Konu: | 2025 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Teklifi ile 2023 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Teklifinin 6'ncı Tur Görüşmeleri münasebetiyle |
Yasama Yılı: | 3 |
Birleşim: | 35 |
Tarih: | 15.12.2024 |
SAADET PARTİSİ GRUBU ADINA SERAP YAZICI ÖZBUDUN (Antalya) - Teşekkür ederim Sayın Başkanım.
Genel Kurulumuzu ve bütün Türkiye'yi saygıyla ve sevgiyle selamlıyorum. Ben konuşmamda millî eğitim politikaları üzerine bazı sorunlara işaret etmeye çalışacağım.
9 Aralıkta, bütçe görüşmelerinin Genel Kurulumuzda başladığı ilk gün Sayın Cevdet Yılmaz konuşmasında bize bazı rakamsal veriler sundu. Buna göre, 2002 yılında Türkiye'de 76 olan üniversite sayısının bugün itibarıyla 209 olduğunu ifade etti. Eğer bu rakamsal veriler aynı zamanda nitelik artışına da işaret etmiş olsaydı elbette hepimiz çok memnun olurduk. Bizlerin yakinen bildiği bir gerçek var, bu üniversiteler ne yazık ki yeterli akademik kadroya sahip değiller, yeterli laboratuvar ve kütüphane imkânlarına sahip değiller, hatta hatta bu üniversiteler bir üniversitenin gerektirdiği mimari yapıya sahip olmadıkları için "apartman üniversitesi" adıyla anılıyorlar. Dolayısıyla bir ülkede üniversite sayısını böyle kontrolsüzce, plansızca yükseltmek ne yazık ki marifet değil.
Şimdi, ben Sayın Yılmaz'ın bu konuşmasını izlerken ister istemez şu düşünceyi geçirdim içimden: Keşke üniversite sayısını böyle kontrolsüzce artıracağınıza, mesela, gelecek vadeden Şehir Üniversitesini hoyratça kapatmasaydınız, mesela, uluslararası saygınlığa sahip Boğaziçi Üniversitesini tarumar etmeseydiniz. Dolayısıyla, rakamlar her şeyi ifade etmiyor.
Gene Sayın Yılmaz konuşmasında bizlere yurt kapasitesini artırdıklarına dair birtakım veriler sundu. Bu rakamsal veriler doğru olabilir ama Türkiye'nin bambaşka bir gerçeği var, Türkiye'de öylesine güçlü ve derin bir ekonomik kriz var ki artık üniversiteyi kazanan öğrenciler, barınma ihtiyaçlarının, gıda ihtiyaçlarının, kırtasiye ihtiyaçlarının gerektirdiği ekonomik güce sahip olmadıkları için üniversitelere kayıt yaptırmıyorlar. Hatta ben birçok meslektaşımdan bunu duyuyorum, gazetelerde sizler de okuyorsunuz, 2-3 ve 4'üncü sınıftaki öğrenciler üniversitedeki kayıtlarını donduruyorlar. Demek ki meseleyi çok geniş bir eksende ele almak mecburiyetindeyiz.
Öte yandan, Türkiye'nin gençlik profiline baktığımızda şu sorunları görüyoruz: Gençlerimizin bir kısmı üniversite diplomalarını aldıktan sonra o diplomaların gerektirdiği işleri bulamadıkları için evlerinde oturuyorlar, hâlâ anne ve babalarından harçlık alıyorlar. Bu sebeple, Türkiye'de yeni bir kavram doğdu "ev gençleri" şeklinde. Bunların bir kısmı ise Türkiye'de gelecek görmedikleri için hayallerini sınır ötesine taşıyorlar ve Türkiye'yi terk ediyorlar. Dolayısıyla bizim ciddi emeklerle, ciddi masraflarla yetiştirdiğimiz pırıl pırıl gençlerimiz Türkiye'ye katkıda bulunmak yerine bambaşka ülkelere gidip oraya katkılarını sunuyorlar. Dolayısıyla, rakamlar bize her şeyin çok iyi olduğunu göstermiyor.
Şimdi, ben bu vesileyle bir başka soruna daha işaret etmek istiyorum: Biliyorsunuz, Türkiye 2011 yılında çok değerli bir kurumunu ortadan kaldırdı; Devlet Planlama Teşkilatı. Böylece, gelecek beş yıllarımızı, on yıllarımızı bilimsel bir perspektifle değerlendirme imkânını kaybettik. Sık sık uçuş yapanlar bilirler, havacılıkta bir deyim var "..."(*) şeklinde. Hâliyle, Türkiye, üniversite alanı dâhil bütün konularını âdeta bu kavram çerçevesinde planlıyor. İngilizce bilmeyenler için söyleyelim "âmâ uçuş" "âmâ iniş" şeklinde ifade edebiliriz bu kelimeleri.
Şimdi, bunları niçin söyledim? Bakınız, Türkiye'de toplam 92 hukuk fakültesi var ve bu fakültelerde şu anda 76 bin öğrenci okuyor. Peki, bizim bu kadar çok sayıda hukukçuya ihtiyacımız var mı? Hayır, yok. Bizim neye ihtiyacımız var? Hukuka ihtiyacımız var, hukukun üstünlüğüne inanan güçlü kadrolara ihtiyacımız var. Aynı problemi sağlık alanında da gözlemliyoruz. Şu anda Türkiye'de plansız ve programsız bir biçimde çok sayıda tıp fakültesi, diş hekimliği fakültesi, eczacılık fakültesi açılmış durumda ve ne yazık ki bu fakültelerde yeterli akademik kadrolar yok, laboratuvar imkânları yok.
Dolayısıyla, değerli milletvekilleri, şu yıllarda dünyaya gelen çocuklar, yetişkinlik yaşına, orta yaş çağına geldiklerinde, sağlık problemlerini çözmek üzere hastanelere müracaat ettiklerinde, ne yazık ki gerçekçi olalım, sorunlarını çözecek iyi yetişmiş hekimler bulamayacaklar, iyi yetişmiş diş hekimleri ve eczacılar bulamayacaklar.
Tabii, aynı problem bütün meslek alanlarında varlığını hissettiriyor. Aynı şekilde öğretmenler de plansız ve programsız açılmış olan eğitim fakültelerinin mağduru durumunda. Birincisi, eğitim fakültelerinde yeterli akademik kadrolar yok; ikincisi, buradan mezun olan gençler maalesef hâlâ atama bekliyorlar ve üçüncüsü, bunların bu sorunlarını çözmediğimiz gibi geçtiğimiz haftalarda öğretmenlerin bütün feryatlarına rağmen Öğretmenlik Meslek Kanunu diye bir kanun burada kabul edildi. Böylece artık özellikle devlette çalışan öğretmenler geleceğe güvenle bakamayacaklar çünkü onların önüne çeşitli engeller konulmuş durumda.
Peki, bizim eğitim politikalarımızı hangi eksende gözden geçirmemiz lazım? Ben, seçim çevrem olan Antalyalı iş insanlarıyla sık sık diyaloglar kuruyorum ve onların ve tabii bütün Türkiye'deki iş insanlarının çok önemli bir derdi var; "Bize üniversite mezunu genç lazım değil." diyorlar, "Bize ara eleman lazım. Biz ara eleman bulamıyoruz; meslek liseleri açılmalı, meslek yüksekokulları açılmalı, ara eleman ihtiyacı dikkate alınmalı." Böylece aslını ararsanız hem gençlerimiz üretken olacaklar hem de belki bugün bir üniversite mezununun elde ettiğinden daha yüksek bir gelire sahip olma imkânını bulacaklar. Bakın, bugün su tesisatçısı bulunmuyor, tornacı bulunmuyor, kaynak ustası bulunmuyor. Hâliyle, üniversitelere, üniversitelerde gençlerimize hayal satacağımıza onlara üretken olabilecekleri, yeteneklerinin elverdiği alanları gösterebilelim ve onları hayata dâhil edecek bir plan ve programlama yapabilelim.
Tabii, sözlerimi bitirmeden önce bir noktaya ışık tutmak istiyorum. Sık sık Sayın Cevdet Yılmaz'ın konuşmasına referansla açıklamalar yapıyorum; bu sözlerim yanlış anlaşılmasın. Benim Sayın Cevdet Yılmaz'ın şahsına hiçbir muhalefetim yok. Aksine, kendisine çok saygı duyuyorum ve kendisinin çok iyi eğitim görmüş, ODTÜ'den mezun olmuş, Denver'da yüksek lisans yapmış ve demin bahsettiğim Devlet Planlama Teşkilatında yetişmiş çok değerli bir bürokrat olduğunu söylemek isterim. Ama gelin görün ki bizim sorunumuz şu: Biz yetişmiş kadrolarımızı da verimli bir biçimde, gerçekçi bir biçimde ülkenin yönetimine dâhil edemiyoruz ve gençlerimizi de ülkenin ihtiyaçları doğrultusunda yetiştiremiyoruz. Dolayısıyla, değerli milletvekilleri, Türkiye'nin eğitim hayatında çok ciddi sorunları var. Tabii ki bize ayrılan bu kısa sürede bunların hepsine değinmek mümkün değil. Anadolu'daki bir özdeyişle sözlerimi bitireyim: Deveye demişler ki: "Boynun neden eğri?" O da demiş ki: "Nerem doğru ki?" Hâliyle, ne yazık ki Türkiye'nin bütün eğitim hayatı ve tüm alanları böyle bir tablo sergiliyor. Umarım el birliğiyle bunları çözecek bir zemini yaratabiliriz.
Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (Saadet Partisi, CHP ve İYİ Parti sıralarından alkışlar)