| Konu: | 2025 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Teklifi ile 2023 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Teklifinin İlk Görüşmesi münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 3 |
| Birleşim: | 29 |
| Tarih: | 09.12.2024 |
CHP GRUBU ADINA ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) - Türkiye Büyük Millet Meclisinin Sayın Başkanı, Değerli Divan, siyasi partilerin kıymetli Genel Başkanları, Eş Genel Başkanları, Grup Başkanları, Grup Başkan Vekilleri ve kıymetli milletvekilleri, Genel Kurulda ve Mecliste görev yapan değerli emekçiler ve televizyonları başında bizi izleyen kıymetli halkımız; hepinizi Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına sevgi ve saygıyla selamlıyorum.
Sözlerime başlarken, bugün Isparta'da helikopter faciasında hayatını kaybeden 6 şehidimize Allah'tan rahmet, acılı ailelerine ve milletimize başsağlığı diliyorum.
Yine, geçtiğimiz hafta sonu Artvin Arhavi'de gerçekleşen heyelan faciasında hayatını kaybeden ve bugün cenazelerine ulaşılan Giresun Bulancaklı 4 kardeşimize Allah'tan rahmet ve ailelerine başsağlığı dileyerek başlamak istiyorum.
Daha önce bu kürsüden defalarca dile getirdiğim gibi, bütçe hakkı, insanlık ve demokrasi tarihi açısından monarşilere ve tek adam rejimlerine karşı zorlu mücadeleler sonunda ağır bedeller ödenerek edinilmiş en önemli haktır. Bu hak, seçilmişlere, vergiyi toplayan sağ el ile gelirleri dağıtan şefkatli sol elin dengesini adalet ve kendi vicdan terazilerinde kurmanın ağır sorumluluğunu yükleyen bir haktır. Bu nedenledir ki milletten bütçe yapma yetkisini almış olan ve bugün bu salonda bulunan milletvekilleri, egemenlik hakkını temsil ettikleri yurttaşlara karşı hiçbir zaman unutulmayacak bir mesuliyeti taşımaktadırlar. Dolayısıyla, bu çatı altında yapılan bütçe görüşmelerini sadece rakamlardan ibaret görmek, el kaldırıp indirilerek geçilecek rutin bir işlem olarak değerlendirmek, milletin beklentilerine ve bu Meclise verdiği yetkiye açık bir istismar olarak kayıtlara geçecektir.
Bugün, milletiyle birlikte Türkiye Cumhuriyeti'ni kuran ve bu devletin ilk bütçelerini yaparak az zamanda büyük bir kalkınmayı başaran Cumhuriyet Halk Partisinin Genel Başkanı olarak karşınızdayım. Geçen sene bugünlerde yeni seçilmiş bir Genel Başkan olarak bu kürsüdeydim. O gün, bugünden farklı olarak ana muhalefet partisi ve son seçimlerin 2'nci partisiydik, şimdi ise milletin iradesiyle 31 Mart seçimlerinde Türkiye'nin 1'inci partisi olan Cumhuriyet Halk Partisinin Genel Başkanı olarak bu kürsüde olmanın hem gururunu hem de sorumluluğunu taşımaktayım. (CHP sıralarından alkışlar)
1980 darbesi tanklarla bütün örgütlenmelerin, bütün siyasi partilerin, bütün sendikaların üstünden geçtiğinden beri siyaset kalesinin başarı kapısı Cumhuriyet Halk Partisine kapalıydı. Biz, bu kapıyı, kurucumuzdan aldığımız ilhamla ve onun mirası olan üç anahtarla yani daha çok kadınlarla, gençlerle ve bilimle açtık; kadınların ve gençlerin enerjisini, bilimin gücünü partimizin yüzyıllık tecrübesiyle birleştirerek açtık.
Cumhuriyet Halk Partisi devlet kuran bir partidir. Partimizin ve tüm üyelerinin devlete karşı saygısıyla, devlet çağırdığında askere koşmasıyla, vergisini vermesiyle ve devleti zor duruma düşürecek her durumda doğru yerde durmasıyla övünürüz. İlkelerimizden biri de devletçiliktir zaten ama ne zaman ki devleti yönetenler iktidarı şahsileştirmiş, devleti liyakatle ve adaletle yönetmek yerine kendi çıkarlarına alet etmiş, devlet-parti ayrımını ortadan kaldırmışsa o zaman birileri devleti milletin karşısına dikmiş demektir ve eğer devlet ile millet karşı karşıya gelirse her zaman millet kazanır. Kenan Evren asker kökenli bir başbakan adayı işaret ettiğinde milletin onu seçmediği gibi, 15 Temmuz akşamı Atatürk'ün değil Fetullah'ın askerleri olanlara milletin göğsünü siper ettiği gibi 31 Mart seçimlerinin hikâyesi de bundan ibarettir. Devleti milletin karşısına dikenler için tarih tekerrür etmiştir. (CHP sıralarından alkışlar)
Atatürk'ün cepheden doğru haberler versin diye kurduğu Anadolu Ajansı ile 86 milyonun vergisiyle hayatına devam eden TRT'nin muhalefete kapalı, tek sesli yayın organlarına dönüştürüldüğü, kaymakamların seçim gezilerine katıldığı, valilerden il başkanı performansı beklendiği, AK PARTİ'nin seçim kaybettiği illerde valilerin "Başarısız oldun." diye görevden alındığı, göz bebeği ordumuzun mensuplarından hiç yaşamadıkları ve hiç yaşamayacakları beldelerde, ilçelerde oy kullanmalarının istendiği bir dönemde devlet ile millet karşı karşıya getirilmiştir. Cumhuriyet Halk Partisiyse böyle bir ortamda yine milletle aynı tarafta durmuş, devlet ile millet yarışmış ve yine millet kazanmıştır. İçinde siyasi partilerin değil milletin ta kendisinin olduğu, bölünmeyi, kavgayı çatışmayı değil birlik ve beraberliği savunan Türkiye ittifakı kazanmıştır. Türkiye ittifakını bir araya getiren, millet ile devleti yerel yönetimlerimizle buluşturan halkçı ve kamucu yönetim anlayışımızdır. Bunu genel siyasete taşıma iddia ve irademizi de samimi bulan yurttaşlarımız, ülke yönetiminden beklediğinin kalkınmacı, dayanışmacı, refah temelli bir yönetim olduğunun en güçlü mesajını yine o gece vermiştir.
İşte, biz, nasıl ki belediyelerimizde, yerel yönetimlerde bu anlayışla kamu hizmetlerini götürüyor ve bu hizmetleri merkezine alan bütçelerle yurttaşlarımızın karşısına çıkıyorsak, aynı güçteki bir vizyon ve o vizyonun bütçelerini de merkezî düzeyde yapma iddiasındayız ama iktidar seçmenin sandıkta verdiği mesajı almamış, bundan ders çıkarmamıştır. İktidar, bu Meclise getirdiği bütçeyle yine yanlış tarafta durmakta ve yanlış tarafta durmakta ısrar ettiğini 86 milyona göstermektedir.
Bu bütçe kalkınmacı değildir, bu bütçe dayanışmacı değildir, bu bütçe refah temelli değildir. Vergi toplarken adaletli değildir, yine ağır vergi yükü yoksulların ve ücretlilerin sırtındadır. Hakça bölüşüm yoktur, bütçe imkânları bu toplumun büyük bölümünü oluşturan yoksulların değil, zengin bir çevrenin lehine kullanılmaktadır. Siyaset öncelik belirleme işidir; iktidar siyasi tercihinin ne olduğunu önlerinizdeki bütçe teklifinin maddelerinde ikrar etmektedir.
31 Mart akşamı seçim sonuçlarını değerlendirdiğim konuşmamda "Her türlü ayrımcılığa karşı birlik ve beraberliğimize sahip çıkıyoruz; kibir değil, tevazu kazanmıştır." demiştim. "Bizim başarımız kimsenin hezimeti olmayacaktır. Bu sonuçları bizleri rehavete sevk edecek bir galibiyet olarak değil, seçmenin bize açtığı bir kredi olarak görüyoruz." demiştik. Milletin sandıktaki mesajını doğru okumaya gayret ettik. Millet, siyasete "Kavgayı bırakın, benim derdimi çözün." dediği için, anormal siyaseti normale çevirmek için mücadele verdik.
Bu sene yeni yıla girerken Türkiye'nin 2'nci partisi olarak, Sayın Meclis Başkanımızı ve Mecliste bizden sonra temsil edilen partilerin Genel Başkanlarını milletvekili sayılarına göre sırasıyla tek tek aradım ve yeni yıllarını tebrik ettim. O gün Genel Başkan seçildiğimde beni aramayan Sayın Erdoğan'ı aramamıştım.
Yerel seçimlerden sonra 10 Nisan Ramazan Bayramı'nda, bu kez Türkiye'nin 1'inci partisi olmanın verdiği sorumlulukla, Sayın Erdoğan dâhil 16 Genel Başkanımızı arayarak bayramlarını kutladım. 2 Mayısta Sayın Erdoğan'ı Adalet ve Kalkınma Partisinin Genel Merkezi'nde ziyaret ettim, 11 Haziranda kendisini partimizde ağırladık. Aynı zamanda, diğer siyasi partilerin Sayın Genel Başkanlarını, Sayın Eş Genel Başkanlarını partimizde ağırladık ya da talep ettiğimiz randevularla onları genel merkezlerinde, Meclisteki makamlarında ziyaret ettik.
Yaptığım her görüşmede elbette güncel, sıcak siyasi konuları da konuştum ama ısrarla emeklilerin, asgari ücretlilerin, çiftçilerin, atanmayan öğretmenlerin, adalet bekleyenlerin sorunlarını gündeme getirdim çünkü normali buydu, normal olan zaten buydu.
"Normalleşme nedir?" diye soranlara bir kez daha ifade edeyim: Normalleşme, siyasetin kısır kavgalarından, şahsi tartışmalardan arınıp sadece milletin gündemine yoğunlaşmaktır. Normalleşme, anormal siyasetin konforuna kapılarak ülkeyi kutuplaştırıp yerini sağlamlaştırmak isteyenlere karşı milletin konforunu düşünen bir siyaseti var etmektir ancak iktidar bu konfordan kurtulmayı kendi adına maliyetli gördüğü için attığı her adımda bu konuda bir samimiyet ortaya koymamıştır. Bu Meclisin emekliye hakkını vermek için mesai yapması normaldir ama onu konuşmayıp, kavga edip bu Genel Kurul Salonu'nun mermerlerine kan dökmek normal değildir. Bu Mecliste emekçiler için, atanmayan öğretmenler için, kadınlar ve çocuklar için önerge verilmesi normal, bunları görmeyip, duymayıp, el kaldırıp reddetmek ise anormaldir. Hatay'ın seçilmiş milletvekili Can Atalay'ın bugün burada oturması ve aldığı oyları veren Hatay halkını temsil etmesi normaldir ama cezaevinde bir siyasi esir gibi tutulması normal değildir. Tayfun Kahraman'ın serbest kalması, Vera'nın babasına kavuşması, Gezi tutuklularının özgürlüğü hukukun gereği olduğu için normaldir.
Biz, 86 milyonun tamamı için "Karşımızda ne yapıyor?" diye bakmadan, "Bundan kim siyasi menfaat sağlıyor?" diye düşünmeden, bütün millet için normal olanı yapmaya, talep etmeye, bunun için mücadele etmeye devam ediyoruz. Biz, hiçbir suni gündemin, hiçbir çıkar kavgasının milletin sesini bastırmasına artık izin vermiyoruz, bundan sonra da vermeyeceğiz. (CHP sıralarından alkışlar)
Biz, bu anlayışla, yerel seçimlerden hemen sonra, bir yandan iktidarın çaresiz bıraktığı vatandaşlarımıza destek olmak için belediyelerimizde var gücümüzle çalışmaya başladık, bir diğer yandan da mağdur olan ve hak arayan hangi kesim varsa onlara ses olmak için meydanlara çıktık; İstanbul'da eğitim mitingi, Ankara'da emekli mitingi, Hayrabolu'da buğday, Rize'de çay mitingi, Gebze'de emek, Giresun'da fındık, Gaziantep'te fıstık mitingi, Manisa'da çiftçi mitingi, İstanbul Beşiktaş'ta teröre ve şiddete karşı yaşam hakkı mitingi yaptık ama bugün iktidarda olanlar bu sorunları duymaya, görmeye, konuşmaya yanaşmadılar. Adalet ve Kalkınma Partisi yirmi iki yıl sonra ilk kez seçim kaybetti ama "Ben neden kaybettim?" diye düşünmek, milletin sandıktaki mesajını doğru okumak yerine anormal siyasette ısrarı tercih etti.
Bugün milletimiz kendi menfaatini Türkiye'nin menfaatinin üstünde gören bir iktidara ve onun adaletsiz politikalarına muhataptır. Yerel seçimlerden bu yana tam da bu amaçla hem bize hem de millete suni gündemler dayatılmaktadır. Önce "yeni anayasa" denilerek gerçek gündeme sis etkisi yapacak yapay bir tartışma başlatıldı, 86 milyon insan yalnızca tek bir kişinin siyasi ikbalinin anayasal kılıfa uydurulması için meşgul edildi. Bunun için Anayasa’nın ilk 4 maddesi bile hedef alındı, tartışmaya açılmaya çalışıldı. Bu tartışmayla vatandaşın gerçek gündemi ve gerçek sorunları üzerine bir sis perdesi çekilmek istendi.
Bu nedenle, Cumhuriyet Halk Partisi şekerle kaplanan zehri yutmamış, millete de yutturmamıştır. Cumhuriyet Halk Partisi mevcut Anayasa'ya uymayanlarla Anayasa masasına oturmamıştır, oturmayacaktır. (CHP sıralarından alkışlar)
İktidar bundan sonuç alamayınca, millet hayat pahalılığı altında ezilirken, kadınlar, çocuklar, bebekler şiddete uğrarken dikkatleri başka yöne çekmek için "İsrail bize saldıracak." tartışmasını başlatmayı tercih ettiler.
Cumhuriyet Halk Partisi Türkiye'nin nasıl bir tehditle karşı karşıya olduğunun anlatılması için Mecliste kapalı oturum talep etti. Kamuoyunun bilmediği hiçbir şeyin söylenmediği kapalı oturumla kurmaca ortaya çıktı ve bu gündem üzerinden vatandaşın sırtına yeni vergiler yüklemeyi de amaçlayan kanun teklifi dahi geri çekildi. Ardından "Türkiye'de Kürt sorunu yoktur." diyen iktidar "Öcalan gelsin, Mecliste konuşsun, bu iş çözülsün." diyerek başka bir tartışmayı başlatmayı tercih etti. "Ben yaptım oldu." anlayışıyla yeni bir dayatma içine girdiler. Ancak Cumhuriyet Halk Partisi tarihsel birikimiyle Kürt sorununun çözümünün doğru tarifini Türkiye'nin önüne koymaktadır. Bu sorun demokratik, barışçıl yollarla mutlaka çözülmelidir. Önerimiz, samimi, şeffaf, toplumsal mutabakata dayalı bir sürecin, hiçbir aktör dışlanmadan, 86 milyonu temsil eden Meclis zemininde yürütülmesidir.
Cumhuriyet Halk Partisi aynı zamanda, şehit aileleri ve gazilerin rızasının alınmadığı, onların "Evet." demeyeceği hiçbir sürecin de içinde olmayacağını daha ilk günden ifade etmiştir. (CHP sıralarından alkışlar)
İktidar hiçbir adımdan istediği sonucu elde edemediği için bu kez milletin seçme hakkını elinden alacak, Türkiye'yi yeni bir karanlığa sürükleyecek bir sürece tamah etmektedir. Sandıkta kazanılamayan belediyeler masabaşı operasyonlarıyla işgal edilmeye çalışılmaktadır. Türkiye'nin en büyük ilçesi Esenyurt'un Belediye Başkanı Ahmet Özer'e bir şafak operasyonuyla FETÖ'vari kumpas kurulmuştur. Hiçbir suçlama, delili olmayan soruşturmadaki ve elde edilen hukuka aykırı aramadaki belgelerin hiçbir tanesi bir iddianameye temel olacak nitelikte olmadığı için bir gizli tanık üretilmiştir. 200 sanıklı davaya dört günde iddianame yazmakla övünen bir savcı, tek sanıklı davada kırk gündür iddianame yazamamaktadır. Ardından, Ovacık Belediyemize kayyum atanmıştır. On iki yıl önce savcının talebiyle katıldığı cenaze töreni kılıf yapılarak kumpas kurulup ceza verilmiştir. Her iki örnekte de adalet yoktur, demokrasi yoktur; FETÖ taktikleri vardır, kumpaslar vardır, uydurma deliller vardır. Bizim belediyelerimizin yanında DEM PARTİ belediyelerine de aynı hukuksuzluklar uygulanarak kayyımlar atanmıştır. Bugün, 31 Martta halkın seçtiği 8 belediyeye, siyasi hırslarına yenilen, seçim sonuçlarını tanımayan, devlet gücünü kötüye kullanan bir iktidarın işgali vardır. Yani iktidar yine yanlış tarafta durmaktadır, milleti karşısına almaktadır ama biz kötülüğe teslim olmadık, olmayacağız. Bugüne kadar iktidarın tüm oyunlarını nasıl bozduysak milletle birlikte bu oyunları yine yerle bir edeceğiz. Devletin karşısına diktiğinizde millet kazanmıştır, yine millet kazanacaktır. (CHP sıralarından alkışlar) Kayyım hukuksuzlukları üzerine bu Meclisin çatısı altında demokrasimiz açısından tarihî bir mutabakata varıldığını ise memnuniyetle kayıtlara geçirmeliyim. Partimiz Cumhuriyet Halk Partisi, DEM PARTİ, İYİ Parti, Saadet Partisi, Gelecek Partisi, DEVA Partisi, Demokrat Parti, Yeniden Refah Partisi, Emek Partisi ve Türkiye İşçi Partisi kayyım düzenlemesinin kaldırılması için Meclise ortak bir kanun teklifi verdi. Milliyetçi Hareket Partisinin de bu alanda bir düzenleme talebini dile getirmesini çok önemli bulduğumu ifade etmek isterim. Kanun teklifine verilecek destek ya da amaca matuf yapılacak ortak bir çalışma bu hukuksuzluğu ortadan kaldıracak ve Türkiye'nin önünü açacaktır. Artık bu demokrasi ayıbına son vermenin zamanı gelmiştir.
Belediyelerimize yapılan saldırıların en ağırı şüphesiz kayyımlardır ama bununla sınırlı değildir. Milletin gönlünden düşen iktidar, belediyelerimize karşı her alanda topyekûn bir saldırı başlatmıştır. Seçim gecesi yirmi iki yıl sonra ilk defa kaybeden Sayın Erdoğan balkona çıkıp "Dik duracağız ama dikleşmeyeceğiz." dese de milletin bu beklemediği davranışıyla dikleşmeden bir an bile durmamaktadır; bu bir siyasi hazımsızlıktır. İktidar bu hastalığını tedavi etmek yerine, kendine oy vermeyen seçmenleri cezalandırmayı, millete âdeta meydan okumayı tercih etmektedir. Milletin gönlünden düşersiniz, geri kazanmanın yolu çalışmaktır. Milletin gönül kapısı kendini anlayana, çalışana, anlamaya çalışana açıktır ama milleti yok sayarsanız, onun kararlarına direnirseniz gözünden düşersiniz, işte bunun çaresi yoktur. AK PARTİ bu yaptıklarıyla milletin gözünden düşmüştür. Geçen hafta Tayyip Bey "Cumhuriyet Halk Partisi nasıl oluyor da bu kadar oy alabiliyor, bu kadar belediye kazanabiliyor?" demekteydi. Nasıl bu kadar belediye kazandığımızı söylerken derin bir sorgulama içinde olduğunu samimiyetle ortaya koymuştur, haksız da değildir. Sayın Erdoğan da ölçmektedir, biz de ölçüyoruz. Tayyip Bey'in şaşırdığı 31 Mart sonuçları değil 31 Ekim sonuçlarıdır. Vatandaşın belediyelerimizden ortalama memnuniyeti yedi ayın sonunda yüzde 58'e yükselmiş durumdadır. Çünkü Cumhuriyet Halk Partili belediye başkanları iyi hizmet ediyorlar. Cumhuriyet Halk Partisi son seçimlerin 1'incisi olduğu gibi, Sayın Erdoğan'ın önündeki anketlerde de bizdeki anketlerde de açık farkla Türkiye'nin 1'inci partisidir. (CHP sıralarından alkışlar) Sayın Erdoğan esas buna isyan etmektedir. Bu isyanın arkasında iktidarın durduramadığı icraatlarımız vardır, 81 ilde sayısı 653'e çıkan, 2025'te 1.000'e yükseltme hedefini koyduğumuz kreşlerimiz vardır. Bu kreşler şehit, gazi çocuklarına ücretsiz, yoksul ailelerin evlatlarına özel sektörün onda 1'i fiyata hizmet vermektedir. Bunu görüp o kreşleri kapatmak isteyenler suçüstü yakalanmıştır. Hodri meydan dedik. "Kreşleri kapatın, yoksa gelip biz kapatırız." diyenler kadınlar, çocuklar, aileler tepki gösterince gönderdikleri yazıları inkâr edip geri adım atmak zorunda kaldılar. Buradan bir kez daha söylüyorum: Biz kreş yapmaya devam edeceğiz. Gelin, bir garibanın evladını o kreşlerden çıkarın da görelim. (CHP sıralarından alkışlar)
Sayın Erdoğan'ın isyanının arkasında elbette sadece kreşler yoktur. Sayın Erdoğan'ın isyanının arkasında, 4 çeşit yemeği yarım çorba fiyatına sunan, yurt genelinde sayıları 76'ya yükselen kent lokantalarımız vardır. Sayın Erdoğan'ın isyanının arkasında sayıları 70'i bulan öğrenci yurtlarımız vardır çünkü iktidar Türkiye'deki öğrencilerin sadece yüzde 13'üne yetecek kadar yurt yapmıştır, bu rakam İstanbul özelinde yüzde 2,6'dır. Yurt yapma sorumluluğu iktidardadır ama belediyelerimiz, evlatlarımız tarikatların, cemaatlerin kucağına itilmesin diye sorumluluk almış, ellerini taşın altına koymuştur. Sayın Erdoğan'ın isyanının arkasında "CHP gelirse sosyal yardımlar kesilir." kara propagandasına karşı sosyal yardımları tam 4,8 kat arttıran belediyelerimizin şefkatli sol elleri vardır. Sayın Erdoğan'ın isyanının arkasında üreticilere her türlü desteği veren, tarlada kalan ürünleri satın alıp yoksul vatandaşlara dağıtan belediyelerimizin hizmetleri vardır. Sayın Erdoğan'ın isyanının arkasında temelde bir düzenin sona ermiş olması vardır. Sayın Erdoğan Ankara'yı parsel parsel satanların, İstanbul'da helikopterle kupon arsaları bulup Arap şeyhlerine pazarlayanların, İstanbul'a ihanet edenlerin düzeninin sona ermiş olmasına isyan etmektedir. (CHP sıralarından alkışlar)
Bugün "SGK borçları" tartışması, yıllarca AK PARTİ'li belediyelerin yediği ve hesaplarını ödemediği yemeğin faturasını faiziyle ve bir seferde CHP'li belediyelere ödetme gayretinin girişimidir. Belediye şirketlerinin borçlarını sözde kaynağında kesecek bir işe tenezzül edilmektedir. Cümle âlem bilmektedir ki bu gelirler kesildikten hemen sonra Plan ve Bütçe Komisyonuna sevk edilecek bir kanun teklifiyle şirketlerin faizleri affedilecek, anapara borçları taksitlere bölünecektir. Burada yapılacak düzenlemeden belediye şirketleri yararlanamasın diye, belediyelerin birikmiş -kendi döneminizde de yükseltilmiş- yüksek faizli borçları bir seferde kaynağından kesilmeye çalışılmaktadır. Milletimiz bilsin ki iktidarın kastettiği para belediye işçilerinin çocuklarının rızkıdır; kastedilen para yoksulların kent lokantasında yediği yemek, kastedilen para kreşlerdeki hizmetlerimizdir; öğrencinin bursu, garibanın sosyal yardımıdır yani kastedilen para milletin parasıdır. Bugün karşımıza milletin parasını milletten kesip millete zulmetmeye çalışan bir anlayış dikilmiştir. Bizim iktidarımızın bütçesinin görüşüldüğü günlerde, bırakın var olan kreşlere, yurtlara, kent lokantalarına saldırmayı, bunları genel bütçeden yatırım planına alacak ve her mahalleye yayılacak bir büyük dayanışmacı ve kalkınmacı bütçeyi bu salonda hep birlikte görüşeceğiz.
Evet, AK PARTİ yıllarca seçim kazanmış ve kazanmaya alışmıştır ama AK PARTİ'nin zaafı, alışık olmadığı, bilmediği şey, seçim kaybetmektir. Kaybetmek aslında hazmetmektir, bir sonraki seçimi kazanmak için hatayı kendinde aramaktır; rakibine çelme takmak, tuzak kurmak, belediye hizmet aracının tekerini geceleyin sinsice indirmek değildir. Bugün yapılan iş, siyasi hazımsızlıkla millete meydan okumak, yine milletin karşısında durmaktır; millet bunu asla affetmeyecektir.
İktidar, tüm bu hukuksuzlukları hem muhalefeti sindirmek hem de ülkenin gerçek gündemini konuşturmamak için yapıyor ama biz gerçek gündemi konuşmaya inatla devam edeceğiz.
Bugün Genel Kurulda bütçe görüşmelerini gerçekleştiriyoruz ancak asgari ücretle çalışan milyonlar yarın başlayacak olan Asgari Ücret Tespit Komisyonu toplantısına kilitlenmiş durumdadır. Asgari ücretlilerin Avrupa Birliği ülkelerindeki toplam çalışanlara oranı yüzde 9'dur, Almanya'da bu oran yüzde 6'dır çünkü asgari ücret, çalışanın bir yıl kıdem aldıktan sonra hızla uzaklaşması gereken bir ücrettir. Oysa ülkemizde asgari ücretle çalışanların oranı on yıl önce yüzde 38'ken bugün yüzde 57'ye yükselmiştir. Asgari ücret kıdemle hızla uzaklaşılması gereken bir ücretken, maalesef, tüm emekçileri yutmaya çalışan bir canavar hâline gelmiş, asgari ücret temel ücrete dönüşmüştür.
Bugün 17.002 lira olan asgari ücret vatandaşın cebine ilk girdiği 1 Şubat gününde açlık sınırı 16.257 liraydı ve asgari ücret açlık sınırından sadece 745 lira fazlaydı. Seçimden önce "Asgari ücrete yılda 3-4 kez enflasyon ayarlaması yapacağız." diyenler bir yılda bir kuruş zam yapmadılar. Bugün asgari ücretin alım gücü verildiği güne göre 6 bin lira düşmüş, ocak ayının 11.004 lirasına gerilemiştir. Bugün asgari ücret açlık sınırının 3.500 lira altındadır. Bir işçinin açlık sınırında maaş alabilmesi için otuz gün değil ayda kırk gün çalışması gerekmektedir. On bir ay önce asgari ücretle 42,5 kilo dana kıyma alırken şimdi 26 kilo almaktadır; yapılmayan zam nedeniyle her ay 16,5 kilo kıyma asgari ücretlinin sofrasından çalınmaktadır. On bir ay önce asgari ücret 5,5 çeyrek altın alırken bugün 3 çeyrek altın almaktadır. Hele hele iktidarınızın başına dönersek, 2002'de 7 çeyrek altın alan asgari ücret şimdi 3 çeyrek altın almaktadır. Bir emekli bir sefer 1 çeyrek altını cebinden düşürse dönüp bütün gün o altını arayacak durumdadır ama iktidarınızın yirmi iki yılının sonunda bir emekli değil her emekli, bir kez değil her ay, 1 altın değil 5,5 altın kaybetmiştir. Bir şey kaybedildiği yerde bulunur. Emekliler kaybettiklerini bir sandıkta, 3 Kasım 2002 sandığında kaybettiklerini bilmekte, önlerinde bulacakları ilk sandıkta kaybettiklerini geri alacaktır. (CHP sıralarından alkışlar)
Diğer yandan, asgari ücrete adaletli bir zam talebi 3 büyük işçi sendikası konfederasyonunun ortak talebidir. DİSK'in, TÜRK-İŞ'in, HAK-İŞ'in söyledikleri artık alın terinin daha fazla sömürülmemesine yöneliktir. Bugün için asgari ücretlinin gerçek enflasyonu yüzde 80'i aşmışken yani bir asgari ücretlinin standart harcamaları bir yıl öncesine göre yüzde 80 artmışken, TÜİK enflasyonu bile yüzde 47'yken işçiye yüzde 25-30 zammın makul olduğunu ifade eden insafsızlar vardır. Aç kalan asgari ücretli bu rakamlara alıştırılmaya çalışılmaktadır, biz bu oyuna gelmeyeceğiz. Cumhuriyet Halk Partisinin 2025 yılının sadece ilk yarısı için asgari ücret önerisi 30 bin liradır. "Bizim asgari ücret teklifimiz 30, bunun altında yokuz." demekteyiz.(CHP sıralarından alkışlar) Ve asgari ücretle ilgili, 2016 yılından bugüne yani "Cumhurbaşkanlığı hükûmet sistemi" denilen bu dengesiz, denetimsiz sisteme bahane olan süreçten bugüne "Dünyada asgari ücret ne olmuş, bugün ne olmuş?" diye bakarsanız, 2016'dan 2024'e kadar, euro bazında, Yunanistan'da asgari ücret 693 eurodan 969 euroya çıkmış, yüzde 41 zaman almıştır; Almanya'da sekiz yıllık asgari ücret zammı yüzde 42'dir; Estonya'da asgari ücret zammı yüzde 91'dir; savaştaki Ukrayna'da yüzde 250, asgari ücrete en çok zam yapan Moldova'da yüzde 474'tür. Almanya gibi sistemi tam oturmuş bir ülkede asgari ücret euro bazında yüzde 42'lik zamla artarken Türkiye'deki artış yüzde 6,8'dir ve euronun nasıl baskılandığı düşünülürse, gerçek anlamda, asgari ücretin dünyada euro bazında gerileyen tek asgari ücret olduğunu utançla ifade etmek durumundayım.
Bir de yıllardır "asgari ücretliyi enflasyona ezdirmedik hamdolsun." propagandasını yapanlara soruyorum: Hangi enflasyona ezdirmediniz? 2021-2024 arası sadece son üç yılda asgari ücretin brüt artışı yüzde 459'ken dana etinin enflasyonu yüzde 738, kuzu eti enflasyonu yüzde 719, ilaç enflasyonu yüzde 669, kira enflasyonu yüzde 580 ve bu üç yıldaki karma gıda enflasyonu yüzde 509'dur. Bu durumda sizin asgari ücretliyi hangi enflasyona ezdirmediğinizi TÜİK verilerinden bulup çıkarmanızı bekliyoruz. Benim gördüğüm, sadece pinpon topu vardır, pinpon topu dışında tüm enflasyonlara emekli ezdirilmiştir. (CHP sıralarından alkışlar)
Tabii, Cumhurbaşkanlığı hükûmet sistemine geçişte her şeyin yetkilisi olan Erdoğan'ın önemli bir ekonomik tespiti vardı, "Faiz sebep, enflasyon sonuç." diyordu. Birazdan eleştirilerimizi yanıtlamak üzere bu kürsüye gelecek olan Cumhurbaşkanı Yardımcımız Sayın Cevdet Yılmaz'a soruyorum: Siz hangisine katılıyorsunuz; "Faiz sebep, enflasyon sonuçtur." deyip bütün dünya enflasyonla mücadele için makul faiz artışları yaparken inadına faizleri indirip enflasyonu bu noktaya getiren Erdoğan'a mı katılıyorsunuz yoksa biraz önce yanınızda oturan ve "Biz geldik, bu irrasyonel işleri bıraktık." diyen Mehmet Şimşek'in rasyonaliteye döndüğüne mi inanıyorsunuz? Erdoğan mı irrasyoneldir, Mehmet Şimşek mi gerçekleri çarpıtmaktadır? Buradan bu iki tezden hangisine katıldığınızı duymak hepimiz için önemlidir.
Akla ve bilime aykırı bu politika sayesinde bir yandan da seçimler yaklaşırken Tüketici Güven Endeksi'ni 90'ın üzerine çıkarabilmek... Piyasaya para pompalama noktasında bu parayı Kredi Garanti Fonu üzerinden yüzde 8 faizle öyle fevkalade selektif bir şekilde, övündüğünüz bir seçicilikle yandaşlara, zenginlere dağıttınız. Yatlar alındı, kotralar alındı, hepiniz biliyorsunuz, yazlıklara, her türlü lüks harcamaya gitti bu para; o para şu anda hâlen yüzde 8'le ödeniyor. Aynı günlerde, zor durumda kalan esnaf Esnaf Kefalet Kooperatifinden yüzde 9'la kredi kullandı ve taksitleri ödenirken "Faizler arttı arkadaşlar." denildi, yüzde 9'la alınan esnaf kefalet kredisi yüzde 25'le ödeniyor ama Kredi Garanti Fonu'ndan yüzde 8'le alınan kotra marinada duruyor, yüzde 8'le geri ödeniyor. İşte, bu yapılan büyük bir insafsızlıktır, bu yapılan siyaset açısından tercih belirleme işidir. Siz kotracıların, siz zenginlerin tarafındasınız; biz esnafın, gariban vatandaşın tarafındayız. (CHP sıralarından alkışlar)
"Esnaf" demişken seçimlerden önce meydanlara çıkıp da esnafa dönüp "9000 iş günü olan prim gün sayısı sorununuzu biliyorum, inşallah, ilk iş 7200 güne indireceğiz." diyen Erdoğan'ın o sözünü bir kez daha tüm esnaflar adına size hatırlatmak isterim.
Şimdi size daha net soruyorum: Asgari ücret 2025 yılının ilk yarısı için 30 bin lira olmalıdır fakat bu, ona bu parayı ödeyecek olan küçük esnafın sırtına bırakılamaz, KOBİ'lerin sırtına bırakılamaz; bunun için bir kanun teklifimiz var. Malum, eğer asgari ücret 30 bin liraya çıkarsa SGK'nin prim tahsilatı 1 trilyon lira artacaktır. Bu 1 trilyonun dörtte 1'ini biraz aşar bir tutarda bir teşvik sistemi getirirseniz yani 1 ile 10 arası çalışanlar için çalışan başına 6 bin lira, 10-50 arası için 3 bin lira olmak üzere artan noktada azalan bir teşvik sistemiyle bu yük küçük esnafa yük olmaktan çıkar. Asgari ücretin berberde çalışan kardeşim için 30 bin lira, onu berberde çalıştıran ustası için 24 bin lira olmasını; asgari ücretin lokantada çalışan garson için 30 bin lira, lokantayı işleten küçük esnaf için 24 bin lira olmasını ve bu paranın da devletin cebinden çıkmamasını öneriyoruz. Önerimiz Meclis kayıtlarındadır, Türkiye Büyük Millet Meclisinin değerli mensuplarına emanettir. Biz, kamu yararı yaratacak yatırımlarla canlandırıp kalkındıracağımız bir ekonomide çalışanlar asgari ücrete mahkûm olmasınlar, geçim sıkıntısı yaşamasınlar, asgari ücret temel ücret olmasın diye bir büyük mücadelenin içindeyiz, ciddi bir hazırlığın içindeyiz.
Sayın Erdoğan 2024 yılını "Emekliler Yılı" ilan etmişti, etmez olaydı; emekliye ilk darbe daha yılın ilk başında vuruldu. En düşük emekli maaşı 7.500 liradan 10 bin liraya çıkarıldı. TÜİK'in 2023 enflasyonu yüzde 64 iken emekliye yüzde 33 zam yapıldı. Emekliler bu oranla daha yılın başında enflasyona ezdirildi. Milyonlarca emekli altı ay boyunca 10 bin lira maaş aldı.
Yurt dışındaki temaslarımızda, Türkiye'de en düşük emekli maaşının 280 euro olduğunu söylediğimde, yabancı liderler, birlikte görev yaptığımız diğer ülkelerin liderleri yanlış telaffuz ettiğimi düşünüp "2.800" diye düzeltmeye kalktılar; dedim ki: Hayır, 280 euro Türkiye'de en düşük emekli maaşı. Bana Alman mevkidaşım "2.800 olmasın?" diye soruyor. Aynı şey Sosyalist Enternasyonalin bir konsey toplantısında "Türkiye'de emekliler 280 euroyla geçinmek zorunda kalıyorlar." denildiğinde simultane tercümana itiraz yapılarak dile getirildi. Sayın Cumhurbaşkanı Yardımcım, emeklileri geçen yılın ilk altı ayında mahkûm ettiğiniz 280 euro emekli maaşının yabancı dile, Almanca'ya, İngilizce'ye tercümesi yoktur, bunu yapmaya hiçbirinizin hakkı yoktur. (CHP sıralarından alkışlar)
İkinci altı ayda ise en düşük emekli maaşı 12.500 liraya çıkarıldı, sadece yüzde 25 zam yapıldı. Bugün 4 milyon emekli 12.500 lira alıyor; 16 milyon emeklinin ortalama maaşı ise 15 bin liradır. Bu maaşla emekli, kira öderse aç kalmaktadır, karnını doyurursa sokakta kalmaktadır. 2002'de en düşük emekli maaşı 1,5 asgari ücretken şimdi 0,7 asgari ücrettir, asgari ücretin yüzde 70'indedir yani hiç dokunmasanız yılbaşında emekli maaşı 25.500 lira olacaktı. En düşük emekli maaşıyla 2002'de 8 çeyrek altın alınırken bugün sadece 2,5 çeyrek altın alınabilmektedir, 5,5 çeyrek altın kayıptır.
Şimdi, emeklilerimize karşı yeni bir ihanet planının içinde olanlar var; en düşük emekli maaşının 13.500 ile 15.000 lira arasında olmasını dillendirmeye kalkıyorlar, 2025 yılında da açlık sınırının altında kalsın istiyorlar. Torununa harçlık veremeyen, yılda bir kez memleketine bile gidemeyen, pazar dağıldıktan sonra ezilmiş sebze ve meyveleri toplarken yüzünü kapayan emeklileri görmüyorlar. Cumhuriyet Halk Partisi olarak tartışmasız talebimiz şudur: Emekliye geçim haktır, bir asgari ücret şarttır. (CHP sıralarından alkışlar)
Güzel ülkemiz ne yazık ki her alanda çöküş yaşıyor. Tarımda kendi kendine yetebilen 7 ülkeden bir tanesi olan Türkiye, bugün ithalata bağımlı hâle gelmiştir; mercimek, nohut, kuru fasulye bile tarihimizde ilk kez ithal edilmektedir. Çiftçi sayımız yirmi yılda 2,8 milyondan 2,3 milyona düşmüştür. Nüfus 20 milyon artarken ve oransal olarak 500 bin çiftçinin artması gerekirken bırakın artmak, 500 bin çiftçi kayıptır yani 500 bin çiftçi yılmıştır, bırakmıştır. Bugün Türkiye'de çiftçilerin yaş ortalaması 58'e tırmanmıştır. Bugün her genç 4 çiftçiden 3'ü "Gelecek sene asgari ücretli bir iş bulursam bu işi bırakmayı düşünüyorum." demektedir. Bugün Türkiye'de her 3 çiftçiden 2'si döndürülemez borçlara sahiptir çünkü iktidar yıllardır çiftçinin hakkını vermemektedir. 2025 yılı için öngörülen gayrisafi millî hasıla 61 trilyondur. Kanuna göre yüzde 1'i çiftçiye verilmelidir, bu para 615 milyar liradır. Bu kanun 2006 yılında Cumhuriyet Halk Partisi ile AK PARTİ'nin müşterek oylarıyla çıkmıştır ama bugün getirdiğiniz bütçede destekler, bu para 135 milyar lira olarak ayrılmıştır yani kanun yüzde 1 iken binde 2 reva görülmekte, çiftçiye hakkının beşte 1'i verilmektedir. Biz Cumhuriyet Halk Partisi iktidarında bütçe yaptığımızda yasalara uyan bir hukuk devletini var edecek, çiftçilere hakları olan yüzde 1'lik desteklemeyi mutlaka vereceğiz. Uyarıyoruz: Çiftçi yok sayılırsa millet aç kalır. Fiyatlar çiftçi için ucuz, tüketici için pahalıdır. Burdur'da bizzat girdiğim fasulye tarlasında sabah kopardığımız fasulye 8 liraya satılırken öğleden sonra gittiğim Bursa pazarında 80 liraya satılmaktadır ve aynı fasulye o gün İstanbul'da 120 lira, Bodrum'da 200 liradır.
Çiftçimiz kan ağlarken besicimiz de âdeta can çekişmektedir. Dana etinin kilosu besiciden 345 liraya alınmakta, markette 650 liraya satılmaktadır. Sayın Erdoğan Türkiye'de kırmızı etin pahalı olduğunu fark etmiş, çare olarak da Güney Amerika'dan hayvan ithalatını bulmuştur. Bu yıl 520 bin baş sığır ithal edilecektir. Bu ithalatlar zaten 2010'dan beri yapılmakta, bu yüzden üretici üretimden kopmakta ve sorun esas olarak buradan kaynaklanmaktadır. Üreticiye destek için kurulan Et ve Süt Kurumunu bir ithalat kurumuna dönüştürenleri milletimize şikâyet ediyoruz. Biz Et ve Süt Kurumunu gerçek işlevine kavuşturacağız. Kamuya düşen, vatandaşın sağlıklı beslenmesini ve gıdaya erişimini güven altına almaktır, bunun için de kurumlara ve kurallara ihtiyaç vardır. İktidar o kurumları yıkmıştır, biz kurumları da kuralları da ayağa kaldırmaya kararlıyız.
Çiftçilere hakkını vermeyen iktidar çocuklara da acımamaktadır. Ülkemizde yaklaşık 10 milyon çocuk yoksulluk içinde, 2 milyon çocuk derin yoksulluk içindedir. Bir et çeşidini günde bir kez tüketilebilen çocukların oranı sadece yüzde 12'dir. Türkiye'de 3 öğrenciden 1'i kahvaltı yapmadan okula gitmekte, 5 öğrenciden 1'i okulda hiçbir şey yiyememektedir. Öğrencilere ücretsiz bir öğün yemek verilmesi teklifimizi seçimlerde sahiplenip seçim sonrası vazgeçmiştiniz ve burada Cumhur İttifakı milletvekilleri olarak bu konuda verdiğimiz kanun teklifini de sizler reddettiniz. Her yandaşa kaynak bulan iktidar nedense çocuklarımızın karnını doyurmak için kaynak bulamamaktadır. Cumhuriyet Halk Partisinin, Türkiye ittifakının ilk bütçesinde o kaynağı bulduğumuzu da çocuklarımızı doyurduğumuzu da sizler gözlerinizle göreceksiniz. (CHP sıralarından alkışlar)
Okul kantinlerindeki fiyatlar çocuklarımızın beslenme sorununu gerçek gündemlerimizden biri olarak önümüze koymaktadır. İstanbul Yenibosna'da pazar yerinde çalışan çocuklar "Harçlık için çalışıyorum." dediler bana. Simit fiyatı kantinde 20 lira, küçük su 10 lira, çay 20 lira, tost 50 lira; öğrenci su alsa aç kalıyor, simit alsa susuz kalıyor. Hele hele bir öğrenci sabahleyin bir çay, bir simit alsa öğlen de o tostu değil ayranla, kolayla, suyla katık etse toplam verdiği para 100 liradır, ayda 2.500 liradır. Sayın Erdoğan'ı dinleyip 3 çocuk yapan babanın çocuğuna vereceği, su ve tost yiyen çocuğuna vereceği toplam harçlık 7.500 liradır. Bugün kantinlerde veresiye defteri vardır. İktidarımızda günde 3 kap sıcak yemeği öğrencilerimize verecek bir bütçeyi bu Meclisten geçireceğiz.
Sayın Cumhurbaşkanı Yardımcısı, eğer buradan bir talimatınız olursa Cumhuriyet Halk Partili belediyeler bölgelerindeki hatta yakınlarındaki tüm okullarda öğrencilere sıcak yemek vermek ve ücretsiz, sağlıklı su vermek için göreve hazırdır. (CHP sıralarından alkışlar) Sadece buradan bir talimatınızı bekliyoruz. Bunu yapmak isteyen belediyelerimizin okul kapılarında engellendiğini de milletimize şikâyet etmek isterim.
Şimdi, çocuklara gelecek kuramayan iktidar, gençlere de umut verememektedir. Tüm dünyada "NEET" kavramıyla ifade edilen ev gençleri vardır. Bu gençler ne eğitimde ne istihdamdadır. Buna Avrupa çok dertlenmektedir, Almanya bu sorunla çalkalanmaktadır. Almanya'daki ne işte ne eğitimde olan çocuk oranı, genç oranı yüzde 6'dır. Avrupa'nın kara kara tasalandığı oran yüzde 9'dur. Türkiye'de bu oran yüzde 25'tir yani her 4 gençten 1'i ne eğitimdedir ne istihdamdadır. Bugün her 4 gençten 3'ü "İmkânım olsa yurt dışında yaşamak isterim." demektedir; deyim yerindeyse gençlerimizin yüzde 75'i valizleri kafada toplamış durumdadır.
Meclisimizde bazı sayın genel başkanlarımız farklı beka sorunları tarif etmektedir ve şöyle demektedirler: "Dünyanın gelişmiş ülkeleri üzerimizde hesap yapıyorlar, hayal kuruyorlar." Kursunlar, bu beka sorununu yüz yıl önce nasıl bertaraf ettiysek onu bertaraf etmek, bu ülkenin toprakları üzerinde hesap yapanlara haddini bildirmek boynumuzun borcudur. Ama esas beka sorunu gelişmiş ülkelerin bu topraklarda hayal kurması değil bu ülkenin evlatlarının dörtte 3'ünün gelişmiş ülkelerde hayal kurmasıdır. İktidarımızda bu ülkenin her görüşten gençlerine Anadolu'da ve Trakya'da hayal kurdurmayı taahhüt ediyoruz, söz veriyoruz. (CHP sıralarından alkışlar)
Öyle bir adaletsiz düzenin içindeyiz ki artık toplumun canına tak etmiştir, vergide adaletsizlik bunun doruk noktasıdır. 2025 bütçesi olarak getirdiğiniz bütçede dolaylı vergilerin oranı yüzde 65'tir. Dolaylı vergiler dünyanın en adaletsiz vergisidir, zengin-fakir ayırt etmeyen vergi türüdür; fabrikatör ile o fabrikada çalışan işçinin, bekçinin mandıraya gidip peynire aynı vergiyi vermesidir; Türkiye'nin en pahalı cipine binen ile otuz yıllık yorgun bir traktörü sürenin mazota aynı vergiyi vermesidir. Bu oran yüzde 65'tir. Vergilerin yüzde 20'si de maaş alanların eline bile değmeden kesinti yoluyla kesilmektedir. Gerçekten para kazananlardan alınması planlanan vergi bu bütçede yüzde 14,5'tur, gerçekleşmelerin ise yüzde 11'lerde olduğunu geçen seneden tecrübe etmiş durumdayız. Türkiye'nin kaynaklarını emen Hükûmetin övündüğü projelerin müteahhidi 44 firmanın 37'si geçen sene hiç vergi vermemiştir, matrahsız beyannameler bu 37 şirkete aittir. Kırk haramiler elini cebine atmamakta ama devlet elini çalışanların, mavi, beyaz, gri yakalıların ceplerinden çıkarmamaktadır. Bu vergi düzeni yoksulu ezen, zengini kollayan bir düzendir ve yine, bu bütçede 701 milyar liralık kurumlar vergisi istisnası getirilmektedir. "Kaynak, kaynak, kaynak" diyorsunuz, sadece beşte 1'i etkin teşvike giden, beşte 4'ü birilerinin cebinde kalan yerde aradığınız kaynağı bulabilirsiniz. Biz yaptığımız bütçelerde yapacağımız etki analizleriyle doğru teşvikleri devam ettirip kalkınacağız, yanlış yapılanları ise doğru olanlara kaydırıp hep birlikte büyüyecek ve zenginleşeceğiz.
Konuşmamın başında cumhuriyetin ilk bütçesine atıf yapıp 1924'te Türkiye Cumhuriyeti'nin ilk bütçesinin görüşmelerini hatırlatmıştım. Maliye Vekili Abdülhalik Bey kürsüden şu açıklamayı yapmıştı: "Halkı ezen aşar vergisini hızla kaldıracağız." Daha bir yıl olmadan sözlerini tuttular, üreticinin ürettiğinden onda 1'ini alan aşar vergisini kaldırdılar. Bugün aşar vergisini kaldırmış bu Meclisin 100'üncü yılında öyle adaletsiz bir vergi sistemi vardır ki bugün 12 maaş alan beyaz yakalıların 3 ila 4 maaş kadar vergi ödediklerini biliyoruz. 33 bin lira maaş alan bir çalışan yıl boyunca 3 net maaşını vergi olarak vermektedir, 66 bin lira maaş alan yani yoksulluk sınırında maaş alan bir beyaz yakalı 4 maaşını vergiye veriyor. Eskiden beyaz yakalılar "Maaşım bu kadar ama 16 maaş alacağım." derken bugün 12 maaş alan beyaz yakalı maaşının 4 tanesini de vergiye vermektedir. Bu Meclis aşarı kaldırmıştır ama çalışanlar Erdoğan'ın aşırı vergisine muhataptırlar. Eskiden 16 maaş alanlar 8 maaşa çalışmakta, 4 maaşlarını Erdoğan'ın aşar vergisine ödemektedirler; bu vergiye isyan ediyoruz. (CHP sıralarından alkışlar)
Diğer yandan da "kaynak" dediğimizde kaynak bulamayanlar -kanunda görev- kanunun çıktığı günden beri, tam on sekiz yıldır, 2006'dan beri Sayın Erdoğan'da, bir dönem Sayın Binali Yıldırım'da, son yedi yıldır yine Sayın Erdoğan'da olduğu hâlde vergi cennetlerinin listesini bir türlü yayınlamamaktadır. Oysa kanun açıktır, vergi cennetleri bellidir; yarın sabah eğer Resmî Gazete'de vergi cennetleri yayınlanırsa o cennetlere giden gelen paradan yüzde 30 vergi alınacaktır. Bermuda'ya, Lüksemburg'a, Virjin Adaları'na, Man Adası'na, Cayman'lara, Malta'ya, Seyşeller'e kim para gönderiyorsa on sekiz yıldır kayırdığınız odur. Siz yapmıyorsunuz; iktidarımızın ilk üç kararnamesinde, bakanları atadıktan, üst düzey devlet yetkililerini atadıktan sonra çıkacak ilk kararnamede bu listeyi yayınlayacağız, sizinkileri vergiye bağlayacağız. (CHP sıralarından alkışlar)
İktidar hem alacağı vergiyi almıyor hem de yoksullardan adaletsizce topladığı vergiyi birilerinin cebine aktarıyor. "Vatandaşın cebinden bir kuruş çıkmayacak." dediğiniz kamu-özel iş birliklerine, köprülere, otoyollara, tünellere maalesef bu bütçede 204 milyar lira yatırdınız. "Bunların hiçbirine bir kuruş çıkmıyor." diyenlerin, onların yerinde yeller esiyor. Yerine oturanlar, 204 milyar lira bu yıl için, üç yıl için 678 milyar lirayı ayırmışlardır.
Biz Cumhuriyet Halk Partisi olarak asla bu yatırımlara karşı değiliz, âlâsını yapacağız, daniskasını yapacağız ama bunu birilerini zengin etmek için bu modelle yapmayacağız. Siz değil misiniz 10 bin liralık emekli maaşını 12.500'e getirirken öfleyen pöfleyen? 33 milyar lirayı zor bulanlar, vergi ödemeyen yandaşlarına 204 milyar lira kaynak ayırmışlar. Bir diğer yandan da bunlara ödeme yaparken dolar bazında, euro bazında, kendi ülkelerinin enflasyonu da etkilenerek bir seferde... Ama Çayırhan'daki termik santrali yirmi yıl birileri işletmiş, dünyanın parasını kazanmış, bir mucize olmuş, kesilen, altın yumurtlayan tavuk dirilmiş, bizim kümese geri gelmiş "Bir daha keselim." diyorsunuz. Onu verdiğiniz kişiye kömürü veriyorsunuz, onu verdiğiniz kişiye santrali veriyorsunuz, alım garantisini veriyorsunuz "Parayı öderken TL öde, 6 taksitte öde." diyorsunuz. Utanmasaydınız, bir de üstüne kırmızı fiyonk yapsaydınız. Kime veriyorsunuz Çayırhan'ı, kimin malını kime veriyorsunuz? (CHP sıralarından alkışlar)
Bu yüzden şu kadarını söyleyeyim ki: İktidarımızın ilk gününde bu projelerde hemen Türk lirasına döneceğiz, hukuk gözetilerek buraya kamu yararı gözüyle yeniden bakacağız -bu kısmı Selin Hanım yazdı, eğitimli hanımefendi, utanmış, diyememiş- kamulaştıracağız, kamulaştıracağız, kamulaştıracağız! (CHP sıralarından alkışlar)
Ekonomide durum kötüyken yönetimden ne beklenir? Elbette tasarrufa kendisinden başlaması. Yaptınız bir tasarruf genelgesi; genelgeye göre araçlar sınırlanacak, pek çok sınırlama gelecekti. Bir örneğe değineyim: Sayın Cumhurbaşkanı Yardımcım, 120 bin araç için yazı yazdınız "İhtiyaç fazlalarını belirleyin, kiralamayın, geri kalanı da satın." diye. Belirlenen ihtiyaç fazlası bin araç arkadaşlar, bin araç. 120 bin araçtan 119 bini lazım, bini ihtiyaç fazlası ve bu bin araç daha elden çıkarılmadan bu bütçeye 3.544 yeni araç satın alımı konulmuş durumdadır. Yani, sizler o araçlarla, o uçaklarla, o şatafatlarla devam eder ve tasarruf etmezken Devlet Su İşlerinden emekli Mithat amca, bankadan emekli Emel teyze, asgari ücretli kardeşim Muammer, babadan kalan maaşla idare etmeye taşıyan Leyla kardeşim boş buzdolabına bakacak, akşam pazarında ezik ürünler toplayacak. Böyle adalet olmaz! İktidar, tasarrufu yoksuldan ve işçilerden yapıyor. 2.500 engelli öğretmeni atamıyorlar "Tasarruf ettik." diye övünüyorlar. Zaten iktidarın derdi halka refah sağlamak da değil, öyle olsaydı Varlık Fonuna kamu bankalarını, sigorta şirketlerini, limanları, Türk Hava Yollarını devredip, sonra Cumhurbaşkanı Erdoğan Varlık Fonunun başına kendisini atayıp, ondan sonra da Varlık Fonunu Sayıştay denetiminden çıkarmazdınız. Biz geldiğimizde, Sayıştay, Varlık Fonu başta olmak üzere denetimden kaçırılan tüm kurumları denetleyecektir.
Ekonomik kriz derinleşirken iktidar ülkeyi herkes için güvensiz hâle getirdi. Bugün çocuklarımız güvende değil. Yapılan araştırmalarda toplumun yüzde 86'sı çocukların güvende olmadığını söylüyor. Henüz 8'inde bir kız çocuğu Narin, kaybolduktan on dokuz gün sonra derede bir çuval içinde taşların altında bulundu. "Diclenin kenarında bir koyunu kurt kapsa sorumlusu benim." diyen bir kamu yönetim anlayışından geliyoruz; Hazreti Ömer'den vasiyettir. 8 yaşında bir kız çocuğunu koruyamadık, katillerini tespit edemedik ama bütün köyün bildiğini, "O köyde dostlarımız var, konuşamam." diyen milletvekilinizin bildiğini savcılar bilemiyor, bulamıyor. Araştırmalara göre iki buçuk yılda 64 çocuk Narin gibi yaşamını yitirmiştir.
Bugün çocukların ve gençlerin karşı karşıya kaldığı bir diğer büyük tehdit ise hepinizin bildiği gibi uyuşturucudur. Emniyetin resmî raporlarına göre 2023'te ele geçirilen "kristal" denilen metamfetamin miktarı 2019'a oranla yüzde 2 bin artmıştır. Uyuşturucu ne yazık ki okul önlerine kadar inmiştir. Anneler-babalar, iktidar olsun, muhalefet olsun gördüğü her milletvekiline, ulaştığı her siyasetçiye "Evlatlarımızı bu beladan kurtarın, uzak tutun." diye feryat etmektedir. Zaman zaman birbirini çekemeyen, Sayın Erdoğan sevgisini paylaşamayan halef-selef iki Bakanı dört yılda yüzde 2 bin artan uyuşturucu miktarının sorumluluğunu paylaşmaya davet ediyorum.(CHP sıralarından alkışlar) Uyuşturucu kullanımındaki bu artışın sebepleri araştırılmalıdır ama yapılan araştırmaların pek çoğunda alkoldeki astronomik ve adı konmamış düşmanca uygulanan yaşam tarzı vergisinin yüksekliğinin etkili olduğu tespitlerine de dikkat çekmek istiyorum.
Çocuklar gibi kadınlar da güvende değildir. OECD'ye göre Avrupa'da kadına karşı şiddette maalesef 1'inci sıradayız. Neredeyse 4 kadından 1'i şiddete maruz kalıyor. Kadınların yüzde 70'i geceleyin sokaklarda güvende yürüyemediklerini söylüyorlar.
Bu iktidar emeklilere, emekçilere, bu iktidar madencilere, bu iktidar esnafa, çiftçiye verdiği sözleri tutamamıştır. Seçime iki gün kala depremzedelere "Bir yılda 650 bin konut yapacağız. Bir yıl sonunda hepiniz evlerinize kavuşacaksınız." deyip iki yıl dolarken sadece yüzde 25'i, mesele Hatay'sa sadece yüzde 12'si... 4 depremzededen 3'ü koyteynerde, 4 depremzededen 3'ü çadırda ya da gurbettedir Türkiye'de. Hatay'da ise evine kavuşanların oranı sadece yüzde 12'dir. Hiçbir söz tutulmamıştır ama bir tek söz tutulmuş, tutulmaya devam edilmiştir; sadece HÜDA PAR'a verdiğiniz İstanbul Sözleşmesi'ne dönmeme sözü ısrarla tutulmaktadır. Cumhuriyet Halk Partisinin ilk iktidar haftasında İstanbul Sözleşmesi Türkiye Büyük Millet Meclisinde yeniden kanunlaşacaktır. (CHP sıralarından alkışlar)
Bu ülkede bebekler de güvende değil. En az 12 yenidoğan yavrumuz ihmalin, denetimsizliğin, para için gözü dönmüşlüğün kurbanı oldu. On dokuz ay önce bilinen ama bebekler ölmeye devam ederken tedbir alınmayan bir ihmalden bahsediyoruz. Bugün bir kamu görevlisinin dahi ifadesi alınmıyor, mahkemelerde âdeta bir tiyatro oynanıyor. Sistem biliyor ki: "Sarı öküzü verirsem ucu bize kadar geliyor." Bugün yenidoğanları öldüren, bilmediğimiz yenidoğanların ölümüne sebep olmuş olan ya da herhangi birimizin yakınlarını, büyüklerini yoğun bakımlarda telef eden sistem, bu iktidarın sağlığı ticarileştiren, denetimsizleştiren sistemidir. Bu sistemde özel hastaneler ruhsatlar almakta, bonservisler gibi ruhsatlar almakta. İnanabiliyor musunuz, sadece yenidoğan ünitesini istediği birine kiralamakta, o kirayı çıkarmak isteyenler çeteleşmekte, kendi aralarında paslaşmakta, devleti soymakta, bebeleri öldürmektedirler. Sağlığı ticarileştiren bu vicdansızlığın, bu denetimsizliğin hepinizin yüreğini yaktığını biliyorum. Susuyorsunuz, susuyorsunuz ama hepimiz gerçek sorumluları biliyoruz; sarı öküzü bırakın, vicdanınıza sarılın. (CHP sıralarından alkışlar)
Dış politika, üzerinde ciddiyetle durmamız gereken, Türkiye'nin ana meselelerinden bir tanesi. Ülkemizin ve partimizin kurucusu Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ün tüm dünyada bilinen "Yurtta barış, dünyada barış." sözünü hatırlamanın tam da zamanı. Atatürk'ün dış politikada bize nasıl bir miras bıraktığını biliyoruz; "Yurtta barış, cihanda barış." vizyonunu bıraktı, komşularla iyi ilişkiler bıraktı. Devam eden yıllarda hem Cumhuriyet Halk Partisi hükûmetleri ve diğer pek çok hükûmet bu vizyona uygun hareket etti; komşuların iç tartışmalarından uzak durdu, komşudaki devlet dışı unsurlarla muhatap olmadı, komşunun toprak bütünlüğünü savundu. Ancak AK PARTİ iktidarları bunun tam tersini yaptı; dış politikada kurumlar dışlandı, bu Parlamento dışlandı, en önemlisi, Dışişleri Bakanlığı, kadrolarıyla, birikimiyle ve geleneğiyle dışlandı. Kıbrıs Barış Harekâtı sırasında dönemin Başbakan Yardımcısı Erbakan 18 Temmuz günü, dönemin Başbakanı Bülent Ecevit 20 Temmuz günü harekât hakkında ilk bilgilendirmeyi kapalı oturumla bu salonda yaptılar. Oysa Suriye'de olan bu kadar olay karşısında Parlamento tamamen görmezden gelindi.
Suriye'deki maceracı yaklaşım 2011 yılından itibaren vatandaşlarımızın canına kasteden büyük bir güvenlik tehdidini yarattı ve bizi büyük bir göç sorunuyla karşı karşıya bıraktı. Türkiye'nin ödediği maliyeti görmezden gelemeyiz; on üç yılda hiçbir şey olmamış gibi, tüm hataların bedelini halkımız ödememiş gibi, Aylan bebekler ölmemiş, Ege'de boğulmamış gibi hareket edemeyiz. Öncelikle geçmişteki hatalardan ders almalıyız, maceracı dış politika yaklaşımından hızla uzaklaşmalıyız.
Komşumuz Suriye'yi senelerdir otoriterlikle yöneten Esad dün devrildi tıpkı Irak'ta, tıpkı Libya'da olduğu gibi. Atatürk'ün bir tek adam rejimi değil, otoriter bir rejim değil de bizlere demokratik bir cumhuriyet bırakmasının, her ne kadar yıpratılsa, aşındırılsa da ayakta olan kurumları ve kurallarıyla bir demokrasiyi bize emanet etmiş olmasının önemini bir kez daha hatırlamakta fayda var. Yanı başımızda bir ülke paramparça hâle geldi, her parça bir başka küresel gücün elinde oyuncak olma riskiyle karşı karşıya. Şimdi, artık Suriye'de daha fazla kan dökülmeden, iç savaşı kesin bir şekilde sonlandırmanın, tüm Suriyelileri temsil eden bir geçiş hükûmeti kurmanın zamanıdır. Suriye'de şimdi yaraları sarmanın, demokrasiyi inşa etmenin, insanca bir rejim kurmanın zamanıdır. Biz, Suriye halkı için iyi olanın yanındayız. Biz, Suriye'nin komşularını, bölgedeki uluslararası aktörleri iç savaşın bitirilmesine katkı vermeye, insan haklarına ve hukukun üstünlüğüne dayalı tüm Suriye'yi temsil edecek demokratik bir rejimin kurulmasına yardımcı olmaya çağırıyoruz.
Biz Türkiye'de ana muhalefet partisiyiz, yurt dışına çıktığımızda Türkiye'nin partisiyiz. Temsil edildiğimiz tüm uluslararası kuruluşlarda, kurumlarda Türkiye'nin, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'nin, Azerbaycan'ın haklarını savunduk, savunmaya devam ediyoruz. Biz doğruya "doğru" yanlışa "yanlış" diyen bir noktadayız. Örneğin, Rusya-Ukrayna ilişkilerinde taraf olunmayıp denge politikası izlenmesini doğru bulduğumuzu her platformda ifade ettik. Suriye'yle ilgili dünden beri yapılan açıklamalarda Suriye'nin toprak bütünlüğüne yapılan vurgu, demokratik ve özgür seçimler noktasındaki sağduyulu açıklamaları dikkatle takip ediyoruz. Bizim de iktidara çağrımızdır: Türkiye, Suriye'ye maceracılıktan uzak, fatih heveslerinden uzak bir pozisyondan, barışçıl bir pencereden bakmalıdır. Türkiye'nin Suriye politikası siyasi propagandaların malzemesi olmayacak kadar önemlidir. Trollerin akıl dışı heyecanları olabilir, sözde yorumcular, sözde uzmanlar, sırtında yumurta küfesi taşımayanlar macera peşinde koşabilirler ancak devlet ciddi olmak zorundadır, soğukkanlı olmak zorundadır. Suriye'de demokratik, kapsayıcı, hukukun üstünlüğüne dayalı bir rejim inşasından yana olmayan kesimlerden uzak durulmalı, terörün ve şiddetin son bulması için çözümler üretilmelidir. Ülkemizdeki Suriyelilerin evlerine dönmelerine yardımcı olacak kapsamlı bir geri dönüş programı hazırlanmalıdır. Bugün ülkemizdeki sığınmacılar meydanlarda sevinç gösterilerinde bulunuyorlar. Bu sevinç dönüş sevinci ise buna iştirak ediyoruz ancak iktidarın bir an önce yanıtlaması gereken, meydanlarımızda gösteri yapan bu kadar sığınmacının nasıl gönderileceği sorusudur.
Bizim Suriye'ye dair önceliğimiz, oradaki askerlerimizin güvenliği, Türkiye'nin ve yurttaşlarımızın güvenliği, Türkiye'nin çıkarları ve huzurudur; ne kimsenin maşası olmayı kabul ederiz ne de başka memleketlerde yangına maşayla müdahaleyi doğru buluruz. Cumhuriyet Halk Partisi Suriye'nin toprak bütünlüğünden yanadır, demokrasi, barış ve istikrar ortamından yanadır, Suriye halkından ve iradesinden yanadır. Aksi hâlde yanı başımızda istikrarsızlık üretecek Afganistan gibi bir yapıyla yaşama riskimiz ortadadır. Böyle bir ülkeye Türkiye'deki Suriyeliler de dönmeyecektir, aksine Türkiye yeni göç dalgalarına da maruz kalabilecektir.
Buradan Türkiye'nin 1'inci partisinin Genel Başkanı olarak Avrupa'ya da sesleniyorum: Cumhuriyet Halk Partisi ilk seçimlerde iktidar olacaktır ve Cumhuriyet Halk Partisi yalnızca sınır komşularıyla değil, Avrupa'yla da iyi ilişkiler içinde olmayı istemektedir. Cumhuriyet Halk Partisi, yurttaşların esenliğini ve güvenliğini sizden gelecek hiçbir teklife değişmeyecektir, hakkaniyetli olmayan hiçbir pazarlığa oturmayacaktır. İktidarımızda, Türkiye, komşularının yanında duracak, hem de Avrupa sisteminin parçası olduğunu ısrarla savunacaktır. Türkiye, Doğu ile Batı arasındaki barışçıl köprüdür, öyle olmalıdır. Kurucumuzun gösterdiği hedef, milletimizi muasır medeniyetler seviyesine...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Devam edin.
ÖZGÜR ÖZEL (Devamla) - Onun işaret ettiği yerde güçlü parlamentolar, hukukun üstünlüğü, mütevazı liderler, zengin halklar, kişi başına 45, 50, 55 bin dolar millî gelirler var. Birilerinin gözünü diktiği tarafta ise zengin liderler, fakir halklar, kişi başına 4.500 dolar millî gelir var. Bizim rotamız Atatürk'ün koyduğu hedeftir, çağdaş uygarlık seviyesine ulaşmaktır, Avrupa Birliğidir. 32'si Avrupa'da toplam 85 siyasi partinin üyesi olduğu, Başkan Yardımcısı olduğum Sosyalist Enternasyonal, partimizin Avrupa Birliği üyeliği mücadelesine tam desteğini açıklamış, 85 siyasi parti bu konuda imza atmıştır.
Biz, söylediğimiz sözlerin vatandaşa ne etki oluşturduğunu ölçtüğümüz gibi milletin beklentilerini de ölçüyoruz. Bu kürsüye çıkmadan önce halka "Bütçe yapma yetkisi doğrudan sizde olsa bu parayı nereye ayırırdınız?" diye sorduk. Yüzde 37'si tarıma önem vereceğini, yüzde 28,5'u eğitime para harcayacağını, yüzde 19'u sanayiye ve savunma sanayisine, yüzde 14,2'si sağlığa, yüzde 1,7'si çevreye, yüzde 0,3'ü de diyanete para ayıracağını ifade etmiştir. Halkımız tarımı, sağlığı, eğitimi öncelerken, iktidar ise faizi, garanti ödemelerini ve vergi alınmayan zenginleri öncelemektedir.
İşte, önümüze konulan bütçenin rakamları bunlardır: Bütçe geliri 12,8 trilyon, gideri 14,7 trilyon, açık 1,9 trilyon liradır ve Hükûmetin bu bütçeye koyduğu faiz gideri 1,9 trilyon liradır. Uygulanan akıl dışı politikalarla bütçemiz faize rehin verilmiştir.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Özel, toparlayın.
Buyurun.
ÖZGÜR ÖZEL (Devamla) - Vatandaş boşuna mı "En önemli sorunum ekonomi." diyor? Cebindeki 200 lirayla basıldığı ilk gün, tedavüle girdiği ilk gün, 1 Ocak 2009'da 132 dolar alıyordu, bugün en büyük banknotumuz 6 dolar etmiyor. 200 liraya 2009'da 76 litre benzin alıyordu; bugün 5 litre almıyor, 4,5 litre benzin alıyor; 76 litre, 4,5 litre. 200 liraya 2009'da 500 ekmek alırken bugün 20 ekmek alıyor. Bugün PTT'nin sattığı posta pulu 175 lira ancak en büyük banknotla bir tane pul alınabiliyor, paramız pul olmuştur.
Gelelim bütçenin kimin için hazırlandığına. Bu bütçe kimin bütçesi biliyor musunuz: Bu bütçe maaşları asgari ücrete eşitlensin diye 66 milyar lira bulunamayan emeklilerin değil, 701 milyar liralık vergisi silinen zenginlerin bütçesidir.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Başkan, toparlayın lütfen.
ÖZGÜR ÖZEL (Devamla) - Bu bütçe atanamayan öğretmenler için kaynak yaratma bütçesi değil, ihalelere servet transfer etme bütçesidir. Bu bütçe sözde tasarruf yapmak için bir öğün yemek verilmeyen yoksul öğrencilerin değil, lüks araçların yanı sıra artık uçaklardan konvoy yapanların bütçesidir. Bu bütçe açlık sınırının altında maaşla geçinen emeklinin, asgari ücretlinin değil, bugüne kadar kur korumalı mevduattan 1,8 trilyon lira ödenenlerin bütçesidir. Bu bütçe staj ve çıraklık mağdurlarının, emeklilikte adalet isteyenlerin değil, kamuda 3-4 kıyak maaş alanların, yönetim kurulu üyeliği kapanların bütçesidir. Bu bütçe hakkı olan desteği alamadığı için ürünü tarlada kalanların, ürününü yola dökenlerin değil, adrese teslim ihaleler verilenlerin, teşviklerle semirtilenlerin bütçesidir. Bu bütçe ekmek parası için yerin yüzlerce metre altında ter döken madencilerin değil, "Madencilerin fıtratında ölüm var." diyenlerin bütçesidir. Bu bütçe yoksulluk nedeniyle derme çatma bir barakada yanarak ölen 5 kardeşin değil, "Yoksulluğa isyan etmeyin, sabredin." derken lüks makam arabalarında sıra sıra dizilenlerin bütçesidir. Bu bütçe depremzedelerin bütçesi değil, rezerv alan uygulamasıyla rant peşinde koşanların; tevazunun değil, kibrin ve şatafatın bütçesidir.
Millet 31 Mart seçimlerinde Türkiye'de bir iktidar değişim sürecini başlatmıştır. İktidara düşen, milletin iradesine saygı duymaktır. Saygı duymamanın iktidara da millete de hiçbir faydası yoktur.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
ÖZGÜR ÖZEL (Devamla) - Başkanım, bir iki dakikada bitiriyorum, sürmez bile.
Bu yanlış yoldan bir an önce dönülmeli; kayyım atayarak, hukuktan uzaklaşarak, yoksulları ezerek bu ülkeye daha fazla zarar verilmemelidir. Bu ülkenin insanlarına daha fazla yazık edilmemeli, Türkiye hızla hukuka dönmeli, adalet hâkim kılınmalı, Meclisin seçilmiş bir milletvekili daha fazla hapiste tutulmamalı, gençler konuşmalı, itiraz edebilmeli, kayırmacılığa son verilmeli, mülakat derhâl kaldırılmalı, eğitimde bilim esas alınıp her ne kadar ihtiyaç varsa o kadar öğretmen atanmalı, emekli, asgari ücretli, memur artık hakkını almalıdır. Demokratik bir ülkede iktidardan bunları yapması beklenir ama bu iktidar ilk seçimde tecelli edecek milletin kararına hukuk dışı yöntemlerle direnmeyi amaçlamaktadır. Bu şahsi beka direnişi tarihin hiçbir döneminde başarılı olmamıştır, bundan sonra da olmayacaktır. Bu yüzden artık sandık milletin önüne konulmalıdır, kararı halk vermelidir, kararı millet vermelidir. Bu millete daha fazla zulüm edilmemelidir. Biz bunları yapmaya geliyoruz. Gülmeyen yüzleri güldürmeye, doymayan karınlarını doyurmaya, olmayan adaleti getirmeye, eşitliği getirmeye geliyoruz, bu ülkeyi ayağa kaldırmaya geliyoruz. Yüzyıl önce olduğu gibi yine kurtarmaya, yine halkın iktidarını kurmaya geliyoruz.
Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (CHP sıralarından ayakta alkışlar; İYİ Parti ve Saadet Partisi sıralarından alkışlar)