Konu: | 2025 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Teklifi ile 2023 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Teklifinin 6'ncı Tur Görüşmeleri münasebetiyle |
Yasama Yılı: | 3 |
Birleşim: | 35 |
Tarih: | 15.12.2024 |
DEM PARTİ GRUBU ADINA YILMAZ HUN (Iğdır) - Teşekkürler Sayın Başkan.
Ben de sizleri ve ekranları başında bizleri izleyen değerli halklarımızı sevgiyle saygıyla selamlıyorum.
Değerli vekiller, iktidar Millî Eğitim Bakanlığını bütçeden en çok payı alan kurum olarak hamaset yapsa da böyle bir durum yoktur. Millî Eğitim Bakanlığının bütçesinin yüzde 71'lik oranı personel giderlerine, yüzde 9'u sosyal güvenlik devlet primine gitmektedir. Yani Millî Eğitim Bakanlığının bütçesinin sadece yüzde 20'si eğitim yatırımlarına harcanmaktadır. AKP döneminde eğitim bütçesinin millî gelire oranının OECD ortalaması olan yüzde 5'in yarısına bile ulaşamamış olması eğitim yatırımlarının ne denli düşük olduğunun kanıtıdır. Yıllardır, eğitime ayrılan ödenekler yüksek enflasyon karşısında sadece rakamsal olarak artarken, doğrudan eğitim hizmetlerine yönelik yatırımlar açısından hazırlanan bütçelerde okulların temel ihtiyaçlarını karşılayacak kadar artış yapılmamaktadır.
Sayın Bakan, okullar en temel ihtiyaçlarını kayıt sırasında alınan bağışlar ve velilerden düzenli olarak alınan aidat benzeri paralarla karşılamaya çalışmaktadır. Bunun en bariz örneğini sene başında -ve hâlen devam eden- okullarda yaşanan temizlik ve hijyen problemlerinde gördük. Birçok okuldaki temizlik ve hijyen problemi veliler, öğretmenler ve belediyeler tarafından çözülmeye çalışılmaktadır. Eğitimde en temel ve zorunlu ihtiyaçlar görmezden gelinerek hazırlanan 2025 MEB bütçesinin zorunlu eğitim harcamalarını karşılamaktan çok uzak olduğu apaçık ortadadır. Önümüzdeki yıl da eğitimde yaşanan sorunların katlanarak devam edeceği aşikârdır.
Aslında iktidarın bu politikasının temelinde eğitimin özelleştirilmesi çabası bulunmaktadır. 2014 yılında başlayan özel teşvikler, destek ve vergi indirimleriyle özel okulların sayısında âdeta patlama yaşandı. Eğitimle hiçbir ilgisi olmayan sermayedarlar özel okullar açtılar, eğitim sermayedarlara peşkeş çekildi. Devlet okullarına verilmeyen kamusal kaynaklar "destek" ve "teşvik" adı altında milyarlarca Türk lirası özel okul patronlarına verilmektedir. Destek, teşvik ve vergi indirimlerinden kaynaklı olarak özel ve kamu okullarının sayıları birbirine eşitlenmiş oldu. Özel okullardaki öğrenci sayısı kamu okullarındaki öğrenci sayısını geçti. Kamuya ait anaokulu sayısı 6.097 iken özel anaokulu sayısı 6.820 oldu; öğrenci sayısı ise devlette 26.338, özel okullarda 31.026 oldu. Eğitim bütçesinin yeterli düzeyde olmaması okulların temel ihtiyaçlarının dahi karşılanamamasına yol açmaktadır; Millî Eğitim Bakanlığı tarafından okullara gönderilen ödeneklerle elektrik, ısınma, bakım onarım gibi temel ihtiyaçlar bile karşılanamamaktadır.
Türkiye'de ailelere yüklenen eğitim maliyeti OECD ortalamasının 2 katından fazladır. Ülkede yaşanan enflasyon dikkate alındığında okul kıyafetleri, kırtasiye malzemeleri, servis ücretleri, okullarda istenilen zorunlu bağışlar, ek kaynak kitaplar gibi masraflar aileleri ciddi anlamda zorlamaktadır. Özellikle dar gelirli aileler bu masrafları karşılamakta zorlanmakta ve bu durum çocukların eğitime erişimini kısıtlamaktadır.
Millî Eğitim Bakanlığı 2023-2024 Örgün Eğitim İstatistiği'ne göre, ilkokul çağında 223 bin, ortaokul çağında 500 bin, lise çağında 797 bin çocuk hiçbir okula kayıtlı değil. Açık öğretime kayıtlı 1 milyon 75 bin, MESEM'e kayıtlı 385 bin 956 öğrenciyi de dâhil edince örgün eğitimin dışında kalan öğrenci sayısı 2 milyon 987 bin oldu. 77 ilin nüfusundan fazla olan okul çağındaki öğrenci örgün eğitimden uzaklaşmış bulunmaktadır. Aslında bu durum, iktidarın eğitimi piyasalaştırma çabalarının etkisidir, eğitim kalitesinin giderek düştüğünün göstergesidir, çocuklara bir öğün yemeği çok gören Bakanın eğitimi getirdiği seviyedir. Türkiye'deki tekçi politikalara ısrarla devam edilmektedir; Türkiye'nin var olan bütün renkleri, farklı inanç grupları yok sayılmaya devam edilmektedir. Eğitim müfredatında Alevilik, Hristiyanlık, Musevilik, Şialık gibi din ve mezhepler sadece isim olarak yer almıştır. Milyonlarca Alevi yurttaşın yaşadığı Türkiye'de eğitim sisteminde Alevilik inancı yer almamaktadır; asimilasyon politikaları Alevilerin üzerinde de devam etmektedir. Ancak Sünnilik mezhebi hem seçmeli hem de zorunlu dersler olarak yer almakta, AKP iktidarının tekçi zihniyeti okullara giden çocuklara kendi parti fikriyatını dayatmaktadır, öncelikle, bu yıl yürürlüğe alınan Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli'yle okulları kendi parti okuluna dönüştürmektedir. Siyasal İslam ideolojisi üzerine kurulu olan Millî Eğitim müfredatı derhâl değiştirilmeli, eğitim müfredatında din ve inanç özgürlüğü esas alınmalıdır. Herkesin kendi inancını özgürce yaşayabilmesi, tüm inançların eşit değer görmesi, bir arada yaşayabilmesi ve eğitimin de bu anlayışa desteklenmesi gerekmektedir.
Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli aslı itibarıyla iktidarın siyasal İslam ideolojisinin okullara indirgenmiş hâlidir. AKP'nin parti ideolojisinin okullara uyarlanmış hâli olan bu modeli öğretecek öğretmenler yetiştirmek için Öğretmenlik Meslek Kanunu'yla öğretmen seçmesi yapılmaktadır. Çıkarılan Öğretmenlik Meslek Kanunu'nda öğretmenlerin sosyal ve mali haklarına, hak ve güvencelerine yer verilmemektedir; insan haklarına dayalı, bilimsel, demokratik, ana dilinde, toplumsal cinsiyet eşitliğine dair herhangi bir düzenleme yer almamaktadır; öğretmenliğe yeniden atanma, aylık ve ödemeler, ek ders ücretleri, lojman, kıyafet yardımı, hazırlık ödeneği, izinler, sicil ve özlük hakları yer almamıştır. Öğretmenlik Meslek Kanunu’nda öğretmenlik mesleğinin niteliksizleştirilmesi yer almaktadır.
Millî Eğitim Akademisi eğitim fakültelerinin baypas edilmesine, kayırmacılığı ve torpili dayatan mülakat sistemine, aynı eğitimi veren, aynı işi yapan öğretmenler arasında ayrıştırmaya neden olmaktadır. Öğretmenlik Meslek Kanunu’yla tekçi, asimilasyoncu, ana dilinde eğitimi yok sayan eğitim modelinin kadrolarını oluşturmaya yer verilmiştir. Başka bir fakülteden mezun olup pedagojik formasyon alanlar dışarıda tutulacak olursa, en az on altı yıl eğitim sisteminde kalan, lisans mezuniyet yeterliliği için staj yapan, KPSS’de 3 aşamalı sınava giren, tüm bunlar yetmezmiş gibi mülakata girmeye zorlanan ve ataması yapılmayan öğretmenler var bu ülkede. Bu öğretmenler marketlerde kasiyer, inşaatlarda işçi, yemek sektöründe kurye, sokaklarda işçi olarak çalışmaktalar. Mesleğini yapmasına müsaade edilmeyen, üretemeyen ve geçinemeyen öğretmenlerin çoğu aileleriyle yaşamak zorunda kalıyorlar.
“Mülakatları mülakat gibi yapacağız.” diyerek yapılan usulsüzlükleri âdeta itiraf edenler, bu sene sonunda yapılan atamalarda mülakatla oluşan usulsüzlükleri görmemektedirler. Bu yıl yapılan öğretmen atamalarında bazı illerde mülakat komisyonlarının mülakat puanları yüksek olurken, bazı illerde mülakat puanları düşük tutulduğu için ciddi mağduriyetler yaşanmıştır. Üniversitelerde verdiği eğitimden tereddüt eden, yaptırdığı stajdan tereddüt eden, ÖSYM’den tereddüt eden Millî Eğitim Bakanlığı yıllardır ciddi iddia ve büyük şaibeler altında sürdürdüğü mülakat uygulamasının yarattığı hak mağduriyetlerini görmek istememektedir.
İdeolojik adam kayırma olan mülakat kaldırılmalı, öğretmen niteliğine ilişkin Bakanın yaşadığı kuşkular üniversite eğitimi dönemindeki stajla giderilmeli, ücretli öğretmen uygulamasına son verilmeli ve öğretmenlerin ataması yapılmalıdır. Özel sektörde çalışan öğretmelerin kayıt dışı çalışmalarına son verilmesi, bu öğretmenlerin taban maaşlarının en düşük kamu çalışanı maaşına sabitlenmesi gerekmektedir. Ataması yapılmayan öğretmenler için bütçeden pay ayrılmalı, ilk aşamada 200 bin öğretmenin mülakatsız ataması yapılmalıdır. 15 Temmuz 2016 darbe girişiminin ardından OHAL kapsamında ilan edilen KHK'lerle, 132 bin kamu çalışanı hiçbir mahkeme kararına gerek duyulmadan kamudan ihraç edildi. Kamudan ihraç edilenlerin 41.705'i eğitim ve yükseköğretim kurumlarındandır. KHK'lerle MEB'den 34.393 kişi, yükseköğretim kurumlarından ise 7.080 kişi ihraç edildi. Bir gece yarısı yayımlanan KHK'yle binlerce kişinin pasaportları iptal edilerek ihraçları yapıldı. Kurum kanaati gibi izafi sebeplerden hukuksuz ve adaletsiz bir yargılama ve inceleme sürecine itildiler. Fişleme yöntemleriyle KHK'lilerin başka yerlerde çalışmaları engellendi. KHK'liler açlıkla terbiye edilmeye çalışıldı. Haksız ve hukuksuzluğa dayanamayan en az 52 kamu emekçisi ihraç edildikten sonra maalesef intihar etti. Üzerinden sekiz yıldan fazla zaman geçen OHAL'le birlikte başlayan KHK'yle ihraç edilen KESK üyesi 2.521 kişi hâlâ görevlerine iade edilmedi. İhraç edildikten sonra kamu emekçilerinin özel sektörde iş bulmaları, banka hesabı açmaları, sosyal yardım almaları, yurt dışına çıkmaları engellenmiş, kendilerine "Aç, susuz kal, ağaç kabuğu ye." denmiştir. Bu durum ihraç edilenlerin yalnızca kendilerini değil tüm ailelerini de etkilemiştir. Sırf ebeveynleri KHK'li diye birçok genç KPSS mülakatlarında, güvenlik soruşturmalarında elenmiştir.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Lütfen tamamlayın.
YILMAZ HUN (Devamla) - Bu KHK zulmüne bir an önce son verilmelidir.
Son olarak, 2025 bütçesinde eğitime ayrılan payın düşük olduğunu, eğitimde yaşanan sorunlara çözüm olamayacağını ve karşı çıkacağımızı belirtmek isterim.
Demokratik, özgürlükçü, bilimsel, laik, parasız, ana dilinde, ekolojik ve kadın özgürlükçü bir modelin bu sorunların çözümü olacağını savunuyoruz.
Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum. (DEM PARTİ sıralarından alkışlar)