| Konu: | 23 NİSAN ULUSAL EGEMENLİK VE ÇOCUK BAYRAMI MÜNASEBETİYLE |
| Yasama Yılı: | 3 |
| Birleşim: | 96 |
| Tarih: | 24.04.2013 |
MUHAMMET BİLAL MACİT (İstanbul) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 23 Nisan üzerine gündem dışı söz almış bulunmaktayım. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Türkiye'de biz millî bayramları kutlarız. Dünyada ise kimi ülkelerin bayramlarının yanında millî günleri de vardır. Millî bayramlar, millî anmalar farklı sayılarda olabilir ancak millî gün bir tanedir. Amerika Birleşik Devletleri'nin millî günü 4 Temmuzdur, Bağımsızlık Deklarasyonu'nun ilanı. Fransızların ise 14 Temmuz yani Fransız Devrimi'nin başladığı Bastille'in basılması günü. Bu günün o ülkenin millî şahsiyetini en halis şekilde temsil ettiği kabul edilir, aynı şekilde birleştirici günüdür de.
Türkiye'de kutladığımız resmî bayramlardan hangisi millî gün olabilir dersek, 23 Nisanın diğer dört sembole nazaran çok daha hakiki anlamda bir millî gün olmaya yakın olduğunu düşünüyorum. Bir millî ortaklığı ve millî iradeyi ifade etmektedir çünkü ve bugünün demokrasisini de.
Hepimizin de bildiği gibi, Ankara'da 23 Nisan 1920 günü toplanan Meclis, bir taraftan, ocak ayında İngilizler tarafından dağıtılan Meclisin bir devamıydı. Öyle ki orada yarım kalan gündemler hemen Ankara'da görüşülmeye başlanmıştı. Ancak öte yandan, ismi Meclis-i Mebusan değildi. Önce Büyük Millet Meclisi ve 1921'den itibaren Türkiye Büyük Millet Meclisiydi yani bir bakımdan bir kurucu meclisti de. Öneminin farkındaydı, sadece, İstanbul'da toplanamadığından sürgünde toplanmış olarak görmüyordu kendisini.
İlk Meclis, üzerinde henüz kiremitleri dahi olmayan bir binaydı. Mazhar Müfit Kansu'nun aktardığına göre Ankara'da halk, evlerinin kiremitlerini sökerek getirmiş ve binanın üstü bu şekilde kapatılmıştı. Elektrik bulunmadığı gibi lüks lambası da yoktu ve aydınlanma gaz lambalarıyla sağlanmaya çalışılıyordu. Kâtiplerin önlerine geceleri mum dikilirdi. Ses ve görüntü cihazlarının olmadığı o yıllarda hararetli tartışmaların yapıldığı o Mecliste tutanaklar itinayla tutulur ve saklanırdı.
Ama bu Meclisi asıl farklı yapan, Meclisin kompozisyonudur. İlk Meclisin ne kadar renkli olduğu sıkça dile getirilmiştir. Çok farklı düşünsel, kültürel ve sınıfsal kökenlerden insan aynı mücadele için bir araya gelmişti. Ahmet Demirel'in o Mecliste çalışmış Hıfzı Velidedeoğlu'ndan aktardığına göre "İlk Türkiye Büyük Millet Meclisinde milletvekillerinin giyim ve kuşamları, yaşları, düşünsel yetenekleri ve görgüleri başka başka ve çok değişikti. Beyaz sarıklı ve beyaz veya kara sakallı, cüppeli, eli tespihli hocalarla, pırıl pırıl üniformalı genç subaylar, yazma veya şal sarıklı aşiret beyleri, külahlı ağalar, tarikat babaları ve kavuklu çelebilerle Avrupa'da yükseköğrenimlerini yeni bitirmiş, batı kültürüyle yetişmiş, Kuvayımilliye kalpaklı, nokta bıyıklı, modern giyimli gençler yan yana oturuyorlardı. Gerçi mebusların kıyafetleri ve kafaları renk renkti fakat gönülleri ve amaçları birdi."
İlk Meclisin egemenlik ilkesi hâkimiyetimilliyedir. Bu tam da tanımsız kalmış egemenlik ilkesi, nitekim Kasım 1922'de saltanatın lağvından hemen hemen tam bir yıl sonra 29 Ekim 1923'te cumhuriyetin ilanına kadar da yönetimin adı olacaktır. Bu şiardan kastedilen, yürütme ve yasamanın her ikisinin Meclisin uhdesinde olduğu, hatta o dönemin olağanüstü şartlarında aynı ilkeye dayanarak istiklal mahkemeleri örneğinde olduğu gibi yargı için de kendini en üst merci gördüğü bir yönetim biçimidir.
Elbette, bugün için bu, uygun addedilebilecek bir biçim değildir. Yasama, yürütme ve yargının birlikteliği gibi demokrasi prensipleriyle bağdaşmayan bir usul savunulacak değildir. Burada bundan bahsetmemin sebebi, bu vurgunun Meclisin kendisine biçtiği önemi resmetmesi bakımından önemli ve açıklayıcı olmasıdır. Meclisin kendini safi millî iradenin yansıması olarak gördüğünün ifadesi olmasındandır.
Bu Mecliste yeni bir sosyal kontrata dayalı bir "millet kurma" iradesi olduğu açıktır. Ancak bu millet kurma iradesi, sonradan anlaşılacağı gibi, tek tipçi, dayatmacı ve her türlü çoğulculuğu ve farklılığı dışlayan karakterde değildir. Tam aksine, zaten 1920 Ankara'sında bir araya gelen insanların bizzat kendileri bu farklılığı taşımakta ve ortak iradeyi yansıtmaktadır.
Meclisin açılışının yıl dönümünde bize düşen, bugünkü Türkiye'yi kucaklayan ve kapsayan bir şekilde çalışmak ve hakkını verebilmektir. Aynı şekilde o ruha sahip çıkmak ama asıl önemlisi bu idealizmi anakronizm ve hamasetle boğularak değil, tam aksine bugünün dünyasına, bugünün Türkiye'sine taşımaktır. 23 Nisan anması geçmişe değil, geleceğe dönük; olmalıdır, geçmişin böbürlenmesine değil, tıpkı Meclis çatısının inşası gibi ortak geleceğin inşasına, geleceğin güzel Türkiye demokrasisine.
Teşekkür ediyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)