| Konu: | Kuzey Atlantik Antlaşmasına İsveç Krallığının Katılımına İlişkin Protokolün Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Teklifi münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 2 |
| Birleşim: | 51 |
| Tarih: | 23.01.2024 |
CHP GRUBU ADINA UTKU ÇAKIRÖZER (Eskişehir) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; yüce Meclisimizi saygıyla selamlıyorum.
Gündemimizde bulunan İsveç'in NATO'ya katılımına dair protokol içinde bulunduğumuz coğrafyada değişen, dönüşen güvenlik dengelerinin bir sonucu olarak karşımızda. Putin liderliğindeki Rusya'nın, önce Transdinyester'i Moldova'dan, Güney Osetya ve Abhazya'yı Gürcistan'dan koparması, sonra Kırım'ı hukuksuzca işgal ve ilhak etmesi ve son olarak Ukrayna'ya yönelik hukuksuz, kabul edilemez işgali, ülkemizin de içinde bulunduğu bölgemizi savaşın kenarına getirmiştir. Ukrayna'daki savaş NATO'nun Baltıklar ve kuzey sınırlarının güvenliğini daha da önemli hâle getirmiş ve uzun geçmişi bulunan tarafsızlık politikalarını terk eden Finlandiya ve İsveç NATO'ya katılma kararı almıştır.
Değerli milletvekilleri, Türkiye, NATO ittifakının asli üyelerinden biridir, veto yetkisine sahiptir; askerî olsun, siyasi olsun Türkiye'nin onay vermediği hiçbir karar alınamaz, hiçbir adım atılamaz. Ülkemiz, bugüne kadar, tarihsel olarak NATO'nun genişlemesi ve Avrupa-Atlantik güvenlik ve iş birliğinin geliştirilmesinde hep yapıcı rol üstlenmiş, açık kapı politikasını desteklemiştir. Tabii ki şu da tartışılmaz önemdedir: Demokratik, laik bir hukuk devleti kimliğimiz Türkiye Cumhuriyeti'miz için kırmızı çizgimizdir; aynı şekilde, terör örgütleriyle mücadele de kırmızı çizgimizdir. Asker, sivil on binlerce vatandaşımızı teröre kurban vermiş ve bu nedenle dünyanın terörle mücadelede en yetkin güvenlik güçlerine sahip bir ülke olarak diğer devletlerin terörle mücadele meselesine yaklaşımları hem ikili ilişkilerimiz üzerinde hem de söz sahibi olduğumuz uluslararası kuruluşlar nezdinde belirleyici olmak durumundadır. İttifaka yeni üye olmak durumunda olan iki ülkenin de başta ülkemiz olmak üzere, tüm üyelerin güvenlik kaygılarını gözetmeleri gerektiği şüphesizdir, dolayısıyla iki ülkeyle bu alanda müzakereler yürütülmesi doğaldır. Bizim eleştirdiğimiz, bu müzakereler ve sonrasında İsveç'in NATO'ya üyeliğinin önümüze gelmesi değildir; eleştirdiğimiz nokta, her konu gibi bu konunun da iktidar ortakları tarafından Şark kurnazlığı içinde ele alınması, bağıra çağıra iç politika malzemesi ve kısır pazarlık konusu yapılmış olmasıdır. Aslında soğukkanlı diplomasi, muhataplarımıza güven, öngörülebilirlik yaratacak bir diyalogla bu müzakerelerden çok daha stratejik, çok boyutlu kazanımlar elde edebilirdik. Başta Cumhurbaşkanlığı makamında oturan AK PARTİ Genel Başkanı Sayın Erdoğan olmak üzere iktidar ortakları süreci iç politikada malzeme olarak görmüş, dar bir bakış açısına hapsetmiş ve Türk halkını da baştan sona yanıltmıştır. Maalesef Batı'yla entegrasyon anlamında önemli bir fırsat hamasete kurban edilmiştir. Evet, müzakerelerde İsveç Türkiye'nin güvenlik kaygılarını karşılamak için mesafe kaydetmiştir, terörle mücadele yasasını sıkılaştırmış, terör örgütlerine üyelik ve propagandanın engellenmesi konusunda niyet açıklamış, adımlar atmıştır ancak iktidar ve ortakları olarak 85 milyona ilan ettiğiniz koşullar bunlar değildi ki. Saraydaki tek adam bugüne kadar meseleyi nasıl sundu Türkiye'ye ve dünyaya hatırlatayım: Daha ilk gün "Ben baştayken İsveç üye olamaz." diyen Sayın Erdoğan iki ay sonra mutabakatları imzalamış, işte bir buçuk yıl sonra protokolü önümüze göndermiştir. Bir gün çıktı "30." dedi, sonra "73." bir gün de "130 terörist İsveç'te, bunlar iade edilmeden üyelik gerçekleşemez." dedi; sonra düşe düşe, hatırlarsanız "Şu 1 kişi iade edilmezse asla onaylamayız." bile dediler. Peki, ne oldu sayın milletvekilleri? Hiçbiri yok, istedikleri isimlerin hiçbiri iade edilmedi, o tek kişi de dâhil. Aslında bal gibi biliyordu, İsveç yasalarına göre de uluslararası anlaşmalara göre de o kişilerin iadesinin mümkün olmadığını biliyorlardı. Pardon, bir buçuk yılda bu kadar bağırış çağırış içinde sadece 1, evet, tek kişi sınır dışı edildi; o da minibüsçü Mahmut! Evet, merak eden Cumhuriyet yazarı Sayın Barış Terkoğlu'nun yazısını açıp okuyabilir. İsmi talep listemizde dahi olmayan tek bir kişi sınır dışı edildi.
Peki, başka ne alacaktık biz bu süreçten? Sayın Erdoğan bir başka gün çıkıp "Türkiye'nin AB yolunu açın, biz de İsveç'in NATO yolunu açalım." dedi. Manşetler atıldı zirvelerden sonra; Madrid'den ve Vilnius'tan sonra "Türkiye, isteklerini aldı, AB yolu açıldı." diye. Peki, ne oldu, açılan Avrupa yolu var mı? Yok. Avrupa Birliğine tam üye adayız, kazanılmış müktesep hakkımız bu ama bugün Türkiye ile AB arasında müzakere süreci donmuş durumda, üyelik sürecimizde açılan yeni bir başlık yok, gümrük birliği güncellenmiş değil. Peki, ne yapıldı? Sadece ve sadece 4 milyon kayıtlı Suriyeliyi ve sayıları 2 ile 4 milyon arasında oldukları tahmin edilen Afrikalı, Afganlı, Suriyeli sığınmacıyı Avrupa'ya bırakmamamız karşılığında para verme politikaları sürüyor. Bunu bir marifet gibi sunan bu iktidar, bırakın Avrupa Birliğinin yolunu açmayı milyonlarca vatandaşımızın Avrupa ülkelerinin kapılarında çektiği çileye de son derece duyarsız. Yurttaşlarımız Avrupa ülkelerine gidebilmek için ilk adım olan vize başvurusunu yapabilmek için randevu dahi alamıyor hatta zor alınan randevuların karaborsaya düştüğü haberleri var bugün basında. Tut ki randevu alıp, belgeleri toplayıp verdiniz, yüzüne bile bakmadan reddi basıyor eloğlu. Tedaviye gidecek hastaymış, eğitime başlayacak öğrenciymiş, fuara giden iş insanıymış, konsere gidecek sanatçıymış, aile ziyareti yapacak gurbetçi yakınıymış kimsenin umurunda değil; herkes perişan, herkes çile çekiyor. Hani, nerede Avrupa'nın açılan kapıları? Bir santim bile ilerleme yok.
Bunların hiçbiri olmayınca son bir tehdit daha savruldu; Amerika Birleşik Devletleri'nden yeni F-16 uçak alımının onaylanmasını ön koşul olarak açıkladı Sayın Erdoğan, onay gelmezse İsveç'in NATO üyeliği geçmeyecekti bu Meclisten. İşte, bugün biz burada oyluyoruz, onay çıktı mı? Aslında bilen biliyor, Türkiye 4'üncü nesil savaş uçağı F-16'lardan daha üstün teknoloji ve yeteneklere sahip F-35 uçaklarının üretim projesinin ortağıydı, sırf Putin'e rüşvet olsun diye alınan ve sandıkta tutulan S-400 füze sistemleri nedeniyle haksız yere bu projeden atıldık; gelene geçene "Ey!" diyenlerin gıkı dahi çıkmadı, bir tahkim davası bile açamadınız. İşte, size vermedikleri F-35'leri şimdi Yunanistan'a veriyorlar, ağzınızı açabiliyor musunuz? Hayır, çıt yok. Sonra da daha düşük seviyeli savaş uçakları tedarikini gelip "başarılı diplomasi" diye, "Türkiye'nin çıkarı" diye anlatıyorsunuz; neresi başarıdır bunun! Yani değerli milletvekilleri, iç politikaya yönelik yüksek perdeden savurulan hamasi tehditlerin, şartların tümünde de tek bir santim ilerleme, tek bir kazanım olmadı. Bu ilkesiz, inandırıcılığı kalmayan, sorumsuz yönetim anlayışını bu millet iyi tanıyor, iyi biliyor aslında. "Darbenin arkasında" dedikleri, "şerefsiz" dedikleri bir ülkeye kırmızı halı serip para dilenen, ülkemizin varlıklarını kapitülasyon gibi peşkeş çeken bu iktidardır. İstanbul'un ortasında gazeteci kesenlerle yine birkaç yeşil dolar için canciğer kuzu sarması olan da bu tek adam yönetimidir. "Darbeci Sisi" deyip ilişkiyi kestikleri Sisi'yle arayı düzeltmek için yalvar yakar arkasından koşan yine bu saraydakiler değil midir? Evet, maalesef İsveç'in NATO üyeliği meselesinde de bu ilkesiz ve omurgasız dönüşlerinizi bir kez daha ulusça seyretmek zorunda bıraktınız bizleri.
Konumuza dönecek olursak, bir buçuk yıllık sürecin ardından ne noktadayız? Yapılan müzakereler ışığında İsveç'te bir farkındalık oluşmaya başlamıştır. Anayasa, yasa değişiklikleri, örgüte üye devşirmenin engellenmesi, finansman ve propagandanın önlenmesi gibi konularda atılan adımlar, yapılan niyet beyanları önemlidir. Üyelik sonrasında da teröre karşı net bir duruş sergilemesi İsveç'in hem ülkemize ve ittifaka karşı sorumluluğudur hem de kendi ülkesinin iç huzuru açısından önemlidir.
Biz Cumhuriyet Halk Partisi olarak İsveç'in verdiği sözlerin sıkı bir biçimde hayata geçirilmesinin mutlaka yakın takipçisi olacağız. Yine, yerli savunma sanayimizin gelişmesi açısından önem arz eden kritik teknolojilerin tedarikinde İsveç'in ülkemize yönelik kısıtlamalarını kaldırmış olması bir kazanımdır. Bu noktada İsveç'in vardığı noktaya hâlâ varamamış olan müttefiklerimizin olduğunu görmek bizleri üzmektedir. ABD'nin, Almanya'nın, Fransa'nın ve diğerlerinin ülkemize savunma sistemleri ya da parçaları tedarikinde yaptırım uyguluyor olmaları kabul edilemez. NATO'nun 2023 Vilnius Zirvesi'nde altına imza attıkları savunma alanında üyelerin birbirlerine kısıtlamaları kaldırmaları taahhüdünü içeren 30'uncu maddeyi tüm müttefiklerimize anımsatmak ve çağrıda bulunmak isteriz.
Sayın milletvekilleri, bakın, biz burada bir Kuzey Avrupa ülkesinin güvenliğini, NATO'nun kuzey kanadının ve Baltıklar bölgesinin güvenliğini önemsediğimizi gösterecek bir adımın arifesindeyiz. Tam da bu süreçte ülkemiz art arda gelen terör saldırılarıyla karşı karşıya, gencecik evlatlarımızı terörle mücadelede şehit veriyoruz. Sayın Genel Başkanımız Özgür Özel'in geçen haftaki grup konuşmasında açıkça ifade ettiği gibi, biz Cumhuriyet Halk Partisi olarak ABD dâhil tüm müttefiklerimize şunu söylüyoruz: NATO'nun bir mensubunun güvenliği tehdit altındaysa, saldırı altındaysa bu bütün NATO'ya yapılan bir saldırıdır. Maalesef birimiz hepimiz, hepimiz birimiz algısıyla çalışan bir güvenlik ittifakı olması gereken NATO terörün karşısında, PKK'nın karşısında bir müttefik gibi mi davranacaktır yoksa ikiyüzlü mü davranacaktır? Bütün müttefiklerimize bunu soruyor ve üzerlerine düşen sorumluluğu yerine getirmeye davet ediyoruz. Tüm müttefiklerimizden bu mücadeleye destek vermelerini, omuz omuza dayanışma göstermelerini beklemek en temel, en öncelikli ve en meşru hakkımızdır, müttefiklik ruhuna yaraşan da budur.
Bu bağlamda, Türkiye'nin güvenlik ihtiyacı olduğu, yetkili makamlarımızca defaatle vurgulanan savaş uçağı tedariki konusunun da artık kısır pazarlıkların konusu olmaktan çıkarılması gerektiğini yetmiş yıllık müttefiklik ilişkisinin içinde olduğumuz ABD'ye anımsatmak isteriz. Türkiye'nin caydırıcı bir orduya, güçlü bir millî savunma sanayisine sahip olması sadece Türkiye ve Türk halkının güvenliği için önem taşımıyor aynı zamanda Avrupa-Atlantik coğrafyasının en etkili güvenlik organizasyonu olan NATO'nun etkinliği ve caydırıcılığı açısından da önemlidir.
Evet, ABD yönetimi ve Türkiye'deki bu iktidar karşılıklı hatalarıyla ülkemizin ve vatandaşlarımızın güvenliğini büyük bir zafiyet içine sokmuştur. Eğer "müttefiklik hukuku" diye bir şey varsa ABD'den beklentilerimiz açıktır. Hakkımız olan, parası ödenmiş ama el konulmuş durumdaki 6 adet F-35 yeni nesil savaş uçağımız derhâl Hava Kuvvetlerimize teslim edilmelidir. F-16 uçaklarımızın modernizasyonu taleplerimiz yerli savunma sanayimize en yüksek yerli katkı oranı sağlanacak şekilde geciktirilmeksizin yerine getirilmelidir. Türkiye, ortağı olduğu ve 1,4 milyar dolar yatırdığı F-35 programına yeniden dâhil edilmelidir. Türkiye'nin F-35 programına dönüşü sağlanmadan Yunanistan'a F-35 uçakları verilmesi Türkiye'nin ulusal çıkarlarına aykırıdır, güvenlik tehdidi yaratmaktadır. ABD'nin bu hakaretamiz tutumuna bugüne kadar ses çıkarmayan AK PARTİ ve MHP iktidarı da vatan savunmasında yaratılan bu boşluğun ana sorumlusu durumundadırlar. Ve tabii ki hem ABD hem diğer NATO müttefiklerimiz hem de başta Rusya olmak üzere stratejik ilişkiler içinde olduğumuz ülkelerden ve komşularımızdan Suriye'de PKK'nın uzantısı olan PYD ve YPG'ye verdikleri askerî, siyasi ve ekonomik desteği kesmelerini beklemekteyiz.
Değerli milletvekilleri, başta da söylemiştim, Türkiye'nin onayı olmadan NATO'da yaprak kıpırdayamaz. NATO'nun 2'nci büyük kara ordusuna sahip ülkemiz, NATO'yu etkin kullanabildiği, ulusal çıkarları temelinde NATO'dan bir çarpan olarak yararlandığı, ittifak içinde verimli ve sonuç alıcı bir diplomasi yürüttüğü takdirde millî güvenliğini daha sağlam teminat altına alabilir, gücünü ve caydırıcılığını da artırabilir. NATO'nun yeni stratejik planı ve kuvvet yapılanmasında ülkemizin üstlendiği sorumluluklar, ittifakın AB üyesi olan ülkeleriyle geliştireceği ilişkiler Avrupa savunma mimarisine girişimizin ve AB'yle daha güçlü ilişkilerimizin de yolunu açabilir ama bu stratejik dönüşümün gerçekleşmesi için Türkiye'nin her şeyden önce sözüne güvenilen, öngörülebilir, dış politikasını iç politikaya malzeme etmeyen, hukuk devletine, demokrasiye bağlı bir yapıya kavuşması olmazsa olmaz şarttır. Bu tek adam yönetiminde, bu saray iktidarında güçler ayrılığı ilkesinin ortadan kaldırıldığı, hukukun üstünlüğünün yok sayıldığı, işte Anayasa'ya, Anayasa Mahkemesine darbe yapıldığı bir dönemde böyle bir dönüşüm imkânı bulunmamaktadır.
Bugün İsveç'in NATO üyeliği yönünde alınacak kararın başta terörle mücadelemize ve ulusumuzun güvenliğine, ABD ve diğer dost ve müttefiklerimizle sorunlarımızın çözümüne ve genelde Batı dünyasıyla ilişkilerimize ve ulusal güvenlik çıkarlarımıza fayda sağlamasını diler, yüce Meclisimizi saygıyla selamlarım. (CHP sıralarından alkışlar)