| Konu: | Cumhurbaşkanlığının, hudut, şümul, miktar ve zamanı Cumhurbaşkanınca takdir ve tayin olunacak şekilde, 2713 (2023) sayılı Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi Kararı'na ve uluslararası hukuktan kaynaklanan yükümlülüklerimize uygun bir biçimde, gerektiğinde üçüncü ülkeler ve uluslararası örgütlerle iş birliği imkânları da kullanılarak, Somali ile ülkemiz arasında akdedilen milletlerarası anlaşmaların uygulanması kapsamında, Türk Silahlı Kuvvetleri unsurlarının, Somali'nin terörizm, deniz haydutluğu, yasadışı balıkçılık, her türlü kaçakçılık ve diğer tehditlere karşı güvenliğinin sağlanması faaliyetlerine destek verilmesi amacıyla Somali'nin deniz yetki alanları dâhil olmak üzere iki ülke tarafından müştereken belirlenecek bölgelerinde ve münhasıran tespit edilecek kurallarla görevlendirilmesi ve bununla ilgili gerekli düzenlemelerin Cumhurbaşkanı tarafından belirlenecek esaslara göre yapılması için Anayasa'nın 92'nci maddesi uyarınca iki yıl süreyle izin verilmesine dair tezkeresi (3/9 |
| Yasama Yılı: | 2 |
| Birleşim: | 110 |
| Tarih: | 27.07.2024 |
CHP GRUBU ADINA NAMIK TAN (İstanbul) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bugün alelacele yangından mal kaçırırcasına önümüze getirilen Somali tezkeresini ele alıyoruz.
BURCUGÜL ÇUBUK (İzmir) - Grup Başkan Vekili olmanın ağırlığıyla hakaret etsin.
PERİHA KOCA (Mersin) - İktidarın gözüne girmeye çalışmayın.
AYŞE SİBEL ERSOY (Adana) - Bizim ne olduğumuz ortada. Kimsenin gözüne girmiyoruz.
NAMIK TAN (Devamla) - Şayet burada doğruyu aramaksa maksat doğrunun ancak gerçek veriler üzerine kurgulanabileceğini biliyoruz. Yoksa bu kürsüden hamasi nutuklar atıp sözümüzü "Mehmetçik'in ayağına taş değmesin." veya "Allah utandırmasın." yollu, beylik temennilerle bağlamak işin en kolayı. Bunun üstatları aramızda yok değil dolayısıyla ben onlardan rol çalmayacağım. Esasen kırk yılı aşan hariciye hayatım gerçeklerle uğraşmakla geçtiği cihetle doğrusu mizacım da buna müsait değil.
Belirttiğim üzere Somali üzerine konuşacağız elbette ancak konumuz yalnızca Somali olmayacak. Asıl üzerine eğileceğimiz, mercek altına almaya çalışacağımız temel alan tutarlı bir bütün olması gereken dış politika, ulusal güvenlik politikalarında mümkünü makulde aramak ve makul olanın, akla uyanın, akılcı olanın ne olduğunu anlamak ve aktarmak odaklı olacak. Evet, öyle olacak, yine aynı şeyi deneyeceğiz ama itiraf etmeliyim ki defalarca yapmaya çabaladığım gibi aynı ilkeleri, aynı kavramları farklı cümlelerle de açıklamaya çalışsam başarılı olmaktan, amacıma ulaşmaktan yana umutlu değilim. Ne anlatsak, nasıl anlatsak sonunda gidecek particiliğin, hatta parti devleti anlayışının o soğuk duvarına çarpacak. Neticede yine alelusul beka meselesi kisvesiyle apar topar önümüze getirilen bu tezkere de yine, Somali'yle yakın zaman önce imzalanan fakat içeriği belirsiz anlaşma gibi, çoğunluk sultası gereğince "Kaldır elini, indir elini." denilerek getirildiği gibi apar topar, hem de iki yıl gibi uzun bir süre için önümüzden kaçırılacak. Evet, orada metni belirsiz 1-2 anlaşma var. Ülkemiz ile Somali arasında 8 Şubat 2024 tarihinde bir Savunma ve Ekonomik İş Birliği Çerçeve Anlaşması imzalandı. Aylardır anlaşmayı bekliyoruz, henüz Dışişleri Komisyonumuza dahi havale edilmedi. Siyasi iktidarın nasıl ve hangi sebeple acelesi var ki Somali'yle imzalanan bu ikili anlaşma yüce Meclisimizin, millî iradenin onayına sunulmadan aynı konudaki tezkere apar topar önümüze getiriliyor. Silahlı Kuvvetlerimiz, Adalet ve Kalkınma Partisinin hangi yandaşlarının Somali'de planladıkları hangi yatırımları, hangi usulsüz ve gayrimeşru kazanç beklentileri için feda ediliyor. (CHP sıralarından alkışlar) Kimdir bunlar? Mehmetçik'i hangi saçma hayalleriniz uğruna bir cehennem bölgesine göndermeye hazırlanıyorsunuz?
Somali'yi anlamak için önce şu acı gerçeği saptamakla başlayalım. Ne yazık ki dünyanın eskiden "üçüncü dünya", günümüzde "küresel güney" denilen bölümünde pek çok devlet âdeta iflas etmiş, kendi içine çökmüş durumda. Bu devletler temel işlevlerini yerine getiremiyor ancak dışarıdan görülen kabukları yerli yerinde duruyor, Birleşmiş Milletler Genel Kurulundaki koltukları da duruyor, başka deyişle bu ülkeler bir bakıma devletsiz kaldıklarından artık ülke değil yalnızca birer toprak parçası görünümünde. Buralarda artık devlet olmanın temel gerekliliği olan şiddet tekeli devletin elinden çıkmış; siyasal klikler kimisi terörist kimisi düpedüz haydut, çoğu ikisinin harmanı, gündüz külahlı, gece silahlı gruplar; bu ülkelerin çeşitli bölgelerinde, hatta bazen başkentlerinin dahi çeşitli mahallelerinde egemen durumda. Yolsuzluk hepsinde diz boyu, yoksulluk, başıbozukluk ve şiddet zaten iç içe; Somali de bunlardan biri. Geçen yüzyılda Küresel Güney, özellikle sömürgelerin kurtuluş mücadelelerinin yaşandığı bölgeler Amerika Birleşik Devletleri ve Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği arasındaki küresel güç paylaşımı alanına dönüşmüştü. Soğuk savaşın hemen ardından yine Avrupa'da Doğu Bloku üyelerinin dönüşümünü ve Yugoslavya'nın dağılmasıyla sonuçlanan iç savaşı yaşadık. Gerek emperyal Osmanlı geçmişimiz gerek Boşnaklar, Arnavutlar gibi halklarla toplumsal bağlarımız dolayısıyla Türkiye bu savaşa kayıtsız kalamazdı, nitekim kalmadı da. O dönemdeki kısıtlı kaynaklarımızla NATO müttefikliğini doğru değerlendirerek tarihin doğru yakasında durmuş ve etkin katkı sunmuştuk. İlk çeyreğin sonuna geldiğimiz yüzyılımız ise El Kaide'nin Amerika Birleşik Devletleri'ndeki kitlesel terör saldırısıyla açıldı. Yugoslavya'da ve aynı bağlamda Kosova'da lügatimize giren "insani müdahale" kavramı yerini küresel ölçekte "ortaklaşa terörle mücadele" kavramına bıraktı ve nihayet Amerika Birleşik Devletleri'nin Afganistan'ı ve sınır komşumuz Irak'ı işgaliyle karşılaştık. O dönemin ardından bu defa, Arap Baharı rüzgârıyla Kuzey Afrika ve Orta Doğu'daki Arap ülkelerinde halkların kendi diktatörlüklerinden kurtulma girişimleri geldi. El Kaide'nin yerini de hemen güney sınırlarımızın dibinde, Irak ve Suriye'de hortlayan IŞİD aldı. Son olarak, Afrika'nın ortasından geçen Sahel Kuşağı'nda askerî darbeler ve her darbenin içinden çıkan ya da peşinden gelen Putin Rusyasının paralı asker uzantısı Wagner'i gördük. Wagner modeli, o Afrika ülkelerinde darbeyi kolaylaştırmak, tezgâhlanmasına katkı sunmak, insan hakları ihlali kaygısı duymadan "terörle mücadele" adı altında dehşet saçmak ve bu sözde hizmetler karşılığında o ülkelerin yer altı zenginliklerine çökmek veya ortak olmaya dayanıyor. Wagner usulü ulus inşası, yabancı bir ülkenin çatışma ortamında o çatışmayı silah gücüyle bastırıp ucu açık bir süre boyunca devleti baştan kurmak adına orada kalmak demek. Bugün yalnızca çatışmayı veya tehdidi bertaraf uğruna kısıtlı amaçlar için ve mutlaka bir koalisyonla yürütülen bu tür harekâtlar ancak söz konusu tehdit Yemen gibi uluslararası ticaret yollarının kenarında olan ve Libya gibi yer altı kaynaklarının üzerinde oturan ülkelerde ortaya çıkarsa küresel tedarik zincirlerini ve uluslararası piyasaların istikrarını korumak amaçlı icra edilir oldu. Bu kısa yakın tarih anlatısının tamamından uluslararası toplum ve ağır sıklet dinlenecek devletler ders çıkardılar, sürekli olarak da kendilerini güncelliyorlar. Ucu açık biçimde ve siyasal hedef belirli olmaksızın uzak diyarlarda doğrudan askerî taahhütlere girmekten kaçınır oldular. İnsani yardım ve kapasite geliştirme faaliyetlerinin namlunun ucunda yürütülen ulus inşası harekâtlarına dönüşme eğilimine kendiliğinden girdiğini gördüler.
Benim bu anlattıklarımdan belki AKP iktidarı ders çıkarır diye umutlansak da önümüzdeki tezkere, iktidarın her zamanki gibi yanlış dersi çıkarmış olduğunu gösteriyor. Biz onların çıkardığı yanlış derslerin ceremesini tekrar tekrar çektik. Amerika Birleşik Devletleri'nin Irak'ı işgali sırasında iktidara gelen AKP, yerini sağlamlaştırdıkça dış politikada "etkinlik" ile "işgüzarlık"ı karıştırmaya yöneldi. Ulusal çıkarların korunmasına odaklı dış politikayı öz güven eksikliği saydı. Âdeta "Lafla peynir gemisi yürümüyor." deyişini yanlış çıkarmak için dış politikayı her koşulda bağırıp çağırarak yürütmeyi yeğledi. Orada da durmadı; yeri geldi, Osmanlı'yı ihya hayalleri kurdu; sınır ötesi harekâtlarla yetinmedi, denizaşırı maceralara yeltendi. Bir ara tutturduğu mavi vatan masalından -o da koşulların zorlamasıyla yani ekonominin iflası kapıya dayanınca- neyse ki oldukça çabuk yüz geri etti.
Değerli milletvekilleri, işte, biz, bugün burada Somali konusunda yine bütün bu tarihsel ve güncel birikimi ve deneyimi hiçe sayan bir öneriyle karşı karşıyayız. Yine pek çok olduğu üzere kendi kendimize bir tür vurguncu zihniyetiyle voli vurmak peşindeyiz. Bu defa gözleri otoriter emperyalizmi izlerken kamaşanlar Afrika'da akılları sıra Wagner'cilik oynamaya yeltenmekte. Nijer'e Millî Savunma, Dışişleri ve Enerji Bakanları ile MİT Başkanının birlikte gitmesi de peşine gelen bu içeriği gizli tutulan Somali tezkeresi hep aynı gözü kara zihniyetin ürünü. Oysa diplomaside yukarıda belirttiğim üzere nasıl "etkinlik" ile "işgüzarlık" aynı şey değilse devlet idaresinde de gözü karalık olmaz. Devlet idaresinde hata yapılacaksa temkinden, ihtiyattan yana olmak, soğukkanlı uzgörülü ve sağduyulu davranmak esastır. Zira hevesler, hırslar, ergenlik hülyaları, refleksif tepkiler bir stratejiye, anlamlı bir politikalar bütününe tekabül etmez; hurafe hafızanın yerini tutmaz. Amaç oyun kurmaksa, kurgu gerçeklere dayanmalıdır ama işe önce kendi kendine "Oyun kurmaya gerek var mı? veya "Mutlaka bir oyun kurulacaksa o oyunu illa benim kurmam mı gerek?" diye sormakla başlanmalıdır. Yoksa kendini balıklama dalınan sahnelerde ikinci sınıf oyunların figüranı konumunda bulmak içten bile değildir.
Bakınız, bir ara yakından izlediği iddia edilen, gidilip tarım arazileri kiralanan Sevakin Adası'nda turistik tesis kurmaya kalkışılan Sudan yıllar öncesinden iç savaşta din temelli bölünmüş durumda. Bakınız, yetmedi, geriye kalan Müslümanlar kendi aralarında yeni ve aynı derecede kanlı bir iç savaşa daha tutuştu, Sudan'da Filistin'den daha çok Müslüman hayatını kaybetti, aranızdan kafasını çevirip bakan bile yok. Sudan, uluslararası haber bültenlerinde zaman zaman ancak alt yazıda yer buluyor.
Bugünkü konumuz Somali'de de durum bundan hiç farklı değil. Biz o Somali'nin başkenti Mogadişu'da arazi büyüklüğü olarak dünyanın en büyük diplomatik misyonuna sahibiz, üstlenmeye kalktığımız mevcut iş Ege Denizi'nden büyük bir alanın güvenliğini sağlamak. Somali kafasına göre kara sularını 200 deniz mili ilan etmiş, bu sularda çoğunluğu Avrupa Birliği ülkelerinden okyanus tipi büyük balıkçı tekneleri avlanıyor. Altına imza atılan anlaşma ile yapılabilecek olan tutarlı mı? Acaba, neyin altına imza atıldı? Tıpkı Libya'yla imzalanan deniz yetkileri anlaşması gibi, hiç uygulanmasa da Sudan gibi unutturulsa da orada inşa edilen kışlalar boş kalmasın diye ilanihaye devam mı edecek bu faaliyet? Amaç ticari yatırım ise Somali gibi istikrarsız bir ülkeye böyle bir kaynağı hangi yatırımcı ayıracak o da belli değil.
Somali'nin kendi içinden ayrılan, eski adı İngiliz Somalisi olan Somaliland, komşu Etiyopya'yla anlaştı, Kızıldeniz girişinde stratejik konumdaki Berbera derin deniz limanını Etiyopya'ya açtı. Somaliland'in petrol sahaları var, Berbera Limanı'nı Birleşik Arap Emirlikleri işletiyor, üstelik Somaliland'in başkenti Hargeisa'da bizim de başkonsolosluğumuz var. Sıraladığım her gerçeklik Somali'nin o beylik tabirle tam bir barut fıçısı olduğunu tekrar tekrar ispatlıyor fakat bu ekonomik boyut bir yana yukarıda anlattıklarımdan çıkarılması gereken en önemli sonuç şu: Siyasal hedef nedir? Angajman kuralları belli mi? Otomatiklik içeriyor mu verilen destek taahhüdü? Yani Türk Silahlı Kuvvetleri kendiliğinden bir çatışmanın içine mi çekiliyor? Hasım kim? Orada muharebe görevi mi, destek görevi mi icra edilecek? Bütün bunların bir de Türk Silahlı Kuvvetlerinin doğasını, yapısını değiştirme yönü var. Kuşkusuz, günümüz tehdit ortamında ve NATO'nun önde gelen bir müttefiki olarak Türk Silahlı Kuvvetleri esnek, çevik ve çok amaçlı yeteneklere sahip olmalı ancak Türk Silahlı Kuvvetlerinin kalıcı biçimde hani eskiden söylenen "Ordu seferde gerek." şiarını haklı çıkarmak istercesine bir seferî kuvvete dönüştürmek yanlış olur. Seferî kuvvetin karşısında yurt içinde kışlasına çekilmiş, limanında çürümeye terk edilmiş, üssünde, hangarda tutulan durağan bir kuvvet seçeneği yok ancak Türk ordusunun 1'inci işi vatan savunmasıdır değerli arkadaşlar. Biz acaba ordumuzda sürekli bir yeniden yapılanma yerine yıpratıcı biçimde daima seferde bulunmayı mı dayatmış oluyoruz Silahlı Kuvvetlerimize? Hayatta olmadığı gibi devletler arası ilişkilerde de hepsi bir arada hem de bedava fırsatı yok, önceliklendirme yapmak kaçınılmaz. Somali'de ne tür bir tehdit algısı var yahut orada kaçırılmayacak ivedilikteki fırsat nedir? Bu faaliyet diğer ulusal güvenlik faaliyetlerinden öncelikli mi? Hatta bir ulusal güvenlik faaliyeti olarak bizatihi tasnif edilebilir mi? Yok, edilemezse Türk Silahlı Kuvvetleri AKP'nin hayal ettiği ekonomik fırsatlar için kullanılan bir aygıta mı dönüştü? Özetle; nereden kısıp buraya kamu kaynağı aktarılacak ve neden bunu yapmaya değsin? Hazine Bakanı Şimşek değil mi her gün tasarruf çıkışları yapan? Bütün bu sorular bir yana Akdeniz'deki şu gergin ortam sürerken nasıl bir rotasyonla donanmamız Somali'de olacak? Kaç gemi görevlendirilecek? Bunların bakımı nasıl yapılacak?
Değerli milletvekilleri, bedel ödenecekse vatan savunması yahut gerçekten ulusal çıkarları ilgilendiren konularda ödenir. Bakın, henüz birkaç gün önce 20 Temmuz 1974 Barış Harekâtı'nı anmak için hep birlikte Kıbrıs'taydık. Harekâtın adı seçilirken "barışı kurmak" "barışı dayatmak" gibi modern diplomatik kavramlarının önemi bunlar henüz dolaşımda değilken dönemin Başbakanı merhum Bülent Ecevit tarafından görülmüştür. Ecevit'e yeminli karşı çıkanlar varsa onlar da merhum Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu'nun 1959'da Zürih ve Londra'da kotardığı federasyona yönelik anlaşmaya bakabilir. Bugün geçerli çerçevede ne derseniz deyin uluslararası hukuk bakımından odur. Her iki devlet adamının da yaklaşımları, çözümleri zamana meydan okumuş, ömürlü ve kalıcı olmuştur. "Somali ile Kıbrıs bir tutulabilir mi?" diye soranlar çıkacaktır, ben doğru diplomatik yaklaşım bakımından ve akılcı, gerçekçi olmak bakımından bunu örnek veriyorum.
"Çukurun içindeysen önce kazmayı bırak." denir ama AKP iktidarı benim ta soğuk savaştan, Yugoslavya iç savaşından, Irak'ın işgalinden, terörle küresel mücadeleden, insani müdahaleden alarak anlattıklarım bir yana, daha güncel, mavi vatan, Libya, Suriye, Sudan serüvenlerinin hiçbirinden ders çıkarmıyor. Önümüze getirilen tezkereyle ve öncesindeki anlaşmayla, deyim yerindeyse, Türkiye'de içecek ayranı zor bulurken Somali'ye tahtırevanla gitmeye kalkışılmakta. (CHP ve DEM PARTİ sıralarından alkışlar) Bununla da kalınmıyor, üstelik, uzun yıllar boyunca Somali'de aynı tahtırevanla bekçilik hizmeti sunmak ve tahtırevanı da onlara hediye etmek vadolunuyor.
Bu gayriciddi teklifin bizlerce destek verilecek, kabul edilecek hiçbir tarafı yoktur. Eğer Cumhurbaşkanı ve AKP Genel Başkanı Erdoğan'ın gerçek amacı, iktidardan giderayak Türk Silahlı Kuvvetlerini uzak diyarlarda sonu belirsiz yeni serüvenlere sürüklemek, dış politika ve ulusal güvenlik politikalarına bazı kördüğümler atmak, bazı kilitler asmak ise günü geldiğinde o kördüğümlerin kesileceğini, o kilitlerin kırılacağını, gizli kalacağı sanılan anlaşmaların içeriklerinin ortaya çıkacağını da özenle vurgulamak isterim. Cumhuriyet Halk Partisi olarak Somali tezkeresine oyumuz büyük harflerle "hayır" olacaktır.
Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)