GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: 2024 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Teklifi ile 2022 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Teklifinin Tümü münasebetiyle
Yasama Yılı:2
Birleşim:46
Tarih:25.12.2023

SAADET PARTİSİ GRUBU ADINA SELÇUK ÖZDAĞ (Muğla) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 2024 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Teklifi ile 2022 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Teklifi hakkında Gelecek-Saadet Grubu adına kapanış konuşmasını yapmak üzere söz almış bulunuyorum. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Değerli milletvekilleri, konuşmamın başında, son günlerde aldığımız acı haberler dolayısıyla şehitlerimize Allah'tan rahmet diliyor, milletimizin başı sağ olsun, geride kalanlara da Allah sabır versin diyorum. Yüreğimize düşen ateş, o evlere düşen ateşti; evlatlarımızı toprağa vermemizin ardından Parlamentoda bir bildiriye imza attık. O bildiride açıkça yazdık ve bir kez daha ilan ediyoruz: Birlik ve bütünlüğümüze, huzur ve güvenliğimize yönelik bu saldırıları şiddetle kınıyoruz. Terör ve şiddet hiçbir zaman hedefine ve amacına ulaşamayacaktır. Bir kez daha milletimize başsağlığı diliyorum.

Değerli milletvekilleri, bizler, hiçbir zaman devletsiz kalmamış olan bir milletiz. Orta Asya'dan itibaren, göç etmeye başladığımız andan itibaren çeşitli saiklerle ve geldiğimiz her yerde her toprağı vatan yaptık ve o vatan yaptığımız yerlerde de devletlerimizi kurduk. Devletlerimizin adı farklı farklıdır ama Türk tarihinde hepsinin adı birdir ve o tarihin adı da "Türk tarihi"dir. Geldiğimiz Anadolu topraklarında biz Alparslan'la beraber Malazgirt'te Anadolu'yu vatan kıldık, bir kültürü inşa etmeye çalıştık. Ardından da biz o kültürü bir medeniyet hâline dönüştürmek için gayret sarf ettik. Yıl 1453 oldu, İstanbul'un önlerinde Fatih Sultan Mehmet'le beraber bir kültürden medeniyete de evrildik. Ardından da biliyorsunuz, İbni Haldun'un çok güzel bir sözü vardır "Her kemalin bir zevali, her zevalin de bir kemali vardır." diye hitap eder yani "Her çıkışın bir inişi, her inişin de bir çıkışı vardır." der. İmparatorluğumuz dünyanın en büyük, en uzun imparatorluğu idi. İmparatorluklar genellikle ortalama olarak üç yüz yıl yaşamışlardır ama bizim imparatorluğumuz altı yüz yıl yaşamıştı. Doğdu, büyüdü, bir kültürü medeniyetle inşa etti, ardından da çöküş dönemleri başladı. Sonra, Çanakkale önlerinde Enver Paşa'yla, Esat Paşa'yla, Cevat Paşa'yla ve orada liderlik kumaşını gösteren Gazi Mustafa Kemal'le ve ardından Dumlupınar'da, Sakarya'da ve Kocatepe'de de yeniden bir devlet inşa ettik biz burada. Bize "Gidin, geldiğiniz topraklara gidin." dediler. Batı dünyası, emperyalist Batı dünyası bize bu üç şeyden dolayı kızıyorlar: Bir, niçin Anadolu'yu Alparslan'la vatan yaptınız? İki, niçin bir kültürü medeniyete dönüştürdünüz, İstanbul'u fethettiniz ve bizi tam kalbîmizden vurdunuz, Hristiyanlığı dünya dini yapmadınız ve "İslam da bir dünya dinidir." diyerek ortaya çıktınız? Üçüncü olarak da bize "Geri gidin." dediklerinde, "Hayır Anadolu topraklarındayız ve bu topraklarda bin yıldır varız ve var olmaya devam edeceğiz." diyerek Gazi Mustafa Kemal Atatürk'le beraber küllerimizden Türkiye'nin ve Türklerin talih ve tarih sarkacını bir kez daha yükselttik.

Değerli milletvekilleri, teröre de atıfta bulunmak istiyorum: Demokrasi isteyenler, demokrasiden dem vuranlar, demokrasinin arkasına saklanarak demokrasiyi yok etmek isteyemezler. Demokrasi bir yıkım rejimi değildir, farklılıkları bir arada yaşatma rejimidir. Demokrasi isteyen silaha sarılmaz, silaha sarıldığında demokrasi talebi gerçek dışıdır ve propagandadır.

Değerli milletvekilleri, terör büyük bir sorundur, hemen hemen dünyanın her yerinde vardır. Etnik terör çok daha büyük bir sorundur. Çabuk bitirmenin de sihirli bir yolu yoktur. Demokrasilerde, hukuk devletlerinde ve özellikle demokrasilerde zor kullanma hakkı sadece ve sadece devlete aittir. Devlet bu hakkını da sadece hukukla kaim olarak kullanır. Onun haricinde hiçbir etnisiteye, hiçbir terör örgütüne, hiçbir cemaate, hiçbir STK'ye zor kullanma hakkı verilemez, verilmemesi gerekir. Verildiği takdirde orada demokrasi olmaz, demokrasiden istifade ederek birileri orayı bölmek isterler, orada insanlığı ve hukuku askıya almak isterler. Terörle mücadelede sabırla, akılla, hukukla, şeffaflıkla, asla taviz vermeden mücadele etmek gerekir.

Millî meselelerde başarı ancak ortak tavırla mümkündür. Siyasetin ortaklaşamadığı konularda birinin yaptığını öteki bozar. Meclise giren veya giremeyen partilerin muhatabı bu ülkede yaşayan herkestir. Etnik siyaset yapmak, terör örgütünün silahla yapamadığını siyaset yoluyla yapmaktır. Terör, onu besleyen iç ve dış desteklerin bitirilmesiyle sönükleşir, altındaki zemini kaybeder. Peru, Aydınlık Yol hareketini, Sri Lanka Tamil Kaplanlarını ve bunların terörünü böyle bitirmiştir. Kimse dağın sözünü ve gayesini Meclise taşımamalıdır ve taşıyamamalıdır.

Terör, çağımızın en büyük hastalığıdır; toplumu kemiren, sorunlarını derinleştiren, demokratikleşmeyi engelleyen, siyasi rekabeti olağan zeminin dışına çıkararak kutuplaşmaya sebep olan bir hastalıktır ve tedavisi de sadece ve sadece demokrasidir. Terör, tahrip eder ama asla sonuç alamaz. Terörle hedefine varmış bir hareket yoktur ve bilinmelidir ki hiçbir örgüt bin yıllık kardeşliğimizi bozamayacaktır. Terörden medet umanlar, siyasetini ona endeksleyenler er ya da geç destekledikleri terörün kurbanı olurlar.

Türkiye, teröre ve onun arkasındaki güçlere asla boyun eğmeyecektir. Türkiye, Irak ve Suriye değildir. Türkiye, milleti olan ve halkı olan bin yıllık bir devlettir ve beş bin yıllık bir milletin adıdır. PKK, etnik ve ideolojik bir temizlik yapmak istedi Güneydoğu Anadolu'da. Hedefi neydi? Etnik ve ideolojik bir temizlik. Hedefi şuydu: Sadece ve sadece kendi ideolojisine ram olmuş insanları orada barındırabilmek; oradaki çiçekleri, oradaki Çerkezleri, oradaki Gürcüleri, oradaki Çeçenleri, oradaki Ahıska Türklerini, oradaki Zazaları ve kendilerinden olmayan Kürtleri o bölgeden ağır ağır, terör saikiyle, terör baskısıyla uzaklaştırmak ve Batı dünyasına şöyle bir çağrı yaparak da "Gelin, Irak'ta yaptığınızı burada da yapmak isteyin ve burada yine aynı şekilde, bir plebisit isteyelim. Burası, sadece PKK'ya ram olmuş insanların yeridir." diyelim. Türkiye Cumhuriyeti devletinde hep beraber yaşayacağız ve biz imparatorluğumuz yıkıldıktan sonra çok etnikli bir yapıydık.

Değerli. milletvekilleri, dünyada tek etnikli iki ülke vardır modern devletlerde, biri Japonya'dır, biri de Kore'dir; geri kalan bütün Batı dünyasında -Rusya dâhil olmak üzere, Türkiye dâhil olmak üzere, İtalya, Almanya, İngiltere, Fransa dâhil olmak üzere- bütün devletler çok etniklidir ve imparatorluklar devri bittikten sonra da ulus devlet dönemi başlamıştır. Ulus devlet dönemi demek, bir etnisitenin diğer etnisitelere hâkim olarak bir etnisitenin diğer etnisiteler üzerinde tahakküm kurması demek değildir. Cumhuriyetimizi demokrasiyle taçlandırmak hepimizin görevi olmalıdır ve mutlaka yapmalıyız. Bunun için gayret sarf etmeliyiz ve zaten ulus devletini kurduktan sonra biz, ülkemizde çok büyük gailelerle uğraştık. Nasıl uğraştık biliyorsunuz, darbelerle uğraştık. Nasıl uğraştık? Biz, aynı zamanda terörle uğraştık -adı şu veya bu şekilde- çatışmalarla uğraştık, sağ-sol kavgalarıyla, Alevi-Sünni kavgalarıyla veyahut da Kürt-Türk kavgaları oluşturmak isteyenlerle... Biz devletimizi korumak istedik.

Merhum Cumhurbaşkanı Demirel'in bana söylemiş olduğu güzel bir söz vardı -hapishane yıllarından sonra Demirel'le, Ecevit'le, diğer siyasetçilerle samimi olmaya gayret sarf ettim, onların tecrübelerinden istifade etmek istedim- şunu söylemişti bana: "Türkiye'yi idare etmek kolay, yönetmek zordur. Ne zaman yönetmek istediysem ya partimde ayrılıkçılar çıktı, partimi böldüler veya ekonomik kriz çıkarttılar veyahut da ardından darbelere maruz kaldım." ifadesini kullanmıştı. Şimdi, bize düşen vazife şudur: Demokrasiyi daha fazla içselleştirebilmek, insan hak ve özgürlüklerini daha fazla geliştirebilmek ve de hukukun üstünlüğünü üstünlerin hukukuna karşı hâkim kılabilmektir.

Değerli milletvekilleri, ırk, yarış atları için geçerlidir, insan hakları da kolektif değildir, bireyseldir. Özellikle vurgu yapmak istiyorum, bir kez daha tekrarlamak istiyorum: Irk, yarış atları için geçerlidir ve de kolektif haklar bireysel değildir, insan hakları kolektif değildir, bireyseldir.

Değerli milletvekilleri, binli yıllarda Anadolu'yu vatan yaptık dedim ve ardından bizden önce bu topraklarda kimler vardı söyleyeyim. Bu topraklara Araplar geldiler, buraları fethettiler, Hazreti Muhammed'den sonra Hazreti Ömer'le beraber. Ardından, bu topraklarda onlardan önce kim vardı, onu da söyleyeyim; Romalılar vardı, Bizanslılar vardır, Rumlar vardı, onların önünde bu topraklarda kim vardı? Ermeniler vardı ve ardından da bu Araplardan sonra da Türkler geldiler bu topraklara. Bu topraklarda birlikte yaşamanın iradesini ortaya koymak mecburiyetindeyiz.

Değerli milletvekilleri, tarihin konularını bugüne taşıyanlara sesleniyorum: Bu vatan kıyamete kadar üstünde yaşayanların yurdu olmaya devam edecektir. Askerlerimizin hesabını terör örgütünden soracağız, soruyoruz da zaten sadece PKK'dan da sormayacağız, askerimizin oraya gönderilip gerekli fiziki, koruma ve hayatı idame şartlarını sağlayamayanlardan da soracağız. Askerî üssümüzün sadece basit bir tel örgüsüyle çevrildiği söyleniyor, doğru mudur? Ve bunun açıklanması gerekmektedir, yanlışsa doğrusunun fotoğraflarını paylaşın. Askerlerimiz aynı günde şehit edildiler, siz, halka ve kamuoyuna doğruları söylemek mecburiyetindesiniz.

Şimdi, gelelim Sayın Mehmet Şimşek Bey'e yani bütçeye gelelim.

Değerli arkadaşlar, Mehmet Şimşek Bey şöyle söylemişti: "Para var, biz hiçbir yerden para dilenmiyoruz." demişti. Ben de buradan Sayın Hazine ve Maliye Bakanına sesleniyorum: Mademki paramız var, bu EYT'lileri yıllarca niçin inim inim inlettiniz? 5000 prim günü ve 3600 prim günü olanların için emekli etmiyorsunuz? 200 bin kişinin hâlâ maaşları, emekli maaşları bağlanmadı. Niçin bunu bağlamadınız? 400 bin kişi emekliliğe müracaat ettiği hâlde emekli olup olmadıklarını bilmiyorlar. 21'inci yüzyılda hâlâ bu konuya niçin açıklık getiremediniz?

Para varsa taşeron belediye işçilerini ve KİT'lerdeki taşeronları kadroya niçin almadınız? Geçen gün burada da söyledim, 800 bin kişi taşeronla girdiler, kadrolu hâle geldiler, ardından "Tekrar, bir daha taşeron yapmayacağız." dediniz, taşeron şirketlerini lağvettiniz, şimdi de yaklaşık 800 bin kişi belediyelerde ve KİT'lerde çalışıyor ve bu insanlara bir defaya daha mahsus olmak üzere kadro vermelisiniz, bir daha da bu sayfayı temelli kapatmalısınız ve herkes liyakat ölçüsünde buralara girmelidir. Sayın Mehmet Şimşek Bey, niçin bunlara kadro vermiyorsunuz? Yardımcı hizmetler sınıfının görev tanımını niçin yapamadınız? Ekonomik ve hukuki sorunları için gideremediniz?

"Sözleşmeli, ücretli, kadrolu" diye öğretmen olur mu? Öğretmen, öğretmendir. Hepsini KPSS'yle alacaksınız, mülakatı kaldıracaksınız; Sayın Cumhurbaşkanının sözünü ayağa düşürmeyeceksiniz.

3600 ek göstergeyi tüm 1'inci derecedeki memurlara vereceğinizi söylediniz. Daha önce 3600'le ilgili vermiş olduğunuz sözünüzü, bir yandan hemşirelerle ilgili, bir diğer yandan din görevlileriyle ilgili, bir diğer yandan Emniyet görevlilerimizle ilgili tam beş yıl beklettiniz; ardından, seçim öncesinde verdiniz. Şimdi bu seçim öncesi de "3600'ü 1'inci derecede olan memurlara vereceğiz." dediniz. Bakalım ne zaman vereceksiniz? Madem para var, Sayın Şimşek, şimdi verin.

Tıbbi cihaz tedarikçilerinin alacaklarını niçin zamanında ödemediniz. SMA hastalarının ilaçlarının ücretini niçin ödemiyorsunuz? Milletvekiliyken ben bu konuya vâkıf olduğumda, mülaki olduğumda, Bakana gelerek, Sayın Başbakanla görüşerek bir defaya mahsus olmak üzere o insanlara çok ciddi para yardımı yapmıştınız yani bütün ilaçların parasını ödemişsiniz, daha sonra ödemediniz. Türkiye'nin mademki parası var, SMA hastaları yaklaşık 150 civarında, 150-160 civarında; bu çocukların paralarını ödeyeceksiniz.

Tarımda çiftçilere ilaç, gübre ve mazotta sübvanse niçin yapmıyorsunuz? Para varsa emekliler için 8.077 lira seyyanen zammı niçin yapmadınız? 5 bin lira harçlığı niçin herkese hâlâ ödeyemediniz? Ve de diyorsunuz ki: "Biz bütçemizle bu bütçeyi oluşturmak istiyoruz." ifadesini kullanıyorsunuz. Kur'an kurslarındaki sözleşmeli personele niçin insanlık dışı maaşları reva görüyorsunuz? 100 bin öğretmen atamasını niçin hâlâ yapmadınız? Para varsa aynı mesleklerden olan kamu mühendislerine, mimarlara, şehir plancılarına -avukatların maaşlarına, doktorlara yaptınız, ki aynı zamanda hâkim ve savcılara yaptınız; doğru bir şeydi- niçin yapmıyorsunuz? Çünkü aynı meslekler bunlar. Para varsa bu faizler nedir? Para varsa bu zamlar nedir? Para varsa bu enflasyon, hayat pahalılığı nedir? Bu konut, araba fiyatlarındaki fahiş artışların sebebi nedir? Kiralardaki fahiş artışların sebebi nedir? Bu kadar dış borç niçin vardır? Önce kur korumalı mevduat, şimdi de yüzde 45-50 faizlerle paradan para kazanmak da ne oluyor Allah aşkına? Para varsa yatırımcılar niçin gelmiyor? Gelenler niçin gidiyor? Yerli sermaye birikimlerini niçin yatırıma ayırmıyor? Avrupa'da olmayanlar burada var; tarım, toprak, su, madenler, turizm. Bizde olmayanlar da Avrupa'da var; hukuk, insan hakları, demokrasi, liyakat, ehliyet, iş ahlakı, insan kaynağı ve eğitim ve diyeceksiniz ki: "Onlar başka ülkelerde hiç insan haklarından bahsetmiyorlar." Onlar başka ülkelerde emperyalisttirler, kendi ülkelerinde ise bu söylediğim hususlara harfiyen dikkat ederler, Başbakanı da herhangi bir işçiyi de herhangi bir vatandaşı da orada hukuk aynı muameleye tabi tutar ve hiç kimse de bundan şikâyetçi olmaz.

Değerli milletvekilleri, para varsa BAĞ-KUR, SSK ayrımı niye var? Olmasın. EYT'den faydalanan 9000 prim günü olan az, 5000 prim günü olan çok maaş almasın. Uzman çavuşlarımız kadroya alınsın.

Tek adamlık meselesine... Sayın Mehmet Şimşek Bey o gün burada dedi ki... Sayın Cumhurbaşkanı Yardımcısı, şöyle bir ifade kullandı: "Dünyanın her yerinde tek adam var." Bu, bir kere "dünyanın her yerinde tek adam" ifadesi "dünyanın her yerinde" kelimesiyle olmadı. Niçin olmadı? Dünyanın her yerinde devletler var. Bu devletlerin çoğunluğu diktatörlükle yönetiliyorlar; demokrasi yok, insan hakları yok, hukukun üstünlüğü yok. Bazı devletler var, yine, aynı şekilde demokrasi oralarda yarım yamalak var, otoriterizmle yönetiliyorlar ama bazı devletler var ki hukukun üstünlüğüyle yönetiliyorlar, orada demokrasi var. Mademki tek adamlığın her yerde olduğunu söylüyorsunuz, ben de diyorum ki: Hukukun üstünlüğünün olduğu tek adamlı ülkelerde, Avustralya'da, Kanada'da, Avrupa'da, Amerika Birleşik Devletleri'nde, Japonya'da Somali Cumhurbaşkanının oğlu ölümlü bir kazaya karışsa ülkesine elini kolunu sallayarak gidebilir mi? Kaşıkçı cinayeti Avrupa'da olsa sonuç böyle mi olurdu? Ruhsar Pekcan olayı, kalkınmış, demokrasisini inşa etmiş bir ülkede olsa cumhurbaşkanı, devlet başkanı veya başbakan affını istediğinde "İyi biridir." der ve yönetim kurulu üyesi yapar mıydı? 8 belediye başkanı istifaya zorlanır mıydı yoksa yargıya mı teslim edilirdi? Sedat Peker iddialarını ve ifşaatlarını başka bir ülkede dile getirseydi idare ve yargı sessiz mi kalırdı? Rahip Brunson davasına, Deniz Yücel davalarına cumhurbaşkanı, başbakan karışır mıydı? Sayıştaya "İnce eleyip sık dokumayın." der miydi bir başbakan? Sayıştay ince eleyecek, sık dokuyacak, minareyi çalıp kılıfını hazırlayanlara diyecek ki: "Bir dakika belediye başkanı" "Bir dakika sayın rektör" "Bir dakika sayın bakan" "Bir dakika bakanlık" "Niye böyle yapıyorsunuz?" ifadelerini kullanacaktı.

Değerli milletvekilleri, Ulaştırma ve Altyapı Bakanı görevinden affını istediğinde niçin istifa ettirildiğini medya bizdeki gibi yazamaz mıydı? Yürütmenin başı yargıya karışır mıydı? "Anayasa Mahkemesi kapatılsın, Anayasa Mahkemesi kararlarını tanımıyorum." diyen bir cumhurbaşkanı olur muydu? Anayasa Mahkemesi kararı bağlayıcı olmasına rağmen Yargıtay bu karara uymadığında "Ben hakemim." der miydi? "Aralarında ihtilaf var, görüş farklılığı var." der miydi? A belediyesine başka bir uygulama, B belediyesine başka bir uygulama, C belediyesine başka bir muamele yapar mıydı? Belediye başkanları arasında benden senden diye ayrım yapılır mıydı? Sayıştay raporlarına sessiz kalan bir yargı olur muydu? "Tek adam" sözümüze "Her yerde tek adam vardır." diyorsunuz; demokratik ülkelerde "tek adam" dediğiniz yanlış yaptığında özür diler ve aynı zamanda hata yaptığında da istifa eder, özellikle suç işlediğinde de istifa eder. Bizde hiç özür var mıdır? İstifa bizim bahçemize, bizim kapımıza, bizim evimize uğrar mı? Uğramaz ki. Ve burada Osmangazi Köprüsü yapılırken bir Japon mühendis orada -ki Türkiye'de imal edilmesine rağmen ve o imal ettiğinden- "Türkiye'de imal edilen halat koptu."- diyerek harakiri yapmıştı. Biz kimsenin harakiri yapmasını istemiyoruz ama lütfen özür dileyin, lütfen istifa etme müessesesini de çalıştırın ve "Biz sütten çıkmış ak kaşık." ifadesini kullanmayın, "Biz zemzemiz." ifadesini kullanmayın, yanlış yapanları, hata yapanları içinizde barındırmayın. Adınız "AK PARTİ" ise, "adalet" kelimesini kullanıyorsanız, ona müsemma, ona göre hareket etmenizi istirham ediyoruz.

Değerli milletvekilleri "Bizde özür yoktur, istifa yoktur. Tek adam kurullar ve kurallarla bağlayıcıdır. Bizde kurullar ve kurallar yok, denetleme yok, özgür Sayıştay olmasın." diyorsunuz. Özgür basın olmasın, özgür STK'ler olmasın, muhalefet olmasın istiyorsunuz. "Bizim yaptıklarımızı ya onaylayacaksınız ya hikmet arayacaksınız ya da tevil edeceksiniz." diyorsunuz. Bazen de mahkemeler Anayasa Mahkemesi kararlarına uymadıklarında sessiz kalarak onaylıyorsunuz. Demokrasi yetkilerin paylaşılması, görevlerin paylaştırılmasıdır. Amerika Birleşik Devletleri'nde, İspanya'da başbakanların evlerinde arama oldu, baskınlar oldu; Allah aşkına, Türkiye'de bir milletvekilinin evinde arama yapılabilir mi? Bir milletvekili arabasını kim arayabilir Allah aşkına, hangi polis arayabilir? Arayamaz ki. Biz Türkiye'de hukuk devleti olmak mecburiyetindeyiz. Kim yanlış yaparsa bizim Emniyetimiz, kolluğumuz, bizim yargımız mutlaka yakasına yapışmalı ve ona gereğini yapmalıdır. Suçüstü yapılanların üstü kapatılıyor Türkiye'de. Yargı bağımsız olsaydı, güçler dağıtılmış olsaydı suçlular ellerini kollarını sallayarak gezemeyeceklerdi. İstediğiniz vergi borcunu, istediğinizin vergi borcunu siliyorsunuz, istediğinizde milyonlarca liralık teşvik veriyorsunuz; Avrupa'da veyahut da hukuk devletlerinde bu olur mu? Tek adam Rusya'da var, Kuzey Kore'de var, Arabistan'da var, bazı ülkelerde var, Orta Asya'da var; Türkiye'de olmayacak, olmamalıdır, biz onlar gibi olmamalıyız. Avrupa'da denge, denetleme mekanizması vardır. Bizde var mı? "İstişare" diyorsunuz, "ortak akıl" diyorsunuz. "Faiz sebep, enflasyon sonuç."un karşılığını kime sordunuz, bu teoriyi kime sordunuz ve şimdi kiminle istişare ettiniz? Bu ülkeye maliyetini biliyor musunuz? Bedel ödeyecek misiniz? Özür dileyecek misiniz? "Ben yaptım, oldu" mantığıyla, deneme yanılma yoluyla ekonomi olur mu? Ve aynı zamanda istifa edecek misiniz?

Tek adamların, demokratik ülkelerde olduğu Avrupa'da, beraat edenin, takipsizlik alanın işine geri döndürülmemesi olur mu? Beraat eden işini döndürülür, takipsizlik alan işine döndürülür, beraatizimmet asıldır değerli milletvekilleri.

Değerli arkadaşlar, tek adamların olduğu yerlerde akraba, eş, dost, tanıdıklar veya ideolojik yakınlıklar nedeniyle bazen soru çalarak, bazen de mülakatlar üzerinden devleti ele geçirme çalışması yapılır mı? Devlet herkesin olur; Alevi'nin olur, Sünni'nin olur; Kürt'ün, Türkmen'in, Laz'ın Çerkez'in olur; dinlinin, dinsizin olur; Hristiyan'ın, Müslüman'ın olur ve deriz ki hep beraber: "Bu devlet, bizim devletimiz. Aidiyet duygumuz o kadar yüksek ki Türkiye Cumhuriyeti bizim, ay yıldızlı bayrak bizim, bu vatan bizim, Arnavut Akif'in İstiklal Marşı bizim." deriz. Ama eğer bu ülkede "O Alevi." diyerek, "Bu Sünni." diyerek, "Bu sağcı, bu solcu." diyerek "Bu benden, bu şundan." diyerek insanlar dışlanırsa veya insanlar daha çok taltif edilirlerse orada aidiyet duygusu zayıflar, aidiyet duygusunu zayıfladığı yerde devlet zayıflar, devletin zayıfladığı yerde huzur olmaz, kaos olur değerli milletvekilleri.

Değerli milletvekilleri, bugün, bu ülkede eğer bir devlet olacaksa milletin devleti olacak, kişinin devleti olmayacak, etnisitenin devleti olmayacak, mezhebin devleti olmayacak, cemaatin devleti olmayacak; bu devlet 85 milyonun olacak. Bunu yapabilmenin yolu üç tane şeyden geçer: Cumhuriyeti demokrasiyle taçlandırmak, hukuku adaletle buluşturmak ve aynı zamanda devletimizi liyakat, ehliyet ve ahlakla şahikalaştırmaktan geçer.

Değerli milletvekilleri, tek adamın olduğu yerde mafya olur mu, çete olur mu, ihaleye fesat karıştırma olur mu? Bülent Başkan söylemedi -vakti çok kısıtlıydı- ben buradan söyleyeyim size: Şimdi, Diyanet İşleri Başkanlığının Sayıştay raporlarını okuyorum, iki tane küçük örnek vereceğim ama ihaleler çok büyük.

Değerli arkadaşlarım, şimdi, bu Diyanet İşleri Başkanlığı bir ihaleyi pazarlık usulü yapması gerekirken davetiyeli yapmış ve demiş ki: "Ben bunu 21/b'li, 21/f'li, 21/c'li yapayım." Biliyorsunuz, bu ihaleyi yapabilmek için de olağanüstü hâl olması lazım; afetlerin olması lazım, depremlerin olması lazım, çok olağanüstü şeylerin olması lazım. Bu ihaleyi bir anda yapmış ve Sayıştay bunu tespit etmiş. Diyanet İşleri Başkanlığının savunması, gerekçesi şu, diyor ki: "Ramazan ayına bir hafta kaldığı için biz bu ihaleyi yapmak zorundaydık. O nedenle, biz bunu pazarlık usulü yapmadık da davetiye usulü yaptık." Sayıştay da şöyle cevap vermiş: "Siz ramazan ayının hangi gün geleceğini biliyordunuz ve bu ihaleyi çok önceden yapmanız gerekiyordu."

Bakın, arkadaşlar, tuz kokmuş, tuz, tuz! Yani, bu doğru bir şey değil. Eğer Diyanet İşleri Başkanlığındakiler de... Acil de değil bu ihale. Bunun gibi onlarca ihale var. Bunlar doğru şeyler değil arkadaşlar, 85 milyonun hakkını birilerine veriyoruz ve şöyle diyorsunuz: "Bizi Sayıştay denetlemesin, bizi sivil toplum kuruluşları denetlemesin. Sayıştayın raporlarına yargı bir işlem yapmasın, aynı zamanda, muhalefet burada konuşmasın. Bizim yaptıklarımıza tevil edin, bizim konuştuklarımızı ve yaptıklarımızı kabullenin, hikmet arayın." Hikmet aramayacağız, suç arayacağız, yanlış arayacağız. Ben sizleri uyarıyorum bir vatandaş olarak, bir siyasetçi olarak uyarıyorum.

Değerli milletvekilleri, şimdi, STK'lere 14 milyar para verilmiş. Verilebilir STK'lere, Avrupa'nın her yerinde var NGO'lara yardım yapmak. "Ne var bunda?" diyeceksiniz değerli milletvekilleri. Şimdi söyleyeyim size, dikkatlice dinlemenizi istirham ediyorum: Ne var bunda? 14 milyar para ama bu STK'lerin hangileri olduğunu açıklamıyorsunuz, niçin açıklamıyorsunuz? Açıklayın bunları, A sendikası, B derneği, C vakfı, kamu yararına şu vakıf, şu şekilde bir dernek diyerek açıklayın. Bakın, ayırım yapmayın, Türkiye'de herkese eşit muamele edin. Değerli bir proje varsa "Bu projeyi şu şehirden bir insan veyahut da şu şehirdeki bir dernek ve vakıf yapıyor." diyerek bunlar arasında ayrım yapmayın. İnanın, Manisa'da uzun süre milletvekilliği yaptım, çok uzun süre ve arkadaşlarıma şunu söyleyeyim: İnanın, bütün hizmetlerde bir kişiye etnisitesini sormadım, bir kişiye mezhebini sormadım, bir kişiye ırkını ve partisini sormadım, inanın sormadım ve herkesin haklı taleplerini, hukuki talepleri ve meşru taleplerini yerine getirdim.

Değerli milletvekilleri, bütçe kanunu teklifi Genel Kurula geldiği gün arkadaşlarımız ifade etmişti, yıllardır ben de gerek sosyal medyadan gerek ekranlardan bu konuyu dile getirmiş ve sormuştum. Bu kürsüden tekrar soruyor ve bu bütçenin sahibi nerede diyorum? Bu bütçenin sahibinin gelip burada bunu savunması lazımdı. Bütçemizi, bütçe hakkımızı elimizden almışlar ve ardından da diyoruz ki: Ya, bu bütçeyi birisi savunacak. Evet, doğru, buradaki Sayın Cevdet Yılmaz Beyefendi savunacak ama ben de buradan diyorum ki: Tüyü bitmemiş yetimin ve esasen bütün bir milletin hakkı, hukuku olan ülkemiz kaynaklarının nasıl ve ne şekilde harcanacağının belgesi, sözü ve vaadidir bu bütçe. Bu bütçe teklifi bir program değildir, bu bütçe teklifi sadece temenniler bütünüdür. Şu ana kadar hiçbir tahminlerini tutturamamışlardır, ne TÜİK tutturabilmiştir ne Merkez Bankası tutturabilmiştir, ne orta vadeli programla tutturabilmişinizdir, hiçbirini; her zaman revize etmişsinizdir yenilemişsinizdir bunları ve bir gün de bir tane tahmininizi "Tutturduk, faizi tutturduk, enflasyonu tutturduk, kalkınmayı tutturduk, işsizliği tutturduk." diyerek bunları söylemenizi isterdik.

Değerli milletvekilleri, bırakın bir bölümünü, bir fıkrasını yani buradaki bir parçasını, bir paragrafını, bırakın bir cümlesini ve bir kelimesini bile değiştiremediğimiz bir bütçe geldi buraya, daha önce de söyledim bunu ve buna demokrasi demeyelim. Siz Plan ve Bütçe Komisyonunda şunu söylediniz: "Buradaki muhalefetin tekliflerini, düşüncelerini çok değerli buluyoruz." Şimdi buna ne diyeyim ben Allah aşkına? Neymiş? Gelecek bütçede bundan istifade edeceklermiş. Allah aşkına, daha önce 2022 yılında yapılan konuşmalardan 2023'te istifade mi ettiniz siz? 2021'den 2022'de, 2020'den 2021'de mi istifa ettiniz? Hayır "ben yaptım, oldu" mantığı içerisinde geliyorsunuz ve de hiçbir şey olmuyor değerli milletvekilleri.

Esasen, ülkemizde uzunca bir zamandır George Orwell'ın, romanlarına rahmet okutan bir distopya yaşatılmaktadır. Her gün üzerimize boca edilen gerekli gereksiz gündemlerle yaşadığımız can yakan gerçeklikler gözlerden kaç gözlerden kaçırılmaktadır. Milletimizin gerçek sorunları kimi zaman Anayasa tartışmalarıyla, kimi zaman mafya ve çetelere güya yapılan kontrollü operasyonlarla, kimi zaman spor müsabakalarında atılan yumruklarla, futbolcuların dolandırılma hikâyeleriyle, başka ülkelerin yöneticilerine çekilen "Ey!"lerle "one minute" efelenmeleriyle, siyasi figürlerin sadra şifa olmayan sözleriyle, etnik ve mezhep tartışmalarıyla, konjonktürel ve elde edilmesi planlanan siyasi rant getirisine göre bazen yasaklanan, bazen serbest bırakılan cadde, meydan isimleriyle üstü örtülüyor, zamana yayılıyor ve unutturuluyor.

İktidarın iletişim aparatlar eliyle kotardığı bu örtülü operasyonlar aslında, çoğumuzun malumu bir hikâyeyi, Meksikalı bir adamın o meşhur bisiklet hikâyesini hatırlatıyor. Söyleyeyim hemen: Adam Meksika sınırında, bir bisikletle gidiyor. Her gün Amerikalı polisler çeviriyorlar kendisini, bakıyorlar, arıyorlar bisikleti; kum torbası var, başka hiçbir şey yok. "Buyurun, geçin." diyorlar. Akşam tekrar dönüyor Meksika sınırına. Yıllarca böyle, yıllarca hiçbir şey bulamıyorlar. Aradan yıllar geçtikten sonra polis memuru emekliye ayrılıyor, yine aynı adamın aynı işi yaptığını görünce "Allah aşkına, artık emekliye ayrıldım. Ne yaptınız bununla? Niye gidip geliyorsunuz bisikletle? Bir kum torbanız var, ne kaçırıyordunuz?" diyor. "Söyleyeyim, bisikleti kaçırıyordum." ifadesini kullanıyor.

Değerli milletvekilleri, bu hikâye aslında bakmak ile görmek arasındaki çelişkiyi özetleyen muhteşem bir hikâyedir. İnsanların algısı bilinçli bir şekilde bir yerlere yönlendirilir ve bu esnada ekmekleri, emekleri, varlıkları, umutları, katar katar kaçırılır ve yok edilir, ona buna peşkeş çekilir; tıpkı bu bisiklet hikâyesinde olduğu gibi. Gözlerden kaçırılan şey, aslında elimizden kayıp giden ülkemiz ve vatanımızdır; ülke kaynaklarımız, varlıklarımızdır; ormanlarımız, topraklarımızdır; su kaynaklarımız, tarım arazilerimizdir; ülkemizin liyakatli insan kaynağıdır; doktorlarımız, mühendislerimiz, dürüst ve haysiyetli, bürokratlarımız, kamu görevlilerimizdir; bankalarımız, peşkeş çekilen kamu kaynaklarımızdır; şeker fabrikalarımız, Tank Palet Fabrikamız, SEKA'mızdır; güya "Aman!" diyene kapımızı açıyoruz sözleriyle doldurulan milyonlarca yabancıyla Anadolu'yu Türksüzleştirme, Türk milletini mülksüzleştirme siyasetinin adım adım hayata geçirilmesidir. Hasılı, ülkemizin yani vatanımızın Türk milletinin elinden yavaş yavaş alınıp kurda kuşa yem edilmesidir. Bu iktidar zihniyetinin neredeyse attığı her adım, yaptığı her düzenleme ve uygulama bunun bir parçasıdır. Bu milleti, zengin ülkemizin fakir bekçileri yapmak için elinden geleni ardına koymayan bir siyasi iradenin planlı bir tasallutu altındayız. Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankasında hiç edilen 128 milyarı ne çabuk unuttuk değil mi?

Değerli milletvekilleri, Sayın Cumhurbaşkanı Yardımcısı süslü ve doktor reçetesini andıran cümlelerle kamufle ettiği ve esasen yaşadığımız son ekonomik çöküşü tarif ettiği yıkımın sanki kendiliğinden olduğunu ima ediyor. Bu yıkım kendiliğinden falan olmadı, bizzat olması istendi; bunun için aynen Cumhurbaşkanlığı hükûmet sistemi gibi dünyada ve literatürde eşi benzeri olmayan saçma sapan bir ekonomi planı devreye sokuldu. Nedir o? Nas ekonomisi. 2021 senesinin Eylül ayında "Nas varken sana bana ne oluyor." diyerek gittikleri faiz indirimiyle her şey altüst oldu mu? Oldu. Saygın ekonomistlerin söylediğine göre eğer bu uygulamaya o zaman gitmeselerdi dolar şimdi 12 ila 14 TL arası olacaktı, akaryakıt ise 13 ila 15 TL arası olacaktı. Kim hesap veriyor? Kimse vermiyor ki. Anayasa'yı uygulamadığınız zaman ne oluyor, bir şey mi oluyor? Size bir müeyyide mi uyguluyorlar? Size bir kamuoyu baskısı mı oluşuyor? Parlamentoda bir müeyyide mi var? Yüce Divan mı oluşuyor Türkiye'de? Yok, böyle bir şey de yok ve siz bunun hesabını vermeyeceksiniz.

Eylül 2021 öncesi yirmi sekiz ayın tüketici fiyatları toplam olarak yüzde 36 artmıştı yani iki yıl dört aylık enflasyon toplamı buydu; bir başka ifadeyle, yıllık yüzde 15-16 civarındaydı. Peki, nas ekonomisine yani zamansız ve gerçek dışı faiz indirimine geçilen Eylül 2021'den Eylül 2023'e toplam enflasyon ne kadar oldu biliyor musunuz? Tam tamına yüzde 221, tam tamına yüzde 221, yüzde 36'dan yüzde 221'e; maşallah diyelim, size 221 kere maşallah diyorum. Sayın Erdoğan uyguladığı nas politikasıyla doların fiyatını yüzde 243 artırdı ama suç kimde biliyor musunuz? Suç dış güçlerde, iç mihraklarda, vatan hainleri; faiz, dolar lobileri, Netanyahu falan filan derken bunlar da kesmeyince doların bu kadar artmasına en büyük sebebin dolar basmak için dış güçlerin bir matbaa makinesine sahip olmamızın önüne geçtiği yalanını üfürdüler. Yahu, şaka yapmıyorum vallahi, iktidar mahfillerinde, dernek ve ev sohbetlerinde, WhatsApp gruplarında bundan daha absürt yalanlar pompalanıyor ve maalesef, inanan hatırı sayılır bir kalabalık da var arkadaşlar. Ülke yönetmeyi bir PR çalışması olarak gören bu iktidarın saçma sapan ekonomi fantezileriyle ülkemiz ve insanımız büyük bir yıkım yaşadı ve yaşamaya da devam ediyor.

Değerli milletvekilleri, iktidar sözcüleri her fırsatta kendilerinden önce hiçbir şeye, mesela yol ve köprülere sahip olmadığımızı, barajlar, santraller, havaalanları, otomobil, traktör, buzdolabı, telefon ve neredeyse üstümüze giyecek bir ceketin bile olmadığını söylerken sonuç olarak, kendilerinden önceki döneme "Seksen yıllık reklam arası" demeyi de uygun görüyorlar. Sizin "seksen yıllık reklam arası" dediğiniz yere biz vatan diyoruz, devlet diyoruz.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Özdağ, lütfen tamamlayın.

SELÇUK ÖZDAĞ (Devamla) - Ve son yirmi yılda kavuştuğunuzu söyleyip duruyorsunuz, bunun adı bilgisizlik ya da gaflet değil, kesinlikle ideolojik saplantılarınızın, rövanşist duygularınız üstüne bezediğiniz şehir efsaneleriyle güya kurduğunuzu söylediğiniz yeni devlete bir milat tayin etmek ve buradan yürümek. Goebbels'in söylemiş olduğu gibi: "Yalan söyle, daha büyük yalan söyle ve devam et, asla yalan söylemekten vazgeçme, bir süre sonra insanlar buna inanacaktır." diyen kişiler bu adamlar değil miydi? Buyurun işte, adamın ruhu Türkiye Büyük Millet Meclisinde birilerinin içerisine sirayet etmiş.

Bu ülkede ilk traktör fabrikası Atatürk zamanında kuruldu, sene 1935, fabrikanın adı da Uzel Fabrikasıydı; 1944 yılında kurulan ikinci traktör fabrikasının adı da Başak idi; 1955 senesinde Koç grubunun kurduğu traktör fabrikasının adı da TürkTraktör'dü. Şimdi, ben bunları söylemeyeceğim yani "Pakistan'a ne kadar sattık, başka ülkelere ne kadar sattık?" demeyeceğim ama şunu söyleyeceğim: 2017 yılında Türkiye'de 72 bin olan traktör satışının 2019 yılında 19 bine düştüğünün izahını yapın bu bana yetecek ve artacaktır.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

SELÇUK ÖZDAĞ (Devamla) - Sözlerimi toparlayacağım.

BAŞKAN - Sayın Özdağ, lütfen son sözlerinizi alalım.

SELÇUK ÖZDAĞ (Devamla) - Sayın Başkan, teşekkür ederim.

Değerli milletvekilleri, bir bütçe geldi karşımıza ve bu bütçe maalesef Türkiye'de işsizliği bile doğru tanımlayamayan ve de vatandaşımızı zengin etmeyen, insanımızı mutlu etmek istese bile edemeyecek olan bir bütçe. Bu bütçeyle ilgili şunu söyleyeyim: 85 milyon kişi var Türkiye'de, 10 milyon zengin oluyor Türkiye'de ve bir 10 milyon da zenginlik yolundalar; 20 milyonun tuzu kuru ama geri kalan 65 milyon Türkiye'de fakir hayatı yaşıyor, inanın ev kiralarını ödeyemiyorlar, inanın ev alamıyorlar, inanın araba alamıyorlar, aldıkları evlerin ve arabaların taksitlerini ödeyemiyorlar, çocuklarını kreşlere gönderemiyorlar, çocuklarının servis paralarını ödeyemiyorlar; aldıkları maaş yetmiyor. Ben size seslenirim buradan: 11.402 lirayla insanlar nasıl geçinirler Allah aşkına? Asgari ücretle, 2002 yılında, 20 liraya, 1 çeyrek altın alırken bugün artık o asgari ücretle, o günkü asgari ücretle, bugün bir kilo patates alamazsınız, bir kilo domates alamazsınız değerli milletvekilleri.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Özdağ, lütfen, teşekkürünüzü iletin.

SELÇUK ÖZDAĞ (Devamla) - Teşekkürümü yapıyorum Sayın Başkanım.

Değerli arkadaşlar, "Oy verdiniz, seçtiniz. Ne şikâyet ediyorsunuz ey vatandaş?" diyecekler birileri "Niye şikâyet ediyorsunuz?" Ben de diyorum ki: Bizler demek ki doğru yoldayız ve sizi milletimize şikâyet ediyoruz. Ve size diyoruz ki: Sizin yaşatacaklarınız özgürlük değil, yasaklar; adalet değil, maalesef fakirlik ve yoksulluk olacak Türkiye'de. Nereden biliyorum? Bunu bilmek için önümüze getirdiğiniz bu bütçeye bakmak yeter. Zaten kendiniz bizzat söylüyorsunuz. Bu nedenle bu bütçeye ve bunu "bütçe" diye önümüze koyan siyasi anlayışa "Hayır." diyeceğiz.

Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum. Allah'a emanet olun.