| Konu: | Sağlıkla İlgili Bazı Kanunlarda ve 663 Sayılı Kanun Hükmünde Kararnamede Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 2 |
| Birleşim: | 60 |
| Tarih: | 14.02.2024 |
DEM PARTİ GRUBU ADINA HÜSEYİN OLAN (Bitlis) - Sayın Başkanım, değerli milletvekilleri; on dört gündür tecridin ve Kürt sorununun demokratik ve onurlu bir barışla çözümü için yürüyen özgürlük yürüyüşçülerine bugün Şanlıurfa'da bir saldırı yapıldı. Saldırıyı şiddetle kınıyorum. "..."(*) Özgürlük yürüyüşçülerine selam ve sevgilerimi gönderiyorum.
İktidarın geçmiş dönemlerde alışılagelmiş uygulamalarının 28'inci Dönemde de devam ettiğini acı bir şekilde görüyoruz. Kanunların komisyon sürecine gelmeden toplumun ilgili kesimlerinin temsilcileri olan odaların, sendikaların, derneklerin, demokratik kitle örgütlerinin görüşleri alınarak yapılması gerekliliğini bir kez daha vurgulamak gerekiyor. Kanun tekliflerinin istişareyle yapılmasını engelleyen bu ittifak modeli, demokrasilerin ve hukuk devletlerinin en temel hakkı olan yasa yapma hakkını ortadan kaldırmaktadır. Yasa yapma hakkının zayıflatılması halk egemenliğine yönelik en büyük darbelerden biridir çünkü halkın cebinden toplanan vergilerin nerelere harcanacağına ve demokratik hukuk devletinin nasıl işleyeceğine işaret eden en önemli ilkelerden biri yasa yapma hakkıdır. Yasa yapma, dünyadaki tüm demokratik hukuk devletlerinde devlet, toplum, yurttaş mutabakatının temelidir.
Sağlıkla İlgili Bazı Kanunlarda ve 663 Sayılı Kanun Hükmünde Kararnamede Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi de maalesef AKP'nin hızlı yasa yapma tekniğine kurban edilmiş Meclis çalışmalarının ve yasama kalitesizliğinin bir örneğidir. Dolayısıyla, yasa teklifi olarak sunulan düzenlemenin çok kapsamlı olduğunu ve Komisyonun muhalefet üyelerinin birkaç gün içinde teklif için hazırlanmak zorunda bırakıldığını, bu durumun vahim olduğunu özellikle vurgulamak istiyorum. İktidar bu yaklaşımıyla "Çoğunluk bizimdir, dolayısıyla biz düşünürüz, biz tasarlarız, sizlere sunarız, sizler de oylarsınız." demektedir.
Büyük bir rant alanına dönüşen ilaç sektöründeki şirketlerin kanun teklifine etkisi de halkımıza anlatmamız gereken hususların başında gelmektedir. Örneğin, ilaçların ruhsatlandırılmasıyla ilgili maddelerden anlaşıldığı üzere, sermaye öncelenerek halk sağlığı tehlikeye atılmaktadır. Tasarının ilgili maddeleri ilaç şirketlerinin çıkarları ve talepleri doğrultusunda bir düzenleme olarak karşımıza gelmiş durumdadır. Yasama faaliyetleri toplumun temsilini sağlayacak şekilde yapılmalı ve milletvekillerinin görüşlerinin makul sürelerde alınmasının önemini de vurgulamak istiyoruz.
2003 yılında AKP iktidarı tarafından başlatılan Sağlıkta Dönüşüm Programı'yla Sağlık Bakanlığı yeniden yapılandırmayla sağlık hizmeti üreten kurum olmaktan çıkarılmış, neoliberal sağlık politikalarıyla sağlığın piyasalaşmasını, metalaştırılmasını hızlandıran bir kuruma dönüştürülmüştür. Sağlık kurumlarında halk sağlığı açısından zorunlu olan koruyucu sağlık hizmetleri yerine, halkın sağlığı hiçe sayılarak sağlık piyasalaştırılmış, kâr ve rant merkezi hâline getirilmiştir. Halk sağlığına ayrılan bütçe kısılmış, kamu ve üniversite hastanelerine ayrılması gereken kaynakların çoğu şehir hastanelerine aktarılmıştır. Şehir hastaneleri projesinin daha önce de uygulandığı ülkelerde sağlık sistemini çökerttiği, halk sağlığını olumsuz etkilediği ve ekonomiye büyük yükler getirdiği bilinmesine rağmen AKP iktidarı bu sistemde ısrarcı olmuştur. Esasında kanun teklifinin birçok farklı alanda değişiklik içermesi mevcut sağlık sisteminin ihtiyaçlara cevap veremediğinin bir özetidir. 2003 yılında duyurulan ve uygulamaya konulan Sağlıkta Dönüşüm Programı'nın iflas etmiş olduğu ortadadır. Sağlık emekçilerini değersizleştiren uygulamalar ve söylemler, sağlık emekçilerinin insanca yaşamak için yurt dışına göçü, sağlık emek gücünün yetersizliği, aylar sonra beş dakikalık muayene çıkmazı, halka "paran kadar sağlık" anlayışını dayatmıştır. Özel hastaneler büyüdükçe sağlık satın alınabilen bir metaya dönüşmeye devam etmiştir.
Genç hekimler birçok sebepten ötürü ve özellikle çalışma şartları yüzünden yurt dışına gitmektedirler ve gitmeye de devam etmektedirler. Her ne kadar Cumhurbaşkanı Erdoğan "Doktorlar az para aldıkları için ayrılıyorlarmış; varsın, gidiyorlarsa gitsinler." dese de sağlık çalışanlarının yurt dışına gidebilmek için aldığı iyi hâl belgesi başvuruları 2023 yılının ilk sekiz ayında şimdiden 1.964 kişiyi bulmuştur. Bu yıl sonuna kadar 3 bin hekimin yurt dışına gitmeyi tercih edeceği tahmin edilmektedir.
Aynı şekilde, 6 Şubat 2023 tarihinde yaşanan deprem sonrasında da bölgede sağlık emekçilerinin sorunları ve sağlık emekçisinin birçok sebepten ötürü bölgeye gitmeme sorunu devam etmektedir. Örneğin, Hatay'la ilgili çok çarpıcı bir bilgiyi sizlerle paylaşmak istiyorum: Haziran 2023'te iller arası kurayla Hatay'a 75 hekim kadrosu açılmış, yalnızca 6 kişi başvurmuştur; yeni hizmete giren Defne Devlet Hastanesindeki 24 uzman hekim ve 3 pratisyen hekim kadrosuna ise hiç başvuru yapılmamıştır.
Bu bağlamda, yasa teklifinde birçok itiraz noktası vardır ama bizler açısından en sorunlu yerlerden biri de hekimlerin Türk Silahlı Kuvvetleri kapsamında operasyonlarda görevlendirilmeleridir. Düzenleme, bu kapsamda çalışanların iki aya kadar Türk Silahlı Kuvvetleri harekâtlarında görevlendirilmelerinin önünü açmaktadır. Deprem bölgelerine bile olumsuz çalışma şartlarından dolayı gitmeyen sağlık çalışanları, çatışma bölgelerine hiçbir eğitim almadan, hayatlarını riske atarak neden gitsinler? Deprem bölgelerinde bu kadar açık varken sağlık çalışanlarının hayatları riske atılarak Türk Silahlı Kuvvetlerinin sınır ötesi operasyonlarında görevlendirilmesi kabul edilemez. Söz konusu kanun teklifiyle, iktidarın beş dakikayla sınırlandırılan randevu sistemi ve sağlık emekçilerinin göç ettirilmesi gibi sağlık politikaları sebebiyle yurttaşlar sağlık hizmetine erişimde sorun yaşarken sağlık emekçilerinin hakları iyileştirilmemektedir; aksine, 2'nci defa cezalandırmanın yolu açılmaktadır. Dolayısıyla, söz konusu kanun teklifi sağlık emekçilerinin emeğinin değersizleştirilmesini ve hatta sömürülmesini pekiştirecektir. Sağlık emekçilerinin askerî kuruluşlarda geçici görevlendirilmesi, yasal dayanağı olmamasına rağmen söz konusu düzenlemeyle yasal hâle getirilmektedir. Düzenlemenin sağlık emekçilerinin haklarını koruyacak hükümlerden yoksun olmasının yanı sıra, askerî kuruluşlara yönelik eğitim almayan görevli personelin de sorun yaşayacağı aşikârdır.
Sağlık, evrensel bir insan hakkı ve temel insan ihtiyacıdır. Güvenli ve etkili sağlık hizmetlerine erişim sağlığın temel bir belirleyicisidir. Sağlık sistemine ve sağlık hizmetlerine erişimi iyileştirmek ve toplumun tüm kesimlerine eşit dağıtmak amaçlanmalıdır. Türkiye'de Anayasa, herkesin tıbbi bakım görmesini ve sosyal güvenlik hakkının karşılanmasını devletin ödevi olarak belirler dolayısıyla sağlık hizmeti ücretsiz olmalıdır.
Partimiz, sağlıklı olmayı öncelikle ele alarak sağlığı toplumsal bir hak olarak görür; sağlık hizmetlerinin kamusal olarak parasız, cinsiyetçi olmayan, halk sağlığının evrensel ilkelerine dayanan ve herkesin gereksiniminin karşılanması temelinde eşitlikçi, ulaşılabilir olmasını ve ana dilde sunulmasını hedefler. İnsanca bir yaşam sürebilmenin asgari gereksinimleri olan sağlık, eğitim, ulaşım, barınma, beslenme, iletişim gibi alanlarda müşteri değil, yurttaş temelinde bir işleyiş geçerli olmalıdır. Parası olanın faydalanabildiği müşterilik ilişkisi yerine, sadece bu ülkenin yurttaşı olduğu için hak temelinde faydalanabildiği bir sağlık sisteminin oluşturulması gerekmektedir.
Sağlık politikalarında emekçilerin sorunlarını görmezden gelen iktidar, kadınların sağlığı söz konusu olduğunda, yalnız aile çerçevesinde dikkate almaktadır. Oysa HPV aşısının ücretli olmasından hijyen ürünlerine ulaşılamamasına -deprem bölgeleri başta olmak üzere- kadınların ciddi sağlık sorunlarından sağlık emekçilerine yönelik şiddete kadar kadınlar birçok sorunla yüz yüzedirler. Ana dilde sağlık hakkına ulaşamamak ise bir hak gasbı olarak önümüzde durmaktadır. Aynı zamanda, okuryazarlığın erkeklere oranla düşük olması, kadınların sağlığa erişim noktasında daha fazla sorun yaşamasına neden olmaktadır. Kadın yoksulluğu, ekonomik krizle birlikte giderek derinleşirken çalışmayan evli kadınların sağlık sigortası açısından erkeklere bağımlı olduğu düşünüldüğünde, sağlık politikaları eşitsizliğe de sebep olmaktadır.
Yasa teklifinin 6, 7 ve 8'inci maddesinde, 1262 sayılı İspençiyari ve Tıbbi Müstahzarlar Kanunu'nda değişiklik yapılması önerilmektedir. Anılan kanunun 6'ncı maddesinde, ilaç ruhsatlandırılması öncesinde Sağlık Bakanlığına başvurunun ne şekilde yapılacağı belirtilmekte. Başvuru dilekçesiyle birlikte müstahzarın numunesinin de gönderilmesi hüküm altına alınmıştır. 7'nci maddesinde ise bu numunelerin Sağlık Bakanlığınca yetkilendirilen laboratuvarlarda tetkik ve tahlil edilerek maddede yazılı şartların varlığı hâlinde izin verileceği düzenlenmektedir. 8'inci maddesinde de yabancı memleketlerden getirilen müstahzarlar için ruhsatlandırma işlemlerinde dilekçe ekinde verilecek "beş numune" ibaresi yürürlükten kaldırılmaktadır. Teklif metninde, Bakanlığa ruhsatlandırma öncesinde tahlil edilmek üzere numunelerin gönderilmesinden vazgeçilmektedir. Bunun gerekçesi, ruhsatlandırma sürecinin hızlandırılarak hastaların ilaca daha hızlı erişiminin temini ve ürünün ruhsatlandırma süreci içinde üretici tarafından yapılan analizlere ek olarak Sağlık Bakanlığı tarafından yeniden analiz edilmemesinin, ürünün kalite ve güvenliği üzerinde herhangi bir risk oluşturmadığı şeklinde gösterilmiştir. Ruhsat sürecinin tamamlanması sonrasında analiz yapılması öngörülerek olması gereken ruhsatlandırma basamakları tersine çevrilirken böyle bir risk olmadığının söylenebilmesi bu savın ancak bilimsel bilgiyle desteklenmesiyle mümkün olabilir. Kaldı ki risk olmadığının kabulü hâlinde de ruhsatlandırma sonrasında yapılacak analizlerde, hasta üzerinde olası meydana gelebilecek yan etkilere de çok geç kalınmış olabilir. Burada ancak ilacın piyasadan birinci ve ikinci sınıf geri çekme işlemi uygulanabilir. İlaç araştırmalarının sonunda ruhsatlandırma sürecinin hızlandırılmasından daha önemli olan, etkinlik ve güvenilirlik çalışmalarının tamamlanması ve toplum sağlığının korunması, en küçük bir riskin dahi bertaraf edilmesidir. Bu süreç sayesinde tüm ilaçların etkinliği ve güvenilirliği daha büyük oranda güvence altına alınıyorsa gecikme yararlıdır. Bu tetkiklerin ruhsat aşamasından sonra yapılmasındansa insanların ve özellikle yetişkinlere göre bağışıklık sistemi çok daha zayıf olan çocukların üzerinde yapacak olduğu tahribat daha önemlidir. Bir ilacın ilgili prosedürler yerine getirilmeden, yeterince analizleri yapılmadan piyasaya sürülmesi halk sağlığıyla oynamaktır; hiçbir kişinin veya kurumun böyle bir hakkı yoktur. Bu durumdan zarar görebilecek hastalar için geri dönüşsüz sonuçlara yol açabilecektir çünkü ilaç, artık doğrudan insan üzerinde uygulanacaktır. Ortaya çıkacak olan yan etkiler, insanlar üzerinde yapacağı tahribatlar, bu yasayı çıkaranların sorumluluğundadır.
Bu yasa tasarısını hazırlayanlar ve onay verenler, tasarı bu hâliyle yürürlüğe girdiği süreçte, ilaç formüllerinin etkilerinde bir sorun olduğu takdirde, bu zamana kadar ilgili ilacı kullanan hastalara nasıl hesap vereceklerdir? Sağlık Komisyonu görüşmelerinde Türkiye İlaç ve Tıbbi Cihaz Kurumu Başkanı Sayın Asım Hocaoğlu yapmış olduğu açıklamada, Türkiye'nin Uluslararası Uyum Konseyi üyesi ve Dünya Sağlık Örgütü yetkilileriyle aynı platformda çalıştıklarını, dolayısıyla şu anda bile hem Avrupa İlaç Ajansı hem de Amerikan Gıda ve İlaç Dairesinde de aynı yöntem uygulanarak, örnek numune alınmadan ilacın ruhsatlandırıldığını, Türkiye'nin burada yanlış yapma şansının olmadığını ifade etmiştir.
Asıl endişemiz, Türkiye'nin başta AİHM olmak üzere, uluslararası anlaşmalara uymamasında olduğu gibi, burada da uluslararası sağlık sektörünü kendisine siper ederek uygulamada olası sıkıntıların yaşanmasıdır. Her ne kadar Türkiye, Uluslararası Uyum Konseyiyle ve Dünya Sağlık Örgütüyle ortaklı çalışıyorsa bile üretilecek ilaçlarda bu kuruluşların çalışma prosedürlerine uymadan ruhsatlandırılabileceğine dair kaygılarımız vardır.
Son süreçlerde Türkiye'de bulunan ilaç yokluğunu iktidar bu şekilde çözmeye çalışıyor. Aslında yeni bir molekülü bulup üzerinde gerekli analizleri yapmak, faz çalışmalarıyla ilgili süreci tamamlayıp prosedürleri uygulamaktan çok, Avrupa ve dünyanın diğer ülkelerinde bulunan ilaçların muadillerini Türkiye'de hızlı bir şekilde ruhsatlandırarak piyasaya sürmek ve ilaç sıkıntısı sorununu bu şekilde gidermek, aynı zamanda yandaşlarına yeni bir rant alanı açmak istendiği düşüncesindeyiz.
Teklif, bu hâliyle, Anayasa'nın 2'nci, 17'nci ve 56'ncı maddelerine de aykırıdır. Teklifle, 1262 sayılı Yasa'nın 9'uncu maddesinin birinci fıkrasında değişiklik yapılarak Bakanlıkça başvuru üzerine mevzuatla belirlenen süre içinde cevap verileceğine dair düzenleme yerine ruhsatname düzenleneceği belirtilmektedir. Teklif, bu hâliyle, başvurana mutlak surette ruhsatname verilmesiyle sonuçlandırılacağı anlamını taşımakta, idarenin değerlendirme ve takdir yetkisini tümüyle ortadan kaldırmaktadır. İlacın numuneleri tetkik edilmeden piyasada olduğu dönemde oluşacak yan etkilerin sorumluluğuna ilişkin bir belirleme yapılmadığı, ön onay benzeri bir mekanizmanın da tarif edilmediği görülmektedir.
Yasa teklifinin 15'inci ve 24'üncü maddelerine göre disiplin cezası alanlara bu yaptırımların yanı sıra ek ödeme verilmemesi, ek ödemenin sağlık çalışanlarının gelirlerinin önemli kısmını oluşturduğu da gözetildiğinde ücret kesintisi niteliğinde ikinci bir yaptırım uygulanması anlamına gelmektedir ki aynı eylem dolayısıyla kişiye birden fazla ceza verilmesi hukuka aykırıdır, anayasal bir suçtur.
Değerli milletvekilleri, yan ana dal konusuna gelirsek kanun teklifine göre acil tıp ana dal uzmanlığına yoğun bakım yan dal uzmanlığı yapabilme hakkı verilmesi düşünülmektedir ancak sadece bazı acil tıp uzmanlarının isteği üzerine alınmış olan bu kararın sakıncaları olduğunu düşünmekteyiz. Türkiye'de yoğun bakım ve ilgili ana dal uzmanlık derneklerinin görüşlerine başvurulmadan böyle bir kararın hızlıca verilmesinin yoğun bakım uzmanlık alanı içinde olumsuz bir gelişme olduğunu düşünmekteyiz. Bazı ana dal ve yan dalların tercih edilmemesi ve kontenjanların boş kalması farklı nedenlere dayanmaktadır. Acil tıp ana dalı kontenjanlarının yaklaşık üçte 1'i boş kalmaktadır. Yoğun bakım yan dalına geçiş, acil tıp uzmanlarının sayısını azaltabilir. Bilindiği gibi, Covid-19 pandemisi gibi yoğun bakım ünitelerinin en üst kapasitede çalıştığı dönemde bile yoğun bakım uzmanlarının ve ana dal uzmanlarının sayısı yetersiz kalmamıştır, yoğun bakım hizmeti eksiksiz tamamlanmıştır. Uzmanlık alanlarına yapılan bu müdahale dört, beş yıllık ana dal uzmanlık eğitimini tamamlamış ve hâlihazırda yoğun bakım eğitimi alan hekimlerin motivasyonunu azaltmaktadır.
Sayın milletvekilleri, diş hekimleriyle ilgili maddeyse diş hekimliği pratiğinin geliştirilmesi hedefiyle olumlu bir adım olsa da yeterli değildir.
Aile hekimleriyle ilgili düzenlemeye bakıldığında ise aile hekimleri Demokles'in kılıcı üstlerinde çalışmak istememektedirler. Aile hekimlerinin disiplin cezalarıyla ilgili düzenleme, sözleşmesinin feshine neden olabilecek sonuçlar doğurabilecektir. Destek ödemeleri konusunda belirlenen ölçüler adil değildir ve aile hekimlerini ekonomik açıdan olumsuz etkilemektedir. Cezaların destek ödemelerine yansıtılması adalet ilkesine aykırıdır. Cezaların adil olup olmadığının belirlenmesinde randomize denetimlerin etkili olduğunun ve eczacıların sözleşme feshi için ne kadar uygun olduğunun değerlendirilmesi somutlaştırılmalıdır. Hekimlerin rahat çalışabilmesi için motivasyon önemlidir ve bu konuda daha fazla rahatlama gerekmektedir.
Yine, diş hekimleriyle ilgili önerilen kanun teklifi diş hekimliğinin pratiğinin geliştirilmesi hedefiyle olumlu bir adım olsa da diş hekimlerinin mesleki ve sosyal haklarına yönelik mevcut endişeleri yeterince dikkate almamaktadır. Özellikle, serbest çalışan diş hekimlerinin özlük haklarının iyileştirilmesi, emekli diş hekimleri arasındaki ayrımcılığın giderilmesi, sağlık hizmetlerinde KDV'nin düşürülmesi, muayenehane ve poliklinik açma işlemlerinin basitleştirilmesi ve kişisel sağlık verilerinin korunması gibi hayati talepler göz ardı edilmektedir. Ödemelerin usul ve esaslarının bir yönetmelikle belirlenmesi kanunilik ölçütlerini karşılamamakta ve yasama yetkisinin devredilmesine işaret etmektedir. Ek ödeme kesintilerinin Anayasa'ya aykırı olduğuna ve daha önce Anayasa Mahkemesi tarafından da bu tür kesintilere ilişkin kararlar da mevcuttur. Ek ödemelerin sağlık çalışanlarının gelirlerinin önemli bir kısmını oluşturması nedeniyle bu kesintiler ciddi mağduriyetlere yol açabilecektir. Hastane koordinasyon kuruluna kanunla tanımlanmamış önemli bir işlev ve yetki verilmesi Anayasa'ya aykırıdır ve suç ve cezaların kanuniliği ilkesiyle bağdaşmamaktadır. Zaten birçok madde Anayasa'ya aykırıdır, bununla ilgili gerekli itirazlarımızı da yaptık.
Bu vesileyle Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum. (DEM PARTİ sıralarından alkışlar)