| Konu: | 2024 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Teklifi ile 2022 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Teklifinin 10'uncu Tur Görüşmeleri münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 2 |
| Birleşim: | 43 |
| Tarih: | 22.12.2023 |
DEM PARTİ GRUBU ADINA HEVAL BOZDAĞ (Ağrı) - Teşekkürler Sayın Başkan.
Sayın Başkan, Sayın Genel Kurul; partim DEM PARTİ adına savaş sanayisi başkanlığı üzerine konuşmamı yapacağım.
2024 bütçesi, ülkenin kaynaklarını savaşa, savunmaya ve güvenliğe harcayan bir bütçedir. Savunmaya 2024 yılı için toplamda 1 trilyon 133,5 milyar lira ödenek tahsis edilmiştir. Bu rakam 11 trilyon 89 milyar liralık bütçe büyüklüğüyle kıyaslandığında 2024 bütçesinin yüzde 10,2'sine tekabül etmektedir. Bu bütçeyi halklar yapmamıştır çünkü bunca yoksulluğun, açlığın, sefaletin olduğu bir ülkede kimse savunmaya bu kadar bütçe ayırmaz ve halklar sorunların çözümünün, çatışmadan değil uzlaşıdan geçtiğini bilir. Eğitimden sağlığa tüm kalemlere yansıyan güvenlikçi anlayış toplumun temel ihtiyaçlarını karşılamaktansa buraya aktarılmıştır. O yüzden, bu bir savaş bütçesidir. Bu bütçenin içinde Millî Savunma, Emniyet Genel Müdürlüğü, Jandarma Komutanlığı gibi kalemlerin yanı sıra bir de Savunma Sanayii Destekleme Fonu yer almaktadır. Bu Fon'un bütçesi Cumhurbaşkanlığı hükûmet sistemiyle birlikte 2018'den sonra katlanarak artmıştır ve 2023 itibarıyla 76 milyar olan bütçe bugün 162,6 milyar lira olarak belirlenmiştir. Direkt Cumhurbaşkanına bağlı, denetlenemeyen, kaynağın hangi projelere ve şirketlere ayrıldığının takip edilemediği bir bütçe söz konusu. Sayın Cumhurbaşkanı Yardımcısı bizi bu konuda günün sonunda aydınlatır umarım.
Bu bir savaş bütçesidir dedik. Bu durumda, bu bütçenin harcama kalemlerini oluşturacak güvenlikçi politikalara ve yeniden üretimiyle birlikte sermaye birikimini sağlayacak bir savunma sanayisine ihtiyaç var. Bürokratik ve finansal olarak tüm kontrolün Cumhurbaşkanının elinde toplandığı bu otoriter rejimde savunma sanayisi şirketlerinin karar alma mekanizmalarına kadar iktidara yakın isimlerin atanması ve finansal kaynakların iktidarın tekeline alınarak buraların siyasi rant mekanizması hâline getirilmiş olması da bu durumda şaşırtıcı değildir.
Bugün için ulus devletlerin ulusal güvenlik konusunun temellerini terörizme karşı savaş oluşturmaktadır. Egemenlerin özellikle de yoksulluğun, işsizliğin arttığı dönemlerde iktidarlarını sağlamlaştırmak için milliyetçi ve dinci bir söylemi söylemle bunun propagandasını yükselttikleri görülmektedir. 2015 sonrası, Kürt sorununun barışçıl ve demokratik çözüm olanaklarının rafa kaldırıldığı bir dönemi işaret etmektedir. Bu dönemde aynı zamanda güvenlikçi politikalarda harcamaların da katlanarak arttığı dikkat çekmektedir. Mesela, 2015 yılı Savunma Sanayii Destekleme Fonu bütçesi 4,4 milyar iken bugün 2024 yılı bütçesinde 162,6 milyar lira olarak olağanüstü bir artış göstermiştir. Yine, 2002 yılında savunma sanayisinde faaliyet gösteren şirket sayısı 56 iken bu sayı 2022 sonunda 2 bini geçmiş durumdadır. Bugün inşaat sektörü üzerinden beton lobisiyle ayakta tutmaya çalıştığınız ekonomik modelinize savunma sanayisiyle bir yenisini ekliyorsunuz. Savunma sanayisi, yüksek kârlar ve devlet teşvikleriyle sermayeye yeni bir pazar olarak sunulmakta. Bu durum, güvenlikçi politikalardaki ısrarın bir başka nedeni olarak açığa çıkmaktadır. Siyasetle ve müzakereyle çözülmesi gereken meseleler -tabii ki Kürt sorunundan bahsediyorum- bir terör sorununa dönüştürülmektedir ve maalesef, kırk yıldır süren çatışma ortamı, can kayıpları, insan hakları ihlalleri gibi çok ağır bedellerin yanında çok büyük bir ekonomik maliyete de neden olmuştur. Türkiye'nin yıllık büyüme hızının yüzde 1 kadarı çatışma maliyeti olarak heba olmaktadır. 1985 yılında Türkiye'nin millî geliri ile çatışmasız durumda muhtemel millî geliri arasındaki fark binde 37 iken 2020 yılında bu fark yüzde 34 olmuştur. AKP olarak iktidara geldiğinizde bu fark yüzde 17'ydi. Yani bugüne çatışmasız bir ortamda gelinmiş olsa millî gelirde yüzde 30'ların üzerinde bir artış payı gerçekleşmiş olacaktı. Bu pay direkt olarak toplumsal refaha yansıyacak olan bir paydı fakat bugün bu pay direkt olarak savaş lobisinin cebine inmektedir. Halklarımız birbirine düşmanlaştırılıp yoksullaşırken, milyonlarca işçi ve emekçi yoksulluk ve açlık sınırının altında sefalete mahkûm edilirken bir avuç sermayedar yeni formlarla zenginleşmeye devam etmektedir. Bu durumda, güvenlikçi politikaların bile isteye tercih edildiği ve desteklendiği anlaşılmaktadır. Oysaki 2013'te çözüm süreci tartışılırken Cumhurbaşkanı da savaşın ekonomik maliyeti olarak 300 milyar dolar rakamına değinmiş, kendi sözleriyle "Çözüm süreciyle birlikte canları tehditten kurtardığımız kadar ekonomiye de can suyu olacak yeni bir dönemi, yeni bir süreci başlatmış olacağız." demişti. Görüldüğü gibi, aslında, barışı tartışmaya başladığınızda savaşın yarattığı yıkım ve bedellerle daha gerçekçi bir şekilde yüzleşiyorsunuz ve yine, savaşı tercih edenin, halklar değil egemenler olduğu ortaya çıkmaya başlıyor.
Kısaca, Türkiye çatışma sürecinin başladığı o günden bugüne 3 trilyon 600 milyar dolar daha büyük bir ekonomi olabilirdi; toplamda yüzde 22 oranında daha büyük bir ekonomi. Dolar enflasyon düzeltmesi yapıldığında, çatışmaların olmadığı Türkiye ile çatışan Türkiye arasındaki ekonomik büyüklük farkı 4 trilyon 200 milyar dolara ulaşmaktadır. Bu değerlendirmeyle, bugün için kişi başına düşen millî gelirin neredeyse yüzde 35 oranında daha yüksek olacağı varsayılabilir. Şunu açık bir şekilde ortaya koymak lazım: Askerî harcamalar, kaynağını geniş, emekçi, ücretli kesimlerden alır ve toplumun dar bir kesiminin yararına ve çıkarına kullanır. Savaş propagandaları yapılırken savaşlar barışı sağlamanın bir ön koşulu olarak savunulur "Kalıcı bir barış, teröristlerle yapılan savaşın kazanılmasından geçer." söylemi etkin bir şekilde kullanılır. İsrail'in Gazze'ye son saldırısında da görülmüştür ki İsrail bu söylemi araçsallaştırarak ABD ve Batılı bazı ülkelerin desteğini alıp savaşı meşrulaştırmaya çalışmıştır.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Bitirelim lütfen.
Buyurun.
HEVAL BOZDAĞ (Devamla) - Teşekkürler Sayın Başkan.
Türkiye de bu söylemlere uyan pratiklerle bir alt emperyal devlet olma yolunda tercihlerini yapmakta, bunu da bölgesel bir güç olma hevesiyle açığa vurmakta ve Kürt sorununda çözümsüzlükte ısrar etmektedir. Güvenlikçi politikaların artması çözümsüzlüğü derinleştirmektedir.
Sayın milletvekilleri, insan doğasında savaşmak yoktur ve savaşlar kültürel olarak yaratılmıştır. Aslında hiçbir savaş kaçınılmaz değildir ve tüm savaşlar önlenebilir. Bu da savaş kültürünün karşısında barış kültürünü inşa etmekle mümkündür. Güvenlik tehdidi veya kaygıları barış kültürüyle giderilebilir. Savaşa ayrılan kaynaklar barış için ayrılmalı, emperyal heveslerden vazgeçilmelidir. Türkiye'nin acilen bir Kürt barışına ihtiyacı vardır ve çözümün adresi de bellidir. Tecridi kaldırın ve barışın yollarını açın.
Teşekkür ederim. (DEM PARTİ sıralarından alkışlar)