GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: 2025 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Teklifi ile 2023 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Teklifinin Maddeleri münasebetiyle
Yasama Yılı:3
Birleşim:38
Tarih:18.12.2024

DEM PARTİ GRUBU ADINA NEVROZ UYSAL ASLAN (Şırnak) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri, ekranları başında bizleri izleyen halklarımız; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

On üç yıl önce, 28 Aralık 2011'de, 17'si çocuk 34 sivil yurttaşımız Türk Silahlı Kuvvetlerine ait savaş uçaklarıyla bombalanarak katledildi. Bu katliamın sorumluları ve faillerin yargılanması gerekirken takipsizlik kararı verildi. Hatta birçok katliam sonrasında olduğu gibi failler hizmetlerinden dolayı başarı madalyalarıyla ödüllendirildiler. İnsanlık öldü, toplum vicdanı hâlâ yaralı. Ancak, unutmayacağız, unutturmayacağız. (DEM PARTİ sıralarından alkışlar)

Musa Anter davasından Dargeçit JİTEM davasına, gözaltında kaybedilen faili meçhullerden failliğin devlete uzanmaması için devreye sokulan cezasızlık politikası burada da bir kez daha karşımıza çıktı. Çünkü failler yargılansa, adil bir yargı önünde hesap verilip aydınlatılsa tüm bu katliamların bir devlet stratejisi olduğu ortaya çıkacaktı. IŞİD patlamalarında yüzlerce can alınması ve 2014 çöktürme planına uyumlu bir biçimde 2015-2016 yıllarındaki şehir ablukasında açılan soruşturmalarda tek bir kişi bile yargılanmadı, failler tespit edilmedi.

Sayın milletvekilleri, Kürt sorunu, bir adalet, bir eşitlik, eşit vatandaşlık, demokrasi, insan hakları sorunu, bölgesel olmayı da aşan küresel bir sorun niteliğine sahip; doğru ancak ayrıca, en çok, bir hukuk sorunudur. Kimi zaman "Hukukun ruhuna, özünde taşıdığı eşitlik, adalet, özgürlük değerlerine dönülürse Kürt sorunu diye bir şey kalınmaz." denilmekteydi. Kimi zaman da "Kürt sorunu çözülmeden hukuka dönülemez." denilerek sorunun ayrılmaz parçası olduğu hatırlatıldı. Baktığımızda, mevcut tarih itibarıyla Kürt sorununu iki yönlü bulabiliriz hukukta: Bir yönü, Kürtlere hiç yer verilmemesi yani inkâr. Cumhuriyetin kuruluşundan hâkim millet-mahkûm millet ayrımı gözetilerek Kürtler hep hukuk dışına itildi. Havadan suya her şey hukuka konu edildi ancak Kürtlere yer verilmedi. Bu hâliyle, 1923'ten itibaren Kürtlerin hakları, varlıkları yok sayıldı. Kültürleri, edebiyatı, tarihi, müzik, resim, bilim yani her şeyiyle hukuk dışına itildi. Kendilerine ait hiçbir hukuki belge ve statüye imkân tanınmadı, kimlikleri ulus hâline dönüşmede yasa dışı ve hukuksuz kalındı. Hukukla hiçbir ilişkisi olmayan, tanımsız, adsız bir kimliğe mahkûm edilmek istendi ve hukuk öyle muazzam bir silah, öyle bir güç aracı olarak kullanıldı ki yok dediğini var etmek için çok büyük bedeller vermek gerekti. Bütün varlıkları bugün olmasa da hâlâ Kürtlerin kolektif özne olarak hakları ve hukukları kabul edilmiyor.

İkinci olarak ise, daha doğrusu, hukukta yasal düzenlemeler eliyle bu açık, hukuk dışı sayılma hâlinin, hukuka içerilmiş hâliyle yani meşrulaştırılması... Hukuk, asimilasyoncu, inkârcı sistemin aracı olarak Kürtlerin yok olduğuna bir ispat aracı, yok olmasına dair türlü politikaların bir meşrulaştırma aracı olarak kullanıldı. Hukukun gayrimeşru saydığı, düzenlemelerle tasdik ettiğine bu şekilde bir meşruiyet zemini yaratıldı. Mesela Kürtlerin uğradığı katliamlarda özel yasalar, özel yargılamalar hukuk adı altında gerçekleştirildi. 1935'te çıkarılan Tunceli Kanunu'na dayanılarak gerçekleştirilen Dersim katliamı, Takrir-i Sükûn Yasası, istiklal mahkemeleri, KCK yargılamaları, dokunulmazlıkların kaldırılması, Kobane yargılamaları ve sadece Kürtler için kullanılan İl Özel İdare Kanunu'ndaki 11/c maddesi; işte bu her iki hukuk hâli, Kürtlerin hukuk dışılaştırılması, haklarının tanınmaması, yasaklanmasıyla birlikte kendilerine uygulanan özel hukuk aslında bugüne kadar gelen Kürt meselesi dediğimiz sorunun ta kendisi. Hukuk dışına itilen Kürtlere yaratılan, kopyalanılan bir hukukla eşit yurttaşlar olduğu kabul ettirilmeye çalışıldı. Bu yurttaşlık kanunun lafzında eşit ama hayatın her alanında bireysel ve kolektif varlık olarak azami eşitsizliğe mahkûm edildi. Peki, bugün Kürtlere uygulanan bu hukuki yaklaşımdan vaz mı geçildi? Maalesef ki hayır. Değişmediği için zamanla bu hukuk dışılık, hukukun araçsallaştırılması hâliyle yaratılan şiddet sadece Kürtleri değil tüm toplumu bir bütünen sardı. Örnek verirsek: Kanuna dayanılarak ilan edilen sokağa çıkma yasakları adıyla meşrulaştırılmaya çalışılan çatışma, sivil alanlardaki saldırılar, ağır insan hakları ihlalleri 15 Temmuz darbesine ve OHAL'e kapı araladı. OHAL'le birlikte hukuktan zaten uzaklaşılan ülkede iyice otoriterleşme ve hukuk dışılık baş gösterdi. Bu dönemdeki yetersiz demokratik normlar askıya alındı, Meclis işlevsizleştirildi, kanun hükmünde kararnameler dönemine geçildi. KHK'lerle 100 binin üzerinde kamu emekçisi ihraç edildi, akademisyenler üniversiteden kovuldu, 5 binin üzerinde sivil toplum kuruluşu, medya organları kapatıldı, binlerce tutuklama ve gözaltı yaşandı. İktidarın "lütuf" diye ifade ettiği darbe girişimini de bir fırsata çevirerek belediye başkanlarının meclis yönetimince görevden alınmasını kolaylaştıran 674 sayılı OHAL KHK'si çıktı, 2016'da da bu KHK hukuka ve Anayasa'ya aykırı bir biçimde kanuni düzenlemelere eklemlendirildi. İşte, kürdistana, Kürt iradesine üç dönemdir atanan kayyum hukuksuzluğu sadece Kürtleri değil; bugün, İstanbul seçmenine de bir darbe olarak indi.

Yine bir örnek: Hukuk ve ceza infaz sistemindeki etkilere bakarsak 1999 sonralarında millî İmralı politikaları tamamen ceza ve hukuk sistemini belirler hâle geldi. 2005 yeni ceza mevzuatında Öcalan yasalarının devreye girmesiyle cezaevlerinde önemli bir dönüm noktası yaşandı. Cezaevinin fiziki koşullarından mahpus haklarının kullanımına, dış dünyayla iletişiminden ağırlaştırılmış müebbet umut hakkına yani ölünceye kadar cezaevine kadar tüm düzenlemeler ceza infaz sistemine yansıtıldı. Çözüm mekânı olan, çözüm merkezi olan İmralı tecrit ve özel savaş merkezine dönüştürülmek istendi. Kürt sorununun Türkiye'deki ekonomik krizdeki payı, Türkiye ekonomisine yarattığı külfet sadece kırk yıllık çatışma sürecinde 4 trilyon dolar olmuştur. Sanırım bu rakam meselenin ekonomik boyutunu yeterince yansıtması açısından açık, başka bir söze gerek yok.

Kürt sorununun çözümsüz bırakılmasından kaynaklı acılar, kayıplar toplumsal yaşamın her alanında yıkıcı bir etki yarattı, hâlâ da yaratmaya devam ediyor; Türkiye'nin demokrasiyle otoriterlik sarmalından çıkamamasının en büyük nedeni de budur. Ancak görmeniz gereken bir şey -bizzat hukuksuzluğun kendisi- Kürt sorunu üzerinden yasal düzenlemeler üretilip bu düzenlemelerin meşruymuşçasına topluma dayatılmasıdır. Toplumun bu şekilde ahlaki, politik değerleri yok ediliyor; toplum âdeta ölüme sürükleniyor, toplumsal çürüme anbean yayılıyor. Bundan kurtuluşun yolu ise geçmişin bütün hukuksuzluğunu, uygulanan bu ikili hukuk dışılığı, inkârcı politikaları toplumsal belleğin unutkanlığına havale etmek olmamalıdır. Bunun yolu eşit, adil, özgürce, bir arada, onurlu yaşam için başta Roboski'yle yüzleşebilmektir. On gün sonra Roboski'de katledilenlerin mezarlarının başında olacağız. O anneler, kardeşler, babalar, eşler, çocuklar her yıl olduğu gibi o mezar başlarında adalet ve hukuk çağrısı yapacaklar. Bizler orada olacağız, sizler orada olacak mısınız? Ya da ailelerin adalet sesini duyup, hukuk dışı cezasızlık kültürünü ortadan kaldıracak mısınız? Hukukun tüm bu bağlamda, sorunun ortaya çıkışında, Kürt sorununda, demokrasi sorununda, ülkenin yargı krizinde bu kadar temel etken ise sorunun çözümünde, sorunun sonlandırılmasında da temel bir güç olabileceğini hatırlayalım.

Bugün, çözüm ve barış beklentisinin arttığı, çağrıların yapıldığı, toplumsal beklentinin yükseldiği bir yerde yasa yapıcı rolüyle hukuk oluşturan, hukuk siyaseti kuran rolüyle bu Meclisin tarihî bir görevi ve sorumluluğu vardır. İktidar bloku ve tüm muhalefet Suriye'yi Suriyelilerin yönetmesini istediklerini "Orada yaşayan Araplar, Türkmenler, Kürtler yani Suriye'de yaşayanların ortak geleceğine karar verilsin." diyor. Biz de bunu yıllardır zaten savunuyoruz. Türkiye için de aynı duygu, düşünce ve pratik içerisindeyiz. Türkiye'yi tüm renkleriyle birlikte demokrasi ve hukukla yönetelim, barışçıl bir şekilde sorunları çözelim diyoruz. Peki, bunun gereklerine uygun Kuzeydoğu Suriye'deki Rojava saldırılarının sonlandırılmaması konusunda hâlen ne bekleniyor? Tüm insanlık barış içinde yaşama hakkına sahiptir. Peki ya Kürtler, peki ya Rojava? Rojava'yı boğmak Türkiye'ye nefes aldırmayacaktır. Kürt düşmanlığı üzerine kurulu sömürüyü sürdürmekten bu hukuksuzluk, hukuk dışılık, hem içte hem dış siyasette hiçbir katkı sağlamayacaktır.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Uysal Aslan, lütfen tamamlayın.

NEVROZ UYSAL ASLAN (Devamla) - Suriye için önerinizi Türkiye'deki anayasal çözümde, hukuk dışına bırakılan Kürtlerle barışmada da bir formül olarak neden değerlendirmeyelim? Çözüm gücü olabilme erdemini neden gösteremeyelim? Bu Meclisin savaşı, çatışmayı durdurma gücü var, bu iradeyi gösterebilirse. Kürt inkârı tarihsel olarak Meclisteki yasalarla başlamıştı. Düzeltmeye de neden hukukla, neden buradan başlamayalım; Kürtleri kapsayacak bir hukuk -Kürt halklarını, halkları katacağı- bir çözüm ve barış yasaları neden yapmayalım? Türkiye Büyük Millet Meclisinin ülkeye bir an önce gerçek demokrasi ve onurlu barışı getirebileceği, barış ve çözüm yasalarının tartışılabileceği ortak bir platform olabileceği ortamı neden sağlamayalım?

Tekrar ifade ediyorum ki bu Meclis sorumluluğunu hatırlamalı, tecrit kaldırılmalı, Öcalan'ın teorik ve pratik gücünün kullanılmasının zemini yaratılmalıdır. (DEM PARTİ sıralarından alkışlar)