GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: Dahiliye Memurları Kanunu ve Bazı Kanunlar ile 375 Sayılı Kanun Hükmünde Kararnamede Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi münasebetiyle
Yasama Yılı:3
Birleşim:22
Tarih:21.11.2024

DEM PARTİ GRUBU ADINA AYŞEGÜL DOĞAN (Şırnak) - Teşekkürler.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri ve ekranları başında bizleri izleyen değerli, sevgili Türkiye halkları; ben de hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Şimdi, kayyum konuşacağım ben de tabii ki. Niye kayyum konuşacağım? Çünkü dün İçişleri Bakanlığı bütçesinde yaşananlar bir yana, İçişleri Bakanı kayyumla ilgili bir değerlendirmeyi yeniden burada ifade etti; ne dedi? Bu arada şunu hatırlatayım: Bu çatı altında kayyumla ilgili söylenmemiş söz, kurulmamış cümle kalmadı; verilen önergeler de diğer yanda kalsın. Ne dedi İçişleri Bakanı? Kayyumlar için "şehir emini" diyor. Daha önce de söylemişti bunu "kayyum" değil "şehir emini" diyor. Peki, Türk Dil Kurumuna göre "emin" ne demek? "Güvenilir kişi" demek, "güven veren kişi" demek. Şimdi, halk adına şehirde olan biri halkın istemediği biri, halkın gönül vermediği biri, halkın oylarıyla seçilmemiş biri; halkın el vermediği, güven duymadığı biri nasıl şehremaneti oluyor, bunu gerçekten özellikle kayıt altına almak için tekrar buradan sormak istiyoruz. Halkın emin olduğuna inanmadığı biri halk oylarıyla seçilmiş birinin yerine atanamaz, oturamaz, oturtulamaz ve şehrin emini olamaz. Niye olamaz biliyor musunuz şehrin emini? Çünkü "kayyum" demek... Atandığı yerlere gidin sorun lütfen; 31 Mart seçimlerini hiç söylememe dahi gerek yok, sonuçlar zaten gösteriyor ama hadi bir örnek verelim: Mesela, Batman Belediyesine kayyum atandı. Batman Belediye Eş Başkanlarımız Türkiye'de en yüksek oyu alan belediye eş başkanları. Şimdi, Türkiye'de en yüksek oyla seçilen bir belediye eş başkanının yerine siz kayyum atayıp sonra da efendim, "Bu, şehrin güven duyduğu kişi." derseniz trajikomik dahi olmaz bu. Nasıl şehrin emini olabilir kayyumlar? Kayyum kötülüğü sembolize ediyor, kayyum yolsuzluğu sembolize ediyor, kayyum usulsüzlüğü sembolize ediyor. Kayyum âdeta hilenin, rantın, halkın kaynaklarını bazı odaklara peşkeş çekmek için gelmiş birtakım -tırnak içerisinde- memurlar, atanmışlar olarak görünüyor. Şimdi, siz 31 Mart seçimlerinde ortaya çıkan tabloyu görmezden gelmeye, bu mesajı anlamamaya çalışacaksınız ama ben 31 Marta ilişkin de bir hatırlatma yapmak istiyorum. Hile yapıldı, usulsüzlük yapıldı, taşımalı seçmen denendi; olmadı, olmadı, kazanılamadı. Mardin kazanılamadı mesela, Batman kazanılamadı, Halfeti kazanılamadı, Hilvan'da kazandığımız bir seçim tekrar edildi, binlerce oy farkla Hilvan'ı yeniden kazandık. Şimdi birtakım gerekçelerle "millî irade" diye diye iktidara gelip darbe yaparak tarihe geçmek ne yazık ki bu iktidara nasip oldu. Darbecilerle, darbeci anlayışlarla, odaklarla, zihniyetlerle, darbeyle yüzleşeceğiz derken karşımıza 2016'dan bu yana âdeta, özellikle de Kürt coğrafyasında bir rejime dönüştürülmek istenen bir sistemle karşı karşıya kaldık. Biz diyorduk ki: "Siz, Kürtlerin seçme ve seçilme hakkını yok sayıyorsunuz." Biz diyorduk ki: "Siz etnisite farkı yapıyorsunuz; böyle yaparak da bölücülüğü asıl siz yapıyorsunuz, ayrımcılığı siz yapıyorsunuz." Ne yaptınız? Esenyurt'a da kayyum atayarak ne yaptınız sonuçta? "Bir Kürt Türkiye'nin en büyük ilçesini yönetemez." dediniz aslında. Nitekim, bu ikrar edildi; "Kâğıt üzerinde başka bir partinin belediye başkanı olarak görünmesi anlamını değiştirmez yaşananların." dendi, açıkça ikrar edildi. Dolayısıyla bir yandan Kürtlere diyorsunuz ki: "Gelin, siyaset yapın." Öte yandan, işte, az önce Esenyurt İlçe Eş Başkanlarımız tutuklandı. Hapishaneler dolu, seçilmişler içeride, seçilen belediye eş başkanlarının yerine kayyum atıyorsunuz; nasıl yapılacak siyaset? Nedir öneriniz? Nasıl açacaksınız demokratik siyaset kanallarını?

Ne zaman atandı bu kayyumlar? Tam "Bir yere geldik, geliyoruz galiba." derken. Birtakım tartışmalar başladı, bu tartışmaların ne kadar önemli olduğuna dair tespitler yaptık, kamuoyu büyük bir ilgi ve merakla bu tartışmaları dinlemeye ve dikkat kesilmeye başladı. Ne oldu? Hop, yeniden başa, kayyumlar atandı. Beklenti neydi? Söz konusu çağrı ve tartışmalarda önemli bulduğumuz tespitleri de hatırlayalım. Beklenti, bu çağrıların muhatabı Sayın Öcalan'a giden yolların açılması, tecridin kaldırılması ve bu tartışmalara dâhil edilmesiydi. Bu tespitler yapıldı, bu çağrılar yapıldı; bunlar hiç yapılmamış, hiç olmamış gibi biz günlerdir kayyum konuşuyoruz. İhtiyacımız olan şey bu mu? Tarihsel sorumluluğumuz bu mu bu Parlamentoda ya da bu ülkede yaşayan yurttaşlar olarak? Barışı böyle nasıl sağlayacağız? Bunu bir koşul siyaseti olarak ifade etmiyorum, yalnızca bir tespit olarak ortaya koyuyorum. Güven duygusu nasıl kırıldı bu ülkede? Güvencesizlikten. Kimsenin başka türlü bir güvene ihtiyacı yok. Hepimizin aynı dilde, aynı tonda konuşmaya da ihtiyacı yok ama olanı olduğu gibi, hakikati olduğu gibi tanımlamaya ihtiyacımız var. Bunu böyle tanımlamazsak eski yöntemlerle çözmek neredeyse imkânsız; kaç kez denendi. Buna rağmen biz diyoruz ki DEM PARTİ olarak bizim beklentimiz... O mesajda da dikkat çekildiği gibi, bir kez bir görüşme oldu ve o görüşmeden çok açık bir mesaj geldi. Kürt meselesini çatışma ve şiddet zemininden demokratik bir zemine, çatışmasızlık zeminine, siyasi ve hukuki bir zemine çekebilecek teorik ve pratik gücü olduğunu söyleyen bir insana yönelik bugün yeniden rutin bir şekilde, otomatiğe bağlanmış vaziyette altı ayda bir verilen yasaklardan biri daha verildi: Avukat yasağı. Şimdi, bu ne demek? Bu, şu demek: Tecrit devam ediyor, devam edecek. Bu ne demek? İsteseniz de istemeseniz de bu mesaj, toplumda barış beklentisi olan, toplumda bu tartışmaların bir sürece evrilmesine ilişkin umudu olan herkeste şöyle bir duygu yaratıyor: Demek ki çözümsüzlükte ısrar etmek isteyen bir anlayış var, demek ki çözümsüzlüğe dair zihniyet değişmiyor, demek ki eski yöntemlerle yeniyi inşa edemeyeceğiz. Şimdi, o yüzden, DEM PARTİ'ye inanan, güvenen, gönül veren ve seçmeni olan, bunun için de -her defasında söylediğimiz gibi- ağır bedeller ödeyen herkesin ve yalnızca DEM PARTİ'nin değil Türkiye'de gerçekten onurlu, eşit, adil, kalıcı bir barışa dair sorumluluk hisseden, bunu tarihsel bir sorumluluk olarak hisseden, vicdani bir sorumluluk olarak hisseden herkesin beklentisi bu tür antidemokratik uygulamalardan vazgeçilmesi; adını koyarak vazgeçmek gerekiyor. Bu ülkede bir Kürt meselesi var, Kürt meselesinin çözümüne ilişkin de bu ülkenin onlarca yıldır süren bir çözüm arayışı var. Bu yöntemlerle bu çözüm arayışına kavuşmak imkânsız; bu yöntemlerden vazgeçmek gerekiyor. Bu yol Türkiye'yi daha özgür, daha adil, daha eşitlikçi, daha demokratik bir yere ne yazık ki götürmüyor, götürmeyecek.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

AYŞEGÜL DOĞAN (Devamla) - Kadınlara sanırım bir dakika süre veriyorsunuz. Vermiyorsanız...

BAŞKAN - Buyurun, devam edin lütfen.

AYŞEGÜL DOĞAN (Devamla) - Peki, teşekkür ederim.

Madem ateş hattındayız ve bu tespiti hep birlikte yapıyoruz sevgili arkadaşlar; o hâlde bir kez daha yinelemek istiyorum ki Kürt sorunu için şartlar artık çatışma ve çözümsüzlük yerine hepimizin içine sinecek hakiki bir barışı ve diyaloğu dayatıyor. Bir söz söylendi, bu sözün artık gereği yapılmalı; artık söylemenin değil yapmanın zamanı. Koşulların bu kadar dayattığı bir zamanda bu koşullara antidemokratik uygulamalarla direnmek yerine bu koşulların gerektirdiği minimum, asgari demokratik yöntemler denense sorunda ne kadar yol alındığı görünecek. Biz bu konuda kararlıyız, bu uygulamalar bizi vazgeçiremeyecek. Eninde sonunda bu mesele diyalogla çözülecek. (DEM PARTİ sıralarından alkışlar)