| Konu: | 2025 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Teklifi ile 2023 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Teklifinin 5'inci Tur Görüşmeleri münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 3 |
| Birleşim: | 34 |
| Tarih: | 14.12.2024 |
DEM PARTİ GRUBU ADINA SÜMEYYE BOZ (Muş) - Teşekkürler Sayın Başkan.
Değerli milletvekilleri, ekranları başında bizi izleyen değerli halklarımız; cezaevlerinde direnen, esir tutulan siyasi tutsakları ve sürgündeki yoldaşlarımı saygı ve sevgiyle selamlıyorum. (DEM PARTİ sıralarından alkışlar)
Ayrıca, bir selamı da altmış günlük grev yasağı verilmesine rağmen mücadelesine devam eden ve direnişi terk etmeyen BİRLEŞİK METAL-İŞ'in işçilerinin direnişini selamlayarak sürdürmek istiyorum.
2025 yılı bütçesiyle karşı karşıyayız ama karşımızda ne görüyoruz, biraz ona bakmak istiyoruz. Bir yanda zenginleşen bir avuç sermaye, diğer yanda açlık sınırının altında yaşamaya çalışan milyonlar. Bu bütçe halkın emeğini sömürmekle, alın terini sömürmekle kalmıyor, aynı zamanda sosyal adaletin ölümünü temsil ediyor ve toplumsal barış umudunu yok ediyor. Bu bütçede kadınlar, çocuklar, işçiler, emekliler, emekçiler, gençler, Kürtler, Aleviler ve toplumun diğer ötekileri yok ve bu bütçe o yok sayılanların âdeta cellatlığını yapıyor. Türkiye'nin iş gücü piyasası, emeğin sistematik bir şekilde değersizleştirildiği ve sömürü politikalarının arenası hâline gelmiş durumda. 4857 sayılı İş Kanunu'yla taşeron çalışma, güvencesiz çalışma biçimleri yasalaştırılmış ve tabii ki işçilerin hakları gasbedilmiştir. Taşeron işçiler sosyal güvenceden yoksun bir şekilde çalışırken kıdem tazminatı gibi haklarını da alamıyorlar. Esneklik adı altında güvencesizleştirilen işçiler patronların insafına bırakılmış durumda. Kısmi süreli işler, çağrı üzerine yapılan çalışmalar ve kiralık işçilik gibi modellerle sömürünün yeni yeni yöntemleri oluşturulmuş durumda.
Kadın emeği ise bu sistemin en büyük kurbanlarından biri. Kadınlar düşük ücretlere mahkûm edilirken aynı zamanda, öte yandan toplumsal alandan ve kamusal alandan dışlanmakta, ekonomik eşitsizliğin derinliğiyle yüz yüze kalmaktalar. Hükûmetin gündeminde "Kadının kariyeri anneliktir." masalları varken bizim gündemimizde kadın yoksulluğu var.
Bakınız, bu konu kapsamında partimiz DEM PARTİ Kadın Meclisi bir kampanya yürüttü. Özgür ve eşit yaşamda ısrarcıyız, kadın yoksulluğuna karşıyız dedik ve bu kapsamda; tarlada, fabrikada, sivil toplum kuruluşlarında, sokakta, evde kadınlarla buluştuk ve bu buluşmaların sonucunda bir kanun teklifi hazırladık. Bu kanun teklifinin içeriği de ev içi emekçisi olan kadınların haklarını güvence altına almak, emeklilik hakkının tanınmasıyla ilgili bir kanun teklifi. Umuyoruz ki bütçe görüşmelerinin yapıldığı bugünde toplumsal cinsiyet eşitliğine duyarlı bir bütçeleme bakımından bu kanun teklifi kabul edilir çünkü karşımızda toplumsal cinsiyet eşitliğine duyarlı bir bütçeleme yok ancak bunun kabul edilmesiyle ön açıcı olabiliriz diye ifade etmiş olalım.
Emekli yoksulluğu da ayrıca değinilmesi gereken bir konu. 2024 ve 2025 yıllarında emekli olacaklar arasındaki yüzde 35'lik maaş farkı halkın gerçekten de adaletin nereye vardığını sorgulamasına sebep oldu, iktidarın adalet anlayışını da bir kez daha gösterdi. Enflasyon maaşları eritmiş, aradaki farkı kapatmak imkânsız; kendi hayat standartları ile yoksulların, emeklilerin hayat standartlarını karşılaştırma gafletine düşmek bile bir insanlık sınavıdır ve iktidar bu sınavı verememiştir. Açık ve net söyleyelim: Emekli maaşının yoksulluk sınırının yarısının altında olacağı bir masaya oturmak işçiyi ve 16 milyon emekliyi satmaktır.
İktidar, BAĞ-KUR sigortalılarını âdeta güvenlik sisteminin kölesi hâline getirdi. Büyük şirketlerin borçlarına af üstüne af yağdırırken, yapılandırmayla onları ödüllendirirken söz konusu esnaf olduğunda "Ödeyemiyor musun? O zaman, o senin sorunun." diyerek sırtını çevirmiş durumda yani esnafın alın teri ve emeği büyük sermayedarların çıkarlarına kurban edilmiş durumda. Sosyal güvenlik hak değil, sanki bir lütufmuş gibi sunuluyor ve bu adaletsizlik Hükûmetin emekçiye reva gördüğü bir utanç vesikasıdır.
Türkiye'de asgari ücrete bakıyoruz; asgari ücret artık bir istisna değil, milyonlarca çalışanın hayatta kalma savaşı verdiği bir sefalet ücreti hâline gelmiştir. Açlık sınırı 20 bin, yoksulluk sınırı 66 bin iken asgari ücret ise milyonların mahkûm edildiği bir ölüm harçlığıdır. Ama ne oluyor? Hükûmet asgari ücrete yapılan göstermelik artışları "müjde" diye pazarlıyor, bir de buna alkış bekliyor. Bu ücretle kirasını, faturasını, okul masraflarını, çocuklarının ihtiyaçlarını karşılayabilir mi bir halk? Geri dönüşüm işçilerinin dediği gibi, tekrar ediyoruz: Yoksullukla mücadele edin, yoksullarla değil.
Peki, bakalım, bütçenin en büyük payı nereye gitmiş? Silahlanmaya ve çatışmacı politikalara tahsis edilen korkunç bir meblağ var karşımızda. AKP iktidarı "savaş ve güvenlik harcamaları" adı altında toplumu da barıştan uzaklaştıran bir konumdadır.
Tam, 1 trilyon 608 milyon TL; bu paranın halkın ihtiyaçlarını karşılamak, refahını artırmak, yoksulluğu bitirmek veya temel ihtiyaçları karşılamak için kullanılması gerekirken iktidar tercihini çözümden değil çözümsüzlük, savaş ve çatışmadan yana yapmıştır. Halkın yoksullukla, işsizlikle boğuştuğu bu dönemde bu devasa bütçe hâlbuki milyonlarca insanın yaşam koşullarını iyileştirmek için kullanılabilirdi. Bakıyoruz, elektrik faturasını ödeyemeyen, çocuğuna süt alamayan bir halk için bu paraya ne yapıldı? İHA'lar alındı, SİHA'lar alındı ve asimetrik bir savaşın harcamaları gerçekleşti. Yani biz yaşamın kutsallığından söz ederken, bu tutum, bu yaklaşım ölümü finanse etmekten başka hiçbir şey değildir. Bu savaşın maliyetini kim ödüyor peki? Bu ülkede yaşayan bütün yurttaşlar ödüyor. İşçiden, çiftçiden, öğrenciden, emekliden, emekçiden yani çalışan herkesten alınan her bir kuruş bu savaşa akıtılıyor. Halkın alın teriyle, emeğiyle, hatta hayatı pahasına kazandığı paralar gelip yoksulluğu bitirmek yerine ölüm makinelerine yatırılıyor. Tabii, bunlar bütün Türkiye'nin problemleri ancak Türkiye'nin en yoksul kentlerinden olan Muş, Bitlis, Hakkâri gibi kentlerdeki vahim tablonun sonucunu 2 katına, 3 katına çarptığımızda asıl sonucu da görebiliriz.
SIRRI SAKİK (Ağrı) - Ağrı'yı da kat, Ağrı'yı da.
SÜMEYYE BOZ (Devamla) - Çünkü bu bütçe yalnızca toplumsal barışı değil ekonomik adaleti de öldürüyor. Kürt illerinde insanların yaşam alanları insansızlaştırılırken, yaylalar ve meralar yasaklanırken şehirlerde ise halkın iradesi ve güvenlik politikaları adı altında halkın kaynakları gasbediliyor. Öbür yandan, Kürt işçiler ve mevsimlik tarım işçileri zorunlu göç politikalarından sebep insanlık dışı koşullarda çalışmaya mahkûm ediliyor. Tarım ve hayvancılığın bitirilmesi, yayla ve mera yasaklarının sürdürülmesi Kürtleri ekonomik anlamda daha da güç bir duruma sürüklüyor. Son yıllarda metropollerde yaşayan ancak derin yoksulluğun kıskacında çözümü artık geri dönmekte bulan aileler, döndüklerinde ise verimsizleşmiş topraklar, altyapı eksikliği, iş gücü kaybı gibi nedenlerle tarımsal üretimin yapılamadığını, öldürüldüğünü fark ettiler. Bununla beraber, HES ve JES'lerle birlikte ekonomik baskının daha da arttığıyla karşı karşıya kaldılar. Türkiye'de iş cinayetleri ise bu sömürü düzeninin en vahşi gerçeklerinden biri. İş Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisinin verilerine göre, 2024 yılının ilk dokuz ayında 1.371 işçi hayatını kaybetmiştir. Bu ölümler kaza değil, açıkça cinayettir çünkü denetimsizlik, işverenlerin umursamazlığı ve iktidarın, Hükûmetin işçi düşmanı politikaları bu katliamların önünü açmıştır, engelleyememiştir. Her işçi ölümü cinayete ortaklık, her alınmayan önlem ise bu katliamın planlı bir parçasıdır. İktidarın hazırladığı 2025 bütçesi de işte bu kanlı düzenin devamı gibidir. İşçiler, emekçiler, emekliler, yoksullar her yerde isyan ediyor, sesini yükseltiyor, haykırıyor ve diyor ki...
(Hatibin kürsüde susarak beklemesi)
BAŞKAN - Sayın Boz, buyurun, süreniz devam ediyor.
SÜMEYYE BOZ (Devamla) - İşte, kadın yoksulluğu, emekli yoksulluğu, çocuk yoksulluğu, topyekûn bir halkın yoksulluğunun haykırışına dair iktidarın tutumu koca bir sessizlik; duymuyor, konuşmuyor, umursamıyor. (DEM PARTİ sıralarından alkışlar)
Bu ülkenin yurttaşlarının sesi sizin saraylarınızdan duyulmuyor olabilir ancak biz onların sesi olmaya devam edeceğiz. Bu anlamda, sosyal adaletin, insan hakları ve toplumsal barışın sağlanması için sözümüz var. Asgari ücret açlık ve yoksulluk sınırının altında bırakılamaz. Ekmek temel bir insan hakkıdır ve asgari ücret en az 35 bin TL olmalıdır. Savaş yerine barış, çatışma yerine çözüm... Halkın kaynakları silahlanmaya değil refaha ayrılmalıdır. Kadınlar, gençler, engelliler ve mülteciler için sosyal ve ekonomik adalet sağlanmalıdır.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Boz, lütfen tamamlayın.
SÜMEYYE BOZ (Devamla) - Tarım ve hayvancılık desteklenmeli, üreticilerin borçları silinmeli ve kooperatifler güçlendirilmelidir. Güvenlikçi politikalarla insansızlaştırılan Kürt illerinde yaşam yeniden inşa edilmelidir diyorum ve Genel Kurulu, bütün halkları tekrardan selamlıyorum. (DEM PARTİ sıralarından alkışlar)