GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ve Özbekistan Cumhuriyeti Hükümeti Arasında Savunma Sanayii Alanında İş Birliği Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Teklifi münasebetiyle
Yasama Yılı:2
Birleşim:79
Tarih:08.05.2024

İYİ PARTİ GRUBU ADINA ÜMİT ÖZLALE (İzmir) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi kendim ve partim adına saygıyla selamlıyorum.

Konumuz uluslararası anlaşmalar. İlk önce bu uluslararası anlaşmalar ve Türkiye'nin dış dünyaya entegrasyonuyla ilgili birkaç cümle etmek istiyorum. Benden önce eski Ulaştırma ve Altyapı Bakanımız Sayın Karaismailoğlu bu konuya değindi, bence de önemli. Türkiye'nin hâlâ dünyadaki yeri çok önemli. Bakın, ithalat, bizim iki buçuk saatlik uçuş mesafesinde dünya ithalatının yüzde 42'si, dünyadaki üretimin de yüzde 27'si yapılıyor, inanılmaz bir coğrafyaya sahibiz. Ve evet, Sayın Karaismailoğlu'na katılıyorum, Orta Kuşak Projesi Türkiye için eşsiz fırsatlar sunmakta, hele Pire Limanı'nın kapasitesinin dolduğunu görürsek özellikle Ege tarafında, İzmir tarafındaki limanlar için müthiş bir fırsat var. Burada Sayın Bakana, eski Bakana katılıyorum. Fakat Sayın Bakanın atladığı bir şey daha var: İzmir'in birçok şehre, birçok sanayi şehrine direkt uçuşu yok. Aynı şey başkentimiz Ankara için de geçerli. Bugün Ankara savunma sanayisiyle, yazılımıyla ön plana çıkan, ihracat potansiyeli çok yüksek bir sanayi şehri aynı zamanda. Bilin bakalım, Ankara'da ne yok? Uluslararası uçuşlar yok, herhangi bir ülkenin başkentine buradan doğrudan uçamıyorsunuz, bağlantılı uçuşla gitmek zorundasınız. Dolayısıyla bizim dünyaya entegre olmamız için, o uluslararası anlaşmaların Türkiye'ye verdiği fırsatları sonuna kadar kullanmamız için ilk yapmamız gereken şeylerden bir tanesi Ankara gibi, İzmir gibi şehirlerden yine ihracatın, sanayinin, üretimin yoğun olduğu şehirlere, ülkelere doğru uçuş seferlerinin, doğrudan uçuş seferlerinin yapılması. Sayın Bakan burayı atladı, ben burayı doldurmak istiyorum.

İkinci nokta şu: Ulaştırma ve altyapıyla ilgili yatırımların mutlaka artırılması lazım, Türkiye'nin bu eşsiz fırsatı mutlaka kullanması lazım. Fakat geçtiğimiz dönem bütçe konuşmalarında da ben burada vurguladım, iyi bir bütçeci olarak şunu görüyorum, üzülerek görüyorum ki ulaştırma ve altyapı programlarının bütçe içerisindeki payı maalesef düşüyor. Dolayısıyla bizim bir yandan ulaştırma ve altyapı programlarına bütçeden ayırdığımız pay düşerken öbür taraftan da Orta Kuşak gibi Türkiye'yi bir üst seviyeye taşıyacak olan projelere ne kadar kaynak ayıracağımız başlı başına bir soru işareti.

Başka konular da var Türkiye'nin mutlaka çözüm üretmesi gereken uluslararası anlaşmalarla ilgili, mesela önümüzde bir Yeşil Mutabakat var. Türkiye Yeşil Mutabakat'a ne kadar hazır? Yeşil Mutabakat'ın tehdit ettiği sektörlerdeki dönüşüme biz pay ayırıyor muyuz bütçeden? Maalesef, bütçe rakamlarına baktığımız zaman, orada da herhangi somut bir iyileştirme görmüyoruz yani uluslararası anlaşmalardan bahsederken Türkiye'nin ihracatının yarısının yapıldığı Avrupa Birliğinin Yeşil Mutabakat'ına Türkiye'nin ne kadar hazır olduğuyla ilgili kocaman bir soru işareti var.

Mesela adil dönüşüm. Belli sektörlerden çıkmamız lazım, o sektörlere ev sahipliği yapan şehirlerin tekrar bir dönüşüme uğraması lazım, mesela Zonguldak gibi. Peki, biz bu adil dönüşümü yapmak için bütçeden pay ayırıyor muyuz? Maalesef onu da ayıramıyoruz. Dolayısıyla uluslararası anlaşmaları konuşmak güzel, Türkiye'nin bu eşsiz coğrafyasının kendisine sağladığı avantajlardan bahsetmek hoş fakat bütçede bu tür projelere ayrılan kaynaklara baktığımız zaman kocaman bir hayal kırıklığı yaşıyoruz.

Başka bir nokta da şu: Doğrudur, uluslararası anlaşmalar bize bir zenginlik katar. Peki, lojistik performansımız nasıl? Onlarla ilgili de biraz konuşmak istiyorum. Mesela bizim, Lojistik Performans Endeksi'mize baktığımız zaman fiyat rekabeti dışında bütün alt kırılımlarda Türkiye'nin geriye gittiğini görüyoruz; altyapı kalitesi açısından Türkiye geriye gidiyor, gümrük işlemlerinin hızlanması açısından Türkiye maalesef geriye gidiyor, limanların bağlantı performansına baktığınız zaman Türkiye'de birkaç liman dışında bütün limanların sizler geriye gittiğini görüyorsunuz. Dolayısıyla sizlerle aynı duyguyu paylaşıyorum. Evet, Türkiye dünyaya daha fazla entegre olmalı, önümüzde çok büyük fırsatlar var fakat lojistik performansımıza baktığımız zaman bu fırsatlarla tam tersi yönde performans gösteren bir sektör görüyoruz; bunun mutlaka düzeltilmesi gerekiyor. Onun dışında, sizin yeniden ulaştırma ve altyapı konusunda Türkiye'yi hak ettiği yere getirmeniz için başka bir şey daha yapılması lazım, gümrük işlemlerini hızlandırmanız gerekiyor. Bunun için blok zincir teknolojilerini kullanmanız gerekiyor fakat blok zincir teknolojilerine maalesef bütçeden ayrılan para neredeyse yok gibi. İnternet hızımızı artırmanız gerekiyor. İnternet hızı maalesef Türkiye'ye yakışmayacak bir düzeyde, orta gelirli bir Afrika ülkesinden daha hızlı bir internetimiz yok. Fiber penetrasyonumuz zayıf ve bir başka nokta daha var, uluslararası anlaşmalarla beraber eğer bize yeni fırsat kapıları açılacaksa ve biz doğrudan yabancı sermayeyi bu ülkeye çekeceksek çok sık regülasyonlar yapmamamız gerekiyor. E-ticaret sektöründen tutun enerji sektörüne kadar dünya devlerini Türkiye'ye çekmeniz için birkaç şey yapmanız lazım. Bunlardan bir tanesi de kafanıza estiği zaman, her yıl 2 tane, 3 tane regülasyon yapıp belirsizliğe yol açmamanız lazım, ancak bunları yaptıktan sonra uluslararası anlaşmaların Türkiye'ye sağlayacağı faydaları konuşabiliriz. Bu, benim konuşmamın ilk bölümüydü.

İkinci bölümünde ise izninizle, Türkiye'nin en can yakıcı iki tane probleminden bahsetmek istiyorum, o da hepinizin bildiği gibi, enflasyon ve işsizlik. Tolstoy'un bir sözüyle başlamak istiyorum, "Bozulduğunda insandan daha kötü bir yaratık yoktur." demiş Tolstoy.

Peki, baktığınız zaman insanı ve toplumu ahlaki çöküntüye yol açan, sürüklen şey nedir? Enflasyon ve işsizlik. Eğer Stefan Zweig'ın romanlarını okursanız Almanya'daki hiperenflasyonun nasıl büyük bir ahlaki çöküntüye, o toplumu nasıl bir ahlaki çöküntüye sürüklediğini görürsünüz. Aynı süreci biz 1990'larda yaşadık; bugün hepimizin şeytanlaştırdığı 1990'larda yaşadığımız ahlaki çöküntünün önemli sebeplerinden bir tanesi de yüksek enflasyondu.

Peki, enflasyonla mücadelede ya da hayat pahalılığıyla mücadelede biz başarılı mıyız? Hayır, değiliz. Bakın, çok ilginç bir şey söyleyeceğim size: Enflasyonla mücadele etmek isteyip de başarılı olmayan tek bir ülke yok. Eğer ekonominin bir bilim olduğuna inanırsanız ve bu bilim çerçevesinde politikalarınızı uygularsanız enflasyonu rahatlıkla düşürebilirsiniz fakat bugün bizim, enflasyonun düştüğüne dair herhangi bir göstergemiz yok; mayıs ayından sonra düşeceği söyleniyor bize. Sayın Şimşek kapsamlı herhangi bir program açıklamadan en insafsız IMF programından daha insafsız bir programı hepimize dayatıyor. Geldiği zaman bu ülkenin enflasyonu yüzde 39 civarındayken şimdi yüzde 60 civarında. Demek ki bir yerlerde bir şeyleri yanlış yapıyoruz. Peki, ne yapmalı? Buradaki "Ne yapmalı?" sorusu çok önemli. Bir; tarımda reform yapmadan, tarımda verimliliği sağlamadan, çiftçi yaşını düşürmeden, havza bazlı destekleri sağlamadan sizler burada enflasyonu düşüremezsiniz.

Bakın, burada çok kritik bir noktayı tekrar sizin dikkatinize sunmak istiyorum: Bugün Türk lirası değer kaybetmemeye başladı. Buradan, tabii ki ihracatçılarımız, özellikle tekstil ve hazır giyim ihracatçılarımız bundan dolayı sıkıntılı ama aynı zamanda bu, maalesef, daha önce başvurduğumuz ve tarımı orta-uzun dönemde öldürecek olan bir problemi de beraberinde getirecek: Bir süre sonra gıda fiyatları yükseldiği ve Türk lirası aynı değerini koruduğu zaman bizler yeniden dışarıdan et ve süt ürünleri ithal etmeye başlarsak eğer, belki kısa dönemde gıda fiyatlarını kontrol altına alırız ama orta-uzun dönemde tarımın bu yok oluşunu engelleyemeyiz. O yüzden, mutlaka, bir an önce -enflasyonla mücadeleyi hakikaten başarıyla yapmak istiyorsanız, hayat pahalılığını bu ülkenin hafızasından silmek istiyorsanız- ilk yapmanız gereken şey, ithalata başvurmadan bir tarım reformunu gerçekleştirmektir. Maalesef üzülerek görüyorum ki bu konuda da adımlar atılmıyor.

Peki, başka ne yapmalı? Başka da şunu yapmalı: Ticaret politikasında üretim zincirlerindeki tekel yapıyı kırmanız gerekiyor. Rekabet Kurumuna çok önemli görevler düşüyor fakat Rekabet Kurumu bu konuda neredeyse hiçbir şey yapmıyor. Anadolu'ya gittiğiniz zaman et sektöründe, süt üreticilerinde hep aynı şeyi görüyorsunuz. Süt üreticisinden sütü alan şirket ancak o üretici kendi şirketinden yemi alırsa ondan süt almayı garanti ettiği için sizler arada süt üreticisinin, küçük ve orta ölçekli üreticinin dağıldığını görüyorsunuz, baskılandığını görüyorsunuz. Eğer sizler, özellikle tarım için üretim zincirlerinde bu tekelci yapıyı kırmazsanız enflasyonu düşüremezsiniz. Bakın, tekrarlıyorum: Enflasyonu düşürmek için para politikası önemlidir fakat Türkiye'de şu anda, mevcut şartlarda enflasyonu düşürmek sadece para politikası marifetiyle, Merkez Bankasının faiz kararlarıyla başarılabilecek bir şey değil. Bir an önce tarımdaki reformu hayata geçirmezseniz, ticaret politikasında -biraz önce söylediğim gibi- üretim zincirlerindeki tekelleşmeyi kırmazsanız belki enflasyon bir süreliğine düşer ama bu ülkenin hafızasından ne yoksulluk ne de hayat pahalılığı gitmiş olur.

Bir nokta da şu: Son olarak da istihdam tarafından bahsetmek lazım çünkü Türkiye'nin en can yakıcı problemlerinden bir tanesi de istihdam. Uzun uzadıya konuşacak değilim ama bu kürsüden fırsat buldukça da bunu anlatacağım: Türkiye'de işsizliğin yüksek olduğu kadar ya da iş gücüne katılımın düşük olduğu kadar önemli problemlerden bir tanesi de beyaz yakalı çalışanların aldığı ücretlerin mavi yakalı çalışanlara yakınsamasıdır. Yani ne demek istiyorum?

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

ÜMİT ÖZLALE (Devamla) - Bitiriyorum Sayın Başkan.

BAŞKAN - Tamamlayın Sayın Özlale.

ÜMİT ÖZLALE (Devamla) - Yani şunu söylemek istiyorum: Türkiye'de bugün ücretlere baktığınız zaman, okumuş bir mühendisin ücreti ile mavi yakalı, kalifiye olmayan bir emekçinin ücreti birbirine yaklaşmaktadır. Bütün projeksiyonlar beş yıl sonra beyaz yakalı ve mavi yakalı çalışanların ücretlerinin birbirine eşit olacağını göstermektedir. Bu, bizim üzerinde uzun uzadıya düşünmemiz gereken problemlerden bir tanesidir. Türkiye eğer nitelikli istihdam sağlamak istiyorsa, ücretleri baskılamadan Türk halkına yakışır şekilde artırmak istiyorsa bir an önce bir beceri politikası geliştirmeli, üniversitelerin ve mesleki eğitim kurumlarının müfredatını bir an önce yenilemelidir. Tekrarlıyorum, Sanayi 4.0 dediğimiz bu içinden geçtiğimiz süreç, beyaz yakalı çalışanlara gerekli becerileri sağlamazsanız beyaz yakalı çalışanların ücretlerini asgari ücret seviyesine getirir.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

ÜMİT ÖZLALE (Devamla) - Bu da bize ancak fakirlik getirir.

Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (İYİ Parti sıralarından alkışlar)