GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: 2025 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Teklifi ile 2023 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Teklifinin Maddeleri münasebetiyle
Yasama Yılı:3
Birleşim:38
Tarih:18.12.2024

SAADET PARTİSİ GRUBU ADINA SERAP YAZICI ÖZBUDUN (Antalya) - Teşekkür ederim Sayın Başkanım.

Değerli milletvekilleri, Sayın Bakanım ve bizleri ekranları başında takip eden sevgili izleyiciler; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

2025 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Teklifi'nin görüşmeleri aslında süregelen hükûmet sisteminin aksayan bazı yönlerini ortaya koymuştur, ben bugünkü konuşmamda bu hususlara işaret etmeye çalışacağım.

Dünkü konuşmamda ifade ettiğim gibi, Cumhurbaşkanlığı hükûmet sistemine geçişle birlikte sadece yürütme alanındaki bütün yetkiler Sayın Cumhurbaşkanına devredilmemiş, aynı zamanda yasama organının bazı yetkileri sınırlanmış, bazıları da tamamen yürürlükten kalkmıştır. Bunlardan biri de bütçe kanun teklifleri üzerindeki Türkiye Büyük Millet Meclisinin yetkileriyle ilgilidir ve Meclisin teklif üzerindeki yetkilerinin bir hayli sınırlandığına işaret etmek gerekir, birazdan bu hususa değineceğim.

Bir ülkedeki hükûmet sisteminin türü ne olursa olsun her zaman için bütçe kanun teklifini hazırlama yetkisi yürütme organınındır, bu teklifi kabul yetkisi de yasama organınındır, bu gayet doğaldır. Neden? Çünkü yürütme organı ülkede izlenecek politikaları belirleyen bir organdır ve bu politikaların gerektirdiği ekonomik kaynakları da yaratmak mecburiyetindedir. Ancak o ekonomik kaynakların önemli bir bölümü milletin vergileri olduğu için, bu teklifler üzerindeki kabul yetkisi de milletin temsilcisi olan yasama organına aittir. Bu, bütün hükûmet sistemleri yönünden böyledir. Ne var ki 2017 yılında kabul edilen Cumhurbaşkanlığı hükûmet sistemi, Türkiye Büyük Millet Meclisinin bütçe kanun teklifi üzerindeki yetkisini aslında görünüşteki bir yetkiye dönüştürmüştür. Neden? Çünkü Türkiye Büyük Millet Meclisinin bu yetkiyi menfi yönde kullanmasının yani ret olarak kullanmasının hiçbir hukuki veya siyasi sonucu yoktur. Hâlbuki, parlamenter hükûmet sisteminde yasama organı bütçe kanun teklifini reddederse bunun sonucu hükûmetin istifasıdır. Cumhurbaşkanlığı hükûmet sisteminin ilham kaynağı olan ABD modeli başkanlık sisteminde ise eğer yasama organı bütçe kanun teklifini reddederse bunun anlamı yasama ve yürütme ilişkilerinin kilitlenmesidir ki Amerika'da buna hükûmetin kepenk indirdiği anlamına gelen "shutdown" kelimesi kullanılıyor. Tabii ki bu kilitlenme arzu edilecek bir şey değildir.

Türkiye'de ise belki de bu kilitlenmeyi ortadan kaldırmak için aslında Anayasa’nın 161'inci maddesine çeşitli hükümler ilave edilmiştir, böylece Meclisimiz bunu reddettiği takdirde hiçbir sonuç ortaya çıkmayacaktır. Ama bundan kaynaklanan ciddi bir sorun olduğunu hepimiz gözlemliyoruz. Bundan kaynaklanan bir sorun bütçe kanun teklifine millet iradesinin yeterince yansımamasıdır. Diğer sorun ise gerek Plan ve Bütçe Komisyonu görüşmelerinde gördüğümüz gibi gerekse Genel Kurul görüşmelerimizde tanık olduğumuz gibi, bu süreçte maalesef iktidar ve muhalefetin dili nezaket hudutlarının dışına çıkmıştır. Dolayısıyla bu, aslında arzu edilecek bir tablo değildir. İşte bu sebeple, ben Cumhurbaşkanlığı hükûmet sisteminin bu nezaket dilini teşvik etmeyen mekanizmalarının neler olduğuna işaret etmek istiyorum veya nezaket dilini sertleştiren, ortadan kaldıran mekanizmalarının neler olduğuna işaret etmek istiyorum.

Her şeyden önce, Cumhurbaşkanının seçimi yüzde 50 artı 1 oyu gerektirmektedir. Elbette bu kolay elde edilecek bir oy oranı değildir. Dolayısıyla böyle bir seçim mekanizmasının seçim arenasında kutuplaşmayı teşvik etmesi, siyasetin dilini kabalaştırması doğaldır. Bu, ABD modelinde de aynen böyledir ve ne yazık ki bu kabalaşan siyaset dili seçim sonrası siyasi ilişkilere de yansımaktadır ki biz bunu bütçe görüşmelerimizde bizzat müşahede etmiş bulunuyoruz.

Öte yandan, parlamenter hükûmet sisteminde bakanlar Parlamentodan belirlenmekte ve Parlamentoya karşı sorumlu olmaktadır. Gerçi dün Sayın Cevdet Yılmaz parlamenter sistemde de dışarıdan bakan atanabileceğini söyledi ve Türkiye'yi de örnek verdi. Doğrudur, buna bir mâni yoktur ama bakınız, 2000 yılından 2018'e kadar Türkiye'de sadece 2 kişi dışarıdan bakan olarak atanmıştır; Sayın Kemal Derviş ve Sayın Ahmet Davutoğlu. Bunu neden söyledim? Çünkü Parlamento içinden atanmış olan bakanlar halkla doğrudan doğruya temas eden siyasi aktörler oldukları için onların siyasetin nezaket diline daha yatkın bir yapıları vardır. Hâlbuki şu anki sistemde bu mevcut değildir. Bakanlar Parlamentoya karşı sorumlu değildir. Kime karşı sorumludur? Sayın Cumhurbaşkanına karşı sorumludur. Sayın Cumhurbaşkanı onları atar ve dilediğinde azleder. İşte bu da Sayın Bakanlarımızın bütçe görüşmeleri sırasında kimi zaman nezaket dilinden uzaklaşmalarında benim görebildiğim bir sebebi oluşturmaktadır. Nihayet, bir başka faktör, bu Cumhurbaşkanlığı hükûmet sisteminde Türkiye Büyük Millet Meclisinin çeşitli yetkilerinin sınırlanmış olması ister istemez yasama organı mensuplarının da dillerini hırçınlaştıran bir faktör olarak karşımıza çıkmaktadır. İşte, bütün bu sebeplerle ben iktidar-muhalefet ilişkilerine daha nazik bir dilin hâkim olması, daha nazik bir diyalog sürecinin yaşanması ve uzlaşmanın teşvik edilebilmesi bakımından her zaman ifade ettiğim gibi aslında parlamenter hükûmet sisteminin demokrasiye yatkın olduğunu vurgulamak istiyorum. Rasyonelleştirilmiş parlamenter sistemin demokrasiye daha yatkın bir yapıya ve mekanizmalara sahip olduğunu belirtmek istiyorum. Tabii, şunu biliyorum: Parlamento çoğunluğumuz bu öneriyi desteklemeyecektir ama hiç olmazsa mevcut hükûmet sisteminin kutuplaşmayı teşvik eden, nezaket dilini ortadan kaldıran mekanizmaları revize edilirse Türkiye'nin demokratik geleceği bakımından bazı kazançlar ortaya çıkabilecektir.

Sözlerime böylece son veriyorum.

Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (Saadet Partisi, CHP ve İYİ Parti sıralarından alkışlar)