GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: Noterlik Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi münasebetiyle
Yasama Yılı:3
Birleşim:19
Tarih:14.11.2024

MEHMET KAMAÇ (Diyarbakır) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; kanun teklifinin 15'inci maddesi üzerinde söz almış bulunuyorum. Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum.

Deveye sormuşlar: "Boynun neden eğri?" Demiş ki: "Nerem doğru ki?" Biz burada -bu Meclis ya da bu ülkede- kanun teklifini konuşurken bugüne kadar demokratik bir sivil anayasa yapma iradesini ve yeteneğini ortaya koyamamış bir Meclis ve bir siyasetten bahsediyoruz.

Bu ülke, eşitsizlikler ülkesidir. Bu eşitsizlik bölgesel anlamda daha derin bir şekilde yaşanıyor; sağlıkta, eğitimde, yatırımda, istihdamda, özgürlüklerde ve en önemlisi de hukukta eşitsizliği ve ayrımcılığı iliklerine kadar yaşıyor.

Cumhuriyet tarihi boyunca Kürtler bu ülkenin eşit vatandaşları olarak görülmedi ve Kürt illeri başka bir ülke gibi yönetildi. Kürtlerin varlığı, dili, kimliği inkâr edildi. Bu inkâr politikaları bölgeye ayrı, ülkenin geri kalanına ayrı bir hukuk uygulaması olarak açığa çıktı.

Hukuk sisteminde Kürtlerin payına düşen sadece ceza hukuku oldu. Bunun en son örneklerinden bir tanesi: 2016 yılında Kürtlerin 99 belediyesine Anayasa ve hukuka aykırı olarak kayyum atanırken İstanbul, Ankara ve Bursa Belediye Başkanları istifa ettirildi ve yerine Meclisten başka üyeler başkan olarak seçtirildi. Yasalar Kürt illerine başka, diğer yerlere başka uygulanıyor. Bu ülkede yüzyıldır devam eden ve hiç değişmeyen bir gerçektir bu eşitsizlik ve hukuksuzluk.

İsterseniz OHAL, KHK, kayyum, sürgün gibi uygulamaların tarihsel arka planına bir bakalım. Şark Islahat Planı, istiklal mahkemeleri, umumi müfettişlik gibi uygulamalar cumhuriyetin ilerleyen yıllarında olağanüstü hâl bölge valiliklerine dönüştü. Bunlara zamanında "süper valiler" deniyordu; bu valiler Supermen değildi, uçamıyorlardı, yetkileri çok geniş olduğu için "süper valiler" deniyordu. Şimdi ise bir rejime dönüşmüş olan kayyum uygulamaları, aslında tarihsel arka planı Osmanlı'nın son dönemlerine ve cumhuriyetin kuruluş yıllarına dayanan hukuksuz ve ayrımcı bir politikanın devamıdır. Birinci Umumi Müfettişliğin alanı sıkıyönetim kapsamında yer alan Elâzığ, Urfa, Hakkâri, Bitlis, Siirt, Van, Mardin ve Diyarbakır illerini kapsıyordu; yetkileri ise kapsadığı illerin alanından daha genişti. Umumi müfettişler başta valiler olmak üzere, bölgesi dâhilindeki bütün memurlara hesap sorabilme ve emir verebilme, silahlı asker kuvvetlerini icra kuvveti olarak istihdam edebilme, kamu güvenliğini ihlal eden bir durumda kendi bölgesinde sıkıyönetim ilan edebilme, kanunların uygulanmasına müdahale edebilme gibi yetkilerle donatılmıştı. 1934'e gelindiğinde Şark Islahat Planı'na bağlı olarak mecburi İskân Kanunu yürürlüğe girdi ve böylece sürgünler yoluyla Kürt illerindeki nüfusun yer değiştirilmesi hedeflendi. Plana göre şarkta ikinci derece memurluklara bile Kürt memur atanamayacaktı. Üstüne çok bir söz kurmaya, açıklama yapmaya gerek var mı, bilmiyorum. Alın size KHK zulmü, alın size sürgünler, alın size kayyumun arka planı. Yani 1924'ten bugüne Kürtler için bu ülkede değişen tek şey, kendilerine yönelik sergilenen eşitsiz ve hukuksuz tutuma verilen isim oldu. Bu politikalarla Kürt sorunu çözümsüzlüğe mahkûm edilirken Türkiye'de darbe dinamiği de canlı tutuluyordu. Kürtlerin eşit yurttaşlık ve barış talebi yüzyıldır devam etmekte ve barış eli yüzyıldır havada durmaktadır.

Geçtiğimiz günlerde Sayın Bahçeli bir konuşma ve çağrı yaptı; esasında bu, çok değerli bir konuşmaydı ve çok değerli bir çağrıydı. Bu çağrı, geçmişin tüm karanlığına, bütün kötü deneyimlere rağmen umutla karşılandı ancak ne hikmetse bu konu henüz bir olgunluğa varmadan belediyelere kayyum atanmaya başlandı. Bu ülkede "barış" kelimesi darbe dinamiğini harekete geçiriyor. Ya bu ülkenin büyük barışını sağlayacağız ya da darbe dinamiğinin metruk ve karanlık sokaklarında yürüyeceğiz.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Tamamlayın Sayın Kamaç.

MEHMET KAMAÇ (Devamla) - Burada Mevlâna'nın bir söylencesiyle devam edeceğim; teşbihte hata olmaz: Mevlâna, Konya sokaklarında Şems'i ararken Mevlâna'nın meşhur yalancılarından birisi diyor ki: "Ya, ben Şems'i Bağdat'ta gördüm." Hepiniz bilirsiniz bu hikâyeyi. Fakat Mevlâna bu şahsa hırkasını hediye ediyor. Yanındakiler diyor ki: "Ya, sen onun yalancı olduğunu bilmiyor musun?" Mevlâna da diyor ki: "Biliyorum ama ben onun yalanına hırkamı verdim, doğru söyleseydi canımı verirdim."

Şimdi, biz barış söylemine elimizi uzatıyoruz. Hepinizi temin ederim ki barışın gerçeğine, barışın sağlanmasına, bu ülkede huzurun sağlanmasına canımızı da veririz.

Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum. (DEM PARTİ sıralarından alkışlar)