GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: 2025 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Teklifi ile 2023 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Teklifinin 1'inci Tur Görüşmeleri münasebetiyle
Yasama Yılı:3
Birleşim:30
Tarih:10.12.2024

SAADET PARTİSİ GRUBU ADINA SERAP YAZICI ÖZBUDUN (Antalya) - Teşekkürler Sayın Başkan.

Değerli milletvekilleri, Sayın Bakanlar ve bizleri ekranları başında takip eden değerli izleyiciler; hepinizi saygıyla selamlıyorum. Adalet Bakanlığı bütçesi konusunda Gelecek-Saadet Grubu adına söz almış bulunuyorum ama sözlerime başlamadan önce, değerli meslektaşım Sayın Bülent Kaya'nın sözlerinde maksadı aşan birtakım ifadeler oldu, onunla ilgili bir düzeltme yapacağım. Çıplak arama sadece başörtülü kadınlar için bir hak ihlali değildir; kadın, erkek herkes için ve başı açık kadınlar için de rencide edici, ciddi bir hak ihlalidir. (Saadet Partisi, CHP ve DEM PARTİ sıralarından alkışlar) Eminim siz bunu amaçlamadınız ama bu sözler düzeltmeye muhtaç sözler; aksi hâlde, biz başı açık kadınların her türlü, insanlığa fevkalade aykırı muameleye müstahak olduğumuz gibi bir anlam çıkar ki sizin bunu kabul ettiğinizi hiç düşünmüyorum.

Değerli milletvekilleri, Adalet Bakanlığı bütçesi üzerine söz aldığımı belirttim ancak ben konuşmamda bütçenin rakamsal verileri üzerinde durmayacağım; uzmanlık alanım gereği Türkiye'de adalet hizmetlerinin etkinliğinin, verimliliğinin ve kalitesinin yükseltilmesi konusunda bazı önerilerde bulunmak istiyorum. Bu vesileyle, 26 Kasım 2024'te benim de üyesi olduğum kadına karşı şiddeti ve her türlü ayırımcılığı önlemek üzere kurulan Komisyonda Sayın Adalet Bakanımızın yaptığı konuşmadaki bir reform taahhüdüne yer vermek istiyorum. Sayın Bakan Türkiye'de yargılama süreçlerinin yavaş işlediğini, bunun kadınlar yönünden de ağır hak ihlallerine yol açtığını belirttiler ve bu konuda çalışmalarının olduğunu söylediler. Bu çalışmalardan bir kısmı olarak da duruşmaların aralarındaki fasılaların iki ayla sınırlanacağını ve istinaftaki bekleme sürelerinin de altı ayla sınırlanacağını belirttiler ki tabii, bunlar memnuniyet verici reform önerileri. Bunların hem daha ilerletilmelerini hem de uygulamada titizlikle dikkate alınmalarını ümit ettiğimi belirteyim.

Şimdi, Komisyonda üzerinde durduğum, bu vesileyle bir kez daha zikretmek istediğim bir Anayasa Mahkemesi kararına işaret etmek istiyorum. Anayasa Mahkemesinin 15 Kasım 2024'te Resmî Gazete'de yayımlanan kararı aslında yargılama süreçlerinin kısaltılmasını da sağlayacak önemli bir sonuca sahip. Ne diyor bu kararında Anayasa Mahkemesi? Ceza yargılamalarında yargılama sürecini yürüten, tanıkları dinleyen ve onların davranışlarını gözlemleyen, sanığın savunmasını dinleyen ve onun davranışlarını gözlemleyen mahkeme heyetinin karar celsesine gelindiğinde değiştirilmesini adil yargılanma hakkının ihlali olarak görüyor ve bu hakkın hakkaniyetli yargılanma unsurunu ihlal ettiğini belirtiyor; çok önemli bir karar. Dolayısıyla bu kararın Anayasa'mızın 153'üncü maddesi gereğince hepimiz yönünden doğuracağı önemli sonuçlar var. Nedir Anayasa’nın 153'üncü maddesi? Hepimiz ezberledik ama tekrar söylemekte yarar var: "Anayasa Mahkemesinin kararları kesindir. Bu kararlar yasama, yürütme ve yargı organını, idari makamları bağlar." diyor. Öyleyse, demin zikrettiğim kararın da bizim yönümüzden bağlayıcı olan bir yanı var, o da şu: Eğer bizler burada hâkimler için coğrafi teminata ilişkin bir reformu yürürlüğe koyabilirsek bu kararın gereğini yerine getirmiş oluruz. Benim düşüncem, bunun en ideal çözümünün Anayasa'mızın 139'uncu maddesine yapılacak bir ekleme olduğu yönünde. Bu arada şunu da belirtmek isterim: Cumhurbaşkanlığının 29 Nisan 2021 tarihli genelgesinde çok açık olarak aslında hâkimler için coğrafi teminatın kabul edileceği taahhüt edilmiş. Dahası, Adalet Bakanlığımızın sitesinde yer alan 2019-2023 tarihleri arasında yapılmış olan Yargı Reformu Strateji Belgesi'nin 35'inci sayfasında da bu taahhüde açık açık yer verilmiş. Öyleyse çıkan tablo şu: Demek ki yürütme organımızın bu konuda hiçbir tereddüdü yok. Bizim yasama organı olarak da bu konuda bir tereddüt içinde olmadığımızı düşünüyorum. Hâliyle derhâl Anayasa'mızın 139'uncu maddesine bu yönde bir ekleme yaparsak ve bunu kanunlara da aktarırsak Türkiye'de yargılamaların sürati ve verimliliği yönünden önemli bir adım atmış oluruz. Üstelik böyle bir reform, Anayasa'mızın 141'inci maddesinin son fıkrasında yer alan yargılamaların mümkün olan süratle ve düşük maliyetle yerine getirilmesi yönündeki emredici hükmün de gereğinin yerine getirilmesini sağlamış olacaktır. Bu vesileyle, Anayasa Mahkemesinin önemli bir kararına daha, önemli yerleşik bir içtihadına daha yer vermek istiyorum. Yüksek Mahkeme, alacak davalarında yargılamaların uzun sürmesinin ve bu uzun süren yargılama sürecinin enflasyonla birleşmesinin alacaklılar yönünden ciddi hak kayıplarına uğradığına hükmediyor ve bu yönde yapılan başvuruları Anayasa'mızın 35'inci maddesinde yer alan mülkiyet hakkının ihlali olarak görüyor. Dolayısıyla demin bahsettiğim coğrafi teminat bu içtihadın da gereğinin yerine getirilmesini sağlayacak ve çok daha önemlisi, aslında Anayasa Mahkemesinin 15 Kasım tarihli kararının sadece ceza yargılamaları için değil, aynı zamanda özel hukuk yargılamaları için de sonuç doğuracağını gösterecek, dolayısıyla biz bu konuda derhâl adım atmalıyız.

Şimdi, bu vesileyle bir başka Anayasa Mahkemesi kararına da değineceğim. Anayasa Mahkemesi 4 Haziran 2024'te Resmî Gazete'de yayımlanan bir kararıyla 703 sayılı Kanun Hükmünde Kararname'nin çok sayıda hükmünü iptal etti. Bu kararname çok özel bir kararname, tam da Cumhurbaşkanlığı hükûmet sistemine geçiş sürecinde yayınlanmış bir kararname. Dolayısıyla bu kararname yürürlükteki birçok kanunda değişiklik içeriyor ve bu değişikliklerle aslında Cumhurbaşkanlığı hükûmet sistemine uyarlama yapmayı hedefliyor. Ne var ki Anayasa Mahkemesi 4 Haziranda yayınlanan kararında bu kanun hükmünde kararnamenin çok sayıda hükmünü iptal etti ve şunu söyledi: "Bu hükümler Anayasa'mızın mülga 91'inci maddesindeki sınırları ihlal etmiştir, kanunla düzenlenmesi gereken konular kanun hükmünde kararnameyle düzenlenmiştir, böylece bir Anayasa ihlali vardır." Ve bize, Türkiye Büyük Millet Meclisine Anayasa Mahkemesi kararının yürürlüğe girmesi için tam bir yıllık süre tanıdı. Neden mi? Çünkü bu iptal kararının gereği olarak bizim burada kanun yapmamız gerekiyor ve bir hukuk boşluğu doğmasın diye de böyle bir süre öngördü. Sürenin altı ayı geçmiş bulunuyor. Ben buradan Sayın Adalet Bakanımızın da aramızda yer alması sebebiyle, Adalet Bakanlığı temsilcilerine ve Parlamento çoğunluğumuza seslenmek istiyorum. Eğer biz derhâl harekete geçmezsek o takdirde şöyle bir sorun karşımıza çıkıyor: Daha ziyade Anayasa Mahkemesi kararlarının gereğini yerine getirmek için hazırlanan kanuni düzenlemelerde süre sınırı göz ardı ediliyor. Böylece önümüze gelen kanun tekliflerinde geçmişe yürüyen ve bu suretle Anayasa'yı ihlal eden hükümler yer alıyor. İşte, bir ihlale daha imza atılmaması için derhâl kollarımızı sıvamamız gerektiğini ifade etmek istiyorum.

Değerli milletvekilleri, evet, bugün 10 Aralık ve biz Adalet Bakanlığı bütçesini görüşüyoruz. Bu bir tevafuk. Genç nesiller için bu kelimeyi belki açıklamak gerekiyor. Nedir tevafuk? İlginç bir rastlantı, ilginç bir örtüşme. Evet, gerçekten de 10 Aralık günü önemli bir gün çünkü İkinci Dünya Savaşı'nın yarattığı yıkımdan kurtulmak için kurulan Birleşmiş Milletler örgütü çerçevesinde 10 Aralık 1948'de İnsan Hakları Evrensel Bildirisi yayınlandı ve bu bildiri çok önemli haklar içermekteydi, Türkiye de ilk imzacıları arasında yer aldı. Sayın Özlem Zengin'e hak veriyorum çünkü 10 Aralık günü bir kutlama günü değil; tam aksine, 10 Aralık günü bütün dünyada aslında ulusal ve küresel düzeydeki hak ihlallerinin dile getirildiği ve çözüm önerilerinin araştırıldığı bir gün. İşte, ben de bu vesileyle, Can Atalay'ın maruz kaldığı hak ihlaline değinmeden geçemeyeceğim. Bildiğiniz gibi Can Atalay 14 Mayıs 2023'te milletvekili seçildi ve Anayasa'mızın 83'üncü maddesinin emri olarak dokunulmazlık güvencesi kazandı ve yapılması gereken neydi? Kendisinin salıverilmesi ve 2 Haziran 2023'te burada yemin ederek göreve başlamasıydı ama bu olmadı. Bunun üzerine Can Atalay Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulundu. Anayasa Mahkemesi 25 Ekim 2023'te yayınladığı kararında çok ciddi analitik bir incelemeden sonra Atalay'ın hem seçilme ve siyasi faaliyette bulunma hakkının hem de kişinin güvenliği hakkının ihlal edildiğine hükmetti ve dosyayı İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesine göndererek derhâl gereğinin yapılmasını istedi 6216 sayılı Kanun’un 50'nci maddesi gereğince ama bu yapılmadı. Bu yapılmadığı için Atalay bir kez daha Anayasa Mahkemesine başvurdu. Bu kez 21 Aralık 2023'te, Anayasa Mahkemesi önceki kararındaki hak ihlallerini tekrarlayarak yani seçilme ve siyasi faaliyette bulunma hakkının ve kişinin güvenliği hakkının ihlal edildiğini belirterek aynı zamanda bir ihlale daha işaret etti, dedi ki: "Can Atalay'ın bireysel başvuru hakkı da ihlal edilmiştir. Derhâl gereğinin yapılması gerekir." Ama bu da yapılmadı. Bu yapılmadığı gibi Türkiye Büyük Millet Meclisi 30 Ocak 2024'te ciddi bir Anayasa ihlaline mekân oldu. Neden? Çünkü burada, bu kürsüden Can Atalay'ın milletvekilliği statüsünün düştüğü açıklandı ve bunun üzerine Anayasa Mahkemesine bir başvuru daha yapıldı bu 30 Ocak 2024 tarihli açıklama için iptal istemiyle. Yüksek Mahkeme bu kez bu kararında çok ciddi bir analitik açıklamanın ardından şunu söyledi, dedi ki: "Anayasa’nın 153'üncü maddesinin açık hükmü karşısında hiçbir kamu makamının, hiçbir yargı kuruluşunun, yasama organının veya kamu yetkisini kullanan hiçbir kuruluşun Anayasa Mahkemesi kararlarının gereğini yerine getirip getirmemek konusunda takdir yetkisi yoktur. Bu kararların gereği derhâl yerine getirilmelidir. Üstelik 30 Ocak 2024'te Meclis kürsüsünden okunan o karar bir kesin hüküm değildir. Böylece Anayasa’nın 84'üncü maddesinin ikinci fıkrası ihlal edilmiştir. Bu nedenle, Anayasa Mahkemesine yapılan bu başvuruda karar vermeye yer yoktur." Ve şunu da belirtti, 30 Ocakta buradan okunan o kararın Türk hukukunda bir karşılığının olmadığını söyledi.

Şimdi, değerli milletvekilleri, Sayın Haluk İpek konuşmasında önemli bir hususa işaret etti; askerî müdahaleden bizlere intikal eden, aslında demokrasiyle bağdaşmayan birtakım hükümleri yürürlükten kaldırdıklarını söyledi. Evet, kendisine katılıyorum, çok doğru yaptılar ve biz de o zaman kendilerini destekledik ama bir hususa işaret etmek istiyorum. Askerî yönetimler doğası gereği otoriter yönetimlerdir, askerî yönetimlerden demokrasi çıkmaz ama ne yazık ki üzülerek şunu söyleyeyim: Türkiye'de askerî yönetimler dahi böylesine ağır hukuksuzluklara imza atmamışlardır. Şu anda Türkiye Cumhuriyeti devleti çok açık bir biçimde bir anayasasızlaştırma süreci içinden geçiyor. Anayasasızlaştırma ise literatürde çok açık olarak ifade edildiği gibi aslında bir anayasal çürüme yani bir kurumsal çürümeye işaret ediyor.

Değerli milletvekilleri, eğer bizleri bir arada tutan, bizlerin geleceğe güvenle bakmamızın aracı olan bu Anayasa’nın hükümlerine uymazsak, Anayasa'ya uymamayı bir alışkanlık, bir kural hâline getirirsek işte o zaman geleceğimiz için, bekamız için çok endişe duymamız gerekir. Uluslararası gelişmeler bize bu konuda çok ders verici mahiyette. Dolayısıyla günün birinde Suriye'nin içine sürüklendiği koşullara sürüklenmemek için vakit geçirmeden Anayasa’nın üstünlüğünü, hukukun üstünlüğünü, insan haklarını dikkate alan politikalara imza atmalıyız ve iktidar muhalefet olarak el birliğiyle Türkiye'yi şu an içinde bulunduğu hukuksuzluktan kurtaracak reformlara imza atmalıyız. İşte, ancak o zaman 10 Aralık gününün bir anlamı olabilir; aksi hâlde, birtakım hamaset niteliğindeki söylemlerle 10 Aralığın gereği yerine getirilmiş olmaz.

Sabrınız için çok teşekkür ediyorum.

Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (Saadet Partisi, CHP ve İYİ Parti sıralarından alkışlar)