GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: 2024 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Teklifi ile 2022 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Teklifinin Maddeleri münasebetiyle
Yasama Yılı:2
Birleşim:44
Tarih:23.12.2023

DEM PARTİ GRUBU ADINA MEHMET KAMAÇ (Diyarbakır) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum. Merkezî yönetim bütçe kanunu teklifinin 11'inci maddesi üzerine söz almış bulunmaktayım.

Yaşadığımız ülkeyi tanımlamak için en uygun kavramı kullanmak istersek bunun için en uygun kavramın "eşitsizlikler ülkesi" kavramı olacağını düşünüyorum. Tanımlar, efradını cami, ağyarını mâni olurlar. Türkiye için bu kavram, tanımının tanımını ve tanımın özelliğini tam haiz olduğu için en uygun tanımıdır diye düşünüyorum. Neden eşitsizlikler ülkesi? En başta ülkenin temel kurumu ve yasama organı olarak Meclis, eşitsizliklerin apaçık olarak yaşandığı kurum değil mi? Bu eşitsizlik bu Parlamento çatısı altında her gün yüzümüze çarpmaktadır. Bizim gibi, halkın meşru oylarıyla seçilmiş milletvekillerinin temsiliyet hakları rakamlara kurban edilerek konuşma hakları kısıtlanmakta ve bu vekiller arka sıralara oturtulmaktadırlar. Buradan selam olsun size ey parlamentonun eşitsizleri diye sesleneceğim ama yerlerinde de doğrusu oturmamışlar bugün.

Türkiye Büyük Millet Meclisi bünyesinde çalışan, her gün yüz yüze baktığımız, yemek servisi yaparken yüzlerinden tebessüm eksilmeyen emekçi kardeşlerimiz de ücrette eşitsizliğin fotoğrafı olarak her gün gözümüzün içine bakmaktadırlar.

Genelde muhalefetin, özelde de Kürt halkının siyasal temsilcileri olan vekillerin maruz kaldığı muamele eşitlerin tabi olduğu muamele midir? Yanı sıra, Kürt halkının siyasal temsilcilerinin temsil ettikleri halkın dilini kullandığında, onların taleplerini dile getirdiğinde karşılaştıkları tutum eşitlerin eşitlere uygulayacağı bir tutum mudur? "Bizim Kürtlerle sorunumuz yok." deyip Kürtçeyi inkâr etmek ancak Allah'ın dilsiz bir kavim yarattığını iddia etmekle mümkün olabilir. Demokrasinin her koşulda kayıtsız şartsız kabul ettiği, herkesin oyunun eşit değerde olduğu gerçeği Kürt halkı ve temsilcileri için geçerli mi? Eğer geçerliyse kayyum uygulaması neyle izah edilebilir? Hukukun temel ilkesi olan masumiyet karinesi herkes için geçerli ise ve herkes bu noktada eşit ise yüzlerce Kürt siyasetçinin dosyası bile olmadan tutuklanması, derdest edilmesi neyle izah edilebilir? Keza hukukun üstünlüğü prensibi herkes için geçerliyse neden yargılanıp aklananlar haklarından mahrum bırakılıyor? Demokrasi ve hukuk gibi eşitlik ilkesine ilkesel bazda dayanan ve bunu vazgeçilmez gören iki kavramın gerektirdiği eşitlik Kürt halkına geçerli değilse bu ülkede demokrasinin ve hukukun olmadığına kanaat etmek ve bu saptamada bulunmak yanlış mıdır? TBMM bu ülkede yaşayan ve yurttaş olan herkesin parlamentosudur; herkesin olan herkesi temsil etmekle anlam bulur ve ancak o zaman gerçekçi olur. Hemen her gün burada ne zaman ki Kürtçe bir konuşma yapılsa kıyamet kopmuşçasına bir tepki veriliyor, her seferinde Anayasa'nın 3'üncü maddesiyle uyarılıyoruz. Her halk için ana dili başka hiçbir dilin taşıyamayacağı anlamlar taşımaktadır, yüzlerce yıl içerisinde atalarının düşünceleriyle biçimlenmiş ve o halkın birikmiş deneyimini içinde saklar. Bir halkı kendi dilinden ayırmak; onu benliğinden, tarihinden, birikiminden ve en önemlisi de irfanından ayırmaktır. Dünyada hiçbir anayasa bir dili yasaklamayı kendine bir hak olarak göremez, görmemelidir. Bu ülkenin esas sorunu da tam da burada ortaya çıkıyor: Tekçilik, farklılıklara tahammülsüzlük ve inkâr; dayanak da Anayasa. Oysa ilahi prensipler, insanlar tarafından kabul gören evrensel ilkeler ve insan olmaktan kaynaklı haklar bir anayasanın maddeleriyle kısıtlanamaz, bu ilkeler bütün anayasalardan üstündür, anayasalar bunların önüne geçmenin kalkanı olamazlar; olurlarsa o anayasa bir zümrenin, bir halkın ancak bir kesiminin anayasası olur ki o zaman da toplumsal bir sözleşme olmaktan çıkar. Nerede olursa olsun herhangi bir anayasanın değeri, evrensel değerlere, genel kabul gören referanslara ve insanlığın ürettiği medeniyet mirasının birikimlerine bağlı kaldığı orandadır, onlardan uzaklaştıkça değerini yitirdiği gibi sorun olmayı da beraberinde getirir. Esas itibarıyla, bu sorunu çözme odaklı olması gereken anayasayı, sorunların odağı hâline getirmek sığ bir yaklaşımın sonucudur. Sorun üreten bir anayasayı, hele de bir cunta anayasasını, evrensel, ilahi, insani hakların önünde engel kılmak rahmani çerçevede çalışan hiçbir aklın ürünü olamaz.

Başörtülü kadınlar Parlamentoda ve kamuda hak ettikleri yeri alsınlar diye 28 Şubatçılara karşı "başörtüsüne özgürlük" mücadelesi verirken başörtünün inancın gereği olduğu ve kişinin kendi özgür iradesiyle buna karar vermesi gerektiği gerçeği en büyük dayanağımızdı. Buna karşın bir halkın dilini yasaklamanın Allah'ın alanına müdahale olduğunu ve o dinin...

(Hatip tarafından Rum suresinin 22'nci ayetikerimesinin bir kısmının okunması)

MEHMET KAMAÇ (Devamla) - ...gibi apaçık naslarını paramparça ettiğimizi ne kadar çabuk unuttuk. Ya "Dillerinizin ve renklerinizin farklılığı Allah'ın ayetlerindendir." ilahi yaratılış prensibini reddedeceğiz ya da bir cunta konseyinin hazırladığı, kerameti kendinden menkul, gerici bir metni daha kutsal göreceğiz. "..."(*) "İki zıt bir arada olamaz." aklı, ilkesi gereği "Hem bu hem de o kabulümüzdür." diyemeyiz. Bir ülkede yaşayan bir halkın dilinin onun temsilcileri tarafından kullanılmasını, üstelik tüm ülkenin kurumu olduğu iddia edilen bir kurumda Anayasa'nın bir maddesiyle engellemeyi ne dinî prensiple ne evrensel, beşerî ilkeyle ne de akli genelgeçer bir önermeyle izah edebiliriz. Bu yaklaşım bunların hiçbiriyle refere edilemez; bu ancak tekçi, dayatmacı bir zihniyetin ürünüdür. Bu dayatmaları, Anayasa'nın üretilmiş sanal kutsiyeti üzerinden meşrulaştırmak bir işgüzarlıktır, bunu kabul etmek de o işgüzarlığa teslimiyettir; işgüzarlık da teslimiyet de sorun üretmekten başka bir sonuç çıkaramaz, şimdiye kadar çıkaramadığı gibi.

Sorarım size: Şimdi, siz hiç vatandaşı olduğunuz ülkenin Parlamentosunda dilinizle konuşan bir vekilinize sanki gayrimeşru, haram ve günah olan bir şeyi yapıyormuş gibi saldırmanın, vaveyla koparmanın bir travma yarattığını empati kurarak düşündünüz mü? Siz hiç camide dinlediğiniz vaazı anlamamanın ne olduğunu, mahkemede kendinizi savunamama hâlini veya hastalandığınızda doktora derdinizi anlatamama çaresizliğine düştünüz mü? Ya da şimdi ekranı başında beni izleyen ve evladının ne dediğini "..."(*) diyerek torunundan öğrenmeye çalışan annemin yerine koydunuz mu kendinizi? Hiç bu pencereden baktınız mı? Dilinize "x" ya da "bilinmeyen dil" diye bir isim veya bir sıfat takanlara kardeş olarak bakabilir misiniz? Size Kur'an'dan, dinden ve akıldan uzaklaşmayı daha meşru ve makul hangi gerekçe reva görüyor? 21'inci yüzyılın ilk çeyreğini yaşadığımız bir zaman diliminde hâlâ bir dile böylesi ilkel bir yaklaşımı birtakım korku ve endişelere sığınarak yapmak, korku zindanlarında tutsak olarak yaşamayı göze alacak kadar çaresiz davranmak akıl gibi eşsiz bir donanıma sahip insana yakışan bir tutum mu? Bu korkuyu nasıl böyle paranoyak bir yaklaşımla sindirebiliyorsunuz? Rakamlara indirgenen her şeyi büyük gösterme çabasına girerken değerler endeksinde ne kadar küçüldüğümüzü nedense hiç kimse dile getirmedi. Plan ve Bütçeden tutun, Genel Kurul bütçe görüşmelerine kadar her alanda rakamlar havada uçuşuyor. Ülkedeki en kıymetli değerler bile rakamlara indirgendi. Bu kadar rakam kavga ve kargaşasının içerisinde sanırım bizleri biz yapan en kıymetli değerleri unuttuk ya da değersizleştirdik. Yaşama ve yaşatmanın erdemi orta yerde dururken ölmeyi ve öldürmeyi ne kadar da kutsal hâle getirdik. Dahası öldüren ve öldürülenin ne olduğu gerçeğini unutarak nasıl da rakamlara indirgedik. Adil olmayanların artık bu kadar güçlü olmaması gerektiğini yaşadığımız acılardan öğrendik. İhtirasın akla, nefretin sevgiye hükmetmediği ve gücün zulüm üretmediği bir iklime bu ülkenin ve hepimizin ihtiyacı var. "Bu ülkeyi birleştirmek için yapabileceğimiz her şeyi yaptık mı, bu coğrafyanın barışa olan umudunu büyütmek için üzerimize düşen sorumluluğu hakkıyla yerine getirdik mi?" diye hiç kendimize sorduk mu?

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Buyurun.

MEHMET KAMAÇ (Devamla) - Özgürlük, demokrasi hepimizin katılımını dolayısıyla sorumluluk almamızı gerektirir. Demokrasinin vadettiklerini gerçekleştirmenin zamanı gelmedi mi?

Değerli milletvekilleri, hepimizi ilgilendiren ve ağır bedeller ödeten sorunları çözme çabasında sırtımızı dayayacağımız dayanaklarımız var. Kürt meselesinin tezahür ettiği dil, kültür ve statü alanlarındaki sıkıntıları gidermek için elimizde istifade edeceğimiz birçok yol, imkân ve yöntem vardır. Bu imkânları Türkiye'de yaşayan tüm halkların mensubu olduğu bütün dinler, değerler manzumeleri, evrensellik üzerine kurulu bütün ideolojiler, toplumsal dinamikler, tarihî ilişkiler ve tarihî miras bize sunmaktadır. Hülasa, adalet, hukuk, dinler ve insanlığın ortaklaştığı evrensel değerler bu meselede çözmede fazlasıyla bize olanak sağlıyor. Adalet, hak, hukuk, eşitlik gibi değerleri rehber edinenler bu meseleyi kolaylıkla çözebilir. Bu imkânları çözümün hizmetine sunmuyorsak nedeni bizim ikiyüzlülüğümüz, zalimliğimiz olarak tarih sayfalarında yerini alacaktır.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

MEHMET KAMAÇ (Devamla) - Sayın Başkan, özür diliyorum, sözümü şu ayetle bitirmek istiyorum; bütün cuma hutbelerinde okunan bu ayet: Şüphesiz ki Allah, adaletli davranmayı, iyilik yapmayı, akrabayı gözetmeyi emreder; her türlü hayasızlığı, kötülüğü ve azgınlığı yasaklar; düşünüp ders almanız için size böyle öğütler verir.

Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum. (DEM PARTİ sıralarından alkışlar)