GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi münasebetiyle
Yasama Yılı:3
Birleşim:13
Tarih:30.10.2024

SAADET PARTİSİ GRUBU ADINA SERAP YAZICI ÖZBUDUN (Antalya) - Teşekkürler Sayın Başkan. Genel Kurulumuzu ve ekranları başında bizleri izleyen seyircilerimizi saygıyla selamlıyorum. Şu anda görüşmelerine başladığımız kanun teklifini -Sayın Yüksel'in ifade ettiği gibi- 11-12 Temmuz 2023'te kesintisiz yirmi buçuk saat süren görüşmelerde ele almış bulunuyoruz, sadece kırk beş dakikalık bir akşam yemeği molası verilmiştir. Bu hususu özellikle belirtiyorum. Bu, sağlıksız bir görüşme modelidir çünkü bakınız, 11-12 Temmuz üzerinden kaç ay geçti bu teklifi ancak Genel Kurulda görüşüyoruz; demek ki fasıla vererek de bunu görüşebilirdik, daha verimli bir çalışma modeli olabilirdi. Şimdi, Anayasa'mızın 2'nci maddesinde yer alan hukuk devleti ilkesi elbette ülkemizde bir normlar hiyerarşisi yaratıyor ve o hiyerarşinin en üst noktasında da doğal olarak Anayasa var, hâliyle kanunlar Anayasa'ya aykırı olamazlar ama Anayasa'mız bu hakikati 11'inci maddesinde ayrıca ve açıkça düzenlemiştir. Bu maddeye göre Anayasa hükümleri yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamları bağlar; kanunlar Anayasa'ya aykırı olamazlar. Demek ki, biz, Türkiye Büyük Millet Meclisi üyeleri olarak bizzat Anayasa hükümlerini dikkate almak suretiyle yasama faaliyetlerimizi sürdürmek zorundayız. Bunun doğal sonucu olarak Meclis İçtüzüğü’nün 38'inci maddesi de şu hükme yer veriyor: Komisyonlara sevk edilen kanun teklifleri, önce Anayasa'ya uygunluk yönünden incelenir ve eğer Anayasa'ya aykırılık yönünde haklı gerekçeler varsa maddelere geçilmez, müzakereler sonlandırılır. Şimdi, doğrudur, Sayın Yüksel söylediler; biz de 11 Temmuz günü başlayan toplantımızda muhalefet partilerine mensup milletvekilleri olarak Anayasa'ya aykırılık sorunlarını uzun uzun dile getirdik. Kendisine şükranlarımı ifade etmek isterim çünkü hepimizin söz hakkını en geniş biçimde tanımıştır. Sorun şu ki o uzun süren tartışmaların içinde çok haklı Anayasa'ya aykırılık gerekçeleri öne sürdüğümüz hâlde bu gerekçelerin hiçbiri dikkate alınmamış, Komisyondaki iktidar blokunun sayısal çoğunluğuyla Anayasa'ya aykırı hükümler içeren bu teklif metni kabul edilerek bugün huzurunuza gelmiştir. Şimdi ben, bana tanınan süre içinde hangi Anayasa'ya aykırılık sorunları var, onlara kısaca işaret etmek istiyorum. Cumhurbaşkanlığı hükûmet sistemine geçişle beraber artık hukuk sistemimizde “Bakanlar Kurulu” kavramı kalmamıştır, dolayısıyla yasa yapma sürecinde artık Bakanlar Kurulunun tasarı sunma imkânı yoktur, bu hükümler ilga edilmiştir. Dolayısıyla Anayasa'mızın 88'inci maddesinin emredici hükmü şudur: Ancak kanunlar milletvekilleri tarafından teklifler şeklinde Genel Kurula ve komisyonlara sunulabilir. Peki, şu an incelemeye başladığımız teklif metni bakımından bu kural dikkate alınmış mıdır? Sayın Adalet Bakanımız evvelce basına yaptığı açıklamalarda -ki benim muhalefet şerhimde onun ilgili linkleri var- şunu söylemiştir: “Dokuzuncu yargı paketi üzerinde Bakanlık görevlilerimiz çalışmaktadır.” Keza Komisyonda yaptığımız çalışmalar sırasında bizim sorularımıza kimi zaman Komisyonun milletvekili üyeleri cevap verememişler ve o soruların cevapları Adalet Bakanlığı temsilcileri tarafından verilmiştir; bu da çok haklı olarak şu soru işaretini uyandırmaktadır: Bu teklif metni yürütme organınca hazırlanmakta ve milletvekillerine imzalatılarak usuli bir unsur yerine getirilmekte, böylelikle kanun yapma süreci başlamaktadır. Eğer bizim bu şüphelerimiz doğruysa, gerçekten bu süreç böyle şekilleniyorsa burada çok ciddi bir Anayasa’ya aykırılık sorunu vardır çünkü bakanlıkların veya Sayın Cumhurbaşkanının veya saraydaki hukuk müşavirleri veya Hukuk Politikaları Kurulunun kanun teklif etme yetkisi yoktur. Şimdi gelelim diğer Anayasa’ya aykırılık sorunlarına. Bu kanun da evvelce ele aldığımız pek çok kanun teklifi gibi bir torba kanundur. “Torba kanun” ne demektir sayın milletvekilleri? Bir kanun metniyle yürürlükte olan ve konu yönünden birbiriyle ilişkisiz olan pek çok kanun üzerinde değişiklik getiren hukuk metni demektir. Nitekim, bu metin de 39 maddeden oluşuyor ve yürürlükteki 20 kanun üzerinde değişiklik getiriyor; bu ise başlı başına bir Anayasa’ya aykırılık sorunudur çünkü Anayasa'mızın 2’nci maddesinin içerdiği hukuk devleti ilkesinin zorunlu unsurlarından biri hukuki belirlilik ve öngörülebilirlik ilkesidir. Nedir bu ilke? Bu ilke şunu emrediyor: Bir hukuk metninin ortalama bir yurttaş tarafından okunduğunda anlaşılır olması ve gene ortalama bir yurttaş tarafından erişilebilir olmasını emrediyor. Peki, huzurumuza getirilen bu torba kanunların ve şu anki teklifin özelliği nedir? Açınız, bakınız maddelere: “Bu kanunun falanca maddesi, yürürlükteki filanca kanunun falanca maddesinin filanca fıkrasındaki falanca kelimeyi yürürlükten kaldırmakta, aşağıdaki falanca ifadeleri eklemektedir.” Bu metni okuyan hiç kimse -hukuk âlimi de olsa- bununla hukuk dünyasında yapılan değişikliğin ne olduğunu anlayamaz. Hans Kelsen’i mezarından kaldırın, getirin -ünlü bir hukuk profesörüdür- o dahi anlayamaz. Peki, bu madde gerekçelerine baktığınızda, onlar bize yardımcı oluyor mu? Hayır, onlar da olmuyor. Yapılan değişikliklerin hangi sebeple getirildiğini ve hukuk âleminde yaratacağı sonuçları bilmeye imkân yoktur. Dolayısıyla mesleği hukuk olanların dahi anlayamayacakları metinlerin yazımı, aslında hukuk devletinin belirlilik ilkesinin apaçık ihlalidir ve bizim Anayasa Mahkememiz de pek çok kararında belirlilik ilkesinin hukuk devletinin bir unsuru olduğunu, buna riayet edilmemesinin Anayasa’ya bir aykırılık sorunu olduğunu, dolayısıyla bu tür yasal düzenlemelerin iptal edilmesi gerektiğini belirtmiştir; yine, benim muhalefet şerhimde o kararları görmeniz mümkündür. Şimdi, bu sorundan kaynaklanan başka bir hukuki sorun daha var. Biliyorsunuz, Türkiye'nin en önemli yargılama sorunlarından biri, yargılama süreçlerinin uzunluğu yani adil yargılanma ilkesinin, bu yolla hukuk devletinin ihlali. İşte, bu torba kanunlar içerdikleri anlaşılmaz düzenlemeler sebebiyle hukuku uygulayan yargı kuruluşları bakımından ve savunma makamı bakımından çok ciddi bir güçlük yaratmakta, dolayısıyla yargılamaların yavaşlamasının önemli bir sebebini oluşturmaktadır; bu yönüyle de Anayasa'mızın 36'ncı maddesini ihlal etmektedir. Hâliyle, bu ısrarın neden sürdürüldüğünü de anlamamız mümkün değildir. Şimdi, gelelim, kamuoyunun gözünün kulağının bu teklif metninde olmasına yol açan, teklifin 15'inci maddesinin içerdiği hükme. Bu hüküm ne diyor? Bu hüküm, evli kadının kullanacağı soyadına ilişkin bir düzenlemeye yer veriyor. Şimdi, bununla ilgili bir tarihî geçmişi ifade etmek isterim. Ayten Ünal Tekeli adlı yurttaşımız evli olması ve kocasının soyadını kullanma zorunluluğu sebebiyle Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine başvurmuş ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi de bu soyadı zorunluluğunu yani kocasının soyadını taşıma zorunluluğunu da sözleşmenin 8’inci ve 14'üncü maddesinin ihlali olarak görmüştür. Hâliyle, bu, 1989'dan beri Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarının bağlayıcılığını kabul eden Türkiye için bir ihlal anlamına gelmektedir, öte yandan, Anayasa'mızın 90'ıncı maddesinin de ihlali anlamına gelmektedir. Ancak sorun burada bitmiyor; 15'inci madde aslında Türk Medeni Kanunu’nun konuya ilişkin 187'nci maddesini iptal eden Anayasa Mahkemesi kararının gereği olarak -sözüm ona- bir düzenleme içeriyor ama düzenlemeyi okuduğunuzda ciddi bir kurnazlık görüyorsunuz çünkü iptal edilen hüküm ile getirilen 15'inci madde arasında birtakım küçük sözcük farkları dışında hukuki sonuçları yönünden hiçbir fark yok. Dolayısıyla, biz uzun süren o tartışmalar içinde bunu beyan ettik ve burada ciddi bir Anayasa’ya aykırılık sorunu olduğunu söyledik çünkü Anayasa'mızın 153'üncü maddesinin emredici hükmü çok açık: “Anayasa Mahkemesi kararları kesindir. Yasama, yürütme ve yargı organlarını, idari makamları bağlar.” diyor. Hâliyle, Anayasa Mahkemesi kararının gereği olan bir düzenlemeyi getirmemiş olmak, tam aksine onun iptal ettiği bir hükmü sözcük farklarıyla aynen getirmek bir Anayasa ihlalidir ve bu konuda çok ısrarlı olduğumuz için sonuçta Sayın Yüksel bize şunu garanti etti -tutanaklarda var- dedi ki: “Tamam, sizin bütün bu itirazlarınızı biz değerlendireceğiz ve bu teklif Genel Kurula sevk edildiği zaman mutlaka biz bunu metinden çıkaracağız ve sizin Anayasa’ya aykırılık itirazlarınıza uygun yeni bir metin getireceğiz.” Ümit ederim ki bu gerçekleşir, böylece Meclisimiz Anayasa’ya uyma yükümlülüğünü de yerine getirmiş olur. Şimdi gelelim bir başka problematik maddeye. Bu teklifin 28'inci maddesinde çok ilginç bir hüküm var. Madde, Hâkimler ve Savcılar Kurulundaki tetkik hâkimlerine ilişkin bir kadro ihdasını düzenliyor. Gerekçeye baktığınızda gene anlaşılmaz ifadeler var ama üç ayrı Anayasa Mahkemesi kararına referans verildiğini görüyorsunuz yani sözüm ona, o kararların gereği olan bir düzenleme getirilmiş. Peki, kararları okuduğunuzda ne görüyorsunuz? Kararları okuduğunuzda Cumhurbaşkanlığının 63, 91 ve 111 sayılı Kararnamelerinin Anayasa’ya aykırı bulunduğunu, dolayısıyla Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edildiğini ve bu kararların gereği olarak da -belli bir süre öngörüyor Anayasa Mahkemesi- gerekli işlemlerin yapılmasını emrediyor. Peki, süre ne zaman doluyor? Süre 29 Haziran 2024'te doluyor yani bu teklif bizim önümüze geldiğinde çoktan o süre aşılmış durumda. Bunu, bu sorunu çözmek için bu teklif 37'nci maddesinde şu hükmü getiriyor: “Teklifin 28'inci maddesi 29 Haziran 2024 itibarıyla yürürlüğe girer.” diyor. Bakınız, şimdi bu teklif, eğer burada normal bir süreç içinde görüşülür kabul edilirse en iyi ihtimalle kasımın ilk hafta sonunda veya ikinci haftasında Sayın Cumhurbaşkanı tarafından imzalanıp yürürlüğe girecek yani böylece, 11'inci aydan 6’ncı aya dönük bir düzenleme kabul edilmiş olacak; geçmişe yürüyen bir hukuk kuralı. Peki, bunu ilk defa mı yapıyorsunuz? Hayır, pek çok kez yapıldı; daha önce 2 Mayıs 2024'te kabul edilen, 23 Mayıs 2024'te kabul edilen buradaki kanunlar da -gene torba kanunlardı- geçmişe yürüyen maddeler içeriyordu ve dolayısıyla, burada, iktidar bloku ısrarla ve inatla geçmişe yürüyen kanun teklifleri getirerek hukuk devleti ilkesini ihlal etmektedir, bu çok ciddi bir Anayasa’ya aykırılık sorunudur ve bizlerin de toplumun da bu anayasasızlaştırmaya alışmamızı ve boyun eğmemizi beklemektedirler. Ben bunun mutlaka düzeltilmesi gerektiğini vurgulamak istiyorum. Şimdi gelelim teklifin bir başka problemli maddesine: 36'ncı madde. Bu madde ne getiriyor? Bu madde fevkalade karmaşık bir üslupla yazılmış; maddeyi okuyup anlamak için üstün zekâlı olmak dahi yetmez, defalarca okumanız lazım. Bir kere, bu yönüyle bu madde hukuk devletinin belirlilik ilkesini ihlal etmektedir. Neden sayın milletvekilleri? Hukuk kurallarının vazedilme sebebi nedir? Bu kuralları kamu makamları tereddütsüzce anlayacak, tereddütsüzce uygulayacak, yurttaşlar da bu kuralları anlayacak ve hayatlarını ona göre planlayacaklardır ama siz bu kadar anlaşılmaz maddeler yazarsanız bunu ne kamu makamları anlayabilir ne yurttaşlar anlayabilir. Dolayısıyla, bu madde de hukuk devletini ihlal etmektedir. Ama sorun burada bitmiyor, maddenin içeriğini mealen aktarıyorum, şunu söylüyor: Kuvvetli suç şüphesi hâlinde şirketlerin mal varlıklarına el konulabileceğini, kayyum atanabileceğini, kayyumun TMSF olacağını ve görev süresinin beş yıl olacağını söylüyor. Şimdi, burada da çok ciddi Anayasa’ya aykırılık sorunları var. Hukuk devletinin çok yerleşik kurallarından biri şudur: Yargılamasız ceza olmaz. Oysa burada yargılamasız ceza olan bir hükmü getirmişlerdir, bu, Anayasa ihlalidir. Sorun burada da bitmiyor, yine Anayasa’mızın hukuk devletini düzenleyen 2’nci maddesi gereğince ve 38’inci maddesi gereğince sanığın masumiyeti karinesi vardır; hâliyle, yargılaması yapılan bir sanık masumdur, eğer yargılama sonucunda maddi âlemde tezahür eden fiillerinin suç teşkil ettiğine hükmolunursa kendisine ceza verilebilir. Oysa burada sadece bir şüpheye istinaden siz bir mal varlığına el koyuyorsunuz, beş yıl süreyle orayı yönetiyorsunuz ve böylece o mal varlığının akıbeti belirsiz hâle geliyor. Peki, Anayasa’ya aykırılık sorunu bununla bitiyor mu? Hayır, bitmiyor çünkü bu hüküm aynı zamanda Anayasa’mızın 35’inci maddesinde, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 1 Numaralı Protokolü’nün 1’inci maddesinde düzenlenen mülkiyet hakkının ihlali anlamına gelmektedir. Dolayısıyla, bu hüküm yürürlüğe girdiği takdirde eğer ilgililer Türkiye’de sonuç elde edemezse Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine başvuracaklardır ve orada Türkiye, mülkiyet hakkını ihlal etmiş olacağından tazminata mahkûm edilecektir. Yani, burada apaçık, hukuku ihlal eden kurallar getirilerek biz yurttaşların vergileri çarçur edilmektedir. Dolayısıyla, bu hükmün tekliften çıkarılması gerekir ama bu hükümle ilgili söyleyeceklerim bitmedi değerli milletvekilleri. Aslında, bu hüküm sekizinci yargı paketinin 22'nci maddesinde de yer alıyordu ve biz burada bunu eleştirdik ve o eleştiriler nasıl olduysa sonuç doğurdu, bir gece geç bir saatte bu, teklif maddesinden çekildi ve ben çok iyi hatırlıyorum -tutanaklarda var- burada yaptığım konuşmada şunu söyledim: "Gerçekten, çok teşekkür ediyoruz gerekçelerimizi dikkate aldığınız için ama büyük endişelerim var: Bu, bir başka pakette, bir başka görüntü içinde mutlaka karşımıza gelecektir." dedim. Ne yazık ki tahminlerim doğru çıkmıştır, bu paket içinde karşımıza gelmiştir. Değerli milletvekilleri, bu paket çok ciddi hukuka aykırılık sorunları içermektedir ve Türkiye, uzun yıllardan beri bir anayasasızlaştırılma, bir hukuksuzlaştırılma sürecinin içinden geçmektedir, bu paket de aslında bu sürece katkı sunmaktadır. Dolayısıyla, yargı sistemimizde iyileştirme, demokratikleştirme, hak ve özgürlüklerimizi güvence altına alma gibi bir hüküm içermemektedir. Şimdi paketle ilgili bir başka hususa değineceğim. Teklifin 4'üncü maddesini incelediğimiz zaman, hukuk mesleğinin icrasıyla ilgili giriş sınavlarının kapsamının konu yönünden genişletildiğini görüyoruz. Bu yolla, hukuk mesleğinin icrasının kalitesinin yükselmesi amaçlanıyormuş. Değerli milletvekilleri, 9'u Kıbrıs’ta, geri kalanı Türkiye'de olmak kaydıyla toplam 92 hukuk fakültesine sahibiz ve bu 92 hukuk fakültesine sahibiz ve bu 92 hukuk fakültesinde öğretim kadroları fevkalade yetersiz, kütüphane imkânları fevkalade yetersiz ve hâlihazırda bu 92 hukuk fakültesinde 76 binin üzerinde kayıtlı öğrenci var. Dolayısıyla eğer hukuk fakültelerinin eğitimlerinin kalitesini yükseltirsek gerçekten soruna çare bulabiliriz. Yoksa böyle palyatif, göstermelik tedbirlerle o torba kanuna bir madde atarak, öteki torba kanuna başka madde atarak Türkiye'deki hukuksuzluk sorununu çözme imkânı mevcut değildir. Hatta, size bir hususu daha belirteyim, 22-23 Ekimde de yani geçtiğimiz hafta Adalet Komisyonunda başka bir teklif aldık arkadaşlar ve bu teklifin içinde de paradoksal olarak şöyle bir hüküm vardı: Avukatlık mesleğini icra edeceklere kolaylık sağlayan bir hüküm vardı. Ben orada da belirttim, bu teklif metinlerini hazırlayan arkadaşlarımızın zihninde ciddi bir kafa karışıklığı var. Hukuk mesleğinin icrasını kolaylaştırmak mı istiyoruz, zorlaştırmak mı istiyoruz, asıl hedefimiz ne? Asıl hedefimiz Türkiye'de hukukun üstünlüğünü, Anayasa’nın üstünlüğünü hâkim kılmak ve Türkiye'de herkesin ayırım gözetilmeksizin yarına ve geleceğe güvenle bakabileceği bir ortam yaratmak olmalıdır. Oysa biz, her sabah güne başka bir Anayasa’ya aykırılık sorunuyla başlıyoruz, içimizi acıtan başka başka olaylara tanıklık yapıyoruz; Narin cinayeti, Rojin’in ölümü, İstanbul'da 2 kadının kısa aralıklarla cinayete kurban gitmesi, bunlardan birisinin kafasının kesilip annesinin önüne atılması, yenidoğan çetesi, hayat hakkımızı emanet ettiğimiz sağlık kuruluşlarının cinayet şebekelerinin eline geçmesi… Bunlara çözüm bulmamız gerekirken, biz, maalesef, Adalet Komisyonunu ve Genel Kurulu Anayasa’ya aykırı çeşitli tekliflerle meşgul ediyoruz. (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN - Sayın Yazıcı Özbudun, lütfen tamamlayın SERAP YAZICI ÖZBUDUN (Devamla) – Tamamlıyorum. Tabii, bu, sonunda Anayasa Mahkemesine gidecek, Anayasa Mahkemesini de meşgul etmiş olacağız. Oysa, işi baştan sağlam tutabiliriz, hukuka uygun düzenleme yapmaya itina edebiliriz. Bu, Anayasa’mızın hepimize yönelik açık emridir. Beni sabırla dinlediğiniz için hepinizi saygıyla selamlıyorum. (Saadet Partisi ve CHP sıralarından alkışlar)