| Konu: | 2025 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Teklifi ile 2023 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Teklifinin İlk Görüşmesi münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 3 |
| Birleşim: | 29 |
| Tarih: | 09.12.2024 |
SAADET PARTİSİ GRUBU ADINA SELİM TEMURCİ (İstanbul) - Efendim, ben de sözlerime Isparta'da düşen helikopter sonucu hayatını kaybeden şehitlerimizi rahmetle anarak başlamak istiyorum. Ailelerine, Türk milletine, Türk Silahlı Kuvvetlerine başsağlığı diliyorum. Rabb'im şehadetlerini kabul eylesin.
Sayın Başkan, siyasi partilerimizin Muhterem Genel Başkanları, Grup Başkanlarımız, Grup Başkan Vekillerimiz ve çok kıymetli milletvekillerimiz; 2025 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Teklifi ile 2023 Yılı Kesin Hesap Kanunu Teklifi üzerine Gelecek-Saadet Grubu adına düşüncelerimi açıklamak üzere huzurlarınızdayım. Bu vesileyle, Gazi Meclisimizi ve bizleri ekranları başında takip eden milletimizin her bir ferdini saygıyla, muhabbetle selamlıyorum.
Sözlerime Şam-ı Şerif-in kurtuluşu kutlu olsun, mübarek olsun diyerek başlıyorum. Hamdolsun altmış bir yıllık Baas zulmü son bulmuş ve Suriyeli kardeşlerimiz yeni bir dönemi başlamıştır. Birileri hâlâ anlayamamış olsa da yaşanan bu süreç zulmün yanında değil, hakkın ve insanlığın yanında duran Türkiye'yi haklı çıkartmıştır ve burada bir hakkı teslim etme adına ifade etmek isterim ki bu süreç Sayın Cumhurbaşkanımızı haklı çıkartmıştır. Bu süreç Gelecek Partisini, Genel Başkanımız Sayın Ahmet Davutoğlu'nu haklı çıkarmıştır ve Suriye'nin istikrarı, Suriye'nin toprak bütünlüğü, ülkemizin güvenliği için hayati bir öneme sahiptir. Duamız ve beklentimiz odur ki inşallah Suriye'de bütün paydaşları içine alan yeni bir geçiş hükûmeti kurulur, Suriye'de yeni bir demokratik geleceğe açılan kapı açılmış olur.
Suriyeli misafirlerimiz elbette bu süreçle birlikte güven ve huzur içinde yurtlarına geri dönsün diyoruz. Suriye, emperyalist güçlerin ve onların güdümündeki terör yapılarının oyuncağı olmasın ve bölgede daha önce yaşananlar Suriye için ve hepimiz için bir ders olsun.
Değerli milletvekilleri, milletin vekilleri olarak milletin hakkını, hukukunu konuşacağız zira bütçeyi konuşuyoruz. Parlamentolar, yasama faaliyetlerinin yanında, milletin adına iktidarların vergi toplamasına, harcama yapmasına onay veren ve yapılan tüm bu işleri yine denetleyen yegâne kurumlardır. Aslında, buna işte millet adına parlamentoların bütçe hakkını kullanması diyoruz. Aslında bütçe hakkı kuvvetler ayrılığının ayrılmaz bir parçasıdır.
Biraz önce Meclis Başkanımız ifade ettiler; 22 Ekimden 29 Kasıma kadar gerçekten ciddi müzakereler yaptık, zaman zaman tartışmalarımız oldu ama buradan milletimizin ve sizlerin huzurunda bir konuyu dikkatinize sunmak isterim. Bakın, 2023 kesin hesabı konuşuyoruz ve 2025'i, yeni bütçeyi konuşacağız. Gerek Plan ve Bütçe Komisyonunda gerek Genel Kurulda, burada kesin hesabı yani 2023'ü, bir önceki yılı yeteri derecede müzakere edemiyoruz. Bu, işin ehemmiyeti açısından, hakikaten bu Parlamentonun iş yapma biçimine yakışmıyor. Hep şunu düşünüyorum: Önceki dönem tahsis edilen bütçelerin denetimi ve kontrolü yeni bütçelerin onayı kadar önemli değil mi parlamentolar için? Dolayısıyla, bu konuda, mutlaka Meclisin bütçe denetiminin kalitesini artırabilme adına Meclisimizin mutlaka bu konuda bir düzenlemeye ihtiyacı var.
Değerli milletvekilleri, iki yıldır Plan ve Bütçe Komisyonunda gördüğüm bir tabloyu da yine sizlerle paylaşayım. Bakın, Cumhurbaşkanlığı hükûmet sistemi, artıları var, eksileri var, tartışırız ama bu sistem, bakanların sadece milletimizle değil, bakanların aynı zamanda Parlamentoyla, milletvekilleriyle de ilişkisini ve koordinasyonunu zayıflatmıştır. Hep şunu gördüm: Sadece muhalefet vekilleri değil, iktidar vekili arkadaşlarımız da ellerindeki dosyalarıyla kendi bölgeleriyle, kendi illeriyle ilgili meseleleri bakanlarımıza, oradaki yöneticilerimize aktarıyorlar. Demek ki burada bir sorun var ve bütçe görüşmelerinin bu vesileyle de olsa daha uzun bir zamana yayılması, bütçe hakkının korunması adına sadece millet için değil, milletvekilleri için de çok önemli bir işlev görecektir.
Tabii, burada şunu söylemem gerekir: 85 milyonu ilgilendiren, milletin hayatına dokunan çok önemli kanun teklifleri bütçeler. Strateji ve Bütçe Başkanlığımızın hazırlamış olduğu bütçelerde gerek Genel Kurulda gerek komisyonlarda gördüğümüz şey şudur; olağanüstü bir dokunulmazlığı var. Sıfır değişiklikle bu bütçeleri yapıyoruz, evet, yasal bir iş yapıyoruz ama noktasına virgülüne dokunmadan, sadece muhalefet vekillerinin değil, iktidar vekillerinin de bir şekilde hiçbir değişiklik önerisi kabul edilmiyor. Hatta, o kadar ileri gidiliyor ki bir bakanlığın bütçesini değiştirmeden o bakanlığın programları arasında bile artırma, eksiltme yapma hakkı yok milletvekillerinin. Aslında söylediğimiz birçok şey kabul edilse de maalesef bunu başaramıyoruz ve bazen şunu düşünmek zorunda kalıyoruz: Yürütmenin Meclise sunduğu bütçelerinin o kadar bir dokunulmazlığı var ki bu dokunulmazlık âdeta milletvekilliği dokunulmazlığına eş değerdir. Dolayısıyla, bu şeklî denetimi... Bu eleştiri hakkımızı elbette kullanıyoruz ama yeni anayasa çalışmalarında, mutlaka, bütçe hakkının kuşkuya yer bırakmayacak şekilde milletin Meclisine aktarılması gerekiyor.
Şimdi, saygıdeğer milletvekillerimiz, konuşmamın bundan sonraki bölümünü şöyle ilerletmek istiyorum: Bir, bu bütçenin güvenilirliği üzerinde durmak istiyorum, bütçenin adaleti üzerinde durmak istiyorum, bütçenin tutarlılığı üzerinde durmak istiyorum ve ekonominin performansı ile bütçe rakamları üzerinde zamanım elverdiği ölçüde konuşacağım.
Güvenle başlayalım. Güven, hayatın her aşamasında en temel ihtiyacımız; hele rakamları, hele bütçeyi konuşuyorsak güven olmazsa olmaz. Peki, soralım: 2025 yılı bütçemiz ne kadar gerçekçi veriler üzerinde oturuyor? Bakın, devletimizin kurumları bizim için kıymetli, Türkiye İstatistik Kurumunun verilerine inanmak istiyoruz ama TÜİK hâlâ enflasyon sepetini açıklamıyor. Soruyorum: TÜİK'in verilerine inanabilir miyiz, güvenebilir miyiz? Zira, bu ülkede -altını çizerek söylüyorum- enflasyon oranları açıklanırken bile bir enflasyon var. TÜİK enflasyon açıklıyor, İTO enflasyon açıklıyor, ENAG enflasyon açıklıyor; bir bakıyorsunuz, bunların arasındaki bu rakamlar sanki farklı ülkelerin enflasyon rakamları. Ben şunu söylüyorum, bakın, değerli milletvekillerimiz: Yarın Asgari Ücret Komisyonumuz toplanıyor. Yapılması gereken, çok acil, TÜİK'in bir yaşam maliyet endeksi çıkartmasıdır. Biz gerçekçi olmayan veriler üzerinden eğer bir asgari ücret zammı yapar, memura, emekliye bu zamları yapar ve dönüp ondan sonra "Ey millet, biz sizi enflasyona ezdirmedik." dersek bu bize yakışmaz, bu AK PARTİ'ye de yakışmaz. Onun için mutlaka böyle bir endekse ihtiyaç var çünkü asgari ücret bugün bu ülkede bir şehirde bir aylık kirayı karşılamıyor. Onun için önce insanlarımızın ne kadar bir paraya geçinebileceklerini ortaya koyacak bir çalışmaya ihtiyaç var. Bakın -güvenin- enflasyon çok önemli elbette; TÜİK'in açıkladığı enflasyon rakamları sorunluysa biz bütçeyi hangi tabana oturtacağız?
Daha önemli bir şey -Mehmet Şimşek Bey de aramızdalar- Merkez Bankamız. Merkez Bankamız... Sadece 2019 yılı değil 2019 yılından sonra -sadece 128 milyar dolardan bahsetmiyorum- 400 milyar doları aşan hesaplamalar var yani kurdaki artışı engellemek için, kurdaki artışın enflasyonu tetiklememesi için, kur geçişliğini kontrol etmek için ne yapıldı? Kur düşük tutuldu ve 400 milyar doları aşan bir rakamın satıldığı söyleniyor. Merkez Bankamızın ne yapması lazım? Şeffaflığın bir gereği olarak kime ne sattı, hangi kurdan sattı bu millete açıklaması lazım çünkü rasyonalite, her şeyden önce, güvenilir bilgiyle başlar. O olmadan hiçbir şeyi yapamayız; Türkiye öngörülebilir bir ülke olmaz, Türkiye yatırım yapılabilir bir ülke olmuş olmaz.
Benim, doğrusu, güvenle başlamamın sebebi şu: Çünkü ben yeni ekonomi yönetimine çok güven cümleleri kurdum, onlara güvendiğimi ifade ettim; hâlâ güveniyorum. 2023 yılında, seçimlerden hemen sonra biz bütün bu güven krizini milletin zihninde çözmeleri gerektiğini onlara söyledik. Ama şu ana kadar, bakın, ne TÜİK'te ne döviz alımında -başka konular da var ama- bunlarla ilgili bir açıklama yapılmadı.
Değerli milletvekilleri, çok özel bir günde bütçe görüşmelerini yapıyoruz: Bugün 9 Aralık Dünya Yolsuzlukla Mücadele Günü. Bugün de Türkiye Büyük Millet Meclisi iktidarın önderliğinde çok güçlü bir adım atabilir. Sadece ülkemizde değil, dünyada da Türkiye'yi çok farklı bir yere taşıyabiliriz. Bakın, biz silinen vergi borçlarından bahsettik, kamu-özel iş birliği ödemelerinden bahsettik, garanti verilen ödemelerden bahsettik, kamu bankalarının görev zararlarından bahsettik, KİT'lerin zararlarından bahsettik, eş dost, akraba atamalarından bahsettik, bahsettik de bahsettik ve dedik ki: Faiz yükü ve kamuda israfı bu devlet artık çekemez. Biz şu anda, bugün, burada "Devlet aklını siyasi ahlakla buluşturma zamanı geldi." diyebilecek miyiz? AK PARTİ'nin en temel kuruluş ilkelerinden biri -üç şeyden biri- malum, yolsuzlukla mücadeleydi. "Bütün bu şaibelerin üzerine gideceğiz, siyasi ahlak ve şeffaflık yasasını Meclise getireceğiz." diye Sayın Cumhurbaşkanı Yardımcımız burada söylerse bugün Türkiye'de yeni bir dönem başlatabiliriz. Bugün bütçeyi konuşuyoruz, iktidardan "Kamu İhale Kanunu'yla ilgili olarak Avrupa Birliğinde hangi şartlar varsa Türkiye'de de aynı uygulamayı yapacağız ve bütün bu şaibelerin üzerini açacağız." cümlelerini duyarsak inanın bugün bu bütçeyle Türkiye'de yeni bir süreci başlatabiliriz ve bu yeni sürecin en güçlü destekçisi de Gelecek Partisi olur, bizzat Gelecek Partisinin kendisi olur. Değerli milletvekilleri, bu yüzleşmeleri gerçekleştirmek zorundayız. Bunu yaparsak gerçekten Türkiye'yi aynen 2000'li yıllarda olduğu gibi tekrar ayağa kaldırabiliriz; önce güven, önce güven.
Anayasa'mız, Türkiye Cumhuriyeti devletinin demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devleti olduğunu söyler. Şu anda şu soruyu soruyorum: Anayasa'mızın değiştirilemez olan bu maddesine bu mevcut bütçelerimiz ne kadar hizmet ediyor değerli milletvekilleri? Buraya baktığımızda da toplumsal refahı artırmayan, gelir adaletini sağlamayan, yoksulluğu azaltmayan, emeğin, alın terinin gayrisafi millî hasıladan aldığı payı artırmayan bir bütçeye ya da bütçelere adil ve sosyal refahı sağlayan bütçeler olarak bakamayız. Bakın, verilerle konuşalım, On Birinci Kalkınma Planı'nı 2018'de yaptık; göreli yoksulluğumuz yaklaşık yüzde 20,1'di ve dedik ki: "Bu çok fazla." Hedef koyduk, 2023 hedefi, bunu yüzde 18'e indireceğiz. 2023'e geldik; bırakın hedefi yakalamayı, göreli yoksulluğu yüzde 21,6'a çıkardık.
Aynı durum gelir adaletsizliğinde var. Şu anda Avrupa Birliğinde... Bakın, 2018'de gelir adaletimiz, bu ülkede, şu andakinden çok çok daha iyi bir noktadaydı. Avrupa Birliğinde şu an itibarıyla gelir adaletsizliğinde bizden kötü bir ülke yok. Peki, hâl böyleyse, ortaya koyduğumuz bütçeler bunu gerçekleştiremiyorsa, bizim şu soruyu sormamız lazım: Neden? Çünkü bu ülkede 10 milyonu aşkın insanımız var, bu atıl iş gücü toplam iş gücünün yüzde 26,5'u. Bakın, bu oran Avrupa'da bizim yarımız kadar. Bu 10 milyonu aşkın insana biz Türkiye'de iş bulamıyoruz. Evet, istihdama katkı veriyoruz, yeni insanlar işe giriyor ama insanların artık bu ülkede, değerli milletvekillerimiz, iş bulma ümidi kayboluyor. Özellikle gençlerimiz, adaletsiz uygulamalar... Defalarca söyledik, "Şu mülakatı kaldırın." dedik, insanlarımız iş bulma ümidini kaybediyor, gidip işe başvurmuyorlar ve maalesef bu sorunu da hâlâ çözebilmiş değiliz.
Şimdi, sayın milletvekillerim, Cumhurbaşkanı Yardımcımızı dinlerken ekonomik büyümeden bahsetti. Doğrudur, Türkiye, üçüncü çeyrekte de yüzde 2,1 büyüdü. Türkiye 17 çeyrektir büyüyor ama şöyle bir hatırlatma yapayım: Türkiye, biz, 2002 yılında dünyada ekonomik büyüklükte 19'uncu sıradaydık, yerimiz iyi değildi, geriye düşmüştük. 2023 yılında biz geldik 17'nci büyük ekonomiye ve 1 trilyon doları aştık, teşekkür ediyoruz ama benim şu hatırlatmayı yapmam lazım: Bizim 2023 hedefimiz, dünyada ilk 10 ekonomi arasına girmekti. Şöyle bir soru akla gelebilir: Bugün dünyada 10'uncu büyük ekonominin gayrisafi millî hasılası nedir? 2,2 trilyondur yani biz koyduğumuz hedefin yarısına gelmemişiz. Daha da acı bir şey söyleyeyim: Türkiye, Türkiye ekonomisi, 2016 yılında, dünya ekonomi listesinde, sıralamasında 16'ncı sıradaydı yani şu anda 20'nin içine girmeyi bir başarı gibi aktarmak, 17'nciliği bir başarı gibi aktarmak bizim bütün siyasi mazimizi inkâr olur; ben bunu asla kabul etmiyorum ve değerli milletvekilleri, şu soruları soralım, hep birlikte soralım: Ya, büyüyoruz da neden bizim insanlarımız mutlu değil? Neden bu refahı hissetmiyor? Neden bu ülkede hâlâ bir barınma krizi var, sağlıklı gıdaya erişme krizi var? Ve neden milyonlarca insanımız hâlâ işsiz? Neden Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığımızın yardım ettiği insan sayısı her geçen yıl artıyor? Bu "Neden?"leri sorgulamamız lazım. Özellikle, yoksulluk sınırının 70 bin TL'ye dayandığı bir ortamda, biz bugün milletin vekilleri olarak "30 bin lirayı versek mi, üstüne mi artırsak; acaba asgari ücrete ne kadar zam yapılacak; yoksulluk sınırının 70 bin TL olduğu bir ülkede asgari ücreti 30 bin lira yapabilir miyiz?" tartışmasını niye yapıyoruz? Eğer refah varsa, büyüme varsa bunu neden yapıyoruz?
Bakın, bunun çok basit bir cevabı var, ekonomi literatüründe çok basit bir cevabı var, bunu sayın bakanlarımız da çok iyi bilirler; bu literatürde bunun ismi yoksullaştıran büyümedir. Türkiye, yoksullaştıran bir büyüme yaşıyor. Türkiye, gelir adaletinin sağlanmadığı bir büyüme yaşıyor. Büyük dış borçlar, bütçe açıkları, borçlanma, faiz, artan vergiler sadece, Türkiye'de, yurt içinde ve yurt dışında semirmiş birilerini ortaya çıkarıyor ama bu, asla milleti ilgilendiren bir konu maalesef olmuyor.
Şu soru aklımıza gelebilir: Ya, millî gelirde tam istediğimizi elde edemedik de acaba kişi başı millî gelirde performansımız nedir? 2023 verileriyle Türkiye, kişisel millî gelirde dünyada 69'uncu sırada; dünya ekonomisinde büyüklükte 17'nci sıradayız, kişisel millî gelirde 69'uncuyuz. Bu iki rakam Türkiye'de gelir adaletsizliğinin ne kadar büyük bir noktaya ulaştığını gösteriyor. Peki, Türkiye 2003 yılında bu sıralamada kaçıncı sıradaydı?
Değerli milletvekilleri, 2003 yılında Türkiye'nin kişi başı gelirde dünya sıralaması ne ilginç bir tevafuktur ki yine 69'muş yani biz büyürken bizden çok daha hızlı büyüyen, gayrisafi millî hasılalarını kişi başı artıran ülkeler varmış. Mesela, komşulardan örnek vereyim. Bulgaristan ve Romanya 2000'li yıllarda bizim kişi başı gelirimizin neredeyse yarısıydı, neredeyse yarısı. Şu an, 2023'te ne oldu biliyor musunuz? Biz 13 bin doları biraz geçtik, Bulgaristan 16 bin doları geçti -bizden 2 kat geri olan Bulgaristan 16 bin doları geçti- Romanya 18 bin doları geçti. Onun için rica ediyorum... Burada belki şey olacak ama biraz gülümsetme adına söyleyeyim: Yani az gittik, uz gittik, dere tepe düz gittik, sonunda geldik, bir arpa boyu yol ilerleyememişiz. Eğer biz bu gerçekleri bilir ve buna göre hareket edersek oturur, daha sağlam bütçeler yapabiliriz.
Değerli milletvekilleri, şimdi, dünya gayrisafi millî hasılasından eğer 2000'li yıllara yakınsak bir pay alıyorsak bizim kalkınma ve sanayi politikalarımızda bazı hatalarımız olması gerekiyor. Bizim şapkamızı önümüze koyup düşünmemiz gerekiyor. Ve düşünmemiz gereken ilk şey şu: Beşerî sermayenin kalitesini bu ülkede artırabiliyor muyuz? Beşerî sermaye demek teknoloji demek, yüksek katma değerli ürünler demek, ülkenin kalkınması, ilerlemesi demek; bunu yapabiliyor muyuz? Maalesef, OECD ülkeleri içerisinde -2024 yılı verileriyle- eğitimle ilgili meselelerde sonuncuyuz. Daha kötü bir şey, on yıl önce -2025 yılı bütçesiyle karşılaştırmalı söylüyorum- 2015 yılında bütçeden eğitime ayırdığımız pay yüzde 17,1; şu anda yüzde 10'un altına düşmüş durumdayız. Yani "beşerî sermaye" demek çok güzel, "Katma değerli ürünlerin ihracat içindeki payını artıracağız." demek çok güzel, peki, buna bütçe var mı? Buna bütçe ayırmadığınız zaman bunu niye konuşuyoruz? Önce bunları bizim çözmemiz gerekiyor.
Millî Teknoloji Hamlesi çok kıymetli bir değerlendirme. Millî Teknoloji Hamlesi'nin gerçekleşebilmesi için yapmamız gereken şey: Eğitim harcamalarımızı en az savunma, en az başka başka alanlarda yaptığımız harcamaların önüne koymamız lazım ve o iyi yetiştirdiğimiz gençlerin de bu ülkede gelecek arayacakları bir iklim oluşturmamız gerekiyor. Bunu da inşallah önümüzdeki dönemde daha fazla konuşma imkânımız olur.
Elbette değerli milletvekillerimiz, bu ülkede çok güzel şeyler de oluyor. Ne oluyor? Türkiye "Millî ve yerli üretim." diyerek millî savunmasında olağanüstü işler yaptı. Bakın, On Birinci Kalkınma Planı'nda hedef koyup da gerçekleştirdiği en önemli alan millî savunma. Yani "yerlilik" demişiz, tutturmuşuz, "istihdam" demişiz, tutturmuşuz, "ihracat" demişiz, tutturmuşuz; savunma politikalarında ve üretiminde, burada emeği geçen herkese gerçekten teşekkürlerimizi arz ediyoruz. Ben, burada, savunma sanayisinde elde edilen başarının, örneğin sanayide diğer alanlara da kopyalanması gerektiğini düşünüyorum.
Togg'a hızlıca bir parantez açacağım, sanayi demişken bunu geçemem. Togg bizim millî markamız. Plan ve Bütçeye geldi, 2 tane Çinli firma Samsun'da ve Manisa'da çok büyük imkânlarla otomotiv üretecekler. Bakın, yabancı sermayenin, hele hele direkt doğrudan gelip yatırım yapacak, üretim yapacak, istihdam oluşturacak başımızın üzerinde yeri var. Ama şunu düşünmek zorunda değil miyiz: Bu ülkede bir Devrim otomobilimiz yok muydu? Togg'un Devrim'le aynı akıbete uğramaması için -bu bütçe görüşmelerinde altını çizerek söylüyorum- Togg'u korumamız gerekiyor, Togg henüz emekleme döneminde. Eğer Avrupa Birliğine, gümrük birliği üzerinden bu Çinli firmalara Türkiye'de üretim yapıp Avrupa'yı onlara açıyorsak "Togg ne olacak?" sorusunu sormamız lazım ve bunun için de şöyle bir öneride bulunmak istiyorum: Milletin bir şeye sahip çıkmasını istiyorsanız, devleti yönetenlerin önce Togg'a sahip çıkması lazım. Bakın, önerim şu: Tasarruf tedbirleri paketi açılmıştı biliyorsunuz, o pakette araç alınmayacaktı belli alanlar hariç; binlerce araç alınacak. Bugün eğer burada, bu kürsüde "Kamuda bütün binek araçlar Togg olacak." denebilirse, Togg o zaman milletin Togg'u olur, yöneticilerimizin buna bindiği görülür. Kamuya yabancı hiçbir araç alınmasın; mesela buna karar verelim, bu önemli bir tasarruf olur.
Şimdi, bütçenin söylem ve eylem tutarlılığıyla ilgili birkaç örnek vereceğim değerli milletvekilleri. Cumhurbaşkanı Yardımcımızı dinledik, bakanlarımızı Komisyonda dinledik, hakikaten o kadar güzel cümleler kuruyorlar ki hepsinin altına imza atarız: Üretim, yatırım, istihdam, ihracat, tasarruf, katma değerli ürünleri artırmak, AR-GE... Bunlara kim "hayır" diyebilir? Bunların hiçbir tanesine "hayır" diyemeyiz. Hele hele ailenin korunması, kadına yönelik şiddet, sosyal yardımlar -bunlar çok önemli meseleler-bunlar o kadar güzel ifade ediliyor ki bunlara hiçbir itirazımız yok.
Ve daha önemlisi ne denildi? Sayın Cumhurbaşkanımız... Yani bütçenin tutarlılığıyla ilgili olarak bu açıklamaları milletimizin takdirine sunuyorum. 28'inci Dönem Üçüncü Yasama Yılı açıldığında Sayın Cumhurbaşkanımız geldi, burada dedi ki: "Siyonist zalimlerin hedefi Türkiye'dir; savaş kapıdadır." Şimdi, bu bütçenin tutarlılığına buradan başlayalım, eğitimi biraz önce söyledim: Eğer savaş kapıdaysa neyi bekleriz değerli milletvekilleri? Millî Savunma bütçemizin yeniden değerleme oranı 2025'te yüzde 43,93; bunun üzerinde artmasını bekleriz değil mi? E, artmamış. Şimdi, Cumhurbaşkanımızın söylemi ile bu bütçe birbiriyle tutarlı diyebilir miyiz?
Bakın, aile, olmazsa olmaz; aile, olmazsa olmaz. Bu ülkenin geleceği için şu anda bir beka problemi varsa ailelerde bu beka problemi yaşanıyor. Bakın, değerli milletvekilleri, TÜİK istatistikleri, 2023 yılı verileri... Doğurganlık hızı eğer bir ülkede 2,10'un altına inerse o ülke alarm veriyor demektir, nüfusun kendi kendini yenileme gücü kalmıyor demektir; 2,10. Türkiye'de şu anda bu oran 1,51; Avrupa Birliğindeki birçok ülkenin altında bir oran. Şimdi, burada şu hakkı yine teslim edelim: Demek ki 3 çocuk meselesi çok önemli bir meseleymiş ama biz, çocuk teşviki için kadınların evde de çalışabilecekleri yeni bir dönemi başlatabilecek miyiz, buralara fazla bütçe ayırabilecek miyiz? En önemli meselelerden bir tanesi sosyal yardımlarımız; Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığımızın sosyal yardımları enflasyon oranında artabilecek mi? Peki, bütün bunların olabilmesi için ne gerekiyor? Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığımızın bütçesinin en azından enflasyon kadar, yeniden değerleme oranı kadar artması lazım; arkadaşlar, yeniden değerleme oranının yarısı kadar artmış. Şimdi, bana birisinin bu tutarsızlığı izah etmesi lazım.
Ben şöyle bir noktaya geldim -diğerlerini geçeyim- diyorum ki: Yani düşünün, TÜBİTAK'a ayrılan bütçe... Bakın, TÜBİTAK, çok önemli bir kurumumuz. 2025 yılında ödenecek faizin kırk ikide 1'ini TÜBİTAK'a ayırıp bu ülkede sanayi, kalkınma, AR-GE, inovasyon yapacağız dediğimizde laflar çok iyi olur ama bunları destekleyecek bütçeler maalesef olmamış olur.
Bu tutarsızlık, bu performans sıkıntısı nereden kaynaklanıyor? Ben yine Cumhurbaşkanlığı hükûmet sistemine geleceğim. Bakın, bu sistemin artıları ve eksileri vardır ama şöyle bir durum var: Bir Cumhurbaşkanlığı Kabinesi var, bir de Cumhurbaşkanlığında ofisler, kurullar ve başkanlıklar var; acaba bunların arasında bir koordinasyon problemi mi var? Nasıl oluyor da Cumhurbaşkanlığı Strateji ve Bütçe Başkanlığının getirmiş olduğu bütçeyle, siyaseten bu cümleleri kuran arkadaşlar o bütçeyle o cümleleri kurabiliyorlar? Bunlar birbirine gerçekten çok uyumsuz.
Peki, şimdi şu noktaya gelelim: Sayın milletvekillerimiz, neden bakanlıklarımıza, kurumlarımıza yeteri derecede bütçe ayıramıyoruz? Öyle ya, aileye, millî savunmaya, kalkınmaya bütçe ayıracağız. Neden bu bütçeleri ayıramıyoruz? Elbette ekonominin yapısal problemleri var, ona girecek zamanım yok ama bütçe üzerinden konuştuğumuzda, bunun bütçe açığıyla başlayan bir hikâyesi var. Şimdi, bu bütçe açığı bizim için tabii çok önemli. Aslında, bizim tarihimiz, denk bütçe yapamadığımız zaman başımıza neler geleceğini bize daima söylemiş. Siyasi bağımsızlığımızın ekonomik bağımsızlığımızla ilgili olduğunu biz biliyoruz. Bir dönem "hasta adam" diye aşağılanan ecdadımızın nasıl hasta edildiğini de biliyoruz ve cumhuriyetin kurucularının -başta Gazi Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere- İzmir İktisat Kongresi'nde o Osmanlı mirasını bilip "Hâkimiyetiiktisadi olmadan hâkimiyetimilliye olmaz." dediklerini de biliyoruz. Dolayısıyla bizim için aslında denk bütçe olmazsa olmazdır.
Bakın, 2022 yılında bu ülkenin bütçe açığı 142,7 milyar TL'ydi; 2002 yılında 142,7 milyar TL. 2024'te revize edilen Orta Vadeli Program'la birlikte bütçe açığı 2 trilyon 148,5 milyara geldi; 2 trilyon 148,5 milyar. Ya, şimdi, birisinin şunu izah etmesi lazım: İki yılda bir devletin bütçe açığı ne olur da 15 kat artabilir? Yani savaşa girmeden bir ülkeyi savaşa girmişten beter hâle nasıl bu şekilde getirebiliriz? Bunun üzerinde çok durmamız gerekiyor.
Gelelim devlet borcuna, merkezî yönetimin borcuna: Merkezî yönetimin borcu yaklaşık 8,8 trilyon; 31 Ekim itibarıyla merkezî yönetimimizin toplam borcu 8,8 trilyon. Dağılımına bakıyoruz: Borcun yüzde 58'i döviz. Neden döviz diye bakıyoruz: Adamın biri kalkmış, 2018'de, 2019'da demiş ki: "Ben içeriden de Ayşe'den de Fatma'dan da artık döviz borçlanacağım." Şimdi, döviz arttığında bizim sadece yurt dışından aldığımız borcun miktarı artmıyor, içeriden döviz borçlarımız da artıyor ve Türkiye tarihinde son otuz yılda ilk kez şöyle bir şey oluyor: Anapara ödemelerimize -iç borç anapara ödemelerimize- ve faize bakıyoruz; faiz ödemelerimiz, anapara ödemelerimizin önüne geçmiş; bunlar izaha muhtaçtır değerli milletvekillerimiz. Ve tabii, borç olunca borcun sonunda ne oluyor? Faiz oluyor. Burada biraz önce de ifade edildi. Bakın, 1 trilyon 254'le başladık 2024'e, onun üzerine 97 milyar faiz geldi yani 1 trilyon 351 milyara çıktı 2024 faiz ödemelerimiz. Daha ilginç bir şey; geçtiğimiz yıl Mecliste -önce Plan ve Bütçe Komisyonuna geldi- 100 milyar TL'lik bir tasarruf paketi onayladık. Ya, şöyle bir düşünün; 100 milyar TL tasarruf paketi ödeyip öteki taraftan da 97 milyar ilaveyle 1 trilyon 254 milyarı 1 trilyon 351 milyara çıkardığımız bir faiz var. Yani şöyle bir şey yapmışız: Tasarrufu da faiz yemiş bizim bu sene; maalesef, böyle rezil bir tabloyla karşı karşıyayız. 2025 için "1 trilyon 950 milyar" dendi -peki, devam ediyor- 2026 için 2,3 trilyon faiz ödeyeceğiz, 2027'de de 2,56 trilyon. Değerli milletvekillerimiz, bu devlet 2025, 2026 ve 2027 yıllarında 6,81 trilyon faiz ödeyecek; bugünkü kurlarla toplam 198 milyar dolar, yıllık 66 milyar dolar. Ya, böyle bir bütçe, böyle bir anlayış, ekonominin geldiği yer; burada, nerede adalet diyeceğiz, bu bütçe kimin bütçesi diyeceğiz? Hakikaten, bu, ciddi anlamda izaha muhtaçtır. Emeklimizin, işçimizin, memurumuzun yüzü böyle bir tabloda gülebilir mi? Eğer bütçe açıkları önümüzdeki yıl... Bakın, üç yıl -2025, 2026, 2027- yine ortalama 2 trilyon bütçe açığı veriyoruz. Şimdi, burada eğer çıkar şu açıklamayı yaparsak "Gayrisafi millî hasılamıza göre bütçe açığımız düşmüş..." Yoksullaştıran bir büyümede böyle tanımlamaların Türkiye için hiçbir anlamı yok, millet nezdinde de bir karşılığı yok çünkü millet maalesef bunu yaşıyor.
OECD'de gıda enflasyonunu biliyorsunuz. Bakın, tarıma ayıracağımız rakam, bu yıl Tarım Kanunu'na göre tam 615 milyardır. 61 buçuk trilyon gayrisafi millî hasıla hedefimiz var 2025'te yani 615 milyar; yüzde 1'ini ayıracaktık. Ne yapmışız? Tarım Bakanlığının tümüne 438 milyar ayırmışız. Böyle bir hâldeyiz, gıda enflasyonuyla nasıl mücadele edeceğiz? Toplam bütçenin binde 2'sini bile ayıramamışız.
Değerli milletvekilleri, elbette bütün bu maliyet, sonuçta vatandaşa vergi olarak yüklenmiş. Bakın, arkadaşlar, son iki yılda vergilerin artışı yüzde 236. Bakın, iki yılda bu ülkede vergiler yüzde 236 artırılmış yani bu vergiler altında millet eziyet çekerken gerçekten bunları kaldırmak çok mümkün değildir.
Başkanım, bir dakikam var mı, uzatıyor musunuz?
BAŞKAN - Uzatacağım.
SELİM TEMURCİ (Devamla) - Peki, başımıza bütün bu dertler, sıkıntılar neden geldi? Bakın, iktidar partili arkadaşlarımızdan duyuyoruz "Cumhurbaşkanlığı hükûmet sistemi rehabilite edilecek." diye ve çok mutlu oluyoruz çünkü bu hâliyle bu sistem Türkiye Cumhuriyeti devletine iyi gelmemiştir, ekonomiye iyi gelmemiştir, başta iktidar olmak üzere siyasi partilerimize iyi gelmemiştir. 15 Temmuzun arifesinde belki hızlıca yaptık bazı değişiklikleri, bazı eksiklerimiz oldu. Şunu rahatlıkla söyleyebilirim, bütçe rakamları da bunu söylüyor: Eğer bu şekilde devam edersek, eğer bir değişim yapmazsak her yıl bir önceki yıldan daha kötü olacak; bu kardeşinizin bu lafını unutmayın. Eğer bunu değiştiremezsek maalesef bu şekilde olacak. AK PARTİ'li arkadaşlarımıza şunu söylemek istiyorum, bunu bir motivasyon cümlesi olarak söyleyeceğim: Arkadaşlar, şöyle bir düşünün -insanız hepimiz, Allah hepimize hayırlı, uzun ömürler versin- yarın Cumhurbaşkanlığı makamına hiç istemediğimiz birisi geldi ve oturdu.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Buyurun, tamamlayın.
SELİM TEMURCİ (Devamla) - Sorum şu: Şu anda Cumhurbaşkanımızın kullandığı bütün gücü ve yetkiyi böyle birisinin kullanmasına "Evet." der misiniz, bu doğru mudur? Eğer buna "Hayır." diyorsanız kuvvetler ayrılığının daha netleştiği, bu kadar yükü bir insanın sırtına yıkmayacak bir düzenlemeye mutlaka ihtiyacımız vardır.
Son olarak, Filistin'le ilgili şunu söyleyeyim: 50 binin üzerinde insanımız katledildi. Biz "Nehirden denize özgür Filistin!" demeye devam edeceğiz.
Bütçe vesilesiyle -12 Aralık 2023'te kaybetmiştik- Hasan Bitmez kardeşimi tekrar rahmetle, minnetle anıyorum.
Son sözlerim şu olsun: Arkadaşlar, biz, özgürlük mücadelesi veren insanlardık bir zamanlar, adalet mücadelesi veren insanlardık. Evet, 3 Mayıs 2024'e kadar bu ticaret devam etti, sonra kesildi; Bakanlığımız bu açıklamaları yapmak zorunda. Gençleri tutuklayarak bu mücadele verilmez diyorum ve Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum. Bütçemiz hayırlara vesile olsun. (Saadet Partisi ve İYİ Parti sıralarından alkışlar)