Konu: | Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi münasebetiyle |
Yasama Yılı: | 3 |
Birleşim: | 13 |
Tarih: | 30.10.2024 |
İYİ PARTİ GRUBU ADINA HAKAN ŞEREF OLGUN (Afyonkarahisar) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bugün burada “dokuzuncu yargı paketi” olarak anılan, büyük bir hukuki değişiklik ve katkı gibi sunulan, ancak kanun yapma tekniğine, hukuki belirlilik, öngörülebilirlik, güvenlik ilkelerine aykırı olarak verilen teklifi görüşmek üzere toplandık. Aynı zamanda, Anayasa’ya aykırı bulunup iptal edilen hükümlerden ya aynı hükmün yeniden getirildiği ya da kelime cambazlığıyla değiştirilmiş gibi gösterildiği görülmüştür. Hukuk, bu ülkede iktidarın oyuncağı hâline gelmiş, yargı sistemi adaletin teminatı olmaktan çıkmış, siyasi hesapların aracı hâline gelmiştir. Artık, bu ülkedeki değerli hukuk profesörleri, akademisyenler mesleklerine yabancılaşmış, motivasyonları kırılmıştır. Türk halkı hukuka yabancılaşmış, devletin hukuku temin ettiğine olan inancını yitirmiştir. Doktor, Sağlık Bakanlığına; savcı, Adalet Bakanlığına; polis, İçişleri Bakanlığına güvenmiyor ve Türk milleti ne sizlere ne de devletine artık güvenmiyor. Görüştüğüm çok değerli hocalarımız ders anlatmanın bile içlerinden gelmediğini ifade ediyorlar. Hukuka apaçık aykırı olarak verilen kararları ve Anayasa’ya apaçık aykırı getirilen düzenlemeleri öğrencilerine anlatırken çaresiz kalıyorlar. Hukukçu olmasına rağmen, aynı düzenlemelerle getirilen, Anayasa’ya açıkça aykırı olan, Anayasa Mahkemesi iptal kararlarına imza atan iktidar vekillerine sormak istiyorum: Açıkça Anayasa'yı çiğnemekte bir beis görmüyor musunuz, yoksa hukuka artık üstünlerin hukuku olarak mı bakıyorsunuz? Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bilindiği üzere, Türkiye'de AK PARTİ öncesi Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru usulü yoktu. Bu usul AK PARTİ iktidarı döneminde AK PARTİ'li milletvekillerinin teklifiyle hazırlanan 2010 yılı Anayasa değişiklikleriyle getirilmişti. Söz konusu kanun tasarısının altında o zamanki Başbakanın ve bütün bakanların imzası vardı. Kanunun kabul edildiği 30 Mart 2011 tarihinde ise Türkiye Büyük Millet Meclisindeki çoğunluk AK PARTİ lehinedir. Madem Anayasa Mahkemesinin bireysel başvuru kararlarına karşı çıkacaktınız ne diye Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru hakkını tanıdınız? Madem Anayasa Mahkemesinin bireysel başvuru kararlarına uyulmamasını teşvik edecektiniz ne diye 6216 sayılı Kanun’un 50'nci ve 66'ncı maddeleri kabul ettiniz? Hukukun birinci ilkesi kendi koyduğun kurallara uy ilkesidir. Uymayacağınız kuralı boşu boşuna koymayınız, koyduğunuz kurala da uyunuz. Gerçi sizler maç oynanırken kural değiştiren, seçim günü mühürsüz pusulayı geçerli sayan, kendi mührüne, kendi kararlarına yabancılaşmış bir iktidarsınız. Yani Nazi Partisi ne kadar sosyalist ise Adalet ve Kalkınma Partisi de o kadar adaletlidir. Sayın iktidar milletvekillerine sesleniyorum: Oldu olacak, Anayasa’mızı ve Anayasa Mahkemesini kaldırın, olsun bitsin; biz de boşu boşuna Anayasa’ya güvenerek kendimizi kandırmayalım. Sayın Başkan, hukuk devletine inanan gerçek hukukçu milletvekilleri; şu an görüşmekte olduğumuz kanun teklifinde, Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edilen kanun maddelerinin yarattığı kanun boşluğunu gidermek için getirilen 15 madde dışında hiçbirinin önceliği, hatta çoğunun gereği bulunmamaktadır. Az önce ifade ettiğim üzere, adı bile olmayan bir kanunun içine yerleştirdiğiniz bazı düzenlemeler tekrar Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edilecek ve tekrar önümüze gelecektir. Bunlar nelerdir, bir bakalım. Bir, kadının soyadı düzenlemesi. Anayasa Mahkemesinin iptal kararına rağmen, iptal edilen hükmü aynen geri getirmeye çalışmak; hukukun temel ilkelerini ayaklar altına almak olacaktır, eşler arasında cinsiyet temelli farklı muameleyi aynen muhafaza etmek suretiyle Anayasa Mahkemesinin kararına ve uluslararası sözleşme hükümlerine açıkça aykırıdır. Bir diğer konu, kanun teklifinin 3’üncü maddesinde yer alan Avukatlık Kanunu’nun 180’inci maddesindeki adli yardım ödenekleriyle ilgili düzenleme de Anayasa’ya aykırıdır. Adli yardım ödeneğinin yüzde 40’ının o ilde bulunan barolar arasında eşit olarak, kalan yüzde 60 oranında gelir ise baroların üye sayıları doğrultusunda dağıtılıyordu. Dokuzuncu yargı paketinde bu oranın yüzde 30 olarak yine “ölçülülük” ve “orantılılık” ilkelerine aykırı olarak belirlenmesi teklif edilmişti. Etki analizi yapılmış mıdır? Nasıl bir çalışma yapılmıştır da oran yüzde 30’a çekilmiştir, bunu da anlamak mümkün değildir. Diğer konu, daha önce, sekizinci yargı paketinin 22’nci maddesinin beşinci fıkrasında gizlenerek getirilmeye çalışılan kayyum meselesi. Daha önce, yargı paketinin 22’nci maddesinin beşinci fıkrasında belirtilen, kayyumlara dokunulmazlık zırhı öngörmekte olan düzenleme Meclis Genel Kurulunda yoğun tartışmalardan sonra geri çekilmişti. Sonrasında, dokuzuncu yargı paketi teklifinde yer alan bu maddede dokunulmazlık olmasa da Bankacılık Kanunu’nun 127’nci maddesinin altıncı fıkrasının son cümlesiyle kayyumlara kısmi sorumsuzluk verilmektedir; yani teklif yumuşatılarak tekrar önümüze getirilmiştir. Kayyum mekanizması, durumu geçici süre idare etmek için oluşturulmuştur; hâl böyleyken, düzenlemede beş yıl gibi bir sürenin yer alması kabul edilemez. Kayyumluk kalıcı bir mekanizmaya dönüştürülmek istenmektedir. Mülkiyet hakkının kullanımında sermayedarın malı üzerinde ilgisiz kişilerin tasarruf yapma yetkisi olacağı için bu, doğrudan mülkiyet hakkının gaspı anlamına gelmektedir. Şu anda bile yetkisi sınırlı, sorumluluğu olan kayyumların görevlerini ne kadar esnetip neler yaptıklarını gördükten sonra, sorumsuz kılınan bir kayyumun yapabileceklerini tahayyül etmek çok da zor değil. TMSF’nin geçmişteki deneyimli ve eğitimli yönetici kadroları süreç içinde değişti, yerlerine iktidar tarafından yeni atamalar yapıldı. 15 Temmuz sonrası Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonuna FETÖ’yle bağlantılı olan şirketleri aldılar, devrettiler; başlarına da birer kayyum atadılar. Bu kayyumların çoğu da şirketleri babalarının çiftliği gibi hesapsızca yönetmeye kalktılar. Burada Boydak Holdinge atanan kayyumun 20 milyon avroyla ortadan kaybolması hadisesine de dikkat çekmek istiyorum. “Yolsuzluklarla mücadele edeceğim.” diye iktidara gelen bir parti iktidarında, 20 milyon avroluk yolsuzluğun, bırakın hemen takip edilip ceza verilmesini, gündem bile olmaması bize neyi göstermektedir? Aktif büyüklüğü 70 milyar liranın üzerinde olan 682 şirkette kayyumların yolsuzlukları araştırılsın yönündeki araştırma önergeleri AK PARTİ ve MHP oylarıyla reddedilmektedir, tıpkı muhalefet partilerinin yıllardır “FETÖ'nün siyasi ayağı araştırılsın.” diye verdikleri araştırma önergelerini reddettikleri gibi. Sayın Başkan, çok değerli milletvekilleri; cezaevlerinde bir umut düzenlemesi bekleyen, infaz düzenlemesi bekleyen 31 Temmuz mağdurları, dörtte dört mükerrer suç mağdurları, hasta, engelli mahkûmların ve mahkûm ailelerinin umutları bu yargı paketiyle de boşa çıkarılmıştır. “Aman cezasızlık algısı oluşmasın.” diye ölmek üzere olan insanları matematik hesabıyla cezaevinde tutmaksa bence reform değil eziyettir, vicdansızlıktır. Cezaevlerindeki mahkûmların aile ikametgâhlarının bulunduğu illerdeki cezaevlerine nakledilmeleri için düzenleme yapılmalı, mahkûm aileleri de cezalandırmaktan vazgeçilmelidir. Adalet Bakanlığının verilerine göre Türkiye'de 404 cezaevi bulunmaktadır. Bu cezaevlerinin toplam kapasitesi 295 bin kişi iken 305 bin hükümlü ve 52 bin tutuklu, toplamda 357 bin kişi hapiste yatmaktadır. Neredeyse 62 bin suçlu ya da şüphelinin barınma imkânı yoktur. Gelin, cezaevlerinin şartlarını iyileştirici çalışmalar yapalım, adil bir infaz düzenlemesi getirelim, hukukun evrensel ilkelerinden vazgeçmeyelim. Bir gün gelecek iktidarınız son bulacak, o zaman sizlerin de ola ki herhangi bir sebeple yargılandığınızda, adil ve hukuka uygun yargılanacağınızın teminatının hukukun evrensel ilkeleri olacağını unutmayın. Demokles’in kılıcını hâkim ve savcıların üzerinden çekin, iktidarınızı hukukla sınırlandırın. Sayın Başkan, kıymetli milletvekilleri; burada Adalet Bakanlığı bürokratlarının hazırladığı, Türkiye Büyük Millet Meclisinde el kaldırıp indirerek sayısal çoğunluğa göre sonuçlanan kanun teklifi görüşülürken, bakın, bir gencimizin mesajını sizlerle buluşturacağım. Kanun teklifleri hazırlanırken iktidarın ihtiyaçları değil halkımızın ihtiyaçlarının ne olduğuna dair bir gencimizin isyanını dinletmek istiyorum. (Hatibin cep telefonundan bir video izletmeye başlaması) BAŞKAN – Sayın Şeref Olgun… Hakan Bey… (Hatibin cep telefonundan bir video izletmeye devam etmesi) (Mikrofon Başkan tarafından kapatıldı) BAŞKAN – Sayın Olgun, lütfen efendim. HAKAN ŞEREF OLGUN (Devamla) – Gencimizin talebini Meclise iletiyorum. BAŞKAN – İç Tüzük’e çok açık aykırı bir şey. Lütfen, siz ifade edin efendim. Ama bu, İç Tüzük açısından çok açık bir aykırılık oluşturuyor. Lütfen, beraber İç Tüzük’e saygı duyalım. HAKAN ŞEREF OLGUN (Devamla) – Cezaevlerinde yapılacak düzenleme ve yeni cezaevleri yapılarak kapasitenin artırılması, suç makinesi olarak sokaklarda gezenlerin de cezalarını çekmesini sağlayacaktır. Mevcut İnfaz Yasası’nın uygulanmasındaki sorunlar cezasızlık hissiyatını artırmış ve toplumsal güvenliği tehdit eder hâle gelmiştir. Hükûmet, suçluları içeri atmaktan ve yeni cezaevleri yapmaktan imtina ederken, sapıkların, hırsızların ve canilerin dışarıda serbestçe dolaşmasına müsaade etmektedir. Suçluların çoğu uyuşturucu bağımlısı; denetimli serbestliğin ise neredeyse yüzde 60'ı uyuşturucuya bağlı suçlardan oluşmaktadır. Yasal düzenlemelerin eksikliği, suçluların salıverilmesi, dışarıdaki durumun âdeta bir açık hava cezaevine dönüşmesine yol açmaktadır. Bu ihmaller silsilesinden yararlanan ve onlarca dosyası olmasına rağmen, sokaklarda elini kolunu sallaya sallaya gezen suçlular da masum insanların canına kastetmeye devam etmektedir. Sayın Başkan, kıymetli milletvekilleri; yargı reformları, adı üzerinde, yenilik getirici, geliştirici, verim sağlayıcı düzenlemelerdir. İptal edilen Anayasa Mahkemesi kararlarının yarattığı hukuki boşluğu Anayasa’ya uygun bir düzenlemeyle doldurmak yerine, yine Anayasa’ya aykırı davranıldığı görülmektedir. Bu kadar cüretkâr bir biçimde Anayasa’ya aykırı davranan iktidarın yeni bir anayasa gerekliliğinden söz etmesi de abesle iştigaldir. Yürürlükteki Anayasa’yı beğenir beğenmezsiniz ancak açıkça ilga etmeye ve bu şekilde bu Anayasa’yla kurulmuş olan yasama, yürütme ve yargı organlarını ortadan kaldırmaya veya bunların anayasal görevlerini yapmasını engellemeye teşebbüs ederseniz, ceza hukuku bakımından suç işlersiniz ki, şu anda yaptığınız da tam olarak budur. Anayasa tanımayan, Anayasa’ya uymayan, Anayasa Mahkemesini takmayan AKP iktidarı yeni bir anayasa yapamaz çünkü; kimse, kendi yaptığı bir anayasaya uyacağını da garanti edemez. Türkiye'nin mevcut koşullarda yeni bir anayasaya değil, Anayasa’ya uyan bir iktidara ihtiyacı vardır. Türkiye, Anayasa Mahkemesi kararlarını uygulamadığı gibi Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarının icrasını da ihmal etmekte ve bu kararların gerektirdiği düzeltici önlemleri almamaktadır. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi 2023 yılı istatistik raporuna göre, geçtiğimiz yıl, bekleyen en yüksek başvuru sayısına sahip ülke Türkiye olmuştur. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi verilerine göre mahkemenin 68.450 davalık toplam dava yükünün 23.397'sini Türkiye menşeli davalar oluşturdu. Türkiye, 2023 yılında en çok adil yargılanma hakkının ihlali ve güvenlik ve özgürlük hakkının ihlali konularında mahkûm edilmiştir. Bu açıdan, Türkiye'nin demokratik bir hukuk devleti olarak itibarını sizlerin takdirine sunuyorum. Sayın milletvekilleri, yargıda yaşanan sorunlar malumunuz, defalarca dile getirdik, en son sekizinci yargı paketi görüşmelerinde de izah ettik. Yargıda bir an önce çözülmesi gereken; uzun yargılamalar, yargının siyasallaşması, hukuka güven endeksinde son sıralarda yer almamız, yargıda rüşvet iddiaları, liyakatsiz atamalar ve daha birçok sorunumuz artarak devam etmektedir. Devletimizin temeli olan yargıda yaşanan çürüme, böyle göstermelik yargı reformu adı altında getirilen paketlerle giderilemez. Sanki yargı bütünüyle iktidarın etkisine alınmaya çalışılmıyormuş gibi, gerçekten bağımsız ve tarafsız bir yargı isteniyormuş ve savunuluyormuş gibi dile getirilen yargı reformu söylemleri yaşanılanlar karşısında hiçbir anlam ifade etmemektedir. Kuvvetler ayrılığını tesis etmeden, güçlendirilmiş parlamenter sistemini hâkim kılmadan bu çürümeyi gideremezsiniz. Şu an içinde bulunduğumuz ekonomik darboğazda olmamız hukukun çökertilmesi sonucu olduğuna göre, öncelikle hukukun inşasıyla işe başlamak gerekir. Bunun için öncelikle bütün yetkileri tek kişide toplamaktan vazgeçip yetkileri farklı kişi, kurul ve kurumlar arasında paylaştırmak zorundayız. (Uğultular) BAŞKAN – Sayın Olgun, bir dakikanızı rica edeyim. Değerli milletvekilleri, Genel Kurulda gerçekten büyük bir uğultu var, lütfen hatibi saygıyla dinleyelim. Uğultuya neden olmayacak kısık sesle konuşulabilir ama lütfen hatibin konuşmalarını örtecek bir sesle konuşmayalım. Sayın Olgun, buyurun. HAKAN ŞEREF OLGUN (Devamla) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; tarikat ve cemaatlerin yargı üzerindeki etkisinden de söz etmek istiyorum. Son yıllarda ülkemizde yargının siyasi araç olarak kullanıldığı ve tarikat ve cemaatlerin yargı süreçlerinde etkin rol aldığı iddiaları sıkça gündeme gelmektedir. Anayasa Mahkemesi ve Yüksek Seçim Kurulu gibi kritik kurumlarda yapılan seçimlerde tarikat ve cemaatlerin siyasi pazarlıklarda bulunduğu da bilinen bir gerçektir. Hatırlayın, en son yapılan Yargıtay Başkanlığı seçimlerini. 25 Martta başlayan seçimler 14 Mayısta ve 37’nci turda tamamlandı yani Yargıtay gibi bir yüksek yargı organı elli günde başkanını seçebildi. Neden? Çünkü yargıçların birtakım dinî ve siyasi grupların kontrolü altında olduğunu ve özgür iradesiyle oy kullanmadığını bizzat ifade eden hâkimler olduğunu biliyoruz, siz de biliyorsunuz. Gruplar arasındaki pazarlıklar sürdüğü için seçim çıkmaza girdi. Cemaatler asli fonksiyonlarından çıkıp çıkar grubuna, iş takibine, bürokrasiye adam yerleştirmeye dönüştü. Millî güvenlik sorunu olmaya başladılar. FETÖ deşifre oldu; ordu, emniyet, yargı içindekiler belki tasfiye edildi ancak bu gidişle, bu tarikat ve cemaat kurumlarımıza dolduruldukça, cemaatlerin sadece isimleri değiştikçe gelecekte de aynı tehditle karşı karşıya olacağız. FETÖ tasfiye olurken yerlerine yeni FETÖ adayları çıktı. Bununla birlikte, yargıdaki kapalı mülakat sistemlerinin tekrar gündeme gelmesi ve bu sistemlerin iktidar tarafından manipülasyon aracı olarak kullanılması, tarikat-cemaat yapılanmalarının yargıda bu denli normalleşmesi endişe verici bir gerçektir. Türkiye'nin yakın zamandaki en büyük millî güvenlik tehditlerinden biri olan Fetullah Gülen öldü. Hepimiz biliyoruz ki ölüm tarihi on iki sene evvel olsa iktidar vekilleri Pensilvanya’ya uçak kaldırır, cenazede ön safta görüntü vermek için birbirlerini çiğnerlerdi. Hatta cenazesi Türkiye'ye getirilir, devlet protokolüyle defnedilirdi. Görüyoruz ki iktidar partisi açısından en önemli mesele siyasi ilkeler değil, konjonktürdür. Buradan sizlere bu vesileyle tarihî bir uyarı da yapayım. Konjonktürün kuyruğa takılıp İmralı canisine yönelik söylediğiniz sözler ve takındığınız tavır da gelecekte açıklamakta zorluk çekeceğiniz meselelerden biri olacak. Birilerinin FETÖ "tweet"lerini silmek zorunda kaldığı gibi sizler de destek açıklamalarınızı sileceksiniz. Meclis kürsüsünden bu uyarıyı da tarihe geçmiş olalım. Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Hükûmet 15 Temmuz darbe girişimini yanlış etüt etmiş, sorunun sadece FETÖ olduğunu sanmıştır. 15 Temmuz sonrası boşaltılan kadrolara da farklı tarikat ve cemaatlerin müritlerini kendilerine has alım yöntemleriyle devletin kritik noktalarına yerleştirmiştir. Adalet Bakanlığından İçişleri Bakanlığına, Sağlık Bakanlığından Millî Eğitim Bakanlığına neredeyse bütün kurumlar Hükûmete yakın tarikat ve cemaatlerin mensuplarıyla dolup taşmıştır. Amerikan muhbiri Fetullah Gülen’in ölümü ne FETÖ’nün ne tarikatların tehdit oluşturmasını sona erdirmiştir ne de erdirecektir. Gülen’in kurduğu cemaatin uluslararası ve yerel iş birlikçilerinin siyasi bağlantıları açığa çıkarılmadığı ve muhtemel liderliğe yönelik operasyon yapılmadığı sürece bu ölüm hiçbir şeyi değiştirmeyecektir, hatta Gülen’in ele geçirilmeden vefat etmesi dosyanın aydınlatılmasını daha da zorlaştıracaktır. Başta laiklik olmak üzere cumhuriyetin kazanımlarını, bilimi, demokrasiyi ve insan haklarını tehdit eden, kamuda örgütlenmesine izin verilen yüzlerce tarikat yapısı bulunmaktadır. Cumhuriyetin hukukunun etkin bir şekilde uygulanması sağlanmadığı sürece bu tehlike asla ortadan kalkmayacaktır. Siyasetçiler cumhuriyetin temel ilkelerini sadece bir yemin gibi okuyup ondan sonra hangi tarikattan, cemaatten oy alırız kaygısı taşıdığı ve bu tahkikatlarla temas içinde olduğu sürece “temiz yargı” söylemi sadece bir hayalden ibaret kalacaktır. Bu nedenle tüm Genel Kurula sesleniyorum: Bu yargı paketlerini gerçekten olması gerektiği gibi halkımızın, Türkiye Cumhuriyeti’nin menfaatlerine uygun, bireyin haklarına saygı gösterecek şekilde yapalım diyorum, Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum. (İYİ Parti sıralarından alkışlar)