sorumluluk ve objektif sorumluluk hâllerine de yer verilmemiştir. Süreli yayın sahibinin, sorumlu müdürün ve eser sahibinin haber kaynaklarının tanıklık yapmaya zorlanamayacağı hükme bağlanmıştır. Düzeltme ve cevap hakkına işlerlik ve etkinlik kazandırılmıştır. Dağıtımının önlenmesi veya dağıtılması -ekipmanlarının- yayın kapatma gibi yaptırımlara yer verilmemiştir. Cumhuriyet başsavcılığı, gecikmesinde sakınca bulunan hâllerde, kolluk kuvvetleri tarafından, basılmış eserlerin ancak 3 adedine el konulabileceğini, hâkim tarafından basılmış eserlerin tamamına el konulabilmesi içinse soruşturma veya kovuşturmanın olması ve basılmış eserin kanunda sayılan suçları içerdiğine dair kuvvetli delil bulunması şartlarını öngörmüştür.
Bir süredir, gazetecilerin yazdıkları yazılar sebebiyle tutuklu ve hükümlü olduklarına dair iddialar sergileniyor. Bunlar, Türkiye'de son dönemde basın özgürlüğünün kısıtlandığı yolundaki iddialarla paralel gidiyor. Cezaevlerindeki basın mensubu tutuklu ve hükümlü sayısı konusunda sağlıklı verilere dayanmayan çeşitli rakamlar verilmektedir. Cezaevlerindeki tutuklu ve hükümlülerin hangi nedenlerle cezaevinde oldukları Adalet Bakanlığımızca tek tek incelenmiştir. Sivil toplum örgütlerince tutuklu ve hükümlü olduğu belirtilen 72 isimden 3'ünün cezaevinde kaydına dahi rastlanmamıştır, 6'sının ise tahliye edildiği tespit edilmiştir. Listede yer alan isimlerden 63'ü hâlen cezaevindedir. Bu 63 isimden 36'sı hakkında dava açılmış ve bunların 18'iyle ilgili mahkûmiyet kararı verilmiştir. 27 kişi hakkında soruşturmalar devam etmektedir. Burası önemli, cezaevlerindeki 63 kişiden 18'inin sarı basın kartı vardır, 45'inin sarı basın kartı yoktur. Hakkında dava açılan veya mahkûmiyet kararı verilen 36 kişiden sadece 4'ü, basın yoluyla işlenen suçlar arasında sayılabilecek olan terör örgütünün propagandasını yapmak suçundan dolayı cezaevindedir. Diğer 32 tutuklu ve hükümlünün cezaevinde bulunmalarının gazetecilik faaliyetleriyle hiçbir ilgisi yoktur. Bunu, Sayın Başbakanımız da defaatle belirtmiştir.
Yine, sonuç olarak şunu söyleyebiliriz ki cezaevlerindeki tutuklu ve hükümlü 63 kişi, basın yoluyla işledikleri iddia olunan suçlardan yani yazdıkları yazılardan ve gazetecilik faaliyetlerinden dolayı değil, basınla ilgisi olmayan suçlardan dolayı tutuklanmış ve mahkûm edilmişlerdir. Bu nedenle, tutuklu ve hükümlü gazeteciler konusunda "Cezaevlerinde 70 kadar gazeteci var." şeklinde sadece rakamsal olarak değil, işlenen ya da işlendiği iddia edilen suçların gazetecilik faaliyeti kapsamında olup olmadığı sorgulanmalı ve bu konuda konuşulmalıdır. Ayrıca, bağımsız yargı organlarınca alınan soruşturma ve davalar ile yapılan tutuklamalar, verilen mahkûmiyet kararlarının, Hükûmetin basına baskı yaptığı şeklinde değerlendirilmesi de doğru bir yaklaşım değildir. Türkiye'de basın ve ifade özgürlüğünün daha ileriye taşınması için son yıllarda önemli yasal düzenlemeler yapılmıştır ve bu yöndeki çalışmalar özgürlükçü bir anlayışla sürdürülmektedir.
Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum.