Konu: | Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi münasebetiyle |
Yasama Yılı: | 3 |
Birleşim: | 13 |
Tarih: | 30.10.2024 |
DEM PARTİ GRUBU ADINA NEVROZ UYSAL ASLAN (Şırnak) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri, bizleri ekranları başında izleyen değerli halklarımız ve zindanda direnen tüm yoldaşlarım; hepinizi saygıyla selamlıyorum. Son günlerde hukuk, adalet, demokrasi, kardeşlik, diyalog, barış gibi bizlerin yıllardır savunduğu değerler ve kavramlar Kürt meselesinin çözümü bağlamında kamuoyunun gündeminde yoğun bir şekilde tartışılıyor. Bu, bizler açısından önemli ve değerli. Orta Doğu'daki gelişmeler, Türkiye'de yaşanan ekonomik kriz ve toplumsal kriz olmak üzere Kürt meselesinin demokratik yol ve yöntemlerle, diyalogla çözülmesini artık kaçınılmaz kılmakta çünkü yüzyılı aşkın Türkiye'nin temel meselesi olan Kürt meselesinin inkâr ve imhanın devam ettirilemeyecek bir noktaya geldiği açık. Türkiye'nin içine girdiği bu toplumsal çoklu krizlerden çıkışı ararken bu çıkışın, bu krizin asıl nedeni olan cumhuriyetin kuruluşundan bugüne kadar işkencelere, katliamlara maruz kalan, dili ve kültürü yok sayılan, hakları gasbedilen Kürtlere karşı yapılan haksızlıklarda, hukuksuzluklarda yatmaktadır. Geçmişte bu yaşananlar Kürtler ile Türklerin bin yıllık kardeşliğine, birlikte yaşama iradesine çok açık bir saldırıydı; defalarca söyledik ki bu saldırılar şu an burada, konuşma yaptığımız esnada bile devam ediyor. Ancak bu yüzyıllık açık saldırı karşısında, özgürlük, barış temelinde verilen mücadelede son gelişmelerle birlikte, nihayet cumhuriyetin 2'nci yüzyılına giderken demokratik bir cumhuriyetin inşası ihtimali üzerinden yapılan tartışmalar bir fırsat yaratmakta; bu fırsat iyi değerlendirilmeli, Türkiye'nin artık Kürtlerle onurlu bir barış, demokratik bir cumhuriyet için fırsatları kaçırma şansı, zamanı yoktur. Değerli milletvekilleri, öncelikle bilinmeli ki Kürtlerin yaşadığı katliam ve imha politikalarının temeli ülkenin kuruluş aşamasında yaşananlarda gizlidir. Tam da bu nedenle cumhuriyetin kuruluş hikâyesi yeniden okunmalı, doğru ve gerçeklerle tanımlanmalıdır. On binlerce insanın canına, trilyonlarca dolarlık servete mal olan çatışmalar ve bu çatışmalar gerekçe gösterilerek hukukun yok edilmesine sebep olan, işte cumhuriyetin kuruluşunda gizlenmek istenen bu hikâyede saklıdır. Mustafa Kemal’in Meclis açılışında selamladığı milletvekiline bakarsanız bugün yok sayılan, inkâr edilen Kürt’ü, kürdistanı, Dersim’i bu Meclisin tutanaklarında rahatlıkla göreceksiniz. Lozan’da Türk diplomat heyetinin, Türkiye’de ırki ve lisani azınlıkların bulunmadığından ve Kürtlerin asli unsur olduğundan söz etmesi, bahsini ettiğimiz sadece bu iki örnek bile… Sayısız tarihî belgelerin ortaya çıkabileceğini sizler de gayet iyi biliyorsunuz. Kürtlerin cumhuriyetin asli kurucularından olduğu hakikati artık bugün konuşuluyor ve açıkça tartışılıyor. Bu hakikat tanınmadığı için Kürtlerin imhası ve inkârı uğruna gün yüzüne çıkarılmadan, bu tarihsel gerçekliklerle açık bir biçimde yüzleşilmeden ülkede barışın gerçekleşmesi, halkların kucaklaşması, hukukun üstün kılınıp Anayasa’ya dönülmesi mümkün değildir. Dün Cumhurbaşkanının 29 Ekim programındaki “Cumhuriyetimizde elbette kimi eksiklikler olmuştur hatta kimi hatalı tercihleri de olmuştur.” söylemi önemli olduğu kadar bu hatalar ve eksikliklerle yüzleşmesi de bir o kadar önemli ve gereklidir. Demokrasi ve hukukun yerleşmesi, demokratik bir cumhuriyetin inşası için bu tarihî gerçekleri görmek, bu “hata” ve “eksiklik” denilen olay ve olgularla yüzleşmek gerekir. Bu hakikati dillendirenler, bugün toplumsal barış için koşulları, çözüm yerini, muhataplarını gerçeklik ve sahici bir yerden ele alarak demokratik bir diyalog ve müzakere yöntemiyle çözüm iradesini güçlendirebilmeliler. DEM PARTİ olarak bizler demokratik bir cumhuriyetin kurulması, tarihî Kürt-Türk halkının barışı, tüm halkların, inançların bir arada yaşama koşullarını oluşturacak her türlü çalışmaya hazır olduğumuzu bugün Meclis kürsüsünden sokaklara kadar söylüyoruz. Bunun için halkımız, halklarımız çok bedeller ödedi, farkındayız ancak ödemeye devam etmemeli. Bir arada yaşamın mümkünatı önünde demokrasi, insan hakları ve hukuk tanımama engeli var; bunların sonucunun yarattığı hukuksuzluk, insanlık dışı İmralı tecrit sistemi var. Halklarımızın haykırdığı, yıllardır Türkiye'den kürdistana, dünyaya yayılan bu tecrit gerçeği her defasında inkâr edilse ve “Tecrit yok.” denilse de bugün hâlâ uygulanan insanlık dışı tecrit, devlet tarafından ve siyasilerce kabul edilmiş durumdadır. Artık AİHM, CPT, Bakanlar Komitesi ve uluslararası kuruluşlarca karar altına alınmış; İmralı’daki koşullar, bu uygulanan tecrit sürdürülemezdir. Bu kararların ve hukukun gereği olarak aile, avukat, vasi ziyaretleriyle dış dünyadaki temas imkânları sağlanmalıdır. Bugün dokuzuncu yargı paketi tartışmaları, hukuk ve Anayasa, AİHM, uluslararası hukuk tartışmaları sürerken en önemli konulardan bir tanesi, önce AİHM kararına, sonra Anayasa Mahkemesi kararına konu olmuş, kadının soyadının kullanıp kullanılmaması tartışması. Anayasa, AİHM kararlarına dayanarak farklı bir yoldan kanunu dolanarak, farklı bir şekilde tutarak aynı hükmü hem Komisyona hem de bugün buraya getirenler, Anayasa ve AİHM konusunda ısrarla hukuk tanımayanların dile getirmiş olduğu -tüm partilerin- hukukun bu ülkede askıya alındığı, adaletin yetersizliğinin konuşulduğu bir yerde bu askıya alınma hâlinin, bu hukuk tanımama hâlinin, bu uluslararası hukukun yok sayılmasının asıl kaynağının İmralı tecrit sistemi olduğunu görebilmeliler. Tam da bu nedenle bugün Anayasa’ya dönülecekse, uluslararası hukuk çağrısı yapılacaksa; bugün en büyük hukuksuzluk olan, Türkiye'deki diğer cezaevlerinden farklı ve özel bir istisnai hukukun uygulandığı İmralı’da hukuku, İmralı’da Anayasa’yı, İmralı’da uluslararası kuruluşların verdiği mahkeme kararlarını uygulamaya çağırmaktayız. Değerli milletvekilleri, çözüm iradesinin en güçlü olduğu, çözüm perspektifini gerçekleştirme gücünü ortaya çıkaran Sayın Öcalan üzerinde yirmi beş yıldır sürdürülen tecrit ve kırk üç aydır uygulanan mutlak iletişimsizlik hâli hâlâ devam ediyor. Her ne kadar 23 Ekimde bir aile görüştürmesi gerçekleşmiş olsa da bu, tecridin kalktığı anlamına gelmiyor. Hukuken ortada aile, avukat, vasiyle görüşmesinin önünde hiçbir engel yokken ve Birleşmiş Milletlerden AİHM’e kadar verilen uluslararası karar duruyorken ne tecridin hukuken kaldırıldığı iddia edilebilir ne de bugün çözüm, diyalog, muhataplık, kardeşlik sözleri yapılırken siyaseten tecridin kaldırıldığından söz edilebilir. Cumhuriyetin kuruluş politikalarıyla ortaya çıkardığı, çözümsüz bıraktığı ve derinleştirdiği sorunlar toplumun karamsar bir ruh hâline girmesine neden olmakta, yurttaşlara umutsuzluk dolu bir gelecek vadetmektedir. O nedenle, bunu besleyen tecrit politikası aslında toplumsal rejimi, hukuksuzluğu, insan haklarını ve demokrasiyi hedef alıyor. Tecridin sürdürülmesi, Sayın Öcalan şahsında toplumsal barışın tecrit edilmesi anlamına geliyor. Toplumsal barışın sağlanması, çatışmaların son bulması için diyalog kanalları açılarak İmralı’da sürdürülen tecrit tamamen kaldırılmalı, muhatap konumundaki Sayın Öcalan’ın çalışma koşullarının oluşturulması gerekmektedir. Toplumsal barışı, hukuku, adaleti, demokrasiyi isteyenlerin öncelikle yapması gereken, hukuka dönmek isteyenlerin öncelikle yönünü dönmesi gereken yer tam da budur. Toplumda yaşanan kadın cinayetlerinden çete-mafya ilişkilerine, yargıdaki yolsuzluklara, çürümeye, yaşlılardan kundaktaki bebeğe kadar uzanan şiddete kadar -denildiği gibi- toplumsal cinnet ve çürümenin sebebi ekonomik kriz değil, çatışma ve savaşın yarattığı ahlaki, politik çözülmedir. Bundan çıkış yolu da toplumsal barışın sağlanması, bir barış toplumu yaratılabilmesidir. Çatışma toplumundan uzlaşı yani barış toplumuna geçiş çağrısını Sayın Öcalan 2019 yılı görüşmesinde şu cümlelerle ifade etmişti: “İçinden geçtiğimiz tarihî süreçte derin bir toplumsal uzlaşmaya ihtiyaç vardır. Sorunların çözümünde her türlü kutuplaşmadan ve çatışma kültüründen uzak demokratik müzakere yöntemine ihtiyaç vardır. Türkiye'nin ve hatta bölgenin sorunlarını başta savaş olmak üzere fiziki şiddet araçlarıyla değil, yumuşak güç yani akıl, politik ve kültürel güçle çözebiliriz.” Bu çağrı, hâlâ gerçekliğini ve önemini korumaktadır. İşte, tam bu tartışma hâlinden çıkıp tam da bu gerçeklikle, tarihsel nedenleri belli, burada defalarca ifade ettiğimiz çözüm yollarının da defalarca muhatapları tarafından tariflendiği şekilde diyalog ve müzakere kapıları sonuna kadar açılmalı; tartışmalar gerçek anlamda toplumsal barışla bağ kurularak yapılmalıdır. Barış, siyasi olmaktan çok toplumsal bir ihtiyaç ve bir taleptir. Bu nedenle hiç kimse, hiçbir taraf bu meseleyi siyasi çıkarları için kullanmamalıdır. Bu anlamda, sorunların kalıcı çözümü için atılması gereken somut adımların tartışılması, doğru temelde yürütülmesi gerektiğini savunuyoruz. (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN – Sayın Uysal Aslan, lütfen tamamlayın. NEVROZ UYSAL ASLAN (Devamla) – Bu Meclis, tüm partileri bir arada bu iradeyi gösterebilir. Tecrit rejiminin, halkımıza da Türkiye halklarına da bu ülkenin hukukuna, demokrasi, insan hakları karnesine de tek bir zerre ilerlemeci katkısı olmamıştır; tam tersine, mutlak kayba, belirsizliğe, hukukun askıya alınmasına, toplumsal barışı zedeleyen süreçlere kadar götürmüştür. Tüm halkların toplumsal barışa, demokrasiye, adalete hatta 101'inci yılına girdiğimiz yüzyıllık cumhuriyetin gerçek bir barışa ihtiyacı vardır. Kırk yıllık savaşın barışı, yüzyıllık cumhuriyetin barışı, demokratikleşmesiyle sağlanmalıdır. Tam da bu nedenle, toplumsal barışı sağlamak için Sayın Öcalan üzerindeki hukuksal ve siyasi tecrit sonlandırılmalı ve toplumsal barış için her birimiz, buradaki herkes elini taşın altına koymalıdır. Teşekkürler. (DEM PARTİ sıralarından alkışlar)