GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: Noterlik Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi münasebetiyle
Yasama Yılı:3
Birleşim:18
Tarih:13.11.2024

SAADET PARTİSİ GRUBU ADINA SERAP YAZICI ÖZBUDUN (Antalya) - Teşekkürler Sayın Başkan.

Değerli milletvekilleri, bugün 22-23 Ekimde Adalet Komisyonunda görüştüğümüz ve çoğunluk partisinin oylarıyla kabul edilen teklif üzerinde görüşmeye başlıyoruz.

Şimdi, bu teklif metni daha önceki kanunlar gibi torba yasa niteliğini taşıyor. Neden? Çünkü 23 maddeden oluşan teklif aynı anda 12 kanun üzerinde değişiklik getiriyor. Hep söyledik ama bir kez daha söylemek durumundayız: Bu bir torba kanun, torba kanun olması nedeniyle Anayasa'mızın 2'nci maddesinde yer alan hukuk devleti ilkesinin belirlilik unsurunu ihlal etmektedir. Ne yazık ki biz bu eleştirilerimizi Komisyonda dile getirdiğimiz hâlde bu dikkate alınmamıştır. Bu vesileyle Komisyon çalışmalarına referansta bulunmak istiyorum: Bildiğiniz gibi Meclis İçtüzüğü'nün 38'inci maddesi şöyle bir hükme yer veriyor: "Komisyonlarda görüşülmekte olan kanun tekliflerinde öncelikle Anayasa'ya aykırılık sorunları dikkate alınır. Eğer Anayasa'ya aykırılık sorunlarının ciddi olduğu görülürse maddelerin müzakeresine geçilmez, bu teklif geri çekilir." deniyor. Biz de Komisyonda çok ciddi bir biçimde Anayasa'ya aykırılık sorunlarını tartıştık. Bu vesileyle Komisyon Başkanımıza da teşekkür etmek isterim çünkü söz hakkımızı hiçbir biçimde süreyle sınırlamadı, gayet etraflıca görüşebildik. Fakat sorun şu ki bütün haklı gerekçelerimize rağmen bu Anayasa'ya aykırılıkları içeren teklifin maddelerine geçildi ve bizim öne sürdüğümüz görüşlerin hiçbiri metnin içeriğine yansımış olmadı. Dolayısıyla bu vesileyle aslında Parlamento çoğunluğumuza nazikâne ve dostane bir çağrıda bulunmak istiyorum. Bu ülke hepimizin, eğer burada yaptığımız kanunlar Anayasa'ya uygun olursa bunda hepimizin menfaati olacak, Anayasa'ya aykırı olması hâlinde burada Meclisimiz gereksiz yere meşgul edildiği gibi daha sonra Anayasa yargısı meşgul edilecek ve tekrar iptal edilen o maddelerle ilgili önümüze yeni yasama tasarrufları gelecek. Dolayısıyla buna özellikle dikkat çekerek sözlerime başlamak istedim.

Şimdi, teklifin ismi ile içeriği arasında ciddi bir uyumsuzluk var. İsmi ne diyor bize? "Noterlik Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapan Kanun Teklifi" diyor. Bu başlığı okuyan herkes kanun metninin ağırlığının Noterlik Kanunu'nda olduğunu düşünür haklı olarak. Peki, öyle mi? Elbette değil. Kanun teklifinin ağırlık noktasını Anayasa'ya aykırı hükümler oluşturuyor. Örneğin, yargının bağımsızlığını ihlal eden hükümler var bu teklifin içinde. Örneğin, kamuoyunda "etki ajanlığı" olarak ifade edilen madde var bu kanun teklifinin içinde ve aslında kanun teklifinin başlığına baktığınızda bütün bu önemli olan ve Anayasa'ya aykırı olan hükümler bu başlığın içinde gizlenmiş, saklanmış oluyor. Dolayısıyla ben buradan şöyle bir endişemi dile getirmek istiyorum: Neden isimler böyle seçiliyor? Kamuoyu yanıltılmak mı isteniyor? Dolayısıyla kanunlara isim verirken daha dikkatli olmamız gerekir.

Bununla bağlantılı diğer bir soruna gelelim. Şimdi, Noterlik Kanunu'nda değişiklik yapan hükümlerin ilginç bir boyutu var. Biz buna hukuk dilinde "deklaratif olan maddeler" diyoruz. Neden mi? Çünkü bu maddeler aslında yenilik doğurmuyor, uzun yıllardır ülkemizde uygulanan ama kanuni dayanağı olmayan hususlara kanuni dayanak getiriyor. Neler bunlar? Örneğin, noterde işlem yaptığınızda nakit olarak değil kredi kartıyla ödeme yapmayı sağlayan husus, zaten yıllardır biz bunu yapıyoruz. İkincisi, noterlerin hafta sonları nöbetçilik sistemiyle çalışabileceğine ilişkin husus, bu da yıllardır uygulanıyor. Dolayısıyla burada kanun yapma tekniğimizle ilgili ciddi bir sorun var. Hukukçu olanlar bilirler, idarenin kanuniliği ilkesinin anlamı şudur: İdare hiçbir zaman kendiliğinden bir uygulama yapamaz. Önce kanun gelir ancak idare kanunu izleyen ve kanuna uygun olan işlemleri yapabilir. Dolayısıyla önce bu kanunlar yapılmalıydı, ardından noterlik hizmetlerinde bu imkânlar sağlanmalıydı. Bu yönüyle de kanun teklifi ciddi bir sorun içeriyor.

Yine, kanun teklifinin biçimiyle ilgili bir başka sorun şu: Gerekçe metinleri çok önemlidir kanun tekliflerinde. Neden? Çünkü gerekçe metinleri o yasama tasarrufunun neden hazırlandığı, hangi ihtiyaca cevap verdiği konusunda bize bilgi verir ve ileride de uygulamacılara ışık tutar. Peki, bu metnin gerekçesi bize böyle bir ışık tutuyor mu? Hayır, sayın milletvekilleri, gerekçeyi okuduğunuzda gerekçede demin bahsettiğim gibi Noterlik Kanunu'na ilişkin düzenlemeler hakkında tumturaklı ifadeler görüyorsunuz -ki onlar bence en önemsiz olan hususlar- asıl önemli olan konularda birer cümleyle geçiştirilmiş olan hususları görüyorsunuz ki ben bunları muhalefet şerhimde açık olarak yazdım. Size bununla ilgili rakamsal bir veri vereyim: 415 sözcükten oluşuyor gerekçe metni, 172 kelimesi Noterlik Kanunu'na hasredilmiş durumda yani yarıya yakını; oysa teklifin ağırlık maddeleri diğer hususlara ilişkin.

Gene bu bağlamda belirtmem gereken bir başka nokta şu: Gerekçe metni sarih bir biçimde yazılmadığı için teklifin amaç unsuru hakkında bize fikir vermiyor. Her kamu hukuku işlemi, dolayısıyla kanunlar, nihai amaç olarak kamu yararına yönelmek zorundadır ama biz burada gerekçeyi okuduğumuz zaman kamu yararının olduğunu göremiyoruz ama daha önemli bir sorun şu: Kamu yararının objektif bir tanımı olmadığı için bu bağlamda anayasa yargısına bu sorun intikal edecek olursa Anayasa Mahkemesindeki hâkimler neyi dikkate alacaklar? Teklifin gerekçesine bakacaklar, madde gerekçelerine bakacaklar, Komisyon görüşmelerine bakacaklar. Maalesef ne madde gerekçeleri ne de genel gerekçe aydınlatıcı değil ama bir husus çok aydınlatıcı, biz muhalefet milletvekilleri olarak Komisyonda deyim yerindeyse kendimizi paraladık, dedik ki: "Bu metinde kamu yararı yok." Özellikle teklifin 16'ncı maddesi kamu yararına yönelik değildir. Tam aksine, bu madde Parlamento çoğunluğuna ebedî iktidar sağlamak için hazırlanmıştır, toplumsal muhalefeti ve siyasal muhalefeti bastırmaya yöneliktir. Fakat bunlar dikkate alınmadı ama Komisyon tutanaklarında var, ileride Anayasa Mahkemesi bunları dikkate alacak.

Şimdi gelelim diğer meselelere. Bu kanun teklifinin 9'uncu maddesini okuduğunuz zaman Danıştaya kadro ihdasına ilişkin bir düzenleme getirilmiş. Maddeyi anlamanız mümkün değil, çok uzun ve çapraşık. Peki, gerekçesine bakıyorsunuz; 9, 10, 11 ve 21'inci maddelerin gerekçeleri çok ilginç bir yazım tekniğiyle hazırlanmış. Nedir o? Anayasa Mahkemesinin 3 kararına referans var; Mayıs 2023, Eylül 2023, Kasım 2023 tarihli Anayasa Mahkemesi kararları. Peki, nasıl bir referans var? Maddelerin içeriği ile bu kararlar arasında bir illiyet bağı kurulabiliyor mu? Hayır, kurulamıyor. Ne yapmanız lazım? Bu kararları okumanız lazım. Doğrusu ben dikkatle okudum ama gene o illiyet bağını kuramadım. Dolayısıyla önce 9'uncu maddeyle ilgili Adalet Bakanlığı temsilcisi olan Komisyondaki görevliye sordum, "Siz bu maddeyi niye yazdınız?" dedim. Çünkü ben bu Anayasa Mahkemesi kararlarında bununla ilgili hiçbir husus görmüyorum. Bana verilen cevap şu oldu, "Evet, Anayasa Mahkemesi kararlarında bununla ilgili bir husus yok ama Anayasa Mahkemesinin orada değindiğimiz kararlarından biz anlıyoruz ki ileride böyle bir ihtiyaç doğacak çünkü konuyla ilgili Cumhurbaşkanlığı kararnamesi ileride iptal edilecek. İşte o zaman bir yasal dayanak sorunu doğmasın diye biz şimdiden kanun yapıyoruz." dedi görevli. "E, pes!" dedim. Neden "Pes!" dedim biliyor musunuz? Anayasa'mızın 153'üncü maddesinin hükmü çok açık: "Anayasa Mahkemesinin kararları kesindir. Yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını bağlar." Neden buna referans verdim? Bizim önümüzde Can Atalay'la ilgili Anayasa Mahkemesinin verdiği 3 adet kapı gibi karar var ve Meclisimiz bu kararların gereğini yerine getirmiyor ama ileride verilmesi muhtemel bir Anayasa Mahkemesi kararını kristal küresine bakarak tahmin ediyor ve ona ilişkin bir kanuni düzenleme yapıyor. Herhâlde dünyada böyle bir yasal tasarruf yapmanın örneği yoktur, Türkiye bu konuda bir ilki oluşturuyor.

Şimdi, bu vesileyle aslında Türkiye'yi yönetenlere seslenmek istiyorum: Nedir bu Anayasa Mahkemesinin iptaline konu olan Cumhurbaşkanlığı kararnamelerinin özelliği? Bunların hepsi Anayasa'ya aykırıdır. Neden biliyor musunuz? Çünkü Anayasa'mızın 104'üncü maddesinin on yedinci fıkrası bu hükmü çok sarih düzenlemiş, diyor ki: "Yürütmeye ilişkin konularda Cumhurbaşkanı kararname çıkarabilir ve eğer bir konuda kanun varsa kararname çıkarılamaz." İşte, bu iptal edilmiş olan Cumhurbaşkanlığı kararnamelerinin hepsi de yürütmeyle ilgili değil yargıyla ilgili ve hakkında kanuni düzenleme olan hususlar. Yani bu bize neyi gösteriyor? Saraydaki hukukçu kadrolar, maalesef, maaşlarını bizim vergimizle alıyorlar ama bile bile, göz göre göre Anayasa'ya aykırı Cumhurbaşkanlığı kararnamesi hazırlıyorlar, bunlar Anayasa Mahkemesi tarafından iptal ediliyor, bizim önümüze yeni kanun teklifleri olarak geliyor. Ama bakın, Sayın Cumhurbaşkanı bütün bu metinlere imza attığı için ileride kendisi sorumlu kılınacak ama o metinleri hazırlayan hukukçu kadroların hiçbir sorumluluğu olmayacak çünkü idare hukukunun kesin bir kuralı var, yetkide ve sorumlulukta paralellik ilkesi. Buradan Sayın Cumhurbaşkanını yanıltan hukukçu kadroları da uyarmak istiyorum.

Şimdi, gelelim diğer önemli konuya, etki ajanlığını düzenleyen teklifin 16'ncı maddesine. Aldığımız duyuma göre bu madde geri çekiliyormuş, eğer böyleyse çok memnun olacağımızı belirteyim. Neden? Çünkü maddede öylesine muğlak kavramlarla bir suç tanımı yapılmış ki bu tanım karşısında suç yaratma yetkisi Anayasa'ya aykırı olarak yargı kuruluşlarına geçecek?

Bakınız, hukuk fakültesi 1'inci sınıf öğrencisi şunu çok iyi bilir: Devlet otoritesinin bireyin hayatında en kuvvetle ve en zalimane biçimde tezahür edeceği alan ceza hukuku ve ceza yargılaması alanıdır. İşte bu sebeple, bir hukuk devletinde devletin ceza hukuku alanındaki yetkileri sınırlanır ve bu sınırlamanın başında suç ve cezanın kanuniliği ilkesi gelir. Bu ilke gereğince suç yaratma yetkisi sadece ve sadece kanun koyucunundur. Bizim Anayasa'mız hukuk devleti ilkesine yer verdiği hâlde, ayrıca ve açıkça 38'inci maddede bu ilkeye yer vermiştir. Dolayısıyla teklifin 16'ncı maddesi suç ve cezanın kanuniliği ilkesini ihlal etmektedir. İhlal bununla da sınırlı değil, Anayasa'mız temel hak ve hürriyetleri sınırlama yetkisinin sadece kanunla olabileceğini düzenliyor 13'üncü maddede. Bu maddede 3 ayrı kriter var: Ölçülülük ilkesi, öze dokunma yasağı, demokratik toplum düzeninin gereklerine uygunluk kriteri. Şimdi, teklifin 16'ncı maddesini okuduğunuzda bunların hepsi ihlal ediliyor. Hangi kavramlarla ihlal ediliyor? Devletin güvenliği aleyhine, ülkenin iç ve dış siyasal yararları aleyhine işlenen birtakım eylemler -sözüm ona- tanımlanıyor.

Değerli milletvekilleri, uluslararası ilişkiler alanında, uluslararası hukuk alanında böyle saçma kriterler yoktur. Ne vardır? "Uluslararası çıkarlar" kavramı vardır, "millî çıkarlar" kavramı vardır; onların da zaten objektif bir tanımı yapılamaz. Biz hepimiz ülkemizin güvenliğini ve uluslararası camiadaki çıkarlarını korumakta aynı derecede duyarlılık gösteriyoruz ama bir ülkede millî güvenlik ile insan hakları arasındaki denge bu şekilde altüst edilemez, insan hakları gözden çıkarılamaz. Dolayısıyla eğer gerçekten aldığımız duyum doğruysa, teklifin 16'ncı maddesi gerçekten geri çekilmişse ben buradan yasama çoğunluğuna teşekkür etmek istiyorum ama bir şerhle, tekrar bu maddeyi birtakım kelime oyunlarıyla önümüze getirmemeleri kaydıyla. Çünkü sık sık bu hadiseye tanıklık ediyoruz, bir madde geri çekiliyor, sonra içerik olarak aynı olmak kaydıyla, biçimde çeşitli farklılıklar sergileyecek biçimde önümüze getirilmiş oluyor. Dolayısıyla ülkenin millî menfaatlerini korumak adına insan haklarını eğer feda edecek olursak bugün içinden geçmekte olduğumuz otoriterleşme süreci korkarım ki totaliter bir düzenin kurulmasıyla sonuçlanır. Böylece artık seçimler gerçek bir oyuna dönüşür ve seçimlerin muhalefet bakımından hiçbir sonucu kalmaz.

Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (Saadet Partisi, CHP ve İYİ Parti sıralarından alkışlar)