| Konu: | 2024 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Teklifi ile 2022 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Teklifinin 1'inci Tur Görüşmeleri münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 2 |
| Birleşim: | 42 |
| Tarih: | 21.12.2023 |
SAADET PARTİSİ GRUBU ADINA İSA MESIH ŞAHİN (İstanbul) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum.
Adalet Bakanlığı üzerine konuşma yapacağım.
"Adalet yerini bulsun, isterse kıyamet kopsun." sözleriyle başlamak istiyorum. Adalet kurumu hem devlet düzeni için hem toplumsal hayatın düzeni için en önemli dinamiktir. Bin yıllardır devlet kuran, sonrasında İslam medeniyetiyle şereflenen büyük bir medeniyetin mensuplarıyız. Sahip olduğumuz bütün medeniyetler devlet idaresinde adalet kurumunu hep merkeze alınmıştır. Devlet yöneticisini sınırlayan yeri gelmiş töre olmuş, yeri gelmiş adalet olmuştur. Onun için "Adalet mülkün temelidir." diyoruz ve bu sözü bütün mahkeme salonlarımıza asıyoruz. Evet, adalet mülkün yani devletin temelidir. Bunun yanında, "Devletin dini adalettir." sözü Hazreti Ali Efendimize atfedilerek hep söylenegelmiştir, buna göre toplum düzeninin esası adalettir. Adalet haklıya hakkını verip Hazreti Mevlânâ hazretlerinin de dediği gibi her şeyi yerli yerine koymaktır. Anayasa'mızın 2'nci maddesi hukuk devleti ilkesini güvence altına almaya çalışmıştır. Türkiye Cumhuriyeti bir hukuk devletidir. Hukuk devleti ilkesi özgürlükçü, çoğulcu, çağdaş demokrasinin olmazsa olmaz koşuludur. Hukuk devleti hukukun üstünlüğünün hayat bulduğu, yönetimde keyfiliğin önlendiği, devletin hukukla sınırlandığı, yargının bağımsız niteliğiyle siyasal baskıdan etkilenmeden çalıştığı, hukuk kurallarının herkese eşit uygulandığı, hak ve özgürlüklerin güvence altına alındığı, bireylere hukuk güvenliğinin sağlandığı bir sistemi ifade eder. Türkiye ne kadar hukuk devleti, gelin hep beraber masaya yatıralım. Yine girişte bahsettiğim ilkeler ışığında, ülkemizde her şey yerli yerinde mi adalet gerçekten devletin temeli mi "Adalet dinin direğidir." sözünün hakkı veriliyor mu, gelin hep beraber bir göz atalım.
Yargının yürütmeye bağımlı hâle gelmesi maalesef Türkiye'nin önemli bir sorunu. Siyasi iradenin yargıya baskısı, müdahalesi yargının tarafsızlık ve bağımsızlığına gölge düşürmektedir. Bu durum, özellikle 2018'de başlayan Cumhurbaşkanlığı hükûmet sistemiyle birlikte çok farklı bir noktaya gelmiştir. Bu durum vatandaşın hukuk güvenliğini tehdit etmekte, vatandaşın yargıya olan güvenini sarsmakta, adil yargılanma ilkesini yaralamaktadır; kararların siyasi iradeye uygun olması, hâkim ve savcıların ödüllendirilmesi ve cezalandırılması gibi sonuçları da beraberinde getirmektedir. Şimdi, iktidardaki bazı arkadaşlar buna karşı çıkabilirler ama arkadaşlar, Anayasa Mahkemesi kararlarına uymayan bir hâkim bu ülkede getirildi Adalet Bakan Yardımcısı yapıldı arkadaşlar; bunu da özellikle paylaşmak istiyorum. Hâkimlerin tarafsızlık ve bağımsızlığının temini için tabii hâkim ilkesinin uygulamasının sağlanması ve hâkimlere coğrafi teminat getirilmesi, sorunun çözümüne katkı sağlayacaktır.
Liyakat sorunu yargı camiasının önemli bir sorunudur. Uygulamada hâkim ve savcıların mesleğe kabulünde mülakat sistemiyle haksız sonuçlar ortaya çıkmaktadır. Adalet kurumuna girişte bile kayırmacı bir düzen var maalesef; bu ne yaman çelişki diyoruz. Sınavdan yüksek puan alan ama bir torpil bulamayan gariban vatandaşımızın oğlu, kızı mülakatla elenecek, sınavdan düşük puan alan ama bir yerlerde dayısı olan vatandaşın oğlu, kızı mülakatla hâkim, savcı olacak; bu, gayretullaha dokunur arkadaşlar. Biz sadece "adalet" diyoruz, sadece "Hak eden kazansın." diyoruz.
Sayın Bakanım, Adalet Bakanlığında bir adaleti sağlayamazsak nerede sağlayacağız Allah aşkına? Nerede sağlayacağız değerli milletvekilleri, size de soruyorum. Malum, hâkim ve savcılık sınavda 70 puan sınırı vardı ama bu sınır kaldırıldı, 55 puanla hâkim olunuyor arkadaşlar bu ülkede, 55 puan.
ZÜLKÜF UÇAR (Van) - 38.
İSA MESİH ŞAHİN (Devamla) - Bakın, daha önce bu kürsüden söyledim, Komisyon görüşmelerinde de söyledim, bir kere daha söylüyorum: Siz sınavlarda 5 tane paragraf sorusunu çözemeyen birisini getirip hâkim yaparsanız, onun önüne de 5 klasörlük dosyayı koyup "Çöz." derseniz bu sistem tıkanır arkadaşlar. Zaten çözememiş paragraf sorularını, nasıl çözecek? Sonra yargı tıkanıyor, tıkanır elbette. Bu kayırmacı mülakat sistemi kaldırılmalıdır; objektif kriterlere dayalı, liyakatin esas alındığı bir sistem, adaletli bir sistem getirilmelidir. Yine, hâkim ve savcıların kürsüye gelmeden önce gerekli mesleki tecrübelerini kazanması adına da önemli adımlar atılmalıdır.
Yargılamaların uzaması önemli bir sorun. Maalesef, adil olmayan kararlar önemli bir sorun. Yargılamaların hızlı olması için hedef süre uygulamasına geçildi ancak buna rağmen yargılamalar çok uzuyor. Geciken adalet, adalet değildir değerli milletvekilleri. Ben vekil olana kadar yaklaşık on altı yıl avukatlık yaptım, avukat arkadaşlarımın yaşadığı sorunları yakından biliyorum. Davalar bitmiyor Sayın Adalet Bakanım. Yargı sürecini hızlandırmak için istinaf kurumu getirildi ama istinafa giden dosya dönmüyor. Basit bir iş davası bile iki yıldan önce bitmiyor, sonra istinafa gidiyor, üç seneden önce de oradan gelmiyor. Gariban işçi, bakın, gariban işçi davayı kazanıyor, işveren dosyaya teminat yatırıyor, üç, dört sene sonra dosya istinaftan gelince de gariban işçinin parası uçup gidiyor. Bu adaletsizlik işte. Bu sorun çözülmek zorundadır, yargılamaların hızlanması için gerekli adımlar atılmak zorundadır. Bu arada liyakatsiz hâkimlerin ortaya çıkardığı tablo da yargılamaları ayrıca uzatmaktadır Basit bir örnek vereyim: Uzmanlık gerektirmeyen, sadece hukuki değerlendirme gerektiren konularda bile dosyalar bilirkişilere gönderiliyor ve süreç uzuyor arkadaşlar. Dolayısıyla, liyakatli bir sistem şart diyoruz, mevcut hâkimlere meslek içi eğitimlerin tatmin edici bir şekilde verilmesi şart diyoruz, dosyaların bilirkişiye sadece teknik inceleme gerektiren açılardan gönderilmesi gerekir diye bu ayrıntıya da dikkat çekiyoruz.
Yargı üzerindeki şaibeler önemli bir sorunumuz. Anadolu Cumhuriyet Başsavcılığının HSK'ye gönderdiği ihbar mektubuyla maalesef yargı organının içler acısı durum ortaya çıkmıştı. Yargı düzeninin rüşvetle anılması gerçekten adalete olan inancı yerle bir ediyor vatandaşta. Bu konunun amasız fakatsız bir şekilde üzerine gidilmesi lazım. Soruşturmadaki son durum nedir Sayın Bakanımız da bilgilendirirse gerçekten memnun oluruz. Benzer bir durum Küçükçekmece Adliyesinde yaşandı. Küçükçekmece Adliyesinde Avukat Eyyup Akıncı isimli meslektaşımız "Benzer durumlar Küçükçekmece adliyesinde de var." diye bir "tweet" paylaşıyor -arkadaşlar, isim vermiyor, hâkim, savcı belirtmiyor- bu "tweet"ten dolayı meslektaşımızın -bir ayı geçti- Sayın Bakanım, hâlâ ev hapsi uygulaması devam ediyor. Bakın, siz de avukatlık yaptınız, bu karar çok ölçüsüz bir karar. Bir avukatın attığı bir "tweet"ten dolayı -bakın avukatlık mesleği kamu görevidir- bir aydan fazladır ev hapsinde tutuluyor olması gerçekten Türkiye'de hukuk devleti ilkesi açısından çok vahim bir durumdur, bunu da tekrardan paylaşmak istiyorum.
Hukuk fakülteleri sorunu maalesef önemli bir sorunumuz, artan hukuk fakültesi önemli bir sorun. Bunun sonucu olarak fakültelerde yetersiz eğitimler ortaya çıkıyor, avukat sayısı çoğalıyor, yetkin olmayan avukatlar, hâkimler, savcılar ortaya çıkıyor; özellikle de avukatlık mesleğinin niteliği maalesef azalıyor. Burada, yeterli eğitim vermeyen hukuk fakülteleri kesinlikle kapatılmalıdır, hukuk fakültesine girişte baraj uygulaması sınırlandırılmalıdır, açık olan fakültelerdeki öğrenci sayısı da azaltılmalıdır. Ayrıca, hukuk fakültelerinde teori eğitiminin yanında pratik eğitime de gereken önem verilmelidir. Bu pratik eğitim yeterli bir şekilde verilmeyince, sonrasında avukatlar, hâkimler ve savcılar maalesef meslekte büyük sorunlar yaşıyorlar. Mesela, bir hukuk fakültesi öğrencisi mezun olduğunda en basit bir dilekçeyi yazmayı bilmeli, hepimiz dilekçe yazmayı bilmeden hukuk fakültelerinden mezun olduk.
Torba kanun önemli bir sorun. Yasa yapma tekniğine uygun olmayan, birbirinden farklı kanunlarda aynı anda değişiklik içeren bu uygulamaya son verilmelidir. Şu anda da Mecliste yarım kalan bir torba kanun var, bütçe görüşmelerinden sonra devam edeceğiz. Çok sayıda farklı kanunda aynı anda değişiklik öngörülüyor. Bazılarını kabul ediyoruz. Bakın, iktidar partisindeki arkadaşlar, burası önemli. Bazılarını kabul edeceğiz, bazılarını reddedeceğiz. Ya, bir kanunun oy birliğiyle çıkmasından daha güzel bir şey olabilir mi? Ama, kanunun bütününe sonunda mecburen ret vermek zorunda kalırız çünkü içinde kabul etmediğimiz noktalar var. Bu anlamda, hukuk devleti ilkesine de aykırı olan bu uygulamaya son verilmelidir. Yasa değişiklikleri yapılırken de konunun tüm paydaşlarının görüşleri alınmalı, özellikle de akademi ve baroların da görüşlerine başvurulmalıdır, bunu da özellikle paylaşmak istiyorum.
Çoklu baro uygulamasına değinmek istiyorum. Türk yargısı hüküm, iddia ve savunma olmak üzere üçlü sacayağından oluşur. Nasıl ki hüküm ve iddiayı bölemiyorsak, bölünemiyorsa siz savunma ayağını da savunma sacayağını da bölemezsiniz diyoruz. Ancak burada iktidarın çok yanlış bir uygulaması var, bu konuda iktidarın "ben yaptım oldu" anlayışına da şiddetle karşı çıkıyoruz. Eğer iktidar avukatlarla ilgili bir adım atacaksa avukatların sorunlarını gerçekçi bir şekilde masaya yatırıp bunlara çözüm bulmayı deneyebilir. Yapılması gereken, çoklu baro uygulaması değildi, mevcut baro seçim sistemlerinin değiştirilmesi, mevcut baroların yapısının daha demokratik, daha katılımcı hâle getirilmesiydi, seçimlerde blok liste yerine, nispi temsile dayalı seçimlerin getirilmesiydi ancak bu demokratik tercih, tercih edilmedi, bunun yerine bölme tercih edildi; bizim görüşümüz çok açık, çoklu baro değil, çoğulcu baro diyoruz.
Anayasa Mahkemesi-Yargıtay krizine değinmek istiyorum, burada değindik, yine değinmek istiyorum. Bizim için bu konu bir Can Atalay meselesi, bir milletvekili meselesi değildir, bu konu basit bir kriz de değildir. Mesele, Türkiye'nin hukuk devleti olması meselesidir; mesele, devletin içindeki çöreklenmiş klik bir yapının Türkiye'yi daha otoriter hâle getirme gayretidir. Burada mesele bizim nazarımızda bu açıdan da bir devlet krizidir çünkü kesin olan bir mahkeme kararına uyulmaması basit bir kriz olarak değerlendirilemez. Anayasa madde 153 çok açık; Anayasa madde 153 Anayasa Mahkemesi kararlarının kesin olduğunu açık bir şekilde ortaya koyuyor ve bütün kurumları yasama, yürütme, yargı, idare, gerçek, tüzel kişiler, herkesi de bağlayıcı olduğunun altını özellikle çiziyor. Hâl böyleyken bu konunun mahkemeler arası bir görüş ayrılığı olduğunu da kabul etmemiz mümkün değildir. Burada eğer bir suçtan da bahsedeceksek -Yargıtay bir suç işaretinde bulunmuştu- bu suçu Anayasa Mahkemesi kararına uymayan yani kesin olan Anayasa Mahkemesi kararına uymayan Yargıtay üyeleri işlemiştir. Tekraren: Bu mesele bizim için bir Can Atalay meselesi değildir, Türkiye'nin hukuk devleti olması meselesidir. Bu kriz çözülmelidir ve bu krizin çözümünde de bir milletvekili söz konusu olduğu için, Türkiye Büyük Millet Meclisi Yargıtay kararıyla işaret edildiği için Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığının öncülüğünde Türkiye Büyük Millet Meclisi bu krizin çözülmesinde aktif rol almalıdır. 2008 kapatma davasını hatırlayın arkadaşlar, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı AK PARTİ'ye kapatma davası açmıştı. O gün Yargıtayın görüşü AK PARTİ'nin kapatılmasıydı ama Anayasa Mahkemesi engelledi bunu. Eğer bugünkü düşünceniz olsa bakın, AK PARTİ'nin kapatılması gerekiyordu ve Türkiye'de bir siyasi krizin çıkması demekti bu. Bunu özellikle paylaşıyorum. Bir de Sayın Necmettin Erbakan'ın Refah Partisi kapatıldığındaki sözlerini tekrar Meclis kayıtlarına geçmek istiyorum: "Evet, bu karar yanlış bir karardır, bu karara itiraz ediyoruz ancak Anayasa Mahkemesi kararına uymak zorundayız." Bakın, bir devlet adamlığı tecrübesi, bir devlet aklı. Bunu da Meclis kayıtlarına tekrar geçmek istiyorum. Burada iktidar partisindeki arkadaşların "Bu durum yeni anayasa ihtiyacını da ortaya çıkarmıştır." düşüncesine de katılmıyoruz; evet, yeni anayasa bir ihtiyaçtır ama burada açık olan hükümlerin uygulanmaması çelişkisini de size tekrar hatırlatıyoruz. Önce mevcut Anayasa'nın hükümlerini bir uygulayın, ondan sonra da yeni anayasa konusundaki samimiyete inanalım. Evet, yeni anayasanın ihtiyaç olduğunu tekrar vurguluyorum.
KHK mağduriyetine özellikle değinmek istiyorum. KHK mağduriyeti Türkiye'nin en önemli sorunlarından biri hâline gelmiştir, büyük bir sosyal yaraya dönüşmüştür. Temel referansımız adalet, bizim nazarımızda bu konu adaletin gereği olarak çözülmelidir. Bir kere, yargı organının "Suçsuzdur." dediği ancak görevinden ihraç edilmiş kişiler kesinlikle görevlerine iade edilmelidir. Yeter artık bu masum insanların çektiği çile diyoruz. Bakın, altını çiziyorum, suçlu ile suçsuzun ayrılmasından bahsediyorum. Ayrıca, burada yargılamaların da adil yapılmadığını görüyoruz, suç olmayan hususlardan cezalar verildiğini görüyoruz. Arkadaşlar, devletin yasal olarak müsaade ettiği kurumlardan dolayı daha sonradan gelip insanlara ceza verilmesi adil bir karar değildir. Gazete aboneliği, dergi aboneliği, dernek, sendika üyeliği gibi, bankaya para yatırma gibi, çocuğunu okula gönderme gibi kriterlerden, devletin yasal olarak müsaade ettiği kriterlerden dolayı insanlara ceza verilmesini doğru bulmuyoruz. Bu durum, gayretullaha dokunacak bir durum hâline gelmiştir; adil olmayan yargılamalar konusunda da bir çözüm bulmak zorundayız. Bu insanlar bizim insanlarımız arkadaşlar, suçsuz insanlardan bahsediyoruz; suçlu ayrı, suçluyla biz de geçmişte çok net mücadele verdik, 15 Temmuzda çok net mücadelesi olan bir insan olarak bu duruma bir şerh koyuyorum. Bunların çocukları bizim çocuklarımız, bu çocuklar neden devlete düşman olarak yetişsin? O zaman çözelim bu sorunu diyorum, adalet için çözelim, devletimizin geleceği için çözelim diyorum.
Bu duygularla Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum. (Saadet Partisi sıralarından alkışlar)