Konu: | 2024 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Teklifi ile 2022 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Teklifinin Maddeleri münasebetiyle |
Yasama Yılı: | 2 |
Birleşim: | 44 |
Tarih: | 23.12.2023 |
SAADET PARTİSİ GRUBU ADINA MUSTAFA BİLİCİ (İzmir) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; dün akşam ve bugün Irak'ın kuzeyinde 12 evladımızı şehit verdik. Şehitlerimize Allah'tan rahmet, kederli ailelerine sabrıcemil niyaz ediyorum. Ruhları şad, mekânları cennet olsun inşallah.
Değerli arkadaşlar, insan bazen bu Meclis çatısı altında havanda su dövüp dövmediğini soruyor kendine. Haftalardır bütçe konuşmaları yapıyoruz ama maalesef ne neden bu hâle geldiğimizin öz eleştirisini görebiliyoruz ne de topluma güven verici, geleceğe umutla bakmasını sağlayacak somut pratikler üretiyoruz. Demokrasinin ve hukuk devletinin baypas edildiği bir vasatta istihdam, üretim, enflasyon, kur, faiz, gayrisafi millî hasıla üzerine bahisler oynuyoruz âdeta. "Eğitim" desek hakeza; Asım'ın nesli hedefiyle imam-hatipler açtık ama kötü yönetimi, yolsuzluğu, rantı "Nas var." diyerek din eliyle perdelemeye gayret ettik. Sonuçta, tahfif ettiğimiz değerler yüzünden gençlerimizi dinden soğuttuk, deizmin pençesine ittik. Ülkesinden kaçmak isteyen, başka diyarlarda ümit arayan nesiller ürettik. Kimilerini KHK'lerle sivil ölümlere mahkûm ettik, kimilerini mülakatzede kıldık. Tam 2,5 milyon vatandaşımızı terör şüphesiyle soruşturmalardan geçirdik. Yerel mahkemelerin AİHM ve AYM kararlarını uygulamamalarını "yerlilik" "millîlik" diyerek savunduk. Çarpık enflasyon yüzdeleri, kavgalarıyla yıllarımızı tükettik. Milleti hak ettiğinin daha azına razı etmek, emeğinin karşılığını vermemek için kurumlara gerçekleri söyletmedik, defalarca yöneticilerini değiştirdik. Rasyonel politikaları öğütleyenlere "mandacı" dedik, dış güçlerin ajanı muamelesi yaptık. Ülkede 2 milyona yakın konut fazlalığı varken ev bulma derdi ve devasa kiralar yüzünden milleti birbirine düşman kıldık. Depremzedelere verdiğimiz sözleri tutamadık. En çok övündüğümüz betonlaşma siyasetinde bile TOKİ'zedeler yarattık. Yargıya olan güveni tarumar ettik. Hukuksuzluk, rant, rüşvet ve yozlaşma ağı yargıyı da cenderesine aldı. Bunları gündeme getiren üst yargı mensuplarını linç etmekten geri durmadık. Yargı kurumlarını, o kurumların başındakileri terörle iltisaklı ilan eden siyasi retorikleri baş tacı ettik. Sessiz devrimlerin yapıldığı ve toplumun tüm renklerinin kuşatıldığı günleri unutup 90'ları arar hâle geldik. Suç örgütlerinden dolarla maaş alan siyasiler, davasına gireceği adamın yaş günü partisine katılan yargı mensupları, suçu kapatmak için rüşvet pazarlığı yapan gazeteciler türedi. Ülkedeki yozlaşmanın pek çok örneğini suç örgütü liderlerinin sosyal medya mesajlarından öğrendik. Kurum başkanlarının, yöneticilerinin, akrabalarının nasıl haksız servetler edindiklerine ve birbirlerine nasıl düştüklerine bu ifşalar sayesinde muttali olduk. Olduk da ne oldu? Bakanlığına dezenfektan satan bakanların şükran duygularıyla yolcu edildiği bir ülke hâline geldik. Kayyumlarla bir halkın seçme ve seçilme hakkının elinden alındığı günleri yaşadık, yaşamaya da devam ediyoruz. En kötüsü de bu hukuksuzlukların tümünü kanıksar hâle geldik; tıpkı akraba kayırmacılığı, kör göze parmak sergileyen rektörleri, bürokratları, kurum başkanlarını hep birlikte kanıksadığımız gibi, tıpkı FETÖ borsalarını, servet transferlerini vakayıadiye misali sindirdiğimiz gibi, tıpkı saadet zinciri senaryolarını, kara paranın baş döndürücü seyahatlerini magazin haberi misali izler gibi. Bütün bunların bizim en değerli sermayemiz olan insana yaptıklarını hesap edemedik. Adil yargılama hakkını lime lime ettik; hak ihlali kararları veren mahkemelerin hükmünü yok ettik; hak, hukuk, adaletten yana tavır koyan hâkim-savcıları tehcir ettik; defalarca söz verilen coğrafi teminatı yerle yeksan ettik; ondan sonra da "Neden karne notlarımız böyle? Bize operasyon çekiliyor." diye feveranlar kopardık. Oysa AİHM'in kapılarına binlerce vatandaşımızın dayanması o dış güçlerin işi falan değildi, ne ettiysek kendi ellerimizle ettik. 15 Temmuz sonrası yepyeni sivil bir anayasa yapma, daha fazla hukuk, daha fazla özgürlük, daha fazla sivil haklar inşa etme imkânlarına kavuşmuştuk, engelimiz de yoktu. Maalesef tek engelimiz korkularımız ve güç istencimiz idi. İşte, o yüzden "Türk tipi başkanlık sistemi" diye bir şey ürettik, defakto güçler birliği oluşturduk, 28 Şubatların pek çok aktörüne tekrar yol verdik. Zararı sadece bize olmadı; önce bağrımıza bastığımız, sonra da ırkçı kesimlerin önüne attığımız mültecileri de bu kadrolara kurban verdik; kimilerini insan kaçakçılarının önüne attık, kimilerini haksız, hukuksuz "deport"larla sınır dışına kovaladık. Dün "gönül coğrafyaları" "tarihî sorumluluk alanları" dediğimiz coğrafyalarla, onları barındıran halklarla aramıza engeller koyduk. En barizini bugünlerde Filistin'le alakalı yaşamaktayız; oysa, toplanıp toplanıp esip gürlüyoruz ama yağamıyoruz; tek bir yaptırım maddesini bile soykırım cellatlarına uygulamayı beceremedik. Dışarıda güçlü olmanın, inandırıcı ve etkili olmanın yegâne yolunun, asıl içeride barış ve güvenliği sağlamaktan, hukuk devletini ihya etmekten geçtiği gerçeğini unutuverdik. Toplumu yanlış ve çarpık bir beka anlayışına zerk ettik. Dün açılımlara, çalıştaylara, demokrasi ve hukuka omuz veren bir toplumdan korkularıyla yüzleşmekten korkan, baskıcılığı güvenlik zanneden, özgürlükleri esaret sanan bir kitlesellik yarattık.
Öte yandan, 2040'lı yıllara kadar evlatlarımızı, torunlarımızı borçlu kılacak, onlara kullanacağımız kaynakları kurutan, hazine garantili yap-işlet sistemleri ürettik. "Yeniden hesaplamaya gidelim, halkın parası zayi olmasın, azınlık bir güruha millet olarak milyarlarca doları ödemeyelim." dediğimizde, karşımıza Londra Tahkimini koyan ama yerlilik, millîlikten de kimseye pay vermeyen bir zihniyete mahkûm edildik.
Şimdi bütçe konuşuyoruz ama yapısal reformlara girişmeden kaybettiğimiz güveni nasıl kazanacağız? Torba yasaların baş tacı edildiği, her bir konunun tek kişinin ağzına baktığı bu sistemde nasıl olup da ortak akla dayalı bir sistem inşa edeceğiz? Bu, geleceğimizi ilgilendiren kocaman bir soru. Siyasetin ancak normalleşme sayesinde yaralarını sarabileceğini, normalleşen siyasetin toplumda da sinerji oluşturacağını kabullenmekte hâlen zorlanıyoruz. Normalleşmeyi hukuku, özgürlüğü, gücü zayıflatacak bir zafiyet olarak gören bir anlayışla nasıl gerçek, sahici, hakiki, akıllı, liyakatli, ehliyetli, adaletli ve merhamet içeren bir sistem oluşturabileceğiz? Soru çok ama cevaplamaya niyetimiz var mı, asıl bunu konuşmamız lazım. Konfor alanlarımızdan, menfaat meskenlerimizden, pragmatik çıkar alanlarımızdan yani kâbuslardan uyanıp bu soruyu kendimize sorup yol alabilecek miyiz acaba?
Mevcut sistemin yasama organı vasfını kadük kıldığı bu Meclisi saygı ve umutla selamlıyor, hepinizi Allah'a emanet ediyorum. (Saadet Partisi sıralarından alkışlar)