GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: 2024 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Teklifi ile 2022 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Teklifinin 1'inci Tur Görüşmeleri münasebetiyle
Yasama Yılı:2
Birleşim:42
Tarih:21.12.2023

CHP GRUBU ADINA NAMIK TAN (İstanbul) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; biliyorsunuz, seçimden sonra yeni bir ekonomi yönetimi kadrosu kurulmasıyla rasyonaliteye dönüşten sıkça söz edilir oldu. İktidar, bu durumu her ne kadar faziletli bir döngüye girmek olarak adlandırıyorsa da aslında kabul edilmiş oluyor ki daha önce yapılanlar irrasyonel yani akla aykırıydı. Ekonomide olduğu gibi dış politikada da irrasyonel tutum ve davranışların bedeli ağır olur. Oysa diplomasi mümkünü makulde aramak, makul çözümleri bulmaktır; bunu yaparken de ulusal çıkarları en tavizsiz biçimde önde tutmak esastır. Dış politika, her inandığımızı doğru varsaydığımız, ergenlik hülyalarımızı yahut ideolojik saplantılarımızı deneme yanılma yoluyla gerçekleştirmeye çalıştığımız bir alan değildir. Dış politikanın ayakları her zaman yere sağlam basmalı; tutarlı, öngörülü, öngörülebilir, sağduyulu olmalı; serüvencilikten kaçınılmalıdır. Her konuda en sert tepkiyi ilk veren olarak tribünlerden alkış almayı yeğleyen, sesi yüksek çıkınca daha ikna edici olduğunu sanan, cumhuriyetin dış işlerini partili Cumhurbaşkanının kişisel ilişkilerine ve ihtiraslarına kurban eden diplomasi makul olmaz, sonuç da alamaz. (CHP sıralarından alkışlar)

Sözlerimi teorik bulduysanız, gelin, yakın geçmişteki pratiğe bakalım. Partili Cumhurbaşkanının aldığı geniş virajda dün "Kaşıkçı cinayetinin faili" dediğimiz Suudi Arabistan'la, 15 Temmuzun sponsoru olmakla suçladığımız Birleşik Arap Emirlikleri'yle, "one minute" diye meydan okuduğumuz İsrail'le, "katil" diye yaftaladığımız Esat'ın Suriye'siyle, "darbeci" dediğimiz Sisi'nin Mısır'ıyla, kendi icadımız mavi vatana hasım Yunanistan'la, "aklından zoru olmakla" itham ettiğimiz Macron'un Fransa'sıyla, Osmanlı'nın yıkıldığı günlerden bu yana Orta Doğu'daki her melanetin arkasında olduğunu iddia ettiğimiz İngiltere'yle, neredeyse her konuda kafa kafaya gelmeyi marifet saydığımız ABD'yle işte bugün uzlaşı arar olduk. Bu noktada, Cumhur İttifakı temsilcisi milletvekillerine sormak istiyorum: "Realizm" veya "pragmatizm" diye pazarladığınız düpedüz oportünizm olmasın sakın. (CHP sıralarından alkışlar)

Bu çerçevede, üç güncel örnek vereceğim: Yürütmenin başı Erdoğan Atina'yı geçtiğimiz haftalarda ziyaret etti ve muhatabı Başbakan Miçotakis'le görüştü. Miçotakis'i daha önce de İstanbul'da Vahdettin Köşkü'nde ağırlamış, ikili konuları araya ABD'yi ve AB'yi karıştırmadan görüşmek için ikna etmeye çalışmıştı. Ardından, Miçotakis Washington'a gidip Kongreye hitap edince Erdoğan "'Miçotakis' diye biri benim için artık yok." demişti fakat dün yok olan Miçotakis bugün yeniden var oldu. Erdoğan Atina'ya gitmeden önce Kathimerini gazetesine verdiği söyleşide Yunanistan'la ilişkileri yersiz germekten başka bir işe yaramayan "Bir gece ansızın gelebiliriz." ifadesinden geri adım attı. Bu cümleyi Yunanistan'a değil terör örgütlerine yönelik kullandığını iddia etti. Orada imzaladığı Atina Bildirgesi de mavi vatan anlatısının raf ömrünün dolduğunun sessiz tescili oldu.

Yokken var olan ikinci muhatap da İsrail Başbakanı Netanyahu'ydu. 7 Ekim saldırısı olmasa o hafta Enerji Bakanı Tel Aviv'de olacak, ardından Erdoğan İsrail'i ziyaret edecekti. Şimdi, Netanyahu yeniden yok oldu. Üstelik Türkiye'deki iktidar, eli akide şekeri kavanozunun içindeki çocuk gibi yakalandı çünkü İsrail ordusunun termal içliğine kadar tüm ihtiyaçlarının ülkemizden gittiği; İsrail'in demirinin, çeliğinin, çimentosunun ana tedarikçisinin Türkiye olduğu ayan beyan ortaya çıktı. Ama Dışişleri Bakanı Fidan'a sorarsanız, güya, İsrail'le ilişkiler Filistin davasına zarar vermiyor. Ticaret Bakanı Bolat'a sorarsanız, ihracat İsrail'e değil Filistin'e. Bu vesileyle, bu ikiyüzlülüğünüzü Meclis kürsüsünde dile getirirken son nefesini veren değerli milletvekili arkadaşımız Hasan Bitmez'i rahmetle anıyorum.

Üçüncü örneği de Karadeniz'den verelim. Yetmiş beş yıldır NATO üyesi olduğumuzu, dış politika yapmanın ise kendi işi olmadığını unutan Deniz Kuvvetleri Komutanı çıktı "NATO'yu Karadeniz'de istemiyoruz." buyurdu. Birkaç hafta sonra, bu defa Millî Savunma Bakanlığı, Hava Kuvvetlerinin 4 F-16 savaş uçağını 71 personelle birlikte NATO görevi kapsamında Romanya'ya konuşlandırdığını gururla paylaştı. Anlaşılan, parçası olduğumuz ve millî savunmamızın da omurgası olan NATO'yu Karadeniz'de havada istiyor ama denizde istemiyoruz.

Değerli milletvekilleri, "Bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu!" dedirtecek bu gayriciddi tutumları tek tek saymaya kalksam değil on dakika saatler yetmez. Nitekim İsveç'in NATO üyeliği de böyle bir konudur, AB'yle varılan sığınmacı anlaşması da böyle bir konudur. ABD'den F-16 alımı ve modernizasyonu müzakereleri tıkanınca Eurofighter savaş uçağı için Almanya'ya gitmek ve dosyanın kapağını açmadan dönmek de böyle bir konudur. Hele Almanya'dan dönüşte "Seçenek mi yok?" diye sorup "Çok." diye kendi sorusuna kendi yanıt vererek ve orada Pakistan-Çin ortak yapımı JF-17 olası alımını medyaya sızdırarak yeni bir S-400 faciasını çağrıştırmak akıl alır gibi değildir. Keza, kendi Millî Muharip Uçak Projemiz için motoru İngiltere'yle ortaklaşa üretmek üzere uzlaşı ararken -eğer duyumlarımız doğruysa- bu ülkeden çağ dışı kalmış fırkateynleri ve küçük modüler nükleer reaktörleri paket hâlinde görüşmek de yanlıştır. Öte yandan, AİHM kararlarını -başta Demirtaş ve Kavala davaları olmak üzere- uygulamaktan ısrarla kaçınmak kurucularından olduğumuz Avrupa Konseyinin giderek dışına itilmemize yol açmıştır. Bu arada, geçtiğimiz hafta sonu AB her ikisinin de toprakları kısmen Rusya işgalindeki Ukrayna ve Moldova'yla katılma müzakerelerini başlatma kararı verirken Gürcistan'a da adaylık statüsü tanıdı. Ne acıdır ki 1999'dan bu yana AB adayı olan ülkemizden ise söz eden yok, bilakis AB ve Avrupa Konseyinde Türkiye'ye muhtemel yaptırımlar konuşuluyor; bunu da marttaki yerel seçim sonrasına ötelediler, belli ki seçimler ertesinde demokratikleşme olabileceği ümidini taşıyorlar.

Geçtiğimiz günlerde AB Komisyonu Dışişleri Yüksek Temsilcisi Borrell'in Türkiye raporu paylaşıldı. Raporu Dışişleri Bakanlığımız sessiz sedasız geçiştirmeye çalışırken Hazine Bakanlığı alkışladı. Bu rapor üyelik müzakerelerine katkı sağlamasa bile şimdilik en azından iyi komşuluk için iyi kötü bir yol haritası ortaya koymakta. Gelin, gecikmeden bu yolu tutun ve hukuk devletine geri dönüşün hiç değilse bir işaretini verin. (CHP sıralarından alkışlar)

Değerli milletvekilleri, bir diğer konu ise Gazze. İsrail'in verdiği orantısız askerî yanıt, iki ayı aşan bir süredir devam eden bir soykırıma evrildi. Bunu açıkça ifade ediyor, Gazze halkının canına kasteden ve onları yurtsuz bırakmayı amaçlayan her girişimi en sert biçimde kınıyoruz. Filistin sorununa askerî yöntemlerle çözüm bulunamayacağı belli, Hamas'ın Gazze'deki bunca yıkım ve kıyımın ardından hiç değilse bir marka olarak varlığını sürdüreceği de belli. Bu noktada sormak lazım: Bugüne dek Hamas'ın siyasal çözüme herhangi bir katkısı olmuş mu? 2007'de Gazze'de yönetime zorla el koyup Filistin Kurtuluş Örgütü üyelerini bile işkenceyle binaların çatısından atarak öldüren bir örgütten söz ediyoruz. Üstelik eğer hassasiyetiniz Müslüman Kardeşler'den ziyade bütün Müslümanlara yönelikse neden Gazze'nin onlarca misli sivil Müslüman'ın canice katledildiği Yemen'e, korkunç bir iç savaşı yaşayan Sudan'a aynı hassasiyetle yaklaşmıyorsunuz?

Değerli milletvekilleri, dış politikanın çıkış noktası, önce "Biz kimiz ve nerede duruyoruz?" diye sorarak uzun uzun aynaya bakmak ve kendi sorduğumuz soruya en doğru ve kapsamlı yanıtı vermek olmalıdır. Laik Türkiye Cumhuriyeti'nin dış politikasının temel dayanağı, kurucumuz Büyük Atatürk'ün "Yurtta barış, dünyada barış." ilkesidir. Ümmet liderliği ya da cihan hâkimiyeti söylemleri, içinde yaşadığı dünyanın gerçeklerini tanımayan bir anlayışın boş ve sakıncalı hülyalarıdır.

Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

Son söz olarak, geçtiğimiz günlerde Türkiye Büyük Millet Meclisine alınan personelin noter huzurunda kurayla belirlenmesinin şeffaflık bakımından önemli olduğunu, bu çerçevede Meclis Başkanlık Divanına teşekkür etiğimizi vurgulamak isterim. (CHP sıralarından alkışlar)