| Konu: | 2025 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Teklifi ile 2023 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Teklifinin Maddeleri münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 3 |
| Birleşim: | 39 |
| Tarih: | 19.12.2024 |
DEM PARTİ GRUBU ADINA HEVAL BOZDAĞ (Ağrı) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Hepimizin bildiği bir gerçek, bugün, Tunus, Libya, Mısır ve Suriye'de diktatörlükler bir bir yıkıldı. En son, işte Suriye'de; Esad hanedanlığı elli üç yıldır ülkeyi yönetiyordu, Beşşar Esad ise tam yirmi beş yıldır iktidardaydı. Bu ülkeler otoriter, baskıcı, insan hakları ve özgürlüklerini geri plana terk eden ülkelerin ligindeydiler. Bu ülkelerde toplumu baskı altında tutmak, sosyal eşitsizlikler, ekonomik kötü gidişat, dışa bağımlılık ve işsizlik ortak sorunlardı. Yanı başımızdaki İran da bu ligde ve başta Kürtlere karşı olmak üzere insan hakları ihlalleri yaşanmakta, muhalifler hapsedilmekte, hatta idam edilmekte. Türkiye'de de en küçük hak talepleri baskılanıyor, yasaklanıyor. Muhalifler, parti liderleri, siyasiler, seçilmişler tutuklanıyor ve halk iradesi yok sayılarak kayyum rejimiyle yerel demokrasi ve özerklik yok ediliyor. Türkiye Avrupa Konseyi üye ülkeleri arasında toplam hükümlü ve tutuklu sayısı en yüksek olan ülke ve Adalet Bakanlığı yeni cezaevleri inşa etmekle övünüyor.
Bakın, milyonlarca yurttaş barışçıl toplanma ve gösteri yapma özgürlüğünü, hakkını bile kullanamaz bir hâle gelmiştir. Oysa demokratik toplumlarda, AİHM içtihatlarında, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi madde 10 ve madde 11'de ifade özgürlüğü ile toplanma ve gösteri yapma özgürlüğü korunan temel haklar arasında.
Bugün Türkiye'de derin bir emek sömürüsü var ve ülke kaynakları geniş halk kesimlerinden bir avuç sermayedara akıtılıyor. Bütçe tercihleri toplumdan yana değil, savaş ve sermayeye ayrılan pay neredeyse bütçenin yüzde 45'i. Bir yandan işsizlik artarken ücretler düşük tutularak işçi, emekçi enflasyona ezdiriliyor ve bir yandan da artan vergi yüküyle birlikte daralan ekonominin faturası geniş toplum kesimlerine çıkarılıyor. Kara para ve uyuşturucu, çete faaliyetleri, yozlaşmış bir siyaset, liyakatsizlik ve hukuksuzluk hâkim.
Şimdi, otoriter, sömürü düzeninin hâkim olduğu rejimlerde halkların memnuniyetsizlikleri, hak arayışları ve isyanı da daim. Türkiye'de bugün metal işçileri, BİRLEŞİK METAL-İŞ Sendikası üyeleri grevdeler ve Türkiye Metal Sanayicileri Sendikasıyla toplu sözleşme masasında haklarını arıyorlar. Tek adam rejimi ve sermaye ortaklığı ise işçilerin hak arama mücadelesinin tam da karşısında duruyor. Patron sendikası MESS'in de talebiyle Cumhurbaşkanı işçilere grev yasağı getirdi. Bakınız, yirmi iki yıllık AKP iktidarında 21 defa grev yasağı getirilmiş, millî güvenlik ve toplum zararı gerekçe edilmiş bu yasaklamalarda. Hak aramanın suç sayıldığı ve yasaklandığı antidemokratik bir ülke Türkiye. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi grev hakkını Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi 11'inci madde kapsamına dâhil etmiş ve grev hakkının sözleşme tarafından korunan bir hak olduğunu vurgulamıştır. Anayasa'da da madde 54 grev hakkını ve madde 34 gösteri ve toplantı yürüyüş hakkını koruma altına almıştır.
Bugün birçok iş kolunda, metal işçilerinin yanı sıra Polonez işçileri, maden işçileri ve hekimlere, sağlık emekçilerine kadar hak arayışları kendini iş bırakma eylemine taşımıştır. Aile hekimleri 6-10 Ocak tarihleri arasında 3'üncü kez yine iş bırakacaklar, toplam on üç gün iş bırakmış olacaklar; 8 Ocakta da bu eyleme tüm sağlık emekçileri iş bırakarak katılım sağlayacaklar. Vergi dilimi adaletsizliğinden eziyet yönetmeliğinin geri çekilmesine, sağlığın piyasalaşmasından niteliksiz sağlık hizmetlerine kadar birçok talep bu grevin konusu. Buradan metal işçilerini, aile hekimlerini selamlıyor; direnişlerinin, hak mücadelelerinin yanında olduğumuzu bir kez daha belirtiyoruz.
Şimdi, grev yasaklarına ve gösteri ve yürüyüş yasaklarına gelecek olursak bu yasakların nedeni hep millî güvenlik ve toplumsal zarar olarak gösterilmiştir. Otoriterleşme pahasına da olsa sermayenin çıkarları gözetilip iktidarın yönetememe hâli perdelenerek yasaklar uygulanmıştır. Yine, Kürt kimliğinin tanınması ve kolektif hak talepleri de bölünme tehdidi bahanesiyle yasaklanmıştır. Kırk yılı aşkındır süren çatışma hâli, ciddi insani ve ekonomik kayıplara neden olmuştur. Şimdi sormak gerek: Millî güvenlik bu hak arayışlarının bir sonucu olarak mı tehdit altında yoksa bu talepler karşılanmadığı için mi?
Konuşmanın başına tekrar dönelim: Bugün tek tek devrilen ülkeler yurttaşlarının haklarını korumadıkları ve demokratik bir toplumu inşa etmedikleri için emperyalist devletlerin ve uluslararası sermayenin hedefine de girerek yıkıldılar. Mesela Suriye Baas rejimi yüzünden Kürtler yıllarca kimliksiz yaşamak zorunda kaldılar. Kürtler Suriye'yi yıksa, haklarıydı ama tüm bunlara rağmen, güç olduklarında dahi hep Suriye'nin bütünlüğünden ve demokratikleşmesinden yana tavır aldılar. Bu bile Esad rejimine çok gelmiş olacak ki son dönemlerinde dahi rejimden doğru Kürtler kayda değer bir adım görmediler. Aslında bu otoriter rejimlerde sıkça gördüğümüz şey halkların haklı direnişleri, işçilerin, emekçilerin haklı talepleri ve sömürüye, çürümüşlüğe, yok sayılmaya, baskıya karşı isyan. Peki, bu isyanlar bir devrime dönüşerek bu otoriter rejimlerin yerine gerçek anlamda eşit ve demokratik bir toplum inşası mümkün olmuş mu diye baktığımızda maalesef bunu da göremiyoruz. Mustafa Durmuş Hocanın buna dair iyi bir tespiti var. Mustafa Hoca diyor ki: "Bu ülkelerde oluşan toplumsal hak talepleri ve isyanların sunduğu devrim fırsatı veya imkânı emperyalistler tarafından halkların elinden çalınmıştır." Mesela, Mısır'da yeni bir diktatörlüğe bile evrilmiştir, öncesini, eskiyi aratır olmuştur. İşte, Suriye'de de bir diktatör devrildi. Kim devirdi ve neye evrildi? HTŞ, ÖSO ya da SMO ve arkasındaki güçler neye tekabül ediyor? Buraya bir bakarsak burada bir halk hareketinden bahsetmek, devrimci bir müdahaleden bahsetmek mümkün değil. Arkasındaki emperyalist müdahaleyi ve amaçlarını düşünürsek uzun yıllar sürecek bir istikrarsızlık ve çatışma hâli Suriye'yi bekliyor. Suriye halklarının uzun soluklu mücadeleleri, demokrasi ve eşitlik arayışları egemenlerin onlara vadettiği kadar olmamalı ve süreçleri egemenlerin çıkarları değil, halkların özgürlük mücadeleleri belirlemeli. Bugün orada Alevilerin katliamı söz konusu, Süryanilerin, Ermenilerin, Dürzilerin yer yer yurtlarını terk ettiklerini ve kaygılı bekleyişlerini görüyoruz. Kürtler yine kaygılı bir durumda. O yüzden burada yaşanan ve yaşanacak olan insanlık dramları, katliamlar, insan hakları ihlalleri, göçler, ekonomik sömürü göz ardı edilerek savaş sanayisi üzerinden çatışma yanlısı olarak bir fayda sağlamayı beklemek ya da Suriye'nin yeniden inşasında kârlı inşaat ve altyapı yatırımlarından rant sağlamayı düşünmek ne Türkiye halklarına ne de Suriye halklarına bir fayda sağlamayacaktır. Buranın asıl kaybedeni Orta Doğu halkları ve Türkiye olacaktır.
Şu an Suriye'de en stabil yapı kuzey ve doğu Suriye halklarının kurduğu eşit, demokratik bir toplum sözleşmesine dayanan, tüm halkları ve inançları kucaklayan Rojava devrimidir. Bu devrim tüm Suriye ve Orta Doğu halkları için onurlu bir yaşamın imkânlarını barındırmaktadır. Türkiye'nin alacağı rol alt emperyal pratiklerle bu devrimi çalmak olmamalıdır. Türkiye'nin alacağı rol Suriye halklarının kendi kaderlerini tayin hakkını gözeten bir barış politikasını yürütmek olmalıdır. Bu, kendi Kürt barışı için de öncelikle atması gereken bir adımdır.
Saygılarımla. (DEM PARTİ sıralarından alkışlar)