GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: İNSAN HAKLARI VE İFADE ÖZGÜRLÜĞÜ BAĞLAMINDA BAZI KANUNLARDA DEĞİŞİKLİK YAPILMASINA DAİR KANUN TASARISI
Yasama Yılı:3
Birleşim:90
Tarih:10.04.2013

MHP GRUBU ADINA OKTAY ÖZTÜRK (Erzurum) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; görüşülmekte olan tasarı üzerinde grubum adına konuşmak üzere huzurlarınızdayım. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Tasarının genel gerekçesinde, tasarıyla insan haklarına saygı ve bu konuda ortaya çıkan aksaklıkları iç hukukumuzda çözüme bağlama ilkelerinin gereğinin yerine getirilebilmesi ve ülkemizin Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi önündeki davalar açısından görünümünün daha iyi bir noktaya taşınabilmesi amacıyla Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi tarafından koruma altına alınan hakların ihlaline sebebiyet verebilen çeşitli kanunlardaki ilgili hükümlerde değişiklik yapılması ve söz konusu olabilecek ihlal durumlarının ortadan kaldırılmasının hedeflenmekte olduğu belirtilmektedir. Bu açıdan bakıldığında, tasarının masum ve iyi niyetli olduğu düşünülebilir ancak bilindiği üzere, mevcut Hükûmet döneminde bu amaçlarla birçok düzenleme yapılmıştır. Bu nedenle de tasarı "dördüncü yargı paketi" olarak adlandırılmaktadır.

Ayrıca, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesince ülkemiz hakkında yoğun olarak adil yargılama hakkının ihlali ve uzun yargılama süreleri ve uzun tutukluluk süreleri ile ilgili birçok ihlal kararı verildiği hâlde tasarıda bu ihlal kararlarının önlenmesine yönelik herhangi bir düzenleme yapılmamıştır. Yani görüşülmekte olan tasarı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin Türkiye'yi mahkûm etmesine neden olan mevzuatı değiştirmek veya ifade hürriyetinin geliştirilmesini sağlamak amaçlarından bir hayli uzaktır.

Açıkçası, dördüncü yargı paketi olarak adlandırılan bu tasarı ile çözülme olayı hukuki bir zemine kavuşturulmak istenmekte ve bu olguya Türkiye Büyük Millet Meclisinin de ortak edilmesi sağlanılmaya çalışılmaktadır. Çünkü İmralı canisiyle Hükûmet arasında sürdürülen müzakereler açısından da görüşülmekte olan tasarının kritik öneme sahip olduğu bilinen bir gerçektir. BOP eş başkanlığını üstlenmiş olan Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı, Türk devletini BOP projesinin alt projesi olan büyük Kürdistan projesinin figüranı hâline getirmeye çabalamakta ve çözülme projelerine bu nevi tasarılarla katkılar sağlamaktadır. İlginçtir ki konuyla ilgili Atlantik Konseyinin raporunda yer alan direktiflerle Hükûmetin yaptıkları veya yapmaya çalıştıkları hemen hemen örtüşmektedir. Şöyle ki: Bu raporda "Öcalan ile konuşmayı reddedebilirsiniz - ilan edildiği tarih itibarıyla söylüyor- fakat BDP'yi muhatap alınız. Barzani ve Kuzey Irak Kürt yönetimiyle iyi ilişkiler kurunuz. PKK'lıların dönüşünü sağlayınız. Yargıyı ıslah edin, yargının katı tutumunu değiştirmeyi sağlayın?" Böyle devam ediyor.

Bir başka maddesinde "Özerk Kürt bölgesi kurulması için yasaları ve Anayasa'yı değiştiriniz. Bölünme havası vermemek için, bunu yerinden yönetim, yerel yönetimlerin güçlenmesi adı altında yapınız. Türklüğü vatandaşlık olarak tanımlayan Anayasa maddesini değiştiriniz. Türk Ceza Kanunu'nun 216'ncı maddesinde değişiklik yaparak etnik amaçlı tahriki suç olmaktan çıkarmalısınız. 217'nci maddeyi değiştirerek halkı kanunlara uymamaya tahrik edenlere verilen cezaları düşürmelisiniz. 220'nci maddede düzenlenen silahlı terör örgütü üyelerine verilen cezaları hafifletiniz." emir buyuruyorlar.

Mevcut Hükûmet, gerçekleştirdiği icraatlar, kanun tasarıları yoluyla Atlantik Konseyi emirlerini adım adım hayata geçirmekte, yüce heyetinizin görüşmekte olduğu tasarı da bunlardan bir örnek olarak karşımızda.

Şimdi son on yılda yapılanlara bir bakalım: Önce yargı belirli bir gruba teslim edilmiş, oluşturulan HSYK sayesinde de birçok yargı mensubu pasifize edilmiş, sindirilmiştir. Özel yetkili mahkemeler, Yargıtay ve Danıştay Hükûmetin dümen suyuna uydurulmuştur. Ülke âdeta korku imparatorluğu hâline getirilmiş, Hükûmet partisinden olmayan belediye başkanları, gazeteciler, kulüp başkanları dahi oluşturulan hayalî şemalarla ya örgüt lideri ya örgüt üyesi olmakla suçlanmışlardır. Ne gariptir ki Hükûmet partisinden olan belediyeler veya kişiler ise âdeta koruma zırhına büründürülmüştür. Eski Genelkurmay Başkanına dahi örgüt liderliği yaftası vurulmuş, terörle mücadele edenler sanık, teröristler ise gizli tanık yapılmıştır. Terör hükümlüsü Şemdin Sakık'ın dahi gizli tanık yapılması, deyim yerindeyse, taammüden hukuk cinayeti olmuştur. Deniz Feneri savcıları sanık yapılmış, gerçek sanıkları kurtarmak için ise ne gerekiyorsa yapılmıştır. Ergenekon, Balyoz gibi davaların hâkim ve savcıları, daha doğrusu tüm yargı teşkilatı Atlantik Konseyinin raporunda denildiği şekilde ıslah edilmiş, hizaya sokulmuştur. Basın sindirilmiş, hiçbir muhalif sese müsaade edilmez olmuştur. Bir yandan "İfade özgürlüğü getiriyoruz." derken, diğer yandan öğrenciler coplanmış, üzerlerine bu milletin parasıyla alınan gazlar sıkılmıştır. Türkiye Cumhuriyeti'nin Başbakanı BOP eş başkanlığını üstlenmiş, Türkiye Cumhuriyeti BOP projesinin alt projesi olan Büyük Kürdistan Projesi'nin Kürt açılımı senaryosunun gönüllü figüranı yapılmıştır.

1 Haziran 2005 tarihinde yürürlüğe giren ve hâlen yürürlükte olan 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun 221/2'nci maddesinde terör örgütü üyeleri için etkin pişmanlık hükmü kalıcı olarak düzenlenmiş. 2002 yılında silahlı gücü bitmiş olan PKK son on yılda siyasallaştırılmış ve 5237 sayılı TCK'nın 221/2'nci maddesiyle getirilen süresiz af ile serbest kalan teröristler belediyelerde iş sahibi olmuşlardır. 34 terörist, üzerlerinde terör örgütünün paçavraları ve rozetleri olduğu hâlde tam bir şov ile Habur'dan ülkemize girmiş, "Öcalan istediği için geldik, PKK'ya katılmaktan pişman değiliz." dedikleri hâlde ayaklarına gönderilen mahkemece tamamı serbest bırakılmıştır. 2002 yılında bitme noktasına gelen terör, Apo'ya özgürlük, PKK'ya da siyaset kapısı açılarak büyük Kürdistan'a aşamalı olarak gidilirken halkın tepkisinin en aza indirilip kırılması için son on yılda giderek tırmandırılmış, âdeta Türkiye Cumhuriyeti devleti eli kanlı terör örgütüyle masaya oturmaya mahkûm edilmiştir. Teröristbaşının yakalanmasıyla başlayan süreç, Kuzey Irak'ta fiilen kurulan federe Kürt bölgesel yönetimi ile devam etmiş ve geldiğimiz aşamada Türkiye'nin güneydoğusunu kapsayan kuzey bölgesinin kurulması sürecine girilmiştir.

Büyükşehir Yasası adı altında yerel yönetimlerin güçlendirilmesi yalanıyla özerk Kürt bölgesi kurulmasının hazırlıkları başlatılmış, Atlantik Konseyinin raporuyla modeli çizilen elbise ilmek ilmek dokunmaya devam edilmiştir. Teröristbaşının paçavrasında belirttiği gibi, bir sonraki aşama olan Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı'ndaki çekincelerin kaldırılması için gün sayıldığı anlaşılmaktadır.

Türkiye Cumhuriyeti'nin Başbakanı ağzına "Türk" ve "Türk milleti" laflarını alamaz olmuş, Türk Bayrağı'na "Türkiye Bayrağı" der hâle gelmiştir. Daha kısa bir süre önce, Hükûmet partisi AKP'ye katılan Genel Başkan Yardımcısı, aldığı ödülün diyetini ödercesine "Türk'üm demek incitici oluyor." deme gafletini göstermiştir. Irkçılık ile milliyetçiliğin farklı anlamlar taşıdığını bilmeyenler "Ben, her türlü milliyetçiliği ayaklar altına aldım." diyerek trajikomik rolünü oynamayı sürdürmüştür. Türkiye, bebek katilinin posterlerini taşıyıp "Kürdistan'a özgürlük" diyenlere müsamaha gösterildiği, Türk Bayrağı açıp "Ne mutlu Türk'üm" diyenlerin ise coplandığı bir ülke hâline gelmiştir. Yüreğini dağlayan evlat acısını haykıran şehit anasının yerlerde sürüklenmesi şehitlerimizin kemiklerini sızlatır olmuştur.

Evet, anlaşılacağı üzere, ifade özgürlüğü, demokratikleşme gibi kılıflar altında başka hesaplar bulunmaktadır. AKP Hükûmeti iş başına geldiğinde bitme noktasında bulunan terör, son on yılda tırmandırılmış ve "kan dökülmesin, analar ağlamasın" gibi insancıl kavramlar kullanılarak terör örgütüyle masaya oturma masum ve haklı gibi gösterilmeye çalışılmıştır. Şimdi sormak lazım: Bu  kadar barış canlısı olduğunu iddia edenler, terör örgütü bitme noktasındayken neden masaya oturmadılar? Yoksa, terör örgütünün istediği şeyleri elde edebilecek güce kavuşması mı beklenildi? Yoksa, o zaman "kan dökülmesin, analar ağlamasın" gibi yalanlar ile milleti  kandırmak mümkün olmayacak mıydı? Öyle anlaşılmaktadır ki, PKK'yla varılan anlaşma doğrultusunda hazırlanan plan bir bir uygulamaya konulmaktadır. Tasarıyla teröristbaşına "Sayın Öcalan" demek suç olmaktan çıkarılmakta, PKK meşrulaştırılmakta, terör örgütünün cebir ve şiddet içermeyen bildirilerini yayınlamak ve açıklamak suç olmaktan çıkarılmaktadır.

Tasarıyla getirilen bu düzenleme yasalaştığı takdirde billboard'larda PKK'nın taleplerini içeren bildirilerin asılması mümkün hâle gelecektir.

Anlaşılan, dördüncü yargı paketi, son yargı paketi de olmayacaktır. Öyle anlaşılıyor ki, önce bir yasal düzenlemeyle KCK tutuklu ve hükümlülerinin serbest bırakılması ve ardından ise şartlar oluştuğunda terör suçlularını da kapsayacak bir af düzenlemesi yapılması planlanmaktadır. Açılım safsatasıyla halka söylenen demokratikleşme yalanıyla PKK'nın lider kadrosuna çıkarılacak af ile de Kuzey Kürdistan'ın temeli resmen atılmış olacaktır. Küresel güçlerce oluşturulan insanlar ölmeyecekse, analar ağlamayacaksa açılıma "evet" diyen PKK'yı muhatap alan Bask modeli önerileri ve özerklik talepleri yaygaralarının altında ABD ve İsrail'in 30 yıllık?

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

OKTAY ÖZTÜRK (Devamla) - ?planının son aşamasına gelindiği Türk halkı tarafından artık görülmektedir.

Herkesi saygıyla selamlıyorum. (MHP sıralarından alkışlar)