Konu: | Ceza Muhakemesi Kanunu ile Bazı Kanunlarda ve 659 Sayılı Kanun Hükmünde Kararnamede Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi münasebetiyle |
Yasama Yılı: | 2 |
Birleşim: | 65 |
Tarih: | 28.02.2024 |
SAADET PARTİSİ GRUBU ADINA SERAP YAZICI ÖZBUDUN (Antalya) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Değerli milletvekilleri ve bizleri ekranları başında izleyen sevgili izleyiciler; hepinizi saygıyla selamlıyorum.
(Uğultular)
SERAP YAZICI ÖZBUDUN (Devamla) - Ancak, uğultunun sona ermesi gerektiğini düşünüyorum Sayın Başkan.
BAŞKAN - Değerli milletvekilleri, lütfen hatibi saygıyla dinleyelim. Genel Kurulda gerçekten bir uğultu var. Konuşulanın anlaşılması için lütfen hatibi saygıyla dinleyelim.
Buyurun.
SERAP YAZICI ÖZBUDUN (Devamla) - Süreyi şu andan itibaren başlatalım lütfen.
BAŞKAN - Süreyi yeniden başlatıyorum.
SERAP YAZICI ÖZBUDUN (Devamla) - Değerli milletvekilleri, şu anda görüşmelerine başladığımız 109 sıra sayılı Teklif metni üzerine Saadet-Gelecek Grubu adına söz almış bulunuyorum.
Öncelikle teklife ilişkin biçimsel olduğu izlenimini veren ama bence önem taşıyan bir hususun altını çizeceğim. Bize iletilen matbu metinde ve Meclisin sitesindeki PDF metinde 7'inci sayfada şöyle bir ibare yer alıyor: Teklif metninin esas komisyon olarak Adalet Komisyonuna, tali komisyon olarak Anayasa Komisyonu ve Plan ve Bütçe Komisyonuna iletildiği ifade ediliyor. Şimdi, burada düzeltilmesi gereken bir husus var. Biz sadece esas komisyon olarak Adalet Komisyonunda görüştük, Plan ve Bütçe Komisyonu ve Anayasa Komisyonuna metin sevk edilmedi. Bu gerçek dışı ifadenin çıkarılması gerektiğini düşünüyorum.
Şimdi, öncelikle teklifin geneline ilişkin bazı hususlara işaret edeceğim, ardından bazı maddelere ilişkin görüşlerimizi beyan edeceğim. Biz 20-21 Şubatta Adalet Komisyonunda bu metin üzerinde görüşmeye başladığımız tarihten itibaren basında bu teklif metniyle ilgili olarak "sekizinci yargı reformu" tanımı kullanıldı. Bu tanım doğru değil. Neden doğru değil? Çünkü böyle bir tanımın yarattığı beklenti şudur: Devlet otoritesinin hukuk devleti ilkesi çerçevesinde sınırlandırılması, bireyin hak ve özgürlüklerinin güçlendirilmesi, bu bağlamda ceza hukuku, ceza usul hukuku ve insan hakları hukuku alanında iyileştirici düzenlemelerin yapılması. Şimdi, birazdan değineceğim, hukuk devletiyle ilgili ciddi çelişkiler arz eden hükümler var. İnsan hakları hukukuna, ceza usul hukukuna, Ceza Kanunu'na ilişkin bazı teklifler getirilmiş ama bunlar iyileştirici nitelikte değil; tam aksine, mevcuttan geri gidişi ifade ediyor. Dolayısıyla bu bir reform değildir, geri gidişi ifade etmektedir; bu ifade, bu tanımlama doğru değil. Kaldı ki bu metinde bunlarla ilgisi olmayan -mesela emeklilerin bayram ikramiyesi artışı, mesela deprem bölgelerindeki sanayi yatırımına ilişkin teşviklerin bir yıldan iki yıla uzatılması gibi- düzenlemeler var, bu içeriğe baktığımız zaman da bu nitelendirmenin doğru olmadığını görüyoruz.
Şimdi, gelelim diğer hususlara ilişkin düşüncelerimize. Şimdi, bu kanun metni aslında 2 Hazirandan bu yana kabul etmiş olduğumuz metinlerle kıyaslanınca gene bir torba kanun teklifi niteliğinde. Yani, biz 28'inci Dönem Türkiye Büyük Millet Meclisi olarak 6'ncı torba kanunu görüşüyoruz. Dolayısıyla, evvelce torba kanunlar bağlamında ne söylediysek bunları tekrar etmeye mecburum. "Torba kanun" demek, bir kanun metni içinde yürürlükte bulunan pek çok kanuna ilişkin değişiklik içeren bir kanuni düzenleme demektir. Şimdi, bunun torba kanun olduğunu sadece ben söylemiyorum, Adalet Komisyonunda iktidar partisine mensup milletvekilleri de ifade ettiler, tutanaklarda var. Ne dediler? Bu teklifin yürürlükteki 17 kanun üzerinde 70 küsur değişiklik getirdiğini söylediler. Üstelik, bakın, yürürlükteki bu kanunlar arasında da mantıki bir bağ kurmak, konu yönünden ilişki kurmak mümkün değil. Dolayısıyla, torba kanunlar, evvelce belirtmiş olduğumuz gibi, Anayasa'mızın 2'nci maddesinde yer alan hukuk devleti ilkesinin belirlilik unsurunu ihlal eden düzenlemelerdir. Neden? Çünkü hukuk devleti ilkesi bütün devlet iktidarını hukukla sınırlamayı öngörür, bu bakımdan yasama iktidarı da sınırlıdır. Yasama organı kanun yaparken, bir normu düzenlerken o normun ortalama bir yurttaş tarafından anlaşılır berraklıkta olmasına ve ortalama bir yurttaş tarafından erişilebilir olmasına özen göstermek durumundadır. Hâlbuki, torba kanunlar bu özellikten yoksundur; bırakın ortalama yurttaşları, hukuk mesleğinde fevkalade başarılı çalışmalara imza atmış kişiler dahi bu metinleri anlamakta güçlük çekmektedir.
Şimdi, Anayasa Mahkemesinin yerleşik içtihatlarına baktığımızda belirlilik ilkesinin hukuk devletinin bir unsuru olduğunu, belirlilik ilkesini ihlal eden bir kanuni düzenlemenin hukuk devletini ihlal ettiğini ifade ediyor yüksek mahkeme. Ayrıca, bu yerleşik içtihatlar da belirlilik ilkesini ihlal eden bir kanuni düzenlemenin aynı anda hukuka ve devlete güven ilkesini de ihlal ettiğini söylüyor mahkeme. Neden? Çünkü bir hukuk devletinde yurttaşlar yürürlükte olan hukuku anlayacaklar ki bugünlerini ve yarınlarını o hukuka uygun olarak planlayabilsinler. Hâlbuki, torba kanunlar belirlilik ilkesini ihlal ederek, aynı zamanda devlete ve hukuka güven ilkesini de ihlal etmektedir. Bu bakımdan, Anayasa'mızın 2'nci maddesinde yer alan ve değiştirilmesi yasaklanan hukuk devletini de ihlal etmektedir.
Şimdi, gelelim teklif metnindeki bir başka problemli alana. Teklif metnini incelediğimiz zaman, mesela, genel gerekçesinde "Bu metinle hukuk devleti ilkesinin güçlendirileceği..." ifadesi yer alıyor. Üstelik sadece genel gerekçede değil, aynı zamanda 33 ve 34'üncü maddelerin madde gerekçelerinde de dolaylı olarak böyle bir yollama var. Hâlbuki, biraz önce işaret ettiğim husus bakımından bu metin hukuk devletini ihlal etmekte, birazdan değineceğim teklifin 10'uncu maddesi ve 22'nci maddesi ise hukuk devletinin diğer unsurlarını ihlal etmektedir, dolayısıyla gerekçede yer alan bu atıf doğru değildir, bir çelişkiyi ifade etmektedir.
33 ve 34'üncü maddelerin gerekçelerine gelince, burada enteresan bir biçimde Kişisel Verilerin Korunması Kanunu'nda değişiklik getiren bir madde var ve bunların gerekçesinde de kanun koyucu bize şunu söylüyor: Avrupa Birliği normlarına uyum için bu düzenlemenin yapıldığı. Avrupa Birliği hukukunun temel unsuru Kopenhag Siyasi Kriterleridir. Bu kriterlerin bir unsuru da hukuk devletinin güçlendirilmesidir. Eğer gerçekten hukuk devletini güçlendirmeye matuf bir kanun yapıyorsak o zaman bizim hukuk devletiyle ilgili itirazlarımızın dikkate alınması ve hukuk devletiyle çelişen hususların düzeltilmesi veya bu metinden çıkarılması gerekmektedir.
Şimdi, gelelim bazı maddelere ilişkin görüşlerimize. Teklifin 10'uncu maddesinde Türk Ceza Kanunu'nun 220'nci maddesinde değişiklik yapan bir düzenleme var. 220'nci maddeye (6)'ncı fıkra olarak eklenen bu düzenleme terör örgütüne, bir örgüte üye olmamakla birlikte örgüt adına suç işleme fiilini düzenliyor ve buna asgari olarak iki yıl altı ay, azami olarak altı yıl ceza verilmesi gerektiğini düzenliyor ve gene gerekçeye baktığımız zaman, teklifi düzenleyenler diyorlar ki: "Bu, Anayasa Mahkemesinin Ekim 2023'te verdiği kararın gereğini yerine getirmek için hazırlanmış bir maddedir." Şimdi maddeye baktığımızda, burada da hukuk devleti yönünden ciddi ihlaller görüyoruz. Bir kez, hukuk devleti ilkesi suç ve ceza yaratma iktidarının kanun koyucuya ait olduğunu emretmektedir. Bizim Anayasa koyucumuz ise 2'nci maddede hukuk devletine referans vermekle yetinmemiş, konunun önemine binaen 38'inci maddede ayrıca ve açıkça suç ve cezanın kanuniliği ilkesine yer vermiştir. Hâlbuki, bu 220'nci maddeye eklenmesi planlanan (6)'ncı fıkraya baktığımızda suç, öylesine müphem ve muğlak kavramlarla tanımlanmaktadır ki burada aslında yargı kuruluşu, yasamaya ait olan bir iktidarı ele geçirecektir. Böylece suç ve cezanın kanuniliği ilkesi ihlal edilecektir. Nitekim, Anayasa Mahkemesi de evvelce bu fıkraya ilişkin olarak verdiği iptal kararında aynen bu hususa işaret etmiştir. Üstelik, yüksek mahkeme benzer nitelikteki bazı kararlarında şunu da belirtmiştir, demiştir ki: "Eğer kanun koyucu suçu bütün unsurlarıyla şüpheye yer bırakmayan bir açıklıkla tanımlamazsa o takdirde, bir kişi anayasal hürriyetini kullandığında onun o fiilinin suçun kapsamına dâhil edilmesi kuvvetle muhtemeldir." Böylece aslında anayasal hürriyetin kullanılması anlamına gelen bir fiil, yargı kuruluşları tarafından suç biçiminde nitelendirilecek ve ceza verilecektir. Mesela, ifade hürriyeti. Bu hürriyetten mülhem olan basın-yayın hürriyeti, bilim ve sanat hürriyeti, örgütlenme hürriyeti, toplantı ve gösteri hürriyeti bu niteliktedir, din hürriyeti bu niteliktedir ve mahkeme, kararında aynen bu hürriyetlere işaret etmiştir. Dolayısıyla, bu müphem ve muğlak kavramlarla tanımlanan madde Anayasa'mızın hem 2'nci maddesini hem 38'inci maddesini hem de bu hürriyetleri düzenleyen maddelerini ihlal etmektedir. Biz Saadet-Gelecek Grubu olarak bunun metinden çıkarılmasını teklif ediyoruz. Ayrıca, bu maddede ceza bakımından, fiil-ceza dengesi bakımından da bir adaletsizliğin olduğu görülmektedir, bunun ayrıntılarına madde görüşülürken değineceğiz.
Şimdi, gelelim teklifin 22'nci maddesinde yer alan hükme. Teklifin 22'nci maddesi Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu'na geçici 6'ncı maddeyi eklemekte, bu maddenin (5)'inci fıkrası ise ortalama bir yurttaşı bırakın, bir hukuk profesörünün dahi güçlükle anlayabileceği bir karmaşıklıkla suçu tanımlamaktadır. Oradan oraya, oradan oraya, oradan oraya yapılan yollamalar neticesinde eğer sabrınız yetiyor, maddeyi okuyup yollamaları inceleyebiliyorsanız şunu görüyorsunuz: Bir şirket, bir işletme yargı kuruluşları tarafından terörle ilişkilendirildiğinde o şirkete, o işletmeye kayyum atanır, kayyumluk yetkisi TMSF'nindir, TMSF bu yetkiyi azami beş yıl kullanır. Ama en can alıcı olan nokta şurada: Kayyumun yaptığı eylem ve işlemlerden dolayı hukuken, cezaen, idare hukuku bakımından ve maliye hukuku bakımından sorumlu kılınması mümkün değildir.
Bakınız, değerli milletvekilleri, bir hukuk devletinde hiç kimse suç işleme hürriyetine sahip kılınamaz. Herkes sıfatı ne olursa olsun her türlü eylem ve işleminden dolayı sorumludur. Kaldı ki şimdi iktidar grubunda yer alan değerli meslektaşlarıma, hukukçu milletvekillerine seslenmek istiyorum: 2010 yılında Türkiye, Adalet ve Kalkınma Partisi öncülüğünde benzer bir Anayasa hükmünü ilga etti. Neydi o hüküm? Anayasa'nın geçici 15'inci maddesinin ilk iki fıkrasıydı. Millî Güvenlik Konseyi üyeleri yani 12 Eylülde yönetime el koyan 5 general ile onların emirleri altında karar veren sivil ve asker bütün karar vericilere benzer bir sorumsuzluk zırhı getiriyordu ve Adalet ve Kalkınma Partisi isabetli olarak "Bu, hukuk devletiyle bağdaşmaz. Bu hükmü ilga ediyoruz." dedi ve bu Anayasa değişikliğiyle hüküm ilga edildi, biz de destek verdik. Şimdi ben sormak istiyorum: O tarihte yani on dört yıl önce hukuk devletinin bütün unsurlarını hassasiyetle gözeten Parlamento çoğunluğu bugün nasıl bir zihinsel değişim geçirmiştir de hukuk devletini apaçık ihlal eden benzer bir düzenlemeyi kayyumlar bakımından getirmiştir?
Değerli milletvekilleri, bakınız, hiçbir siyasi grup, hiçbir siyasi parti, Parlamento çoğunluğuna güvenmemelidir. Süleyman Demirel'in bir sözü var, diyordu ki Sayın Demirel: "Keser döner, sap döner; gün gelir, hesap döner." (Saadet Partisi sıralarından alkışlar) Bakın, bu hüküm, Parlamento çoğunluğuna mensup olan milletvekillerinin ve onların yakınlarının da keyfî muamelelere maruz kalıp haksızlıklara uğramasına yol açabilir. Biz böyle bir hükme göz yumamayız. Nihayet Adalet Komisyonunda bu bağlamda öne sürdüğüm bir görüşü tekrarlamak istiyorum. Anayasa'mızın 2'nci maddesi, cumhuriyetin nitelikleri arasında hukuk devleti ilkesine yer vermiştir ve hükmün önemine binaen 4'üncü madde, ilk 3 maddenin değiştirilmesini yasaklamıştır hatta vurguyu güçlendirmek için bırakın değiştirilmesini, değiştirilmelerinin teklif edilmesini dahi yasaklamıştır. Şimdi, ben, değerli meslektaşlarıma, Adalet ve Kalkınma Partisi içinde olan ve vicdanlarına güvendiğim milletvekillerine seslenmek istiyorum: Anayasa'mız ilk 3 maddenin değiştirilmesini yasaklıyor. Peki, bu maddelerin sistematik olarak ihlal edilmesine müsaade mi ediyor? Dolayısıyla biz, bu sistematik ihlal girişimine müsaade edemeyiz. Bu hüküm metinden çıkarılmalıdır. Elbette terörle mücadele çok doğru bir mücadeledir ama terörle mücadeleden sonuç almamız için bu mücadeleyi hukukun sınırları içinde, Anayasa'nın sınırları içinde yapmalıyız; aksi hâlde, sosyolojik olarak meşruiyetini yitirmiş, hukukiliğini kaybetmiş bir mücadeleden sonuç almak mümkün olmayacaktır.
Şimdi gelelim teklifin 39'uncu maddesine. Bu madde, emeklilere bayramlarda verilen, dinî bayramlarda verilen 2.000 Türk lirası tutarındaki bayram ikramiyesini yüzde 50 oranında artırarak 3.000 Türk lirasına çıkarıyor. Şimdi, ben, bu vesileyle başka bir hususa işaret etmek istiyorum: Değerli milletvekilleri, ben 60 yaşındayım, bugüne kadar Türkiye'de çok ekonomik kriz gördüm fakat hiçbir ekonomik krizin böylesine derin bir yoksullaşma yarattığını, emeklilerimizi böylesine perişan koşullara terk ettiğini görmedim. Bakın, bugün, emekli yurttaşlarımız çok mahcup bir vaziyette sebze pazarları, meyve pazarları kapanırken gidip çürük meyve sebze topluyorlar veya askıda ekmek alıyorlar veya bayatlamış ekmekleri daha ucuz rakamlara satın almaya teşebbüs ediyorlar.
Değerli milletvekilleri, Anayasa'mızın 2'nci maddesinde sosyal devlet ilkesi yer almakta. Bu ilkenin unsurlarından biri de bir toplumda yer alan bütün yurttaşların insan onuruna yaraşır bir hayat standardına sahip olması emrini içermektedir. Dolayısıyla öncelikle burada dikkat etmemiz gereken konu, emeklilerimizi insan haysiyetiyle bağdaşmayan bu koşullara terk etmiş olan ekonomik politikaların derhâl değiştirilmesidir. Bu neoliberal politikalar değiştirilmedikçe emeklilerimiz ve çalışanlarımız maalesef sefalete terk edilmiş olacaktır. Dolayısıyla bizim Saadet-Gelecek Grubu olarak teklifimiz şudur: Bu madde bu metinden çıkarılıp münferit bir kanun teklifine dönüştürülsün; böylece milletvekillerinin vicdanları üzerinde bir baskı unsuru olarak kullanılmasın, etik değerlerle bağdaşmayan bir yasama yöntemi izlenmesin ve bu bağımsız teklif metnini bizler burada 600 milletvekili olarak hep birlikte, oy birliğiyle kabul edelim. Üstelik bu 3.000 Türk Lirası da doğrusu hiç doğru bir rakam değildir. Bir emekli yurttaşımız çocukları ve torunlarıyla birlikte bayram sofrası kurmaya teşebbüs etse 3.000 lirayla bu sofrayı kuramayacaktır. En az 10.000 liralık bir ikramiye düzenlensin ve tek bir kanun maddesi olarak Meclisten derhâl geçirilsin. Değerli milletvekilleri, böylece üzerimizdeki zaman baskısı ortadan kalkacağı için teklifin hukuk devletini ihlal eden hükümlerini hem daha sağlıklı olarak görüşebiliriz hem de kamuoyunun bu konudaki görüşlerini buradan takip etme imkânını bulabiliriz. Şimdi, her vesileyle Parlamento çoğunluğu bize bir Anayasa değişikliği yapacağını, bunu katılımcı yöntemlerle yapacağını söylüyor. Şimdi, işi Anayasa yapmaya ertelemeyelim, kanun yapmak da demokratik bir devlette katılımcı usullerle olur. Dolayısıyla buradaki usullerin, hükümlerin katılımcı bir yöntemle kabul edilmesi için acele duygusunun terk edilmesi, bu hükümlerin paydaşlarıyla birlikte gerekli toplantıların, müzakerelerin yapılması icap etmektedir. Bu bakımdan, konuyu zamana yayarak teklifi oylamamız gerektiğini düşünüyorum.
Şimdi son bir noktaya işaret edeceğim: Biz, Adalet Komisyonunda bu metin görüşülürken muhalefet partileri olarak çok yapıcı eleştiriler yönelttik ama aynı zamanda sorun teşkil etmeyen hükümleri de gene aynı yapıcı duyguyla kabul ettiğimizi beyan ettik. Nitekim, sorun üretmeyen, usul hukukuna ilişkin süreleri günden haftaya dönüştüren hükümler oy birliğiyle kabul edildi ama değerli milletvekilleri, ne yazık ki şunu üzülerek gördük: Bizim en haklı eleştirilerimiz, en haklı önerilerimiz maalesef Komisyonda iktidar blokunun oylarıyla reddedildi. Şimdi, bakın, bu ister istemez iki hususa işaret etmemizi gerektiriyor. Bir: Acaba Adalet Komisyonu üyelerinin bu teklifte bir noktaya, virgüle dokunacak kadar dahi iradeleri yok mudur? Bu teklif metni dışarıda bir yerde hazırlanarak onlara sunulmuş ve bizim önümüze mi getirilmiştir? Çünkü ben inanıyorum ki Komisyondaki iktidar bloku üyeleri bizim eleştirilerimizi haklı bulmaktalardır.
Bakın, Anayasa'nın yasama yetkisini düzenleyen 7'nci maddesi "Yasama yetkisi Türkiye Büyük Millet Meclisinindir. Bu yetki devredilemez." diyor.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Yazıcı Özbudun, lütfen tamamlayın.
SERAP YAZICI ÖZBUDUN (Devamla) - Hemen toparlıyorum, hemen. Teşekkür ederim.
Bu hüküm karşısında bir teklif metninin dışarıda bir yerlerde hazırlanmış olması kabul edilemez; bu da Anayasa'ya bir aykırılık yaratır. Ama en az bunun kadar önemli olan bir husus var. Eğer iktidar bloku sürekli olarak oy birliğiyle bizim önerilerimizi, en yapıcı önerilerimizi böyle reddederse bu bir kutuplaşma görüntüsüdür. Buradaki kutuplaşma topluma da yayılmaktadır, kutuplaşma ise demokrasinin en büyük düşmanıdır. Demokrasinin en temel unsurlarından biri karşılıklı diyalog, müzakere, pazarlık ve uzlaşmadır.
Kutuplaşmayı terk etmek ve uzlaşmaya yönelmek ümidiyle hepinizi saygıyla selamlıyorum. (Saadet Partisi, CHP, DEM PARTİ ve İYİ Parti sıralarından alkışlar)