Konu: | Türkiye Büyük Millet Meclisinin açılışının 104'üncü yıl dönümünün ve Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı'nın kutlanması ile günün anlam ve öneminin belirtilmesi görüşmeleri münasebetiyle |
Yasama Yılı: | 2 |
Birleşim: | 74 |
Tarih: | 23.04.2024 |
SAADET PARTİSİ MECLİS GRUBU BAŞKANI SELÇUK ÖZDAĞ (Muğla) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri, kıymetli misafirler, saygıdeğer Türk milleti; "1919 yılı Mayısının 19'uncu günü Samsun, genel durum ve görünüm: Osmanlı Devleti'nin içinde bulunduğu grup Birinci Dünya Savaşı'nda yenilmiş, Osmanlı ordusu her tarafta zedelenmiş, şartları ağır bir ateşkes anlaşması imzalamış. Büyük savaşın uzun yılları boyunca millet yorgun ve fakir bir durumda. Milleti ve memleketi Birinci Dünya Savaşı'na sürükleyenler kendi hayatlarını kurtarma kaygısına düşerek memleketten kaçmışlar. Ordunun elinden silahları ve cephanesi alınmış ve alınmakta. İtilaf Devletleri, ateşkes anlaşmasının hükümlerine uymayı gerekli bulmuyorlar. Birer bahaneyle İtilaf donanmaları ve askerleri İstanbul'da. Adana ili Fransızlar; Urfa, Maraş, Ayıntap İngilizler tarafından işgal edilmiş; Antalya ve Konya'da İtalyan askerî birlikleri; Merzifon ve Samsun'da İngiliz askerleri bulunuyor. Her tarafta yabancı subay ve memurlar ile özel ajanlar faaliyette. Nihayet, konuşmamıza başlangıç olarak aldığımız tarihten dört gün önce, 15 Mayıs 1919'da, İtilaf Devletleri'nin uygun bulmasıyla Yunan ordusu da İzmir'e çıkartılıyor." Bu sözler, malum olduğu üzere, Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ün Nutuk'a başlarken dile getirdiği tespitlerdir. Her millet, millî günleri söz konusu olduğu zaman daha bir hassaslaşır, millet böylesi bir hassasiyet içindeyken sahibi olduğu devlet ve kurumları buna bigâne kalabilir mi? Yani böylesi zamanlarda kayıtsız kalan bir devletin, bu milletin devleti olduğu söylenebilir mi? Tarih bilincini doğru ve hakkaniyetli bir şekilde yeşertmek, yurt içinde ve dışında sempozyumlar yapmak, yüz yılın hikâyelerini romanlaştırmak; ağıtlarını, acı, tatlı hatıralarını derleyip yeni nesillere aktarmak, oratoryolarla, şiir ve bestelerle günü ve tarihi ebedîleştirmek, filmler yapmak... Ki kastımızın bu olduğu bilindiği hâlde popüler kültürün çocukları olan iktidarın yeni beyaz elitlerine bunu anlatmak elbette ki imkânsızdı. Şimdi, buradan sormak istiyorum: Mustafa Kemaller, Kâzım Karabekirler, Cevat ve Esat Paşalar, Fevzi Çakmaklar, Enver ve Nuri Paşalar, Halil ve İsmet Paşalar, Albay Reşatlar, Kastamonulu Şerife Bacılar, Gördesli Makbuleler, Börekçizade Rifat Efendiler, Diyab Ağalar ve adını sayamadığım niceleri sadece birer isimden mi ibarettiler?
Değerli milletvekilleri, bugün Meclisimizin açılışının 104'üncü yıl dönümü; bunun anlamı, milletin kaderinin yine kendi irade ve eliyle belirlenmesi, yönetimde temsilcileri vasıtasıyla söz sahibi olmasıdır. 1920'de açılan Meclis, sadece milletin vicdanı olmamış, Millî Mücadele'nin de kaderini çizmiştir. Dolayısıyla, bu Meclis, yokluklardan zafer çıkarmış bir Meclistir, millî direncin kalesi olmuş bir Meclistir. Bu bayramın çocuklara armağan edilmesi ise o şuurun çocuklarımıza aktarılması, her yıl yeniden millet olma bilincinin üflenmesi demektir. Gerçekten de bir milletin istikbali çocuklarının şuurunda şekillenir; milletin kaderini yine millete bırakanları bu vesileyle minnet ve şükranla anıyor, çocuklarımızın bize emanet edilenleri daha ileri götürmelerini temenni ediyorum.
Değerli milletvekilleri, mutluluk ve hüzünlerimiz gibi tarihî kahramanlarımız, tarihî anlarımız da bizi biz yapar, kenetler, bir ve beraber olma şuurunu besler. Son yıllarda bizi besleyen, canlı tutan bu damarların birbirinin rakibi gibi ortaya dökülmesi millet şuurunu örselemekten başka bir şey değildir. Böylesi bir gayretkeşliğin devlet imkânlarını eline geçirmiş kişilerce yapılması ise acınası bir durumdur. Defalarca söyledim, yine söylüyorum: Biz büyük Türk milletiyiz, onlarca devlet ve imparatorluk kurduk, hepsi bir şekilde birbirinin devamıdır çünkü millet aynı millet, örf ve âdetler aynı, harsımız aynı, acı ve mutluluklarımız aynı. İşte bu yüzden, Mete Han da bizim, Alparslan da Emir Timur da Fatih de bizim, Yavuz da bizim, Abdülhamit de, Mustafa Kemal Atatürk de bizim; Göktürkler ne kadar bizim ise Selçuklu da o kadar bizim, Osmanlı ne kadar bizim ise Türkiye Cumhuriyeti devleti de bir o kadar bizimdir.
İyi ya da kötü taraflarıyla her devletimiz zamanın şartlarına göre tarihe adını yazdırmıştır. Bizler olumsuz taraflarından ders çıkaracağız, iyi taraflarını başımıza taç edeceğiz, hiçbirini yok saymayacağız. Ne devletlerimizi ne de tarihî kişiliklerimizi birbirinin rakibi ve düşman olarak kıyaslamayacağız. Onların birer tarihî şahsiyet olduğunu ve bugünün konusu olmadığını kendi zamanları içinde değerlendireceğiz yani demem o ki tarihten düşmanlıklar üretmeyeceğiz, tarihten ders alacağız yani Mehmet Akif Ersoy'un söylemiş olduğu gibi "Geçmişten adam hisse kaparmış. Ne masal şey! Beş bin senelik yarım hisse mi verdi? 'Tarih'i 'tekerrür' diye tarif ediyorlar; hiç ibret alınsaydı, tekerrür mü ederdi?" sözünü kulaklarımıza ve dimağımıza nakşedeceğiz.
Değerli hazırun, bu millet Sakarya önlerinde, tarih ve talih sarkacında var olma mücadelesi verirken kendisini Orta Asya bozkırlarına gönderme planları yapanlara da okkalı bir şamar indirmişti ve hiç şüphe yok ki istiklal mücadelesiyle başlattığı var olma çabasını cumhuriyetle taçlandırmıştı. Bunca yıl geldi ve geçti ama büyük büyük laflara rağmen birileri maalesef bu cumhuriyeti demokrasiyle taçlandıramadı ama ona muarızlık yapma konusunda ellerine geçen her fırsatı da ganimet bildiler. Kimi zaman "hezimet" dedikleri Lozan'la, kimi zaman Montrö'yle, kimi zaman kurucu değerlerimizle hep bir mücadele içinde oldular. Bu milletin kökü çok derinlerdedir. Maden kazar gibi "Oralardan eksik gedik bir şeyler bulacağız." diyerek bizi besleyen bu damarları kesme çabasında olanlara "Bir damarı kesseniz elden ne gelir? Elbet bir başkası alttan sürgün gelir." diyorum. Unutulmamalıdır ki millî egemenliğin gerek şartı cumhuriyet, yeter şartı demokrasidir; biri eksik olunca sistem çıkarcı zümrelerin eline geçer.
Değerli milletvekilleri, millî egemenliğimizin tescil ve ilan edildiği bu tarihî günde yeni anayasa ya da Anayasa değişiklikleriyle gündeme boca edilen tartışmalar hakkında da birkaç kelam etmek istiyorum. 16 Nisan 2017'de siyasi, ekonomik ve en önemlisi hukuki çöküşümüzün ete kemiğe büründürülüp aslında adına "Cumhurbaşkanlığı hükûmet sistemi" denilen başkanlık sisteminin 7'nci yıl dönümünü idrak ettik. 5 bin yıllık bir milletin, bin yıllık devlet geleneğinin 21'inci yüzyılda düşürüldüğü hâlipürmelal-ini son yedi yılda acı bir şekilde yaşıyoruz ki bunun en büyük sebebinin de söz konusu Anayasa değişikliği olduğunu biliyoruz. Ben buna "cumhuriyet tarihinin postmodern fetret dönemi" diyorum. Şimdi, bu da yetmezmiş gibi "Yepyeni bir anayasa yapalım." diyerek harekete geçildiğini görüyoruz. Esasen bunu ortaya atanların sadece kendi siyasi ikballerine yol verecek bir düzenlemeyi yapmaktan öte bir gayeleri olmadığını da biliyoruz lakin birilerini ikna etmek için pazarlıklar ve mavi boncuklu havuçları da ihmal etmeyeceklerdir. Kendi yaptıkları ve neredeyse üçte 2'sini kendilerinin değiştirdiği mevcut Anayasa'ya dahi uymayanların, yapacaklarını iddia ettikleri yeni anayasaya uyacaklarının garantisi nedir, bana söyler misiniz?
Değerli milletvekilleri, 21'inci yüzyılın ilk çeyreği bitmek üzere ve dünya beşinci nesil teknolojiyle birlikte muazzam bir sürece girerken bizim tartıştığımız konu hâlâ nasıl bir yönetim şekliyle yönetileceğimiz mi olmalı? Üstelik bu yönetim şekli, gelişen ve muazzam bir aşama kaydeden günümüz dünyasının, hatta geleceğin dünyasının anlayışı yerine, geçen yüzyılın olağanüstü şartlarında tatbik edilmek zorunda kalan uygulamalar mı olmalı? Bazılarının rüyalarını süsleyen inanç, mezhep, etnik ve ideolojik arayışlarına kapı açacağını düşündüğü için mi mesela 1921 Anayasası ve de o da olmazsa 1924 Anayasası tartışmalarına yol veriliyor? Birilerinin güya özerkliğe imkân sağlayacağı iddia edilen "muhtariyet" tanımına sarıldığı, birilerinin de tek adamlık rejimine kapı araladığı için alttan alta ısıttığı 1921 Anayasası ki o da olmazsa "1924" dediğimiz şey "23+1" maddeden ibaret bir düzenlemedir. Aslında Osmanlı'nın devamı olan bir yönetimin 1876'daki anayasasına yapılmış bir ek, hatta bir yamadır tıpkı 82 Anayasası'nın sonradan defalarca değiştirilmesine rağmen adının hâlâ 82 Anayasası olması gibi. Bundan yüz üç yıl önce yani 1921 yılında İstiklal Savaşı'nın devam ettiği o olağanüstü dönemde yeni ve sıfırdan bir anayasa yapılamayacağı için o günün şartlarını karşılayacak şekilde Kanun-ı Esasi'ye bazı ekler yapılmıştır ve olan biten bundan ibarettir. 21 Anayasası'nda aslında düzenleme, temel alacağımız tek ve en büyük kazanım egemenliğin kayıtsız şartsız millete ait olduğu hususudur ki bu tanım bize yeni ve müstakil Türkiye Cumhuriyeti'nin yolunu açmıştır, diğer tüm tartışmalar sadece zaman kaybı ve geriye gitmektir. "Yeni bir anayasa" diyenlere sesleniyorum: Gelin, önce Seçim Kanunu'nu, sonra Siyasi Partiler Kanunu'nu, sonra Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğü'nü ortak akılla değiştirelim; eğitimde fırsat eşitliğini, gelir dağılımında adaleti, şeffaflığı ve denetlenebilirliği devlette sağlayalım.
Değerli milletvekilleri, cumhuriyet fazilettir ama demokrasiyle taçlandırırsanız fazilettir. Cumhuriyet istiklaldir, onurdur ve de aynı zamanda haysiyettir. Birileri "reklam arası" diyebilir, birileri "narkoz verilen bir zaman dilimi" de diyebilir ama bizim için vatandır, namustur, güvenilir bir liman, son karakol ve son sığınaktır. Birileri eline geçirdikleri güç ve imkânlara güvenerek "Türkiye Yüzyılı" diye cumhuriyetimize yeni bir libas giydirmek isteyebilirler. Bakınız, buradan milletimiz adına haykırarak ifade ediyorum: Giydirmeye çalıştığınız o elbise bu civanmert millete dar gelir. Cumhuriyeti demokrasiyle, hukuku adaletle, devletimizi liyakat, ehliyet ve adaletle ve ahlakla taçlandırmak gayemiz olmalıdır.
Ne mutlu aziz Türkiye Cumhuriyeti devletine! Ne mutlu egemenliğin kayıtsız şartsız milletin olduğu bu güne! Ne mutlu Millî Egemenlik ve Çocuk Bayramı olan bu güne!
Aziz milletimizin ve elbette ki çocuklarımızın bayramını kutluyor, cumhuriyetimizin kurucusu Gazi Mustafa Kemal Atatürk başta olmak üzere, tüm arkadaşlarını minnet, şükran ve rahmetle anıyor, sevgi ve saygılarımı sunuyorum.
Yaşasın Türkiye Cumhuriyeti devleti! Yaşasın Millî Egemenlik ve Çocuk Bayramı'mız! Yaşasın Türkiye Büyük Millet Meclisi!
Saygılarımla. (Saadet Partisi, CHP ve İYİ Parti sıralarından alkışlar)