| Konu: | 2025 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Teklifi ile 2023 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Teklifinin 6'ncı Tur Görüşmeleri münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 3 |
| Birleşim: | 35 |
| Tarih: | 15.12.2024 |
SAADET PARTİSİ GRUBU ADINA SEMA SİLKİN ÜN (Denizli) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; vallahi güneşli bir pazar sabahında bakanlıkların bütçesini konuşmak pek keyifli değil, zaten konular da keyifli değil.
Aile Bakanlığımızdan başlayalım diyorum; ülke servetinin yüzde 40'lık kısmının nüfusun sadece yüzde 1'lik kesiminin elinde bulunduğu, en alttaki 15 milyon insanın toplam gelirin 6,2'sini, en varlıklı 15 milyonun ise gelirin yüzde 46'sını paylaştığı bir ülkede en alttaki milyonların umutlarına karşılık vermek zorunda kalan Bakanlıktan başlıyorum.
Aile Bakanlığının bütçesi bize diyor ki: Yoksulluk, artık Türkiye'nin kronikleşmiş bir sorunudur; yoksulluğu önleyemeyiz, yoksulluğu yönetebiliriz sadece. Tabii ki enflasyonla, rant düzeniyle, vatandaşı öncelemeyen ekonomi programlarıyla halkı fakirleştiren bir Hazine Bakanı varken, Aile Bakanı da oluşan yoksulluğu yönetmekten başka yol bulamaz kendine. Hazine Bakanı öyle acımasız ki sosyal yardımlardan faydalanan aile sayısı artarken yardımların bütçesini düşürüyor; bunun yoksulluğun sürdürülebilirliğini garanti altına almaktan başka bir motivasyonu olamaz. Başka başlıklarda gelecek öngörülerinde düşüş beklenirken yardım taleplerinde 2027 yılına kadar bir düşüş olmayacağı öngörülüyor; demek ki hiçbir iyileşme beklentiniz yok, demek ki yönetilmek istenen bu yoksulluğun siyasi bir yönü var yani bir yandan imtiyazlı bir zümreyi zengin ederken, diğer yandan fakirleşen geniş halk kesimlerinin tepkilerini azaltmak, itirazlarını bastırmak için insanlara ölmeyecek kadar nefes aldıran bir rehin alma politikası izliyorsunuz. Gerçekten merak ediyorum, iktidar her fırsatta aile bütünlüğünü korumanın mücadelesini verdiklerini ifade ediyor. Bu iddiayı, boşanmalar hız kesmezken, geçim derdi yüzünden aile parçalanmaları artarken Bakanlığı büyük bir yardım kuruluşuna çevirerek nasıl yapacaksınız? Bu iklimden ancak yoksullar ordusuna yazılmayı bekleyen fertler yetişir, sizler de artan bu rakamlardan dolayı kendinizi sigaya çekmek yerine gelip burada övünürsünüz.
Değerli milletvekilleri, bir ülkede nüfusun başa baş seyretmesi için doğurganlık hızı kadın başına 2,1'i olmalı, bu oran hızlı bir şekilde 1,51'e düştü ve her 5 aileden 1'i dağılıyor, daha da çarpıcı olanı 2053 yılına geldiğimizde her 100 aileden 28'inin dağılmış aile statüsünde olacağı öngörülüyor. Bu tablo, net olarak ailenin korunamadığının, aile politikalarının yetersizliğini gösteriyor. İktidar, sürekli evliliği ve çocuk sahibi olmayı teşvik eden söylemlerde bulunuyor ama bu teşviki karşılayan bir icraat ortaya koymuyor. Nüfusun doğal yollardan teşviki konusu siyasi bir konudur ve özellikle iktidar ile ana muhalefet partisi arasında yaklaşımda taban tabana zıtlık vardır. Akademik çalışma konularımdan biri olduğu için söylüyorum, iki partinin yaklaşımı literatürde yer edecek kadar farklılık arz ederdi normalde ancak Bakanlığın Komisyondaki görüşmelerini baştan sona takip ettim, ana muhalefet partisinin söz alan vekillerinin büyük çoğunluğu nüfus artış hızının yavaşlaması, doğurganlık hızının gerilemesi konusunda tedirgin olduklarını, nüfus dinamiklerinin geleceğimiz açısından tehlike arz ettiğini ve Bakanlığın bunun için ciddi bir adım atmadığını söyledi. Anlaşılan bu konuda genel bir uzlaşı var. Gerçi iktidar arzu ettiği bir işte uzlaşıya ihtiyaç duymuyor ama yine de samimiyseniz bu konuda atılacak adımlar karşısında muhalefet mâniniz de bahaneniz de yok en azından.
Bugün çocuklu kadınların iş yaşam dengesini sağlayacak şekilde çalışma hayatına katılımlarını kolaylaştıracak tedbirleri almamak yarın çocuklu kadınlara istihdamsız emeklilik sağlamak zorunda kalmaya mecbur edecek sizleri. Ülkemize özgü bir doğum teşvik politikasını hayata geçirmek için kaybedecek pek vaktiniz kalmadı zaten. On beş yıldır açık olan fırsat penceresi değerlendirilmedi, nüfus verimli değerlendirilmezse on beş yıl sonra bu fırsat penceresi tamamen kapanmış olacak. Doğum izni sonrası işe dönüşü güvence altına alan, çocuk bakım desteklerini artıran, esnek çalışma saatlerini uygulayan, çocuklu ailelere yönelik vergi indirim politikalarını hayata geçirecek uygulamaları biraz daha ihmal ederseniz on beş yıl sonra nüfusumuz dinamizmini kaybettiğinde alınacak en erken tedbirin geri dönüşü için otuz kırk yıla ihtiyaç olduğunu bilmenizi isterim.
Biraz da Millî Eğitim Bakanlığımızdan bahsetmek istiyorum. Değerli milletvekilleri, insanlık tarihinin en temel müessesesi üniversitelerimizde insanlık birimine katkı sunan, amacı bilim üretmek olan öğretim görevlilerinin bugün bambaşka bir sorunu var. Nedir o? Akademisyenlerin yoksulluk sınırındaki gelirleri.
Şimdi, bazı verileri paylaşalım ki kamuoyunu yanılttığımız sanılmasın, yanıltıyorsak da Sayın Bakan düzeltsin. TÜRK-İŞ'e göre yoksulluk sınırı 67 bin lira; peki, bugün yeni göreve başlayan bir araştırma görevlisi ne alıyor? 57.470 lira. Peki, profesör olmuş bir öğretim üyesi ne alıyor? 78.560 lira. 2014 Kasımında profesör maaşının yoksulluk sınırına oranı 1,48'di, on yıl sonra, 2024 Kasımında bu oran 1,25'e düştü. Bu akademisyenlerin bilimsel araştırma yapmalarını, bilim üretmelerini beklemek size gerçekçi geliyor mu? İlim adamının kafası rahat olmak zorundadır. Aklı özlük haklarında olan, geçim derdine düşmüş bir bilim adamı bilim üretemez. Yeni mezun hâkimin maaşı ile onu okutan profesörün maaşı arasında, uzman doktorun maaşı ile onu yetiştiren profesörün maaşı arasında, araştırma görevlisinin maaşı ile düz memurun maaşı arasında neredeyse fark kalmamış. Başarılı bir genç üniversitede kaldığında benzer meslek grupları olan doktorlar, hâkimler, savcılardan daha düşük maaş alacak. Akademisyenlerin maaşlarında dünya üniversiteleriyle aramızdaki 10 kata varan farklardan söz etmiyorum bile çünkü bu, çok daha mahcup edici olabilir.
Kimi raporlar Türkiye'de araştırmacıların verimleri arttıkça yurt dışına göç etme oranlarının arttığını gösteriyor yani beyin göçünde belki de en verimli araştırmacılarımızı kaybediyoruz. Eğer büyük bir aşkla çileye talip değilse nasıl tutacaksınız üniversitelerimizde bu akademisyenleri, bu başarılı gençleri? Bakın, bundan tam on yıl önce bu vakitlerde Sayın Davutoğlu'nun Başbakanlığı döneminde bu Meclisten akademik zam tasarısı geçmişti. Keşke bugün de akademisyenlerin yoksulluk sınırında kalan maaşlarını değil, refahını konuşabilseydik.
Değerli milletvekilleri, önemli bir meselemiz de köy okullarının çeşitli gerekçeler gösterilerek kapatılması. Hükûmet bir taraftan tersine göçü, köylerin yeniden canlandırılmasını, nüfusun artmasını amaçladığını söylüyor, bir yandan da aileleri o köylerde tutacak en önemli araç olan köy okullarını kapatıyor; dil başka söylüyor, el başka icraat yapıyor. Çocuklar o yaşta gün aymadan, yarı uykulu, yarı aç tehlikeli yollardan geçerek taşımalı sistemle onlarca kilometre uzaklıktaki okullara naklediliyorlar. Yerinde eğitimden taviz vermek çocukların okullarını terk etmesine rıza göstermek demektir. Bir köy okulsuz kalıyorsa o köyde nüfusu nasıl devam ettireceksiniz, hangi motivasyonunla köyde yaşamı sürdürülür kılacaksınız?
Sayın Bakanımızın verisiyle, yedi yılda 2.427 okul kapanmış. İnanın, okulun kapandığı bu köylerin kendisi de kapanıyor bir süre sonra. 6 Ocak 2023'te, Bakanlık "Önümüzdeki üç ay içinde hane sayısı 10'un altında olmayan ama köy okulu kapalı olan tüm okulları vatandaşın hizmetine sunacağız." diye bir açıklama yapmıştı. O tarihten beri şehrim Denizli dâhil, memleketin dört bir köşesinde bırakın kapanan okulları açmayı yeni kararlarla okulların kapatılmasına devam edildi. Her şehre üniversite açmaktan daha mı maliyetli her köyde bir okul tutmak? Okullar süpermarket mi ki "Müşterisi azaldı." diye kapatıyorsunuz Sayın Bakan?
Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum.
Bütçelerinizin hayırlı olmasını diliyorum. (Saadet Partisi, DEM PARTİ ve İYİ Parti sıralarından alkışlar)