Konu: | Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Filistin Devleti Hükümeti Arasında Kolluk Eğitimi İş Birliği Mutabakat Zaptının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Teklifi münasebetiyle |
Yasama Yılı: | 2 |
Birleşim: | 80 |
Tarih: | 09.05.2024 |
DEM PARTİ GRUBU ADINA OSMAN CENGİZ ÇANDAR (Diyarbakır) -Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; konuşmamın en başında size bir bilgi aktarmak istiyorum: 15 Mayıs Çarşamba günü yani gelecek hafta, Vekili olduğum Diyarbakır'da Kürt dil bayramı kutlamaları yapılacak ve DEM PARTİ de bu kutlamalarda çeşitli kuruluşların yanında yer alacak. Diyarbakır şehrinin, kadim adıyla Amed'in Sur ilçesinde bugün saat beşte bu kutlamaların startı verildi. Dil Bayramı etkinlikleri aynı zamanda Diyarbakır'ın ilçelerinde; Dicle'de, Hazro'da, Lice'de ve diğer ilçelerde de kutlanacak. Diyarbakır Milletvekili olarak sizlere bu bilgiyi vermiş olayım ve yine Diyarbakır Milletvekili olarak oradaki halkımıza, sevgili halkıma yürekten, canıgönülden "..."(*) diyorum yani kutlu olsun. (DEM PARTİ sıralarından alkışlar)
Sayın Başkan, sanırım mikrofonu kapatmaya vakit kalmadı çünkü gayet kısa, iki kelime "..."(*)
GÜLÜSTAN KILIÇ KOÇYİĞİT (Kars) - Gülizar Başkan kapatmaz.
OSMAN CENGİZ ÇANDAR (Devamla) - Böylece, geçtik, şimdi, benim merakım mikrofonun kapanıp kapanmadığı değil tutanakta bu sözcüklerin ne şekilde yer alacağı çünkü Cumhurbaşkanlığı bütçesi burada görüşülürken ben burada söz aldığımda Sayın Cumhurbaşkanı Yardımcısı Cevdet Yılmaz'a hitaben "..."(*) diye konuşmaya başlamıştım, o, ana dili olduğu için anlayacaktı bunu ve "Bu toplantımızın Kürtler ve Türkler arasında kardeşliğe hizmet etmesini canıgönülden dilerim." demiştim; bunu Kürtçe söylemiştim. 65 yaşından sonra Kürtçe öğrenmeye kalkmış biri olarak da bunun, nüfusumuzun en az yüzde 20'sini oluşturan halkımızın ana diline, Kürt vatandaşlarımıza bir saygı gereği olduğunu belirtmiştim ve ana dile hoşgörü konusunda hayli yol aldığımızdan duyduğum mutluluğu ifade etmiştim çünkü 90'lı yılların ortalarında Leyla Zana bu çatı altında ana dilinde "Türk ve Kürt halklarının kardeşliği" sözcüklerini Kürtçe ifade ettiği zaman kıyamet kopmuştu. Arkasından ne zaman Kürtçe bir şeyler söylendiyse tutanaklara "anlaşılmayan dil" olarak geçti. Ben de merak ettim, benim Sayın Cevdet Yılmaz'a hitaben Kürtçe söylediğim sözcükler nasıl yer aldı tutanaklarda diye gittim baktım, o bölüm "..." diye geçiyor yani anladığım kadarıyla anlaşılmayan dilden müstehcen bir dile geçiş yapmış olduk, sanki müstehcen bir şey söylemişiz gibi orası "..." diye gidiyor. Aradan bir zaman geçti, Dünya Ana Dili Günü idrak edilirken burada sadece Kürtçe değil, bir sayın Cumhuriyet Halk Partisi milletvekili kendi ana dilinde üç beş kelime Lazca bir ifade kullanmaya kalktığında mikrofon kapatılmıştı, bir tahammülsüzlük ortaya konmuştu. Yine, Mardin milletvekilimiz George Aslan burada kendi ana dilinde bir Noel kutlaması cümlesi ifade ettiği sırada yine büyük bir tahammülsüzlük gösterildi. Onun ana dili Süryanice, diğer bir deyimle Aramice yani Hazreti İsa'nın dili. Hazreti İsa'nın dilinde bir cümle ifade edilmesine mikrofon kapatarak ya da protestolarla karşılık verildi.
Ve buradan hareketle söyleyeceğim şu: Keşke yurdumuzun tüm dillerini konuşsak, bilsek, bilmiyorsak da en azından dinlemeye tahammül göstersek. Hem ülkemizin beşerî, kültürel zenginliğiyle övüneceğiz, bir yandan da şişineceğiz ama bu zenginlik kendini ortaya koyduğu vakit âdeta çıldıracağız, sinirleneceğiz, asabiyet göstereceğiz. Bu nasıl kardeşlik, nasıl beraberlik, nasıl birlik? Ana dil konuşmakla, ana dilde eğitim görmekle hangi halk bölünmüştür, hangi ülke bölünmüştür? Tam tersine, bunlar ülke bütünlüğünün, ülke birliğinin âdeta sıvasıdır, demokrasinin gereğidir. Ne zaman baskı, zulüm ve inkârla bölünmeye, tefrike, ayrılığa gidiş söz konusudur, işte problem o zaman vardır. Tıpkı demokrasiden uzaklaşmak gibi, hukuk devletinden vazgeçmek de baskı rejimine, ayrılığa, husumete, kutuplaşmaya davetiye çıkarmak demektir. Bazı sayın milletvekilleri "Türkiye bir hukuk devletidir." diye üstüne basa basa telaffuzu çok seviyor; tıpkı bunun gibi "Bağımsız ve tarafsız Türk yargısı" sözcüklerini tekrarlamaya da bayılanlar var. Gel gelelim, Türkiye ne yazık ki ne bir hukuk devleti ne de yargısı bağımsız ve tarafsız. Savcılık, yargıçlık yapmış bir hukuk doktoru, değerli bir hukuk insanı olan Ümit Kardaş yargıyı tanımlarken "Delil ve suç icat ederek adaletsizliğe yol açan araçsallaştırılmış bir mekanizma." diye tarif ediyor ve "Bu mekanizmanın yargı yetkisini kullanması meşru kabul edilemez." diye de ilave ediyor Şimdi bunu şunun için söylüyorum: Türkiye'nin, başta ekonomi olmak üzere, içine düştüğü krizlerin en önemli bölümü bu hukuk devleti zaaflarından kaynaklanıyor. O nereden, nasıl kendine ifadesini buluyor? Anayasa Mahkemesi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarına uyulmadığı sürece bu ülkede hukuk devletinden söz edemezsiniz. Yürütmenin sürekli Anayasa ihlali yaptığı bir rejim "hukuk devleti" adını taşıyamaz. Türkiye altına imza attığı uluslararası sözleşmelere uymak yükümlülüğündedir; imzası, bir devletin şerefidir. Türkiye, altında imzası bulunan Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi gereği Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarını uygulamaya mecburdur, uygulamak zorundadır. İşte, bu konuda simge davalar, hepinizin de bildiği gibi, Osman Kavala ve Kobani kumpas davaları. Kavala davasında savcılık, sanıklara isnat edilen suçlamaları destekleyecek tek bir kanıt sunamadı, mahkeme, oy çokluğuyla, ikna edecek hiçbir gerekçe vermeden hükme gitti. Şimdi, Osman Kavala ve Gezi davası, bu simge dava kimliğini koruduğu ölçüde ve bu iki isme ilişkin -ve bu iki ismin temsil ettiği diğer sanıklarla birlikte- AİHM kararları ihlal edildiği ve Anayasa ihlal edildiği sürece hukuk devleti olmaz.
Anayasa'nın 90'ıncı maddesi AİHM kararlarını uygulamayı mecbur kılıyor ve Anayasa'nın 90'ıncı maddesini siz, AK PARTİ iktidarı değiştirdiniz. Şimdi, kendi yaptığınız değişikliğe uymuyorsunuz, ondan sonra Anayasa ihlaline yol açıyorsunuz, Anayasa'nın 153'üncü maddesine uysanız şurada Can Atalay oturuyor olacaktı, onu da uygulamıyorsunuz, ondan sonra "Anayasa değişikliği gerekir." diye buraya geliyorsunuz. Bugüne kadar 183 yerde Anayasa değiştirilmiş, 1982 Anayasası, 1982'den bu yana 19 kez değiştirilmiş, 183 değişiklik yapılmış, bu 183 değişikliğin 173 tanesi Recep Tayyip Erdoğan iktidarı altında yapılmış ve siz uygulamıyorsunuz yaptığınız değişikliği, ondan sonra geliyorsunuz "Hadi, Anayasa'yı değiştirelim." diyorsunuz. Diyoruz ki: "Önce hukuk devletinin kapısını aralayın, AİHM ve Anayasa Mahkemesi kararlarını uygulayın." Bakın, bugün Osman Kavala bir açıklama yolladı ve diyor ki: "Bariz hak ihlalleri içeren, delillere dayanmayan mahkûmiyet kararlarının verildiği, suçsuz insanların yıllar boyu hapis kalmalarına yol açan davaların yeniden görülmesi demek hukuk ilkelerinin ve insan haklarına saygının gereğidir. Anayasa Mahkemesi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararları sadece başvuranların değil, her yurttaşın adalet talep etme hakkıyla ilgilidir. Adalet her herkes için gereklidir."
Şimdi, önümüzde bir de 16 Mayısta Kobani kumpas davasının karar celsesi var. Göreceğiz bakalım, ne çıkacak? Hukuk devletine geri dönüşün kapısını aralayacak mısınız -çünkü bunlar hukukla ilgili davalar değil, siyasi davalar- yoksa zulüm rejiminde ısrar mı edeceksiniz?
Bu kitabı okumanızı tavsiye ediyorum: Selahattin Demirtaş'ın Onurlu Yaşam Davası Savunması. Bunu okuduğunuz zaman kumpas davası nedir, hukuka dayalı savunma nasıl yapılır... Ayrıca, tarih ve siyaset bilgisi dağarcığınız da zenginleşir. Ve oradan da anlayacağız, göreceğiz, eğer Türkiye'de hukuk devletine geri dönmeye niyetiniz varsa buyurun, her konuyu sizinle bu çatı altında görüşelim.
Size saygılar sunuyorum. (DEM PARTİ sıralarından alkışlar)