| Konu: | YAĞLI TOHUM POLİTİKASININ TÜM YÖNLERİYLE ARAŞTIRILARAK ALINMASI GEREKEN ÖNLEMLERİN BELİRLENMESİ AMACIYLA 29/3/2012 TARİHİNDE TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ BAŞKANLIĞINA VERİLMİŞ OLAN MECLİS ARAŞTIRMASI ÖNERGESİNİN, GENEL KURULUN 17 NİSAN 2013 ÇARŞAMBA GÜNKÜ BİRLEŞİMİNDE SUNUŞLARDA OKUNMASINA VE GÖRÜŞMELERİNİN AYNI TARİHLİ BİRLEŞİMDE YAPILMASINA İLİŞKİN |
| Yasama Yılı: | 3 |
| Birleşim: | 93 |
| Tarih: | 17.04.2013 |
VAHAP SEÇER (Mersin) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; hepinizi saygıyla sevgiyle selamlıyorum.
Ankara'nın siyasi gündemi yoğun. Gündem, sürece, yeni anayasa çalışmalarına, yargı paketine kilitlenmiş durumda ancak hayat devam ediyor, toplumun da önemli sorunları var.
Bakın, geçtiğimiz gün seçim bölgem olan Mersin'de hava muhalefeti yaşandı, yoğun yağmur oldu, sel oldu. Hortumdan dolayı Anamur'da, Bozyazı'da, Aydıncık'ta özellikle muz seralarında önemli hasarlar meydana geldi.
Yine, hemen akabinde Silifke bölgesinde, Erdemli bölgesinde, Mersin merkezde dolu afeti oldu ve önemli ölçüde meyve bahçeleri, sebze bahçeleri zarar gördü. Geçtiğimiz aylarda da aynı bölgede yine yoğun yağıştan kaynaklanan afetler yaşanmıştı ve üretici yine zarar görmüştü. Zaten tarımsal üretim önemli sorunlar yaşıyor, üreticinin iki yakası bir araya gelmiyor, bir de üstüne böyle afetler eklendiği zaman çifte kavrulmuş oluyor ve çiftçi öldü, Allah rahmet eylesin!
Geçtiğimiz günlerde bizim bölgede meydana gelen afetlerden dolayı yetkililer, ilgili kurumlar gidiyorlar hasar tespiti yapıyorlar. Tabii üretici de binbir umutla bekliyor. Hasar tespiti yapıldı. Buna ilişkin değerlendirmeler yapılacak ve meydana gelen hasardan dolayı devlet bir miktar da olsa derdimize çare olacak, yaramıza merhem olacak. Ama aldığımız şikâyetler diz boyu. Gerçekten de hemen afet sonrasında Hükûmet yetkilileri ya da kurum yetkilileri açıklamalarda bulunuyor: "Gittik, hasar tespiti yaptık." Ama sorunların çözümüne ilişkin herhangi bir adım atılmıyor. Umut ediyorum, bu afetten sonra özellikle iktidara mensup iktidar milletvekilleri buna öncülük ederler, bölgede hasar tespit çalışmalarını hızlandırırlar ve üreticilerimizin zararının, ziyanının hiç olmazsa bir kısmının devlet tarafından ödenmesini sağlarlar.
Değerli arkadaşlarım, geçtiğimiz günlerde GDO tartışması basına yansıdı, geniş bir şekilde basında yer buldu. Daha önceki Parlamento döneminde görev yapan milletvekili arkadaşlarım bilir, 2010 yılında bu Parlamentodan Biyogüvenlik Yasası çıktı. GDO yani genetiği değiştirilmiş organizmalar ve ürünlerine ilişkin bir yasa bu Mecliste görüşüldü ve kabul edildi. O tarihe kadar GDO'lu ürünleri âdeta bu ithalatı gerçekleştiren ithalatçılar elini kolunu sallayarak Türkiye gümrüklerinden içeriye geçiriyorlar, yurt içinde bunları rahatça pazarlayabiliyorlar idi. Ve Türkiye'de o döneme kadar, gerçekten, hiçbir denetime tabi olmadan GDO'lu ürünleri maalesef halkımıza yediriyorduk. Ancak o yasa kabul edildikten sonra bir nebze olsun bunlar disiplin altına alındı gibi görüldü. Ancak geçtiğimiz günlerde, 4 Nisanda basına yansıyan haberlere göre, Mersin Limanında 23 bin ton çeltik GDO'lu olduğu şüphesiyle analize tabi tutuluyor ve GDO olduğu tespiti yapılıyor. Tabii, bunlar İstanbul Teknik Üniversitesi ve TÜBİTAK laboratuvarlarından elde edilen sonuçlara göre, raporlara göre ortaya çıkan sonuçlar. Ancak bu konuda Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanı Sayın Eker bir açıklama yaptı "Dünyada ticarete konu pirinç yoktur, dolayısıyla bunlarda GDO olması mümkün değildir." dedi. Hemen akabinde Gümrük ve Ticaret Bakanı Sayın Yazıcı bir açıklama yaptı: "Evet, çalışmalar yaptık, bazı sınır kapılarında, örneğin Tekirdağ'da gerçekten GDO'lu pirinç ithal edildiğine dair bilgiler aldık." dedi. İkisi birbiriyle çelişen, birbirinden farklı açıklamalar oldu. Hatta Sayın Yazıcı biraz daha ileri giderek olayı biraz da tiye aldı, dedi ki: "Ben pirinç tüketmiyorum, bulgur tüketiyorum."
Değerli arkadaşlarım, GDO meselesi öyle şakaya alınacak, tiye alınacak, ironi yapılacak bir mesele değil, 75 milyon nüfusun sağlığını ilgilendiren bir konu. Bakın, Türkiye'de GDO'lu gıda var mı yok mu? Ben iddia ediyorum, Sayın Bakan da bunun yanıtını veremez. Türkiye'de bu anlamda yeterli akredite laboratuvarlar yok. Türkiye sınırlarından hâlâ -Biyogüvenlik Yasası'na göre- elini kolunu sallayarak, ben iddia ediyorum, Türkiye Büyük Millet Meclisi kürsüsünden iddia ediyorum, GDO'lu ürünler giriyor ve piyasalarda, market raflarında, gıda olarak tüketiliyor.
Şimdi, Sayın Bakan açıklama yapıyor, diyor ki: "Eğer böyle bir konu söz konusu ise yani GDO'lu ürün girdiyse bu GDO'lu değildir, nakliye araçlarından kaynaklanan ya da yurt dışından gelen gemilerden kaynaklanan bulaşıktan yani daha önce GDO'lu ürün taşımış o nakliye aracı ve daha sonra da bu pirinçler yüklenmiş ve o bulaşıktan kaynaklanan bir sonuç GDO'lu olduğu iddiası."
Şimdi, bunu, bu iddiayı ortaya koyanlar da şöyle söylüyor: "Türkiye'de gıda konusunda eşik değer olarak hangi miktarda GDO'lu ürünlerin yurt içine gireceğine dair bir eşik değer yok." Bunu belirlemesi gereken Bakanlık ama Bakanlık izliyor, Bakanlık seyrediyor, bu konuda bir tedbir almıyor. Şimdi, değerli arkadaşlarım, bu konu önemli bir konudur, bu konu toplum sağlığını ilgilendiren bir konudur ve ilgili kurumun, ilgili bakanlığın bu konuda doyurucu açıklama yapması gerekmektedir.
Değerli arkadaşlarım, araştırma önergemizin konusu Türkiye'nin yağlı tohum ithalatına yönelik yaşadığı sorunlar, bu sorunların araştırılması ve bu konuların çözümüne ilişkin çözüm yollarının bulunması. Değerli arkadaşlarım, Türkiye yağlı tohumlara ve onun türevlerine çok önemli miktarda para ödüyor. 2011 yılı rakamları: Parasal olarak ithal ettiğimiz yağlı tohumlar ve onun türevleri 3,1 milyar dolar. 2012 yılı rakamları: Biz 3,7 milyar dolar yağlı tohum ve türevlerine bedel ödüyoruz, ithalat yapıyoruz. Bakın, Türkiye'nin en önemli ekonomik sorunlarından bir tanesi cari açık meselesi. Türkiye 2011'de cari açıkta rekor kırdı, 77 milyar dolar cari açığımız vardı. Dünya sıralamasında ilk 5'e girdik cari açıkta. Aldığımız tedbirlere rağmen, ekonomik önlemlere rağmen 2012'de cari açığı 50 milyar dolar civarlarında bir noktaya çekebildik. Türkiye'nin cari açığa sebebiyet veren en önemli ithalat kalemleri petrol ve ürünleridir, bunun ardında da yağlı tohumlar ve türevleri gelmektedir. Bu anlamda, Türkiye'nin istikrarı, sürdürülebilir tarım politikaları uygulayıp yağlı tohum üretimi konusunda aşama kaydetmesi gerekiyor, gelişme kaydetmesi gerekiyor.
Bakın, 2002-2012, bazı mukayeseler yapmak istiyorum: Türkiye'de 2002 yılında toplamda 2 milyon ton yağlı tohum ve türevleri ithal edilirken bu rakam 2012 yılında 5,3 milyon tona ulaştı. Az önce de söylediğim gibi, bu 5,3 milyon ton ürünün parasal değeri 3,7 milyar dolar idi. Ayrıca, Türkiye, o günden bugüne kadar bakınız -soya fasulyesi ithal ediyor- 2002 yılında 613 bin ton soya fasulyesi ithal ederken, bugün Türkiye 1,1 milyon ton soya fasulyesi ithal ediyor. 750 bin ton ayçiçeği çekirdeği ithal ediyor. Yine, bir yağlı tohum olan ve yağ elde edilen önemli bir ürün olan koza 150 bin ton ithal ediliyor. Tabii bunları ortadan kaldırmanın, bu kadar yüksek miktarda ithalat yapmayı ortadan kaldırmanın bize sağlayacağı sadece cari açığı azaltmak değil, Türkiye ekonomisine de katkı sağlamaktır. Bu anlamda da bu konuların araştırılması için bir araştırma komisyonunun gerekli olduğunu düşünüyoruz.
Yüce Meclisin bu konuda destek vereceğini düşünüyor, hepinize saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)