GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: 2024 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Teklifi ile 2022 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Teklifinin Maddeleri münasebetiyle
Yasama Yılı:2
Birleşim:43
Tarih:22.12.2023

DEM PARTİ GRUBU ADINA KAMURAN TANHAN (Mardin) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Ben de bugün, burada, Türkiye'de faili meçhul cinayetler, zorla kaybetmeler ve cezasızlık politikasından biraz bahsetmek istiyorum. Belki örneklerin çok azını burada ifade edeceğim ama ne yazık ki sayılar insan hakları örgütlerine göre çok daha fazla. Zorla kaybettirme eylemleri, Birleşmiş Milletler Zorla Kaybedilmeye Karşı Herkesin Korunmasına Dair Sözleşme'nin 2'nci maddesinde düzenlenmiştir ve tanımı burada yapılmıştır. Farklı uluslararası belgeler, uluslararası içtihatlar ve doktrin, bu eylemin tanımı ve unsurları konusunda hemfikirdir.

Zorla kaybettirme suçu muhaliflere, farklı etnik kimliklere veya dinî gruplara veya sistem karşıtı gruplara karşı devletin bizzat kolluk güçleri tarafından veya desteklediği paramiliter güçler aracılığıyla uygulanan insanlık dışı yöntemlerden biri olmuştur.

Türkiye'de faili meçhul cinayetler ve zorla kaybetme uygulamaları 1980'li yıllardan sonra gündeme gelmiş, 80 darbesinden sonra -on bir yıllık- yoğunluk kazanmaya devam etmiştir. 90'lı yıllarda ise sistematik bir devlet şiddeti olarak uygulanmış; gözaltılardan, tutuklamalardan sonra kayıp vakaları -90'lı yıllardan itibaren- çoğu OHAL ilan edilen bölgelerde, Kürt illeri başta olmak üzere, her yıl artış göstermiştir.

Türkiye'de kayıplarla ilgili tartışmalar 2000'li yıllarda bazı toplu mezarların açılmasıyla sık sık gündeme gelmeye başlamıştır. Ancak gerek zorla kaybettirmelerle ilgili herhangi bir hukuki düzenleme olmayışı gerekse faili "devlet" kabul edildiği için bu uygulamanın tartışılmasının zorluğundan olacak ki iddialara ilişkin etkin adımlar atılmamıştır.

Kayıpların gözaltına alındığı birçok kez güvenlik güçleri tarafından inkâr edilmiş, bu kayıpların başka kimseler tarafından kaçırıldığı iddia edilmiş veya gözaltında oldukları kabul edilen kişilerle ilgili yapılan soruşturmaların, failleriyle ilgili yapılan soruşturmaların da cezasızlık politikalarıyla üstü örtülmüştür.

İnsan Hakları Derneği, İnsan Hakları Vakfı ve Hafıza Merkezi gibi insan hakları örgütlerinin sayılara ilişkin verileri kayıt altına alınsa da Türkiye'deki kayıpların gerçek sayısına ulaşmaya imkân verecek resmî veriler mevcut değildir. Hafıza Merkezi raporlarına göre tam sayı kesin olarak saptanmamış olsa da veriler 1980 ile günümüz arasında 1.350 zorla kaybetme mağdurunun olduğu yönündedir. Yine, İnsan Hakları Derneğinin Kayıplar Komisyonunun hazırlamış olduğu son rapora göre 1990 ile günümüze kadar gözaltına alındıktan sonra kaybolan insan sayısı 940 olarak kayda geçmiştir. Yine, tespit edilen 253 toplu mezarda ise yaklaşık 4 binden fazla insanın gömülü olduğu, faili meçhul olduğu söyleniyor ancak özellikle OHAL bölgelerinde kayıp yakınlarının tamamının resmî başvurularda bulunmadığı düşünüldüğünde de bu sayının çok daha fazla olduğu hepimizin malumu.

Olayların gerçek boyutlarının çok daha korkunç olduğu ve çok geniş bir coğrafyada yüzlerce, hatta binlerce toplu mezarda gömülü, kimliği belirsiz, kayıp kişilerin olduğu tahmin edilmektedir. Mağdurların çoğu Kürt'tür, vakalar benzer bir çizgiyi takip etmektedir. Vakaların tamamında mağdurlar evlerinden alınıp gözaltına alınmakta, karakola götürülmekte ancak daha sonra gözaltına alındıkları yetkililer tarafından inkâr edilmektedir. 90'lı yıllarda OHAL bölgesinde yaygın ve sistematik bir şekilde zorla kaybettirmeler ve hukuk dışı infazlar gerçekleşmiştir. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine 148 kişinin zorla kaybettirilmesine ilişkin 73 başvuru yapılmış, 54 başvuru için Türkiye -başta yaşam hakkı olmak üzere- Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin ilgili maddelerini ihlal etmiştir. Yine, AİHM bu vakalarla ilgili olarak birçok karar almıştır ancak Türkiye'nin bu kararlar karşısında gösterdiği uyum ve sergilediği tavır mağduriyetlerin artmasına sebebiyet vermiştir. Örnek verilecek olursa Dargeçit JİTEM dosyası, Süleyman Seyhan, Mehmet Emin Aslan, Nedim Akyön, Davut Altınkaynak -ki bu 13 yaşında- Seyhan Doğan adlı şahıslar resmî gözaltı işlemi yapılmaksızın fiilen gözaltına alınarak işkence edilip bir süre sonra öldürülmüştür. Abdurrahman Coşkun ve Abdullah Olcay adlı şahıslar da yine aynı olay kapsamında Dargeçit'te gözaltına alınıp işlem yapılmak üzere Dargeçit İlçe Jandarma Komutanlığına, oradan da İl Jandarma Komutanlığına, daha sonra Mardin Cumhuriyet Başsavcılığına çıkarılıp serbest bırakılmış ama bir daha kendilerinden haber alınamamıştır. Bu olay 1995 yılına ait. Ve en korkuncu burada aslında, bu konularda bilgi sahibi olan ve o tarihlerde Dargeçit İlçe Jandarma Komutanlığında görevli Uzman Çavuş Bilal ise bildiklerini anlattığından veya anlatacağından endişe edilerek Dargeçit İlçe Jandarma Komutanlığında kalorifer kazanında canlı canlı yakıldığı iddiası ve tespiti var. Her defasında, iktidar tarafından kendi iktidarlarında faili meçhul cinayetlerin olmadığını, cezasızlık politikalarının olmadığını ifade ediyorlar ama bu durum öyle değil aslında. Kolluk tarafından veya devlet adına yapılan katliamların tamamında ya cezasızlık ya da zaman aşımıyla failler korunmaktadır. Bu mesajı alan kolluk güçleri veya failler bu katliamlarına, bu suçlarına devam etmektedir. Örneğin Uğur Kaymaz 2004 yılında, 12 yaşında, evinin önünde 13 kurşunla katledildi, sembolik cezalarla failler aklandı; failler hâlen görevlilerine devam etmektedir. Derik JİTEM dosyası, Dargeçit JİTEM dosyası, Lice davası, Medeni Yıldırım'ın katledilmesi, Ceylan Önkol'un katledilmesi, Uğur Kurt'un katledilmesi, Ali İsmail Korkmaz'ın katledilmesi, Ethem Sarısülük'ün katledilmesi, Nihat Kazanhan'ın katledilmesi, Metin Lokumcu'nun katledilmesi, Recep Hantaş'ın katledilmesi, Nezir Tekçi'nin katledilmesi, Şırnak Görümlü dosyası, Şırnak Roboski dosyası... Ve en çarpıcısı da aslında, biraz önce sayın hatiplerin ifade ettiği gibi, "Elinizde delil varsa savcılığa başvurun." Evet, Diyarbakır "Nevroz"unda kamera kayıtları önünde Kemal Kurkut faili belli kişiler tarafından katledildi ve bu delilleri savcılığa sunan gazeteci Abdurrahman Gök yirmi iki buçuk yıl cezayla karşı karşıya ve hâlen yargılaması devam ediyor. Dolayısıyla bu liste uzayıp gidiyor, benim aldığım birkaç tane örnek.

Bir de zaman aşımıyla sonuçlanan örneklere bakılacak olursa Vartinis davası, daha geçen hafta zaman aşımıyla düşürüldü. Musa Anter, Madımak katliamı... 21 kişiyi katleden, Cizre JİTEM davasında yargılanan Temizöz zaman aşımıyla aklandı. 11 kişinin katledildiği Kulp davası yine zaman aşımı... 22 kişinin katledildiği Kızıltepe JİTEM davası zaman aşımıyla sonuçlandı. Yine, Meclis İnsan Hakları Komisyonu adına Batman'a faili meçhul cinayetleri araştırmak üzere giden Mehmet Sincar, DEP milletvekili -faili belli esasında ama- katledildi. Bunların tamamı AK PARTİ döneminde yaşanan hukuksuzluklar veya görmezlikten gelinmesi, faillerin korunması ya da... Sincar'ın öldürülmesi, JİTEM'in, karanlık güçlerin ve derin devletin içinde olduğu bir cinayet aslında ve ne acıdır ki öldürülen DEP'li Kürt ve muhalif biri olunca TBMM kendi milletvekiline sahip çıkmamıştır, çıkmıyordur. 30'uncu yılını doldurdu, herhangi bir sonuca ulaşmayan dava zaman aşımıyla karşı karşıyadır.

Zorla kaybettirme suçu birden fazla mağduriyet yaratmakta. Bakınız, Dargeçit JİTEM dosyasında, babası katledilen -mezar yeri ve kimliği tespit edilmeyen- bir vatandaşımız kendi imkânlarıyla insan kemiklerine ulaşıyor bir mağarada, savcılığa defalarca talepte bulunuyor, savcılık hiçbir işlem yapmıyor; kemikleri kendisi savcılığa götürünce savcılığın yaptığı ilk iş onun hakkında dava açmak, yaptığı ilk iş bu. Dolayısıyla, mağduriyetleri gidermek için, Ruanda örneğinde bile olsa, bir yüzleşme, bir hesaplaşmanın yapılması lazım. Bakın, Ruanda örneğinde, 1990'lı yıllarda yaşanan iç savaşta 1 milyondan fazla insan yaşamını yitirdi, 2 milyondan fazla insan yerinden yurdundan edildi. Ama ne yaptılar? Gacaca Mahkemelerini kurdular, fail ile mağdurları bir araya getirdiler ve adaleti tesis etmeye çalıştılar. Başarılı oldu mu? Gidenler geri geldi mi? Tabii ki hayır ama en azından bir çabaları oldu ve bunu kısmen de olsa başarabildiler. İşte, tam bu nedenle dokuz yüz yetmiş yedi haftadır Cumartesi İnsanları adalet nöbetini kararlılıkla sürdürmektedir. İnsanların, bir mezar yerinin tespiti, dinî inançlarına göre gömülme isteği...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

KAMURAN TANHAN (Devamla) - Bitiriyorum Sayın Başkan.

BAŞKAN - Tamamlayın Sayın Tanhan.

KAMURAN TANHAN (Devamla) - Teşekkür ediyorum.

Dokuz yüz yetmiş yedi haftadır Cumartesi İnsanları adalet nöbetini devam ettiriyor. Gözaltındaki kayıplara ne olduğuna ilişkin hukuki ve vicdani bir hesaplaşma gerçekleşmektedir. Aslında, bu gözaltındaki kayıpların tamamının devlet arşivlerinde olduğunu düşünüyoruz. Sayın Cumhurbaşkanı Yardımcısına da sordum: Devlet arşivlerini bu konuda açmayı düşünüyor musunuz? Ne yazık ki cevap alamadım ama bu failler ve bu cinayetler, bu gözaltındaki kayıplar veya casusluklar devlet arşivlerinde var.

Son söz olarak, bizler ısrarla insan haysiyetini işaret etmeyi sürdüreceğiz. Türkiye'de devletin yüksek menfaati söz konusu olduğunda insan hayatının feda edilebilir bir ayrıntı hâline geldiği anlayışını mutlaka ortadan kaldıracağız.

Teşekkür ediyorum. (DEM PARTİ sıralarından alkışlar)