Konu: | Kuzey Atlantik Antlaşmasına İsveç Krallığının Katılımına İlişkin Protokolün Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Teklifi münasebetiyle |
Yasama Yılı: | 2 |
Birleşim: | 51 |
Tarih: | 23.01.2024 |
DEM PARTİ GRUBU ADINA ÖZGÜL SAKİ (İstanbul) - Değerli milletvekilleri, AKP ve MHP iktidarının uluslararası ilişkilerde bir başka çirkin pazarlık politikası da göçmenler ve mülteciler üzerinden sürdürülüyor. Daha önce de bu kürsüde defalarca belirttik, AB'yle yapılan geri kabul anlaşmasının mültecileri ve göçmenleri hangi koşullarda yaşamaya mahkûm ettiğini defalarca söyledik, yine söyleyeceğiz. Şimdi de İngiltere'yle "yasa dışı göçle mücadele" adı altında imzalanan anlaşmayla, sömürgecilik dönemi kölelik koşullarına mahkûm olacak şekilde göçmen ve mülteciler üzerinde kararlar alınıyor.
Peki, nasıl oluyor bunlar? Emperyalist-kapitalist sistemin savaş hükûmetleri uyguladıkları faşizan politikalarla, ekolojik, ekonomik yıkımla kitlesel göçlere sebep oluyor ve kendi yarattıkları bu kitlesel göçlerde yine bu insanları, mültecileri, göçmenleri uluslararası anlaşmalara pazarlık konusu yapıyorlar.
Peki, tüm bunlarda göçmenler neler yaşıyor? Göçmenler, üzerlerine bombalar yağdırılan ülkelerinden, emperyalist-kapitalist sistemin oradaki mega projelerle yarattığı ekolojik yıkımdan, kıtlıktan, kuraklıktan kaçarak daha iyi bir yaşam için yollara düşüyorlar, savaşlardan kaçarak yollara düşüyorlar, tüm riskleri göze alıyorlar ve bu riskler Akdeniz ve Ege'nin bir mülteci ve göçmen mezarlığı olması gerçeğiyle yüzümüze çarpıyor. Bu risklerden bir tanesi kamyon kasasında boğularak ölmek mesela, bir başkası madende yakılarak ölmek, bazen ırkçı ve nefret politikalarına maruz kalmak, özellikle mülteci ve göçmen kadınların göç yollarında cinsel tacize, cinsel saldırıya maruz kalması; yetmiyor, zorunlu göçe tabi tuttukları göçmen ve mültecileri Türkiye Cumhuriyeti de dâhil olmak üzere öldüremediklerinde ucuz iş gücü olarak piyasaya, emek piyasasına sürüyorlar. En güvencesiz koşullarda, en ağır koşullarda göçmenler, mülteciler çalışıyorlar.
Şimdi, peki, daha sonra ne oluyor, ne yapıyor uluslararası anlaşmalarda ülkeler? Pazarlık konusuyla mesela, geri itme, geri gönderme mekanizmaları, Akdeniz'de, Ege'de kitlesel ölümler olarak bizim önümüze geliyor ve sadece vicdana sıkışan, duygu sömürüsü yapılan timsah gözyaşlarıyla, bunlarla üzülüyormuş gibi yapılıyor ama hiç utanmadan gidip İngiltere'yle yine bu yıkıma yol açacak anlaşmalara hiç çekincesiz imza atılıyor.
Bakın, Küresel Mülteci Forumu Aralık 2023'te toplandı ve burada ortaya çıkan konular nasıl? Devlet eliyle, çeteler yoluyla ölümle sonuçlanan durumlar dışında, Birleşmiş Milletlerin verilerine göre, Eylül 2023 itibarıyla 114 milyon insan yerinden yurdundan edildi ve bu insanlar Avrupa göç krizinin başladığı 2014, 2015'ten bu yana bu insanlardan 29 bini yaşamını kaybetti, 684 göçmen katledildi. Geliyoruz Türkiye'ye, bu savaş politikalarının bir parçası uluslararası anlaşmalarla burada, Türkiye'de nefret politikalarının zorbalığının ortasında kendi kaderlerine bırakılıyor göçmen ve mülteciler. 3,2 milyon Suriyeli geçici koruma statüsünde; bakın, mültecilik hakkı bile verilmiyor. Irak'tan, Afganistan'dan gelen ve -tırnak içinde- "misafir statüsünde" işte ne bileyim "geçici koruma statüsünde" denilerek, uluslararası pazarlık konusu olarak bu Hükûmet tarafından göçmenler masalara sürülüyor.
Peki, bir başka şey, ne oluyor başka? Antalya'da sahile vuran 9 cansız bedeni gördünüz ve bu 9 cansız bedenle ilgili -daha önceki bir sürü bedenler gibi- iki gün konuşulup unutuluyor ve tekrar tekrar göçmenler, mülteciler maruz bırakılıyor.
Sonra, bir başka şey, geri gönderme merkezleri. Bakın, Türkiye uzun süredir Suriye ve Irak'ı bombalıyor ve buradaki, Rojava'daki inşa olan yaşamı kendine tehdit görüyor. Yeni gelen bilgilere göre, mesela, Rojava doğumlu olup burada tutuklanan Manisa Akhisar T Tipi Hapishanesindeki Abdulmenaf Osman otuz yıllık mahpusluktan sonra serbest bırakılıyor ama ülkesi bombalandığı için, yaşam tehdidi altında, geri gönderilemiyor, geri gönderme merkezlerine mahkûm ediliyor tekrar. Yine, Bolu F Tipinde Kamuran Reşit Bekir aynı koşullarda tahliye ediliyor, şimdi geri gönderme merkezlerinde tutuluyor. Şimdi durum bu, buna benzer o kadar çok örnek var ki ve geri gönderme merkezleri tüm denetimlere kapalı. Biz diyoruz ki: Geri gönderme merkezlerini demokratik kitle örgütlerinin meslek örgütlerinin denetimine açmak zorundasınız.
Bir başka boyut, yine bu askerî, ticari anlaşmalarla AKP-MHP iktidarı sömürgeci bir devlet olmak istiyor. Afrika'yla uluslararası askerî, ticari anlaşmalar yapıyor, bu anlaşmalar karşılığında da kitlesel olarak öğrenci kabul ediyor. Afrika ülkelerinden, Çad, Sudan, Uganda, Gabon'dan kitlesel olarak öğrenci kabul ediyor. Bu öğrencilerin büyük bir bölümü Karabük, Samsun, Kütahya gibi illerdeler. Karabük'te Filyos Çayı'nda Dina'nın ölümüyle biz bu gerçekleri bir kere daha görüyoruz. Karabük nüfusu 244 bin olan bir yer ve 55 bin üniversite öğrencisi var, bunların 12 bini Afrika'dan geliyor ve o küçücük ilde kaderleriyle baş başa bırakılmış durumdalar, hiçbir koruma yok, hiçbir denetim yok. "Dina İçin Feministler" diye bir grup kuruldu "Dina'nın başına gelenlerin takipçisiyiz, gerçekler açığa çıksın." dendi ve böylece kamuoyunun gündemine girdi. Ben de göçmen kadın ölümlerinin davalarını takip eden birisi olarak... Jesca, Violet, Beatrice, Nadira, Yeldana, Dina gibi, ismini sayamadığım onlarca göçmen kadın tacize uğruyor, sonra da öldürülüyor ve eğer biz davalarını izlemek için örgütlenmiyor olsak hepsi örtbas ediliyor. Bunların tek tek kayıtlarını daha sonra size verebilirim.
Şimdi, tüm bunlar olurken ne yapıyor Hükûmet, AKP-MHP hükûmeti? Afrika'nın madenlerini sömürmeye çalışıyor, askerî üs hayali kuruyor Somali'de. Somali'de askerî üs hayaliyle Somali'den öğrenci kabul ediyor. Bu öğrencileri de sakın zannetmeyin ki bedelsiz kabul ediyor, o yoksul ailelerden milyon dolarlık birçok gelir elde ederek öğrencileri buraya kabul ediyor. LGBTİ+ göçmen ve mültecilere ise zaten, zaten hiçbir koşulda herhangi bir yaşam güvencesi sağlanmadığı gibi, onlar bütün nefret politikalarının öznesi hâline getiriliyor.
Şimdi, bütün bunları biliyoruz ve AKP-MHP hükûmetinin emperyalist-kapitalist sisteme entegre olarak yeni sömürgecilik politikalarına karşı bir mücadelenin şart olduğunu söylüyoruz. Barış içinde, eşit, özgürlükçü bir yaşam mümkün diyoruz. Bunun olabilmesi için ise -demin dediğim gibi- ortak bir mücadele, kolektif bir mücadele savaş politikalarına karşı elzem; bunun için örgütlenmek meşru, bunun için açlık grevi yapmak meşru. Politikalarımızı her zeminde, her şekilde yapmalıyız.
Son olarak şöyle bir şey söylemek istiyorum: Tüm hükûmetler düzeyinde bu olurken toplum, ırkçılıkla, faşizan politikalarla göçmen düşmanlığı, mülteci düşmanlığıyla kışkırtılıyor, sınır-duvar tartışmasına hapsediliyor.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Buyurun, tamamlayın.
ÖZGÜL SAKİ (Devamla) - "Bu savaş politikalarının yıkımı, ekolojik, ekonomik yıkımı, katliamları için, tüm bu yıkım için nasıl bir çözüm bulalım? Gelin, birlikte çözüm bulalım." diyenlere ise bütün kapılar kapanıyor. Oysa bakın, ta eski sömürge topraklarında, Meksika'da Zapatistalar diyor ki: "Tek bir dünyaya birçok dünyanın sığması mümkün. Yaşam bizim en zengin mirasımız. Yaşamı doğayla, insan yaşamıyla, tüm canlı yaşamıyla, barış içinde, eşitlik, özgürlük içinde inşa etmek mümkün." Biz, bütün bu uygulamalara karşı sadece iktidarın değil... İktidarın bu göçmen düşmanı politikalarının, mülteci düşmanı politikalarının ana muhalefetin de bir şekilde parçası olduğunu düşünüyoruz, buradan "Vazgeçin." diyoruz. Sizin savaş politikalarınız yüzünden, tüm bu topraklarda olan herkesin yaşam hakkını savunmak, yaşam hakkını korumak bu Hükûmetin görevi.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
ÖZGÜL SAKİ (Devamla) - Bunu bile isteye yapmıyor, suç işliyor. Bugün İsrail nasıl Uluslararası Ceza Mahkemesinde yargılanıyorsa yakında AKP-MHP hükûmetini de o suç mahkemesine verecekler, olacaktır diyorum.
Teşekkür ediyorum. (DEM PARTİ sıralarından alkışlar)