Konu: | Noterlik Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi münasebetiyle |
Yasama Yılı: | 3 |
Birleşim: | 18 |
Tarih: | 13.11.2024 |
İYİ PARTİ GRUBU ADINA HAKAN ŞEREF OLGUN (Afyonkarahisar) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 23 maddeden oluşan bu teklif 12 farklı kanunda değişiklik öngörmekte ve geniş bir yelpazede düzenlemeler yapmayı amaçlamaktadır.
Önceliğimiz, yargılamaların uzun sürmesine, duruşmaların yıllarca uzamasına çözüm bulmak olması gerekirken bu konularda ne yapıyoruz? Kocaman bir hiç.
Bugün Türkiye'de yargının iş yükü olağanüstü derecede ağırdır. UYAP verilerine göre Türk ceza mahkemelerine günlük ortalama 3.466 dosya tevzi edilmekteyken yalnızca 2.197 karar çıkmaktadır; hukuk mahkemelerine günlük 1.629 dosya tevzi edilmekte, 1.452 karar alınmaktadır; idari yargıya ise günlük 451 dosya tevzi edilmekte, 594 karar çıkmaktadır; icra dairelerine günlük 5.180 yeni dosya girmektedir; cumhuriyet başsavcılıklarına ise her gün 5.904 yeni dosya intikal etmektedir ancak bu teklifte yargıdaki bu kronik sorunlara çözüm getirecek hiçbir düzenleme yoktur.
Bir örnek vereyim: Bir işçi alacağı davası düşünün; mahkeme yıllarca sürüyor, işçi kazanacağı paranın umuduyla aylarca, yıllarca bekliyor ancak ne oluyor? Yargılama süreci o kadar uzuyor ki işçi yaşamak için başka işler aramak zorunda kalıyor. Para kazanacağına harcadığı zamanla birlikte moral ve psikolojik olarak da tükeniyor. O davanın sonunda kazandığı alacak, adaletin sağlam bir şekilde tecelli etmesi yerine kendisine sadece yitirilen yıllarını hatırlatıyor. O yıllar ki sadece geçici değil kalıcı travmalar bırakıyor.
Bir başka örnek de ticaret dünyasından. Ticaret hukukunda da benzer bir tabloyla karşı karşıyayız. On-on beş yıl süren tazminat davaları şirketler ve girişimciler için büyük bir finansal ve manevi yük oluşturuyor; örneğin bir inşaat firması ile müşteri arasındaki bir alacak davası, dava tarihi 2014, yıl 2024, dava hâlâ devam ediyor. Alacak ödenmediği gibi işletme sahibinin iflası an meselesi.
Diğer bir örneği de kiracı-ev sahibi davalarından verelim. Mahkemelerin son yıllardaki iş yükünün büyük çoğunluğunu bu davalar oluşturmakta, davaların uzun sürmesi nedeniyle insanların dava yoluna gitmeyi tercih etmeyip birbirlerini öldürdüğünü görüyoruz. İnsanlar haklarını mahkemede aramayı tercih etmemekte; ev sahibi kiracıyı, kiracılar da ev sahiplerini öldürmeye başlamışlardır. Değerli milletvekilleri, sizleri bu aciliyeti olmayan yargı paketlerinden önce, bu saydığım konularda acil önlemler alıp yasalar çıkarmaya davet ediyorum.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bugün hâkimler ve savcılar bağımsızlıklarını kaybetmiş, yürütmenin kuklası hâline gelmişlerdir. Bir kısmı korku içinde, bir kısmı ise baskı altında görev yaparken, kimisi de bu zulme direnmeye çalışırken görevlerinden el çektirilmiştir. Ülkemizin geçtiği en karanlık dönemlerden biri olan 15 Temmuz darbe girişimi sonrasında FETÖ'nün silahlı terör örgütü olarak tanımlanıp devletten tasfiye edilmesiyle başlayan süreç, maalesef bizlere çok benzer bir dönemin yeniden yaşanabileceğini göstermektedir. FETÖ'nün devlete sızdığı kadroların boşalmasıyla birlikte, Hükûmetin FETÖ'den ders alındığı iddiasıyla devletin çeşitli kademelerine kendi kadrolarını yerleştirdiğini ama bu süreçte asıl dersin alınmadığını görmekteyiz.
Sonuç olarak, bugün, yargı içinde örgütlenen bir cemaat başka bir cemaatle yer değiştirmiştir. Daha önce Fethullah Gülen cemaatine üye olmak makbul iken bugün Hakyolcu ve Menzilci olmak makbul hâle gelmiştir. Bu anlamda, artık Türkiye'de uzunca bir süredir hukuk güvenliğinden bahsedilememektedir. Halkın adalet beklentisinin bugün cemaatler tarafından kuşatılmış bir yargı tarafından karşılanması mümkün değildir. Yargının tüm bileşenlerinin herhangi bir cemaat altında değil bağımsız ve laik bir cumhuriyet çerçevesinde örgütlenmesi gerekmektedir. İyi cemaat, tarikat; kötü cemaat, tarikat yoktur; devletleşebilecek güce erişeni vardır, henüz erişemeyeni vardır. Dinî referanslarla seçilen isimlerin yargıdaki kritik görevlere atanması devletin temel taşlarından biri olan adaletin güven ve tarafsızlık ilkelerini ciddi şekilde zedelemektedir. Bu gidişat gelecekte dinî gruplar arasında yaşanacak bir güç mücadelesinin Türk yargı sistemine ve dolayısıyla ülkemize büyük bedeller ödetmesine neden olacaktır. Türk yargısının adaletli işleyişi için her bir hâkimin ve savcının alanındaki en iyi eğitim ve tecrübeye sahip olması gerektiği unutulmamalıdır. Ancak bugün, bu görevlere atananların çoğu siyasi bağlantılar ve kişisel ilişkiler üzerinden seçilmektedir. Bu durumun önüne geçmek için bir an önce yargının liyakate dayalı bir sistemle yeniden yapılandırılması gerekmektedir.
Son olarak, sırf para için 12 bebeğimizin insafsızca ölümüne sebebiyet veren -kamuoyunda bilinen ismiyle- yenidoğan çetesini çökerten Savcı Yavuz Engin'in makam odasında bu çetenin lideri tarafından tehdit edilmesi, suçlu insanların bu yargı sistemi karşısındaki vurdumduymazlığı, makam ve mevki kullanarak adaleti kendilerine göre uyarlamaya teşebbüs etmeleri adalet sisteminin bazı kişiler tarafından yozlaştırılmaya çalışıldığının en son ve somut örneğidir. Lakin kimse şunu unutmasın: Bu ülkede Savcı Yavuz Engin gibi vatan, millet ve adalet aşkıyla yanıp tutuşan ve bu uğurda kimseye boyun eğmeyecek olan milyonlarca insan her zaman vardır ve var olacaktır.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; buradan iktidara sesleniyorum: Sorunu çözmek istiyorsanız şanlı Türk tarihinden ders alın. Fatih Sultan Mehmet Han'ın şu veciz sözlerini hatırlatmak istiyorum: "Aklı öldürürsen ahlak da ölür. Akıl ve ahlak öldüğünde millet bölünür. Kadıyı satın aldığın gün adalet ölür. Adaleti öldürdüğün gün devlet de ölür." Bugün, yargının siyasallaşması, yargı mensuplarının satın alınması veya tehdit edilerek hukuktan ve adaletten sapmaya zorlanmaları yani yargının bağımsızlığını kaybetmesi devleti çürüten en büyük tehlikedir.
Ayrıca, bugün burada, son dönemde ülkemizde giderek artan Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'nın ilk dört maddesinin değiştirilmesine dair tehlikeli söylemler hakkında birkaç cümle söylemek istiyorum. Bu söylemler yalnızca hukuki bir tartışma değil doğrudan Türkiye Cumhuriyeti'nin temelini hedef alan ciddi bir tehdit niteliğindedir. Bu noktada hepimizin bir araya gelip devletimizin ve milletimizin bekası için net ve kararlı bir duruş sergilemesi gerektiğine inanıyorum. Bildiğiniz gibi, Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'nın ilk dört maddesi bu devletin varoluş temellerini, kimliğini ve en temel ilkelerini belirler; 1'inci maddede Türkiye devletinin bir cumhuriyet olduğunu ilan eder, 2'nci madde devletimizin Atatürk milliyetçiliğine bağlı, laik, demokratik, sosyal bir hukuk devleti olduğunu güvence altına alır, 3'üncü madde ülkemizin bölünmez bütünlüğünü, millî marşını, başkentini ve resmî dilini tanımlar, 4'üncü madde ise bu maddelerin değiştirilmesini veya değiştirilmesinin teklif edilmesini tamamen yasaklar. Açıkça belirtmeliyim ki bu ilkeler Türkiye Cumhuriyeti'nin varlık nedenidir. Bu maddelerden birine bile dokunulması yalnızca bir anayasa değişikliği değil devletin temelinin sarsılması anlamına gelir. Bu maddeler pazarlık konusu edilemez. Her kim ki bu ilkelerin değiştirilmesini savunuyor ise o kişi her kim olursa olsun bu ülkenin kuruluş felsefesine, milletimizin ortak iradesine ve bağımsızlık mücadelesiyle kazanılmış değerlerine saldırmaktadır. Birçok kişi bu değişiklik taleplerini "demokrasi" "özgürlük" ve "reform" gibi kulağa hoş gelen kavramlarla süsleyerek toplumun önüne getirmeye çalışıyor ancak burada bir gerçeğin altını kalın çizgilerle çizmeliyiz: Bu talepler Türkiye Cumhuriyeti'nin temellerini dinamitlemeye yönelik bir girişimdir. Anayasa'mızın 4'üncü maddesi bu değişikliklerin teklif dahi edilemeyeceğini net bir şekilde ortaya koymaktadır. Anayasa'yı ihlal etmeyi düşünenlere buradan açıkça sesleniyorum: Biz İYİ Parti olarak bu milleti ve devleti kökünden sarsacak hiçbir girişime hiçbir zaman geçit vermeyeceğiz.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan tarafından 2019 yılında açıklanan Yargı Reformu Strateji Belgesi ve 2021 yılında kamuoyuna duyurulan İnsan Hakları Eylem Planı'yla yargının bağımsızlığı, adalete erişimin kolaylaştırılması, temel hak ve özgürlüklerin genişletilmesi gibi hedefler ortaya konmuştu ancak aradan geçen yıllar içerisinde bu hedeflere ulaşılmadığını üzülerek görmekteyiz. Bugüne kadar çıkarılan dokuz yargı reformu paketi yargının bağımsızlığı ve tarafsızlığını güçlendirmemiş; aksine, yargının siyasallaşmasını pekiştirmiştir. Anayasa Mahkemesi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarının uygulanmadığı, yargının yürütme tarafından yönlendirildiği bir tabloyla karşı karşıyayız. Hukukun üstünlüğü sadece bir slogan olarak kalırken yargı bağımsızlığı tamamen zedelenmiş ve her adım siyasi çıkarlar doğrultusunda atılmaya başlanmıştır. Artık, adalet arayışları siyasi hesapların gölgesinde kaybolmuş, hukuk yalnızca iktidarın bir aracı olmuştur.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; şimdi teklifin bazı maddelerine ilişkin detaylı değerlendirmelerimize geçiyorum. Anayasa Mahkemesinin iptal kararına istinaden teklifin 12'nci maddesinde isim değişikliklerinin ilan edilmesi öngörülmektedir. Anayasa Mahkemesi isim değişikliğinin kişisel veri niteliğindeki bilgileri içermesinden kaynaklı kanunla düzenlenmesi gerektiğini, aksi takdirde Anayasa’nın 13 ve 20'nci maddelerine aykırı olacağını belirtmişti. Ancak burada ilanın kapsamı ve usulü belirsiz bırakılmıştır. Teklif, kişisel verilerin korunmasına ilişkin yeterli güvenceler içermemektedir. Bu durum, bireylerin mahremiyet hakkını zedeleyebilir ve hukuk güvenliğine zarar verebilir. İYİ Parti olarak verdiğimiz, ilanı yapılacak bilgilerin hâkim kararıyla sınırlandırılması gerektiği yönündeki önergemiz AK PARTİ ve MHP oylarıyla reddedilmişti.
Teklifin 14 ve 15'inci maddeleriyle bölge adliye mahkemelerinde cumhuriyet başsavcısı vekili olarak görevlendirilen kişilerin HSK tarafından atanması düzenlenmek istenmektedir yani Hâkimler ve Savcılar Kurulu kıdeme bakılmaksızın BAM cumhuriyet başsavcısı vekilini de atayabilecektir. Bu teklif cumhuriyet başsavcısı vekillerinin atanmasına ilişkin düzenlemeler içermektedir. Mevcut sistemde cumhuriyet başsavcısı vekilleri savcılar arasından kıdeme göre belirlenmekte ve böylece liyakat esas alınmaktadır ancak yeni düzenlemeyle başsavcı vekillerinin de atanması öngörülmektedir. Bu, yargıda siyasi atamalara kapı aralayacak, liyakat ilkesini zedeleyecektir. Özellikle başsavcı vekillerinin atanmasının siyasi saiklerle yapılma riski bulunmaktadır. Bu durum yargının siyasetten bağımsız olması gerektiği ilkesine aykırıdır. Partimiz tarafından verilen, şayet bir başsavcı vekili yetersiz kalırsa birden fazla görevlendirilmesi ama yine en kıdemli savcıların başsavcı vekili olarak görevlendirilmesi yönündeki önerge yine Cumhur İttifakı vekilleri tarafından reddedilmişti. AK PARTİ iktidarının, casusluk suçuna dair Türk Ceza Kanunu'na eklemeyi önerdiği maddeyi geri çekmesini -Sayın Genel Başkanımızın da söyledikleri gibi- memnuniyetle karşılıyor ve ilgili tüm taraflara teşekkür ediyoruz. Türk Ceza Kanunu'nda zaten casusluk suçuna dair kapsamlı düzenlemeler mevcuttur. Türk Ceza Kanunu'nun 328'inci maddesi casusluk suçunu açıkça tanımlamakta ve buna ilişkin cezai yaptırımları içermektedir. Ayrıca, devletin güvenliği ve dış ilişkileriyle ilgili hassas bilgilerin korunmasına yönelik diğer kanunlar da mevcuttur. Dolayısıyla mevcut düzenleme devletin güvenliğini tehlikeye atacak eylemleri engellemek adına yeterli çerçeveyi sunmaktadır ancak dünyanın hızla değişen dinamikleri ve yeni tehditler göz önüne alındığında bu düzenlemelerin zaman zaman gözden geçirilmesi ve geliştirilmesi gerekebilir. Bu şekilde yeni güvenlik ihtiyaçları ortaya çıkarsa bizler de vatanseverlik bilinciyle bu ihtiyaçları karşılayacak ve hukukun üstünlüğü ilkesine uygun olarak yapılacak düzenlemelere desteğe her zaman açığız çünkü bizim için en öncelikli mesele Türkiye Cumhuriyeti'nin ve Türk milletinin güvenliğidir.
Yine, şerh koyduğumuz diğer bir madde teklifin 20'nci maddesidir. Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edilen bir düzenlemeye dayanarak esnaf ve sanatkârlar meslek kuruluşlarının olağanüstü genel kurul çağrısı için gereken oran düşürülmüştür ancak bu oran dörtte 1 olarak belirlenmiş, partimiz tarafından önerilen onda 1 oranı dikkate alınmamıştır. Demokratik bir temsilîyetin güçlenmesi açısından olağanüstü genel kurul çağrısı için daha düşük bir oran belirlenmesi gerektiğini düşünüyoruz.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; gençlerimiz, hukuk fakültelerinde dört yıl boyunca zorlu bir eğitim alıp hayallerindeki avukatlık stajına adım atabilmek için hukuk mesleklerine giriş sınavına girdi ancak bu yıl sınavı geçebilenlerin oranı sadece yüzde 42,67 yani neredeyse yarısı başarısız oldu, gerçekten üzücü bir durum. Dahası, idari yargı için yapılan sınavda 1.228 adaydan yalnızca yüzde 1,2'si başarıya ulaşabildi; bu, idari yargıdaki elenme oranının yüzde 98'in üzerine çıktığı anlamına geliyor. Bugün, hukuk fakültelerinin durumu içler acısı bir hâl almışken bir kez daha görünüyor ki bu sistemin temeli çürümüş. Türkiye'deki 44 devlet üniversitesinin hukuk fakültelerinin neredeyse yarısının dekanı hukuk eğitimi almamış kişilerdir yani hukuk fakültelerinin başına hukuk dışı alanlardan gelmiş; tarım, ekonomi, ilahiyat, edebiyat gibi dallardan mezun olan insanlar hukuk fakültelerini yönetiyor. Eğer gerçek bir reform istiyorsanız öncelikle bu mantığı değiştirmek zorundasınız. Yargıyı güçlendirmek için hukuk fakültelerindeki yönetimlerin niteliksizliğini ortadan kaldırmak şart, aksi takdirde bugünün başarısız hukuk öğrencileri yarının başarısız hâkimleri olacak.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; AK PARTİ iktidarı süresince iktidarın çıkardığı pek çok kanun Anayasa Mahkemesi tarafından iptal ediliyor. Bugün görüşmekte olduğumuz kanun teklifinin içerisinde de 7 tane Anayasa Mahkemesi kararının iptaline dayalı madde, 4 tane de Anayasa Mahkemesinin iptal kararları referans alınarak değiştirilen madde yer almaktadır yani bu teklifin içerisinde Anayasa Mahkemesinin iptaline dayalı toplam 11 madde bulunmaktadır. Neden sürekli olarak Anayasa'yla çelişen kanunlar yapılıyor? Bu soruyu sormak ve yanıt aramak hepimizin hakkıdır. Milletin asıl sorunlarına çözüm üretmek yerine önceliksiz ve gündem dışı konularda yasalar çıkararak halkın gerçek problemlerinden kaçmaya çalışan bir iktidar var karşımızda. Yoksulluk, sağlık hizmetlerinin erişilemezliği, eğitimdeki eşitsizlik gibi devasa sorunlar varken, iktidar bir yandan bu sorunları görmezlikten gelirken diğer yandan gündemi saptıracak yasalarla Meclisi oyalıyor. Yoksulluk ve işsizlik hızla artıyor ancak iş güvencesi ve adil ücret politikaları hakkında tek bir adım atılmıyor. Sağlık, eğitim, sosyal hizmetler gibi temel haklar yoksullaştırılmış halkımıza daha da uzaklaşıyor. Birçok hastane kapalı, birçok okul yetersiz ama ne hikmetse bu sorunların üzerinde durulması gerekirken Meclis başka meselelerle meşgul ediliyor. Burada ne yapıyoruz? Mecliste toplumsal refahı sağlayacak, halkın ihtiyaçlarını karşılayacak bir yasa çıkarmak yerine, iktidar, sürekli olarak, toplumsal yaraları yok sayan, halkı oy devşirme aracına dönüştüren yasalara imza atıyor. Meclis sadece farklı ve gereksiz yasalar çıkarmak için değil halkın günlük yaşamına dair önemli reformları ve değişimleri hayata geçirmek için vardır. Yoksulluğun ve işsizliğin, sağlık ve eğitim sistemindeki çöküşün çözümleri burada bulunmalıdır.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Olgun, tamamlayın lütfen.
HAKAN ŞEREF OLGUN (Devamla) - Peki, ne zaman bu Meclis halkın gerçek sorunlarına çözüm bulacak yasalar üretmeye başlayacak diye soruyor, Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum.