GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ve Özbekistan Cumhuriyeti Hükümeti Arasında Savunma Sanayii Alanında İş Birliği Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Teklifi münasebetiyle
Yasama Yılı:2
Birleşim:79
Tarih:08.05.2024

SAADET PARTİSİ GRUBU ADINA SERAP YAZICI ÖZBUDUN (Antalya) - Sayın Başkan, ben irticalen konuşuyorum, susmadıkları takdirde dikkatim dağılıyor. Eşitliğin sağlanması için suskunluk talep ediyorum.

(AK PARTİ ve CHP milletvekilleri arasında karşılıklı laf atmalar, gürültüler)

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, lütfen, kürsüdeki hatibi dinleyelim, sessiz olalım.

SERAP YAZICI ÖZBUDUN (Devamla) - Değerli milletvekilleri, dünden itibaren uluslararası sözleşmeler üzerinde görüşmelerde bulunuyoruz ve oylama yapıyoruz ama bugün öğleden sonraki ilk oturumda bir sayın milletvekili bizim muhalefet partileri olarak milletlerarası anlaşmaların uygun bulunması hakkındaki kanunları önemsemediğimizi, uluslararası hukuku dikkate almadığımızı ifade etti. Şimdi, ben buradan tam aksine bir tutum içinde olduğumuzu anlatmak istiyorum. Birkaç gerekçeyle açıklayacağım. Öncelikle uluslararası hukukun neden gelişim gösterdiğini hatırlamaya çalışalım. İkinci Dünya Savaşı öncesinin Avrupa'daki otoriter ve totaliter deneyimleri dünyaya önemli ipuçları sunmuştur. Çünkü bu deneyimler bize şunu göstermiştir: Ulusal anayasalar otoriter ve totaliter eğilimli birtakım siyasi grupları engellemeye yetmiyor. İşte, o nedenle, İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra, demokrasi yanlısı güçler, ulusal anayasalar dışında iktidarı sınırlayacak, insan hakları ve demokrasi değerlerini koruyacak metotlara kafa yormuşlardır. Avrupa Konseyi ve Birleşmiş Milletler gibi örgütler de bu çabalar çerçevesinde kurulmuştur ve her iki örgüt çerçevesinde insan haklarını, demokrasi değerlerini koruyacak pek çok bildiri yayınlanmış ve uluslararası sözleşmeler imzaya açılmıştır. Türkiye de bu örgütlerin kurucuları arasında yer almıştır ve bu örgütler bünyesinde akdedilen anlaşmalara imza atmıştır. Nitekim, 1961'den itibaren biz milletlerarası hukuku iç hukukumuzun bir parçası hâline getirmeyi de kabul ettik. Hangi hükümlerle? Bir milletlerarası antlaşmanın kanun gücünde olduğunu ve üstelik milletlerarası anlaşma metinlerinin Anayasa Mahkemesi tarafından denetlenemeyeceğini kabul ettik. Neden? Çünkü olur da Anayasa Mahkemesi bir yerindelik denetimi yaparsa Türkiye Cumhuriyeti devletinin uluslararası camiadaki prestiji sarsılmasın diye. Neden? Çünkü uluslararası hukukun temel prensibi ahde vefadır; aslında ahde vefa ahlakın da temel bir prensibidir dolayısıyla siz eğer akdettiğiniz bir anlaşmayı, onun hükümlerini yerine getirmezseniz artık sizinle masaya oturacak ülke bulamazsınız. Hâliyle bu prensip bizim anayasalarımızda korunagelmiştir, şu andaki hükümler de böyledir.

Peki, Türkiye'nin şu an sergilediği tutum nedir, iç açıcı görünmekte midir? Elbette hayır. Bakın, yumuşama sinyalleri veriliyor ve o sinyaller verilirken nerelere dikkat çekiyoruz? Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin haklarında ihlal kararı verdiği, kamuoyunun yakından tanıdığı Osman Kavala ve Selahattin Demirtaş gibi isimlerin serbest bırakılmaları gerektiği konusunu konuşmaya başlıyoruz. Neden? Çünkü uluslararası hukuk bize bunu emrediyor. Gelin görün ki iktidar sahipleri "uluslararası hukuk" denince insan haklarının korunmasını, demokrasi değerlerinin korunmasını, hukukun üstünlüğünün korunmasını anlamıyor; her zaman gözlerinin önünden geçen dolarları korumayı, lojistiği korumayı, ticareti yapmayı anlıyor. Demin Sayın Adalet ve Kalkınma Partisi milletvekili bize uluslararası hukukun önemini anlatırken bunlardan bahsetti. Oysa bizim anladığımız tamamen farklı şeyler ve bakın, sizler gene popülist gayelerle İstanbul Sözleşmesi'ni Anayasa'mıza aykırı olarak yürürlükten kaldırdınız ve Türkiye Cumhuriyeti devletinin uluslararası itibarını da beş paralık hâle getirdiniz.

Şimdi, 31 Mart seçimleri önemli sonuçlar gösterdi ve o sonuçlar kendimize çekidüzen vermeyi gerektiriyor ve Adalet ve Kalkınma Partisi Genel Başkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan 2 Nisanda yaptığı MKYK toplantısında şu sözleri söyledi: "Eğer biz bu seçim sonuçlarını doğru okumazsak o takdirde güneş altındaki buz gibi eririz." Vallahi ben de aynı şeyi söylüyorum; artık güneş altındaki buz gibi mi erirsiniz, yoksa ısıyı gören tereyağı gibi mi erirsiniz ama sizin ve seçmen desteğinizin eriyeceği kesindir. (Saadet Partisi, CHP ve DEM PARTİ sıralarından alkışlar) Dolayısıyla, gelin, görün, zararın neresinden dönülse kârdır, Türkiye için tek çözüm, tek çıkış yolu hukukun üstünlüğünün, demokrasi değerlerinin, insan haklarının korunmasıdır. Eğer bunları ihlale devam ederseniz ne ekonomik kriz çözülür ne Türkiye zenginleşir ne de sizin o her an gördüğünüz dolarlar gözlerinizde uçuşmaya devam eder; Türkiye fakir bir ülke olur, çok küçük bir azınlık zenginliğini sürdürmeye devam eder. O nedenle şuradan bir kere daha sesleneyim: Muhalefet partileri olarak biz, tek güvencemizin uluslararası hukuk olduğunu düşünüyoruz; iktidar mahfillerinin düşüncelerinin hilafına, uluslararası hukuktan doğan yükümlülüklerimizi yerine getirebilmek için mücadele ediyoruz.

Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (Saadet Partisi, CHP, DEM PARTİ ve İYİ Parti sıralarından alkışlar)