GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: 2025 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Teklifi ile 2023 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Teklifinin Maddeleri münasebetiyle
Yasama Yılı:3
Birleşim:38
Tarih:18.12.2024

SAADET PARTİSİ GRUBU ADINA MUSTAFA BİLİCİ (İzmir) - Sayın Başkan, Sayın Bakan, değerli milletvekilleri, ekranları başında bizleri izleyen kıymetli vatandaşlarımız; 2025 yılı bütçe teklifinin 7'nci maddesi üzerinde Gelecek-Saadet Grubumuz adına söz almış bulunuyorum. Bu vesileyle Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum.

Ülkemiz şüphesiz ki kötü günlerden geçmektedir. Hayat pahalılığı milletin belini bükmüş, vatandaşın ekonomi yönetimine olan inancını yerle yeksan etmiştir. Ülkemiz yargısı kendi içerisinde ayrılığa düşmüş, zamanında övgülere mazhar olan Ankara'daki hâkimler birbirlerine suç duyurularında bulunur olmuşlardır. İktidar, ülkeyi düştüğü bu durumdan çıkarmayı gündemine almak yerine muhalif belediyelerle takışarak günlerini geçirmekte, ülkemiz âdeta sonu bilinmez bir geleceğe doğru ilerlemektedir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; içerisinde bulunduğumuz pahalılık ortamı vatandaş için katlanılmaz hâle gelmiştir. Bugün asgari ücret zammı için konuşulan oranlar, asgari ücretliyi sert bir kışın beklediğinin habercisidir. İktidar, ekonominin bu hâle gelmesinde hiç payı olmayan emekliyi ve asgari ücretliyi hedef tahtasının tam ortasına yerleştirmiştir.

Değerli arkadaşlar, yüzde 30'lar seviyesinde yapılacak bir zam asgari ücretliyi hayattan koparacaktır. Bunun adı enflasyonla mücadele değil, garibanla mücadeledir. Bugün 2024 yılı Türkiyesinde açlık sınırı 1,5 asgari ücrete tekabül ederken yoksulluk sınırı 4 asgari ücrete denk gelmektedir. Tüm çalışanların yüzde 60'ı ya asgari ücret ya da yakın bir rakam alırken yüzde 30 zam oranını vatandaşa yeterli görmeye kimsenin hakkı yoktur. Asgari ücret hususunda 30 bin TL'nin altında verilecek hiçbir rakam vatandaşın yarasına merhem olmayacaktır. Emeklilerimizin alım gücü yere çakılmış vaziyettedir. En düşük emekli maaşı alan iki eşin toplam eline geçen maaş açlık sınırının altında kalmaktadır. İki emekli maaşının bir açlık sınırı etmediği düzen 2024 yılı Türkiye ekonomik düzenidir. Emeklilerimiz bu şartlar altında ya ek iş yapmak ya da evlatlarının eline bakmak zorundadırlar. Sosyal devlet olan ülkemiz için bu durum nereden bakarsanız bakın kabul edilebilir bir durum değildir.

Ne yazık ki bugün, ana akım medyada uçup kaçanların, dünya devlerine meydan okuyanların aksine, Türkiye -yaşam kalitesi- Küresel Emeklilik Endeksi'ne göre 44 ülke içerisinde 42'nci durumda. Emeklisine makul seviyede hayat standardı sunamayan bir iktidarın dış mihraklar tarafından kıskanıldığını söylemek siyasi bir propagandadan öte bir şey değildir. Emeklimiz siyasi propagandaya doymuştur; emekli, propagandaya doyduğunu, artık masal değil de icraat duymak istediğini en son yerel seçimlerde de göstermiştir. Emekliye, asgari ücretliye reva görülen bu rakamlar değişmediği müddetçe propagandanın profesörü dahi gelse iktidarın toparlanması da mümkün olmayacaktır. Dolayısıyla iktidar için hayırlı olan, toplumun algısını değiştirmeye ayrılan bütçenin, propagandaya ayrılan kaynakların ivedilikle vatandaşa, emekliye, asgari ücretliye çevrilmesidir. Bu hususta diretilmesi durumunda ise iktidar için daha kötü bir sonuç gözüküyor.

Yapılması gereken fakat yapılacağına da çok ümit bağlamadığımız diğer bir husus da her şeyden önce insanlık onuru gereği en düşük emekli maaşı en azından açlık seviyesine getirilmelidir. Açlık sınırının altında kalan bir ücret türüne emekli maaşı demek mümkün değildir. Açlık sınırının altında kalan bir emekli maaşı, emekli maaşı değil olsa olsa insani yardım ücreti olabilir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; üzülerek belirtmek istediğim ve ülkemize yakışmayan bir diğer husus TÜİK'in veri politikası ve bu politikanın vatandaşlarımız üzerinde doğurduğu mağduriyettir. Bugün vatandaşlarımız ne yazık ki devletin kurumlarına güvenmez duruma gelmiştir. Bu güvensizliğin fitilini ateşleyen ve bu konuda öncü rol oynayan kurumların başında da TÜİK gelmektedir. Türkiye farklı kurumların açıkladığı enflasyon rakamlarının tutarsızlığı noktasında dünyada rakipsiz bir pozisyona gelmiştir; bunun sebebi TÜİK'in yıllardır enflasyonu düşük göstermesidir. Takdir edersiniz ki TÜİK istatistikçileri bunu millete acı çektirmek için yapmamaktadır, bu insanlar iktidar tarafından baskı görmektedir. Açıklanan enflasyon istatistikçilerin değil, iktidarın enflasyonudur. Masabaşında takdir edilen yalnızca enflasyon rakamları değil, aynı zamanda milletin makûs talihidir. Enflasyonun yarım puan dahi düşük gösterilmesine sebebiyet verenler milletin cebinden çaldıklarının farkında olmalıdırlar.

Değerli arkadaşlar, ülkemizin köklü kurumları birer birer itibarını yitirmektedir. Vatandaş ile devlet arasındaki güven ilişkisi her geçen yıl daha da azalmaktadır. Ne yazık ki vatandaşın devlet kurumlarına olan güvensizliği yargıya da sirayet etmiş durumdadır. Ülkemiz, adalet ve adalete olan inanç noktasında zor günlerden geçmektedir. Anayasa'yı ve temel insan haklarını korumakla mükellef Anayasa Mahkemesinin itibarında ciddi yaralar açılmıştır. Yargıtaydaki bir daire Anayasa Mahkemesi üyeleri hakkında suç duyurusunda bulunacak kadar ileri gitmiş, hukuk sistemimiz daha önce tanışmadığı skandallarla yüzleşmiştir. Yargılamaların uzun sürmesi sorunu çeşitli komisyonlar vasıtasıyla çözüme kavuşturulmaya çalışılsa da bu husus hâlen bir çözüme kavuşmuş değildir. Adil bir infaz yasasının eksikliği de tüm gerçekliğiyle gözler önündedir. İktidar, yargıda ne yazık ki yıllardır süregelen problemleri çözme amacı taşımamakta, vatandaşın kanayan yaralarına derman olamamaktadır. İktidar, bu yaraları çözecek düzenlemeler yerine, hâlen çeşitli kanunlarda suç ihdas etmekle ve yeni cezalar üretmekle meşguldür. Bu düzenlemelerde muğlak suç tanımları yapılmakta, başta basın olmak üzere vatandaşların ifade özgürlüğü elinden alınmak istenmektedir.

Değerli arkadaşlar, iktidar başta liyakat sorunu olmak üzere yargıda izi silinemeyecek etkiler bırakmıştır. Ülkemizin geniş çaplı bir adalet reformuna ihtiyaç duyduğu apaçık ortadadır. İktidar, yargı reformu tartışmalarını yalnızca Anayasa değişikliğine indirgemektedir fakat Türkiye'nin yeni bir anayasaya ihtiyacı olup olmadığı tartışmalarından daha mühimi, mevcut Anayasa’nın nasıl korunacağıdır. Uygulanmayan bir Anayasa’nın değiştirilip değiştirilmemesinin vatandaş açısından hiçbir önemi yoktur. Anayasa'yı yalnızca siyasi amaçlara ulaşmak için bir araç olarak görenler Anayasa’nın üstünlüğü ilkesi üzerine de o kadar derin düşünmelidir.

Değerli arkadaşlar, önemli bulduğum bir diğer husus, 2016 yılında başlatılan ve hâlen devam ettirilen kayyum uygulamalarıdır. Kayyum uygulaması, halkın iradesini hiçe sayan, yerel demokrasiyi yok eden ve Anayasa’nın 127'nci maddesinde güvence altına alınan yerel yönetimlerin özerkliği ilkesine açıkça aykırı bir uygulamadır. Demokrasinin kalitesi, halkın iradesine ne derece saygı gösterildiğiyle ölçülür. Seçimle göreve gelen yerel yöneticilerin bir gecede idari kararla görevden alınarak yerlerine kayyum atanması halkın seçme ve seçilme hakkına yapılan bir darbedir. Bir kişinin ya da bir grubun suç işlediği iddiası varsa hukuk devleti ilkeleri gereği yargı süreci işletilir, bunlar bahane gösterilerek yerel yönetimlere kayyum atanmaz; şayet atanırsa bu, topyekûn halkın iradesinin cezalandırılması anlamına gelecektir.

Değerli arkadaşlar, iktidar, kayyum uygulamalarının halkın güvenini zedelediğini artık anlamalıdır. Bu uygulama devlet ile vatandaş arasındaki bağı ciddi manada zedelemektedir. Demokrasi yalnızca sandıkta oy kullanmak değildir, halkın seçtiklerinin görevlerini yerine getirmesine izin vermek ve bu sürece saygı duymaktır. Buradan, milletin kürsüsünden seslenmek istiyorum: Halkın iradesine ipotek koymaktan, demokrasiyi kendinize göre yorumlamaktan lütfen vazgeçin. Kayyum çözümü yerine yerel yönetimlerin denetimini güçlendirin.

Demokratik bir ülkede çözüm halkın seçtiklerini görevden almak değil hukuki süreci işletmek ve halka hesap vermektir diyor, Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum. (Saadet Partisi, DEM PARTİ ve İYİ Parti sıralarından alkışlar)