| Konu: | HUKUK USULÜ MUHAKEMELERİ KANUNU İLE BAZI KANUNLARDA DEĞİŞİKLİK YAPILMASINA DAİR KANUN TASARISI VE MERSİN MİLLETVEKİLİ ALİ RIZA ÖZTÜRK'ÜN; AVUKATLIK KANUNU İLE HUKUK USULÜ MUHAKEMELERİ KANUNUNDA DEĞİŞİKLİK YAPILMASINA DAİR KANUN TEKLİFİ, SİVAS MİLLETVEKİLİ HİLMİ BİLGİN VE ÇANKIRI MİLLETVEKİLİ İDRİS ŞAHİN İLE 8 MİLLETVEKİLİNİN; 1136 SAYILI AVUKATLIK KANUNU, HUKUK USULÜ MUHAKEMELERİ KANUNU VE 3568 SAYILI SERBEST MUHASEBECİ MALİ MÜŞAVİRLİK VE YEMİNLİ MALİ MÜŞAVİRLİK KANUNUNDA DEĞİŞİKLİK YAPILMASINA DAİR KANUN TEKLİFİ, ERZURUM MİLLETVEKİLİ OKTAY ÖZTÜRK'ÜN; HUKUK USULÜ MUHAKEMELERİ KANUNU İLE AVUKATLIK KANUNUNDA DEĞİŞİKLİK YAPILMASINA DAİR KANUN TEKLİFİ |
| Yasama Yılı: | 3 |
| Birleşim: | 92 |
| Tarih: | 16.04.2013 |
ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum. Dördüncü yargı paketinin beta sürümü üzerinde söz almış bulunuyorum.
RECEP ÖZEL (Isparta) - Ancak, o paket değil ama bu.
ÖZGÜR ÖZEL (Devamla) - Beta sürümü zaten.
RECEP ÖZEL (Isparta) - Ha, tamam.
ÖZGÜR ÖZEL (Devamla) - Bir başka deyişle, mahkeme görev alanlarının keyfî olarak değiştirilebilmesini, özel yargıçlara özel davaların verilebilmesini, doğal yargıç ilkesinin geçersiz kılınmasını düzenleyen kanun tasarısı üzerinde söz almış bulunuyorum şahsım adına.
Tabii, Sayın Adalet Bakanı burada. Ben bu sabah erken saatlerde kalktım, İzmir'de görülmeye başlanan, "askerî casusluk davası" olarak bilinen davayı izledim, ardından da buraya geldim. Bugün askerî casusluk davasında yaşananlar hakkında Meclise bilgi sunmak istiyorum.
Bugün 16 Nisan ve geçen sene 10 Mayısta yapılan ilk tutuklamadan sonra, oldukça, on bir aylık bir süre geçtikten sonra ilk kez, askerî casusluk, fuhuş ve şantaj olarak kamuoyunda bilinen, uzun süre de kamuoyuna bu şekilde servis edilen ve davada ismi geçenleri, suçlananları itibarsızlaştıran, onların mesleki namuslarına casusluk, kişisel namuslarına da fuhuş ve şantaj lekesini süren bir davanın, sekiz ay iddianamesi beklenen ve nihayet on bir ayın sonunda da hâkim karşısına çıkan ve bulundukları ortamda bulunmalarından fevkalade rahatsızlık duyan çok kıymetli personelin bulunduğu ve hepsinin bir yandan birbirinin, bir yandan bizlerin, bir yandan avukatlarının yüzlerine bakarken "Bu nasıl bir tertip? Biz neyin içindeyiz, nelerle suçlanıyoruz?" dediği bir davayı izledik biz bugün. Ama, davayı izlemeye gittiğimizde -bu, davada bir "aleniyet" ilkesi var, yani davanın herkes tarafından izlenebilmesi- daha dava başlamadan o ilkenin baştan ihlal edildiğini gördük. Davayı izlemek isteyen İzmirliler veya diğer şehirlerden gelen tutuklu yakınları dava salonuna yaklaşmak istediklerinde, bir Silivri psikolojisi içinde konu ele alınmış, yaklaşık 100 metre ileride bariyerler kurulmuş, arkasına Robocop'lar dizilmiş ve sanki, bir ülkenin sınırları düşman askerinden korunurmuşçasına davayı izlemek isteyenlerin karşısına bir engel oluşturulmuştu. Biz, davayı milletvekili olarak izlemek için gittiğimiz noktada dahi, içeriye girmek istediğimizde "Mahkemenin kararı var, izleyemezsiniz." dediler. Üzeri sivil giyimli, emniyet müdür yardımcısı olduğunu ifade eden, fevkalade sinirli, iletişim kurmaktan uzak, önüne gelene saldıran bir kişiyle karşılaştık.
Ben, bugün akşam saatlerinde İzmir'in Sayın İl Emniyet Müdürü Ali Bilkay'a da durum hakkında bilgi verdim. Gördüğümüz manzara şuydu: Kapıda durmuş, "İçeriye sadece tutuklu sanıkların 1'er tane avukatını alırım." diyor. Tutuksuz sanıkların avukatları orada, tutuklu sanıkların farklı illerden gelen avukatları orada, ellerinde görevlerini yapmalarıyla ilgili ibraz etmeleri gereken vekâletnameleri olduğu hâlde, çenelerinden yakalamış bir il emniyet müdür yardımcısı, yaka paça onlarla x-ray cihazının başında kavga ediyor. Biz buna engel olmak için yaklaştık ve dedik ki: "Biz milletvekiliyiz." "Kim olursan ol kardeşim." dedi bize. "Sen nasıl böyle bir şey söylersin?" deyince tuttu, yakamıza doğru yapışmaya çalıştı. Tabii, bu tip görüntüler olup bu Mecliste iktidar ve muhalefet açısından meseleye "Bunu muhalefetteki milletvekiline yapsınlar canım, ne olur; önemli olan, yüzde 48'lik millî iradeye bir şey olmasın, geri kalanı hiç önemli değil, onları tartaklasalar da olur, gaz sıksalar da olur, su sıksalar da olur, cop da atsalar olur; önemli olan, Adalet ve Kalkınma Partisinin milletvekillerinin itibarı." diye bakan, meseleye Meclisin toplam itibarı, meseleye millî iradeye topyekûn bir saygı gösterilmesi olarak bakmayan bir iktidar grubu ve onun yönetimi söz konusu olduğunda ben zaten hiç şaşırmadım yakama yapışan o ele ama kendisine döndüm ve kanundan gelen yetkilerimizi ve onun ne yapması gerektiğini hatırlattım. Bir süre sonra nasıl olduysa oraya akıl hâkim oldu. Önce milletvekilleri geçiyordu, peşimizden koştu beyefendi, milletvekillerinin cep telefonlarını toplamaya, üzerimizi arattırmaya kalktı. Bu kriz aşıldıktan sonra da aklına geldi ki içeri girmeye çalışan avukatları uzun süredir boş bırakmıştı, gitti tekrar onlara saldırdı ve yaklaşık bir-bir buçuk saatlik bir mücadelenin sonunda içeriye sadece, polis müdürünün izin verdiği bazı avukatlar, az sayıda basın mensubu ve artık orada itilmekten kakılmaktan rahatsızlık duyduğu hâlde bir şeyleri göze alıp içeriye gireyim de bu davayı izleyeyim diyen 11 tane muhalefet milletvekili girebilmişti. Sayın Mahkeme Başkanı geldi, durumdan duyduğu üzüntüyü, verdiği emirlerin yanlış anlaşıldığını, polisin de insan olduğunu, polisin de hata yapabileceğini, kapıda toplanan yüzlerce bilgisayarın içeriye girebileceğini ama kendisinin de cep telefonunu içeride, odada bıraktığını falan anlattı ve mahkeme kimlik tespitleriyle başladı.
Öyle bir noktadayız ki mahkemede avukatlar sanıklarıyla göz teması kuramamaktan şikâyet ediyorlar. Çünkü orada görevli olan askerî personelle avukatlar arasında yaklaşık 60 tane jandarma eri? Jandarma erleri birbirinin üzerine bitiştirmiş aradan hava sızmasın diye. "Bu şartlar altında ceza yargılaması olmaz." diye itiraz eden avukatlara "Bugünlük böyle idare edin." cevabı verildi. Uzun süre sonra bu kriz aşılabildi.
Şu kadarını söylemek lazım ki bu davanın adı "askerî casusluk davası" diye biliniyor, aslında davanın gerçek adı "gizlilik derecesine sahip olan bilgi ve belge bulundurma". Peki, nereden çıktı bu askerî casusluk? Çünkü, belli bir gruba mensup olan basın-yayın organları, sürekli -askerî casusluk, fuhuş, şantaj, iki tane resim, bir tane televizyon filminden ekranı buzlandırıyor sanki oradaki sanıklar bir şey yapıyorlarmış gibi- aylarca -bir yıl süreyle- bunun yayını yaptılar. Biz Cumhuriyet Halk Partisi olarak 7 kez bu davanın tutukluları ve tutuksuz sanıklarıyla temas ettiğimizde, hepsi, ailelerinin yüzüne bakamamaktan, davadaki gizlilik kararından ve bu yüzden kendilerinin toplumda çok ciddi sıkıntıyla karşı karşıya bırakılmasından dolayı şikâyet ediyorlardı. Biz kendilerini dinlediğimizde "Gizlilik kararı kalksın, ne olduğu ortaya çıksın." diyorlardı. Gizlilik kararı kalkmadı ama iddianameyle birlikte otomatik olarak savcının elindekiler ortaya çıktı.
Bundan önce şunu ifade etmeyelim, biz dedik ki: Bir orduda 400 tane casusmu olur arkadaş? Bir orduda 400 casus varsa, şu ayrıcalıklı koltuğa oturan ordunun Başkomutanı dâhil ve Genelkurmay Başkanı dâhil, kendini sorgulamalıdır. Çünkü, Türkiye Cumhuriyeti'nde bugüne kadar bir kişi casusluktan dolayı yakalanmış ve ceza almıştı. O gün beyefendi kendine geldi ve bir açıklama yaptı, dedi ki: "Onlar casus değil ki. Onlara neden casus diyorsunuz -Cumhuriyet Halk Partisi raporuna- onlar gizli belge ve bilgi bulunduruyorlar." Kardeşim, sen bir sene boyunca, çarşaf çarşaf "casus, fuhuş, şantaj" diyerek askerî namusları casuslukla, kişisel namusları fuhuşla bu silah arkadaşların lekelenirken neredeydin sorusunu da herhalde günü geldiğinde bir zırhlı araçla ödüllendirilirken ve bir Devlet Üstün Hizmet Madalyasını alırken orada bulunan bazı iktidar partisi milletvekillerine verir herhâlde beyefendi. (CHP sıralarından alkışlar)
Ama, öyle bir durumla karşı karşıyayız ki Balyoz davasında 365 tane sanık var, Ergenekon'da 275, Devrimci Karargâh'ta 75, askerî casuslukta 357, 28 Şubatta 100. Askerî casusluk davasını şöyle tarif ediyoruz biz: Bir evrensel küme var, güneşin altındaki herkes. Bunun içinde, Ergenekon, Balyoz ve diğer siyasi davalarla erişilememiş herkes bu davanın konusudur. Neden mi? Matematiksel olarak ispatlayalım. Balyoz'la Ergenekon'un 30'dan fazla kesişim kümesi var, ortak sanık. Ergenekon'la 28 Şubat; 17 tane kesişim kümesi var. Balyoz'la 28 Şubat; 9 tane kesişim kümesi var ve Devrimci Karargâh'la Ergenekon; 1'de olsa kesişim kümesi var, hepiniz tanıyorsunuz Hanefi Avcı. Ama A kümesinin, ne E kümesiyle ne B kümesiyle ne D kümesiyle ne Ş kümesiyle bir tane kesişimi yok. Nasıl olur? Binlerce askerin suçlandığı, yargılandığı bir şeyde bir tanesi denk gelmez mi Ergenekon'da da suçlansın, Balyoz'da da? Yok efendiler, yok. Neden yok biliyor musunuz? Bu son dava süpürmek üzerine kurulmuş, erişemediklerimize erişeceğiz. Erişseydi zaten onu içeriye tıkmıştı ama görevinde son derece başarılı, son derece ileri noktalarda terfi almış, önümüzdeki günlerde, önümüzdeki süreçte çok kritik görevlere gelecek personele eğer erişemediysem diğer siyasi davalarla, şimdi zamanıdır, askerî casusluk davasının iddianamesiyle erişiyoruz. Bunun böyle bilinmesi, bunun böyle okunması gerekir.
3.500 kişiyi etkileyen, 80 tane tutuklusu olan ve 400 tane sanığı olan bir davanın, diğer siyasi davalarla tek bir kesişimi olmadığı noktasını yüce Meclisin bilgilerine sunuyorum.
Bundan sonraki süreçte konu hakkında bilgilendirmeye devam edeceğim.
Saygılar sunarım. (CHP sıralarından alkışlar)