| Konu: | İşsizlik Sigortası Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 2 |
| Birleşim: | 53 |
| Tarih: | 25.01.2024 |
DEM PARTİ GRUBU ADINA HEVAL BOZDAĞ (Ağrı) - Sayın Genel Kurul, kanun teklifinin ikinci bölümü üzerine konuşmamı yapacağım.
Yeni bir torba yasa, ihtisas komisyonlarında tartışılmadı, alelacele geçirilmek isteniyor, çoğunlukçu bir dayatmanın hükmünde bir oldubittiye getiriliyor. Yasa hazırlanırken toplum kesimlerinin katılımı yok. Emek meslek örgütleri ve onların temsilcileri, TTB, TMMOB, DİSK, KESK başta olmak üzere alanında çalışan bilim insanlarının katkı ve görüşleri esas alınmamıştır.
Sayın Genel Kurul, emekliler ve bu ülkenin tüm emekçileri söz konusu olduğunda iktidar yıllardır aynı söylemlerle hareket ediyor: "Sizleri enflasyona ezdirmeyeceğiz." ve "Kaynak yok." Oysaki bu 2 söylem de gerçek dışı. AKP iktidarları boyunca enflasyon ve artan hayat pahalılığı karşısında tüm emekçi kesimleri ezildi, "Kaynak yok." aldatmacasıyla kandırılmaya çalışıldı, çeşitli bahanelerle emeklilere dönük iyileştirmelere karşı çıkıldı. Bugün sayıları 15 milyona varmış durumda ve sefalet aylıklarına mahkûm edilmişler. Emekli aylıklarının gayrisafi yurt içi hasıla içindeki payı da bütçeden emekliler için ayrılan kaynaklar da düştü, emeklilik koşulları zorlaştırıldı, yaş ve prim gün sayısı arttı. Yeni eşitsizlikler ve yeni adaletsizlikler. Emekli aylıkları, asgari ücret ve memur maaşları söz konusu olduğunda, iktidarınızın özellikle enflasyon üzerinden kurduğu "Enflasyona ezdirmedik, ezdirmeyeceğiz." söylemleri gerçekleri perdelemekten öte değil. TÜİK'in resmî verilerinin şaibeli olduğu ve güvenilir olmadığı toplum tarafından bilinen bir gerçek. Yani toplumsal bir inandırıcılığı olmayan bu verilerle, evet, büyük bir aldatmaca ve kandırmaca söz konusu ama kendinizi kandırıyorsunuz çünkü toplum birebir gerçek yaşam verileriyle mutfakta, ulaşımda, sağlıkta, yaşamın her alanında her gün yüz yüze gelmekte, yoksullaşmakta ve açlıkla sınanmakta.
İki gün önce açıklanan yeni maaş artış oranıyla da bu aldatmaca sürdürülmeye devam ediliyor. SSK ve BAĞ-KUR emeklilerine yüzde 37,57 olarak hesaplanan zam 5 puan ek artışla 42,6'ya yükseltilmişti. Bunu bir torba yasaya eklenen 7'nci maddeyle düzenlediniz; şimdi de muhtemelen gelen tepkiler üzerine, zam oranının diğer emeklilerle eşitlenerek 49,25'e yükseltileceği açıklandı fakat kök emekli aylıklarına yapılan zammın yükseltilmesi ancak en düşük aylığın değişmeyerek 10 bin TL'de kalması milyonlarca emekli için sonucu değiştirmeyecek, milyonlarca emekli 10 bin TL almaya devam edecek. Biz, DEM PARTİ olarak, torba yasanın komisyon görüşmeleri sırasında, emekli maaşlarının en az asgari ücret seviyesinde olmasını teklif ettik fakat AKP ve MHP oylarıyla maalesef ki önergemiz reddedildi, bunu buradan tekrar önerdiğimizi açıklamak isterim.
Sonuç olarak toplumu kandırıyorsunuz; yıllardır, konu emekçi ücretleri olduğunda kaynak olmadığını, yapılacak artışların hazineye yük olacağını söylüyorsunuz. Açıkça söylüyoruz: Halklarımız da bilsin ki burada bir kaynak sorunu yok, tercih sorunu var. Mesele kaynakların kime aktarılacağıdır. Bugün için bütçeden SGK'ye mevcut oranların daha fazlası kaynak aktarmanın önünde hiçbir engel yoktur. Geniş emekçi kesimlerinin cebinden çalınan, sermayeye, savaşa, yandaşa ayrılan bütçe aranan kaynağın tam da kendisidir. Tek engel AKP ve onun toplum karşıtı, sermaye yanlısı neoliberal zihniyetidir.
Değerli milletvekilleri, bu kanun teklifinde yer alan bir diğer konu da İş Sağlığı ve Güvenliği Yasası'na getirilen değişiklik, 6331 sayılı Yasa, 2012 yılında kabul edilen bir yasa. Maalesef ki çıkarıldığı o günden bugüne on iki yılda iş kazası sonucu ölümler azalmadı, meslek hastalıkları ise yine tespit edilemez durumda. Bu kanun teklifiyle getirilen ek düzenlemeler bu durumu değiştirmeyecek çünkü bu yasayla işçi sağlığı ve güvenliği alanı taşeronlaştırılmış, piyasa koşullarına terk edilmiş, iş cinayetleri artarak devam etmiş ve meslek hastalıkları da görünmez kılınmaya devam edilmektedir. 6331 sayılı Yasa'yla işçi sağlığı ve güvenliği alanı "ortak sağlık ve güvenlik birimi" adıyla pıtrak gibi kurulmuş şirketlere bırakılmıştır. Devlet denetleme görevini bile gerçekleştirmemektedir.
Sermaye-iktidar iş birliği işçi sağlığı ve iş güvenliği alanında da kendini göstermektedir. TOBB Başkanının 2018 yılındaki bir açıklaması var: "İş ve yatırım ortamı önündeki engelleri tespit edip Hükûmetimizle birlikte kaldırdık. İş sağlığı ve güvenliği mevzuatı KOBİ'lerimize büyük yükler getiriyordu, bunları kaldırttık." Bu sözler sermaye ve iktidar iş birliğini apaçık, aleni bir şekilde iş sağlığı ve iş güvenliği konusunda da açığa çıkarmaktadır.
Bugün piyasalaşan işçi sağlığı hizmetleri ortamında iş yeri hekimleri ve iş güvenliği uzmanları OSGB'lerde kiralık işçi konumundadır. Birkaç patronlu bir çalışma düzeni içinde olup özlük hakları ve mesleki bağımsızlıkları ortadan kaldırılmıştır. Düşük ücretlerle ve güvencesiz olarak çalıştırılmaktadırlar. İş yerleri ve işveren en ucuz hizmet verme teklifinde bulunan OSGB'lerle anlaşmakta ve masraf çıkarmayan yani işveren sorumluluklarını göz ardı eden OSGB'yi, iş güvenliği uzmanını ve iş yeri hekimini tercih etmektedir.
OSGB'ler neoliberal politikaların işçi sağlığı alanındaki temel uygulama biçimidir ve işçi sağlığı hizmetlerini üretim alanlarının dışına taşımıştır, yarattıkları piyasayla emek yoğun bir sömürünün aracıdır. Oysaki iş yeri hekimleri ve iş güvenliği uzmanları çalıştıkları iş yerlerinde karşılaştıkları sorunları, eksiklikleri, tedbir ve tavsiyeleri işverene yazılı olarak bildirmekle, işveren de gerekli önlemleri almak, tedbir ve tavsiyeleri yerine getirmekle sorumludur. İşverenin bu sorumluluğunu yerine getirmediği durumda ise iş yeri hekimi veya iş güvenliği uzmanı bu durumu Bakanlığa bildirmekle mükelleftir. Ama maalesef uzmanlar, işveren tepkisi, OSGB'nin olumsuz tutumuyla karşılaşma ve işini kaybetme kaygısıyla çalışmak zorunda bırakıldıklarından sorumluluklarının gereğini tam olarak yerine getirmemektedirler. Bu da uzmanların ücretlerini aldıkları işverenlerini şikâyet mekanizmasıyla sağlıklı denetlemelerini imkânsız hâle getirmiştir. Bunun yansıması ise yerine getirilemeyen işçi sağlığı ve iş güvenliği uygulamaları, daha fazla iş cinayeti ve iş kazalarıdır. 6331 sayılı Yasa Soma, Ermenek, Torunlar, Kozlu, Şirvan, Sakarya Hendek başta olmak üzere toplu katliamları önleyememiştir ve maalesef, yargı zeminini dahi oluşturamamıştır çünkü bu yasa bu katliamları işin fıtratında, doğasında var olarak tanımlayan anlayışın ürünüdür ve bu kaderci anlayış iş cinayetlerini önlemeye çözüm olamaz. İş kazaları kader değildir, önlenebilir.
SGK verilerine göre, 2003-2021 yılları arasında 3 milyon 800 bin iş kazası, 24 bin ölüm gerçekleşmiştir, 12.608 meslek hastalığı ve meslek hastalığından 113 ölüm bildirilmiştir. Uluslararası literatürde bir ülkenin sınırları içerisinde yaşanan ölümlü iş kazalarının 1 ila 12 katı kadar meslek hastalığından ölüm olması gerekiyor. Meslek hastalığına bağlı ölüm on sekiz, on dokuz yıllık süreç içerisinde 113 olamaz. Bu da meslek hastalıklarına tanı konulmadığının ve ölümlerin tespitinin yapılmadığının göstergesidir. İktidar iş kazalarındaki artışların yıllara bağlı istihdam artışından kaynaklandığını ileri sürebilir. Burada iş kazası sıklık hızına bakıldığı zaman bu durum açıkça ortaya çıkmaktadır. 2007 yılında iş kazası sıklık hızı 100 kişide 0,8 iken 2021'de 2,76'ya yükselmiştir. Veriler de göstermektedir ki 6331 sayılı Yasa kamu yararına değildir, işçinin sağlığını ve güvenliğini sağlamadığı bütün yönleriyle açığa çıkmaktadır. 6331 sayılı Yasa üzerinde bu şekilde düzenlemelerle çözüm üretilemez. Bu yasadan vazgeçilmeli, işçi sağlığı alanını taşeronlaştırarak piyasaya açan OSGB'ler kapatılmalıdır.
Saygılarımla. (DEM PARTİ sıralarından alkışlar)