GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: Cumhurbaşkanlığının, hudut, şümul, miktar ve zamanı Cumhurbaşkanınca takdir ve tespit edilmek üzere, Türk Silahlı Kuvvetlerinin, Birleşmiş Milletlerin Orta Afrika Cumhuriyeti’nde icra ettiği harekât ve misyon kapsamında yurt dışına gönderilmesi ve Cumhurbaşkanınca verilecek izin ve belirlenecek esaslar çerçevesinde bu kuvvetlerin kullanılması için Türkiye Büyük Millet Meclisinin son olarak 11/10/2023 tarihli ve 1394 sayılı Kararı’yla uzatılan iznin süresinin Anayasa’nın 92’nci maddesi uyarınca 31/10/2024 tarihinden itibaren bir yıl uzatılmasına ilişkin tezkeresi (3/932) münasebetiyle
Yasama Yılı:3
Birleşim:12
Tarih:24.10.2024

DEM PARTİ GRUBU ADINA OSMAN CENGİZ ÇANDAR (Diyarbakır) – İsmini benden daha mükemmel bir şekilde telaffuz eden Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; yepyeni bir dönemin başlangıcındayız. Türkiye Büyük Millet Meclisinde dış politikaya taalluk eden bir konuda konuşma yapmak için söz aldığım şu gün, daha doğru bir deyimle şu günler, ülkemizde toplumsal barış için, iç cephenin güçlendirilmesi için, ulusal birliğimizin tahkimi için yepyeni bir dönemin başlangıç noktasına işaret ediyor. Açıkçası bu yeni dönem, Türkiye Büyük Millet Meclisinin yeni yasama yılına girdiği 1 Ekim günü yani yaklaşık üç hafta kadar önce Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin daha sonra doğaçlama olmadığını özenle altını çizerek belirttiği bir tokalaşma jestiyle start aldı ve iki gün önce yine Devlet Bahçeli’nin Milliyetçi Hareket Partisi Grubunda yaptığı son derece önemli konuşmayla çok önemli bir aşamaya tırmandı. Uzatılan bir elden söz ediliyordu, o elin uzatıldığı en önemli şahsiyet İmralı Cezaevinde kendisinden kırk dört aydır hiçbir haber -yasa çiğnenerek- alınmamış olan Abdullah Öcalan idi. Dün DEM PARTİ Şanlıurfa Milletvekili Ömer Öcalan kendisiyle görüştü ve Abdullah Öcalan’ın uzatıldığı söylenen eli geri çevirmediği, bilakis, tam tersine, onun da ülkenin birliğine, toplumsal barışa, ilk cephenin güçlenmesine hizmet edecek şekilde kendi elini uzattığını memnuniyetle işitmiş bulunuyoruz. Şöyle demiş kendisiyle görüşen milletvekiline: “Koşullar oluşursa bu süreci çatışma ve şiddet zemininden hukuki ve siyasi zemine çekecek teorik ve pratik güce sahibim.” Yani “Ben varım.” diyor yani “Ben, ülkenin toplumsal barışına, iç cephenin güçlendirilmesine varım, buna katkıda bulunmaya niyetim de var, buna gücüm de var.” demiş oluyor. Şimdi iş sözü edilen koşulların oluşturulmasında. Bu, kolay bir iş değil; sabır, dikkat, titizlik, esneklik, özveri ve en önemlisi irade gerektiriyor. Dünkü terör saldırısı iç barışı, toplumsal barışı, iç cepheyi güçlendirmenin çok da kolay olmadığını, durumun birçok provokasyona açık olduğunu gösterdi. Bu vesileyle bir kez daha -dün gece söylemiştim- bu terör saldırısında hayatını kaybetmiş olan vatandaşlarımıza Allah'tan rahmet, yakınlarına sabrıcemil, yaralılara acil şifalar diliyorum. Bu acı ve lanetlenmesi gereken olaydan eğer bir olumlu ders çıkarmak gerekiyorsa o da çok sayıda siyasi şahsiyetin bu terörist saldırının arzuladığı tuzağa düşülmeyeceği, provokasyonun hedefine ulaşamayacağı yönünde açıklamalar yapmış olmaları. Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı Numan Kurtulmuş’un “Terörü gerçekleştiren 2 terörist değil. Bunun arkasındaki aklı biliyoruz. Bu saldırı tesadüfi değil, hazırlıklarımızı eksiksiz sürdürmeliyiz.” sözlerinin ülkenin geleceğine ilişkin olarak yüreklere su serpici nitelikte olduğunu teslim etmeliyim. Bu arada, Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı Özgür Özel bugün “Siyasete yön vermeye çalışıyorlar, buna teslim olmayacağız, tutumumuzu değiştirmeyeceğiz.” diyerek önümüzdeki dönemde olumlu bir şekilde yürümesi arzu edilen gelişmelere karşı Cumhuriyet Halk Partisinin de ana muhalefet partisi olarak, kendi deyimiyle, 31 Marttan itibaren ülkenin bir numaralı partisi olduğunu söylediği partisinin bu durumda ısrar edeceğinin altını çizmiş oldu. Ve bu arada şunu söyleyeyim: Özgür Özel’in gerek Edirne'de Selahattin Demirtaş'ı ziyareti gerek bölgeye yaptığı ziyaretin de fevkalade değerli olduğunu ve bunca zamandır ilk kez Cumhuriyet Halk Partisinin bu tür süreçlere dâhil olma iradesini ortaya koyduğunu da memnuniyetle teslim edelim ve gelecek için umutlanalım. Buradan hareketle, bir de Selahattin Demirtaş'ın bu terörist saldırının hemen ardından dün gece yaptığı açıklamayı kelime kelime okuyarak dikkatlerinize getirmek istiyorum: “Ankara’daki saldırıyı kınıyoruz. Hayatını kaybedenlere Allah’tan rahmet, yakınlarına başsağlığı ve sabır diliyoruz, yaralılara da geçmiş olsun dileklerimizle birlikte acil şifalar temenni ediyoruz. Sorunlarımızın konuşarak, diyalogla, siyaset yoluyla çözülmesi arayışlarını kanla kesmeye çalışan anlayış bilmeli ki eğer Öcalan bir inisiyatif alır ve siyasetin önünü açmak isterse tüm gücümüzle arkasında olacağız. Demokratik siyaset ve barış arayışlarını itibarsızlaştırmaya, iradesiz kılmaya yönelik hiçbir yaklaşımı kabul etmeyeceğiz. Herkes hesabını kitabını buna göre yapmalıdır. Barış isteyenlerin sesinin kimden gelirse gelsin bu defa bastırılmasına asla izin vermeyeceğiz.” Şimdi, demokratik siyaset ve barış arayışları denildiği anda Orta Doğu'da özellikle son bir yılda cereyan eden gelişmelerle çok büyük bir ihtiyacın, ciddi bir ihtiyacın ortaya çıktığını görmüş oluyoruz; demokratik siyaset ve barış arayışlarının. Orta Doğu’nun önünde muazzam bir belirsizlik, tarihinde hiç olmadığı kadar büyük bir belirsizlik dönemi yatıyor. Bu, geçen yılın 7 Ekiminden itibaren İsrail'in başlattığı saldırı furyasının bölgeyi getirdiği durumla yakından ilgili. Gazze 1955 yılına geri dönmüş durumda ve bu Gazze'de yaşayan 2 milyon 200 bin kişinin, Gazze halkının, Filistin halkının 2 milyonu bugün bundan bir yıl önce yaşadıkları evde yaşamıyor. 50 bine yakın Filistinli bir yıl içinde hayatını kaybetmiş durumda. Bunun anlamı oransal olarak Türkiye’yle hesapladığınız zaman bir yıl içinde 2 milyon insanın hayatını kaybetmesi demek. Muazzam bir insanlık trajedisi İsrail saldırganlığının sonu olarak yaşanıyor. Lübnan, sadece Lübnan değil; Suriye, Irak ve hatta İran büyük bir istikrarsızlık durumuyla, ihtimaliyle yüz yüze bulunuyor. Suriye, Irak ve İran’da tıpkı Türkiye'de olduğu gibi nüfusun bir bölümü Kürt. Kürtlerin, dünyadaki Kürtlerin en büyük bölümü, yarısından fazlası ülkemizde, Türkiye'de yaşıyor; bizim halkımızın bir parçası. Türkiye'de toplumsal barış, iç cephenin güçlendirilmesi demek Türkiye'deki Kürt halkının mutlu edilmesi demek ve böyle bir durum ister istemez tüm bölgeye de etkisini olumlu ölçüde yayacaktır. Böyle bir gelişme Suriye'deki ve Irak’taki Kürtleri de Türkiye'nin bekasına potansiyel bir tehdit gibi algılanmaktan çıkaracaktır. İç barışımız ve güçlü demokrasimiz -eğer bu sağlanırsa- Kürtleri, ister Amerika olsun ister İsrail olsun ister İran olsun, kim olursa olsun, bunların etkisi altında görülmekten çıkaracaktır; bizim halkımızın bölgedeki devamı, uzantısı olarak görülmelerini sağlayacaktır. Öyle bir bakış açısının siyasete intikali demek ise dün gece olduğu gibi Irak ve Suriye'de sivil hedeflerin, Kürt halkının sivil hedeflerinin bombalanmasını da anlamsız hâle getirecektir. Dolayısıyla Orta Afrika Cumhuriyeti’ndeki Birleşmiş Milletler gücü içinde -MINUSCA’da- Türk Silahlı Kuvvetleri personelinin bulundurulmasından ziyade, çok öncelikli olarak gözlerimizi Orta Doğu’ya çevirmemiz gerektiğini belirtiyorum. Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kurulunu saygıyla selamlıyorum. Teşekkür ederim. (DEM PARTİ ve CHP sıralarından alkışlar)