GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: ENERJİ ALANINDA BAZI ŞİRKETLERE İMTİYAZLA ÇIKAR SAĞLAMAK AMACIYLA DEVLET OLANAKLARINI KULLANDIĞI, MİLLÎ GÜVENLİĞİ TEHDİT EDECEK, IRAK?IN VE ÜLKEMİZİN BÖLÜNMESİNE NEDEN OLACAK AÇIK VE GİZLİ ANTLAŞMALAR İMZALADIĞI İDDİASIYLA DIŞİŞLERİ BAKANI AHMET DAVUTOĞLU HAKKINDA GENSORU AÇILMASINA İLİŞKİN
Yasama Yılı:3
Birleşim:85
Tarih:29.03.2013

MHP GRUBU ADINA YILDIRIM TUĞRUL TÜRKEŞ (Ankara) - Teşekkür ederim.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Cumhuriyet Halk Partisi tarafından Dışişleri Bakanı Sayın Ahmet Davutoğlu hakkında verilmiş olan gensoru önergesinin görüşülmesi vesilesiyle, Milliyetçi Hareket Partisinin önerge konusundaki görüşlerini açıklamak üzere söz almış bulunuyorum. Bu vesileyle yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum.

Değerli milletvekilleri, hem iç hem de dış politikamız açısından son derece hassas ve bir o kadar da tarihî bir dönemden geçiyoruz. Yakın çevremizdeki dış dünya yeniden şekilleniyor. Bu noktada ülkemizin geleceğiyle ve geleceğini çok yakından ilgilendiren konularla ilgili önemli gelişmeler yaşanıyor. Bu gelişmeleri kendi millî imkân ve kabiliyetimizle ülkemizin çıkarları doğrultusunda yönlendirip yönetebiliyorsak ne âlâ, ne mutlu bize. Geldiğimiz şu safhada biz Milliyetçi Hareket Partisi olarak AKP Hükûmetinin bu tarihî süreci en iyi ve en etkin şekilde yönetip yönlendirdiğine dair büyük tereddüt ve derin şüpheler içerisindeyiz. Dış politikada vahim hatalar yapıldığını görüyor ve biliyoruz.

Bu yüce çatı altında yaptığım önceki konuşmalarımda bunlara değinmiştim. Son konuşmamdan bu yana da değişen bir durum söz konusu olmadı. Suriye'de derin bir açmaza girdik, Irak deseniz hakeza, İran'la ilişkilerimiz risk taşıyan boyutlara varmak üzere, Avrupa Birliği ile ilişkilerde kayda değer hiçbir gelişme yok, Yunanistan Ege'deki adacık ve kayalıkları kendi egemenlik sınırları içerisine almayı son hızıyla sürdürüyor, bizim AKP Hükûmeti seyrediyor. Türk dünyasıyla, soydaş ve akraba topluluklarla ilişkilerimiz derin bir ihmalin içerisinde. Enerji savaşlarında ise büyük bir karartma nedeniyle durumumuz nedir, bilemiyoruz.

Bu noktada vurgulamalıyım ki diğer bir büyük sorunumuz, dış politik gelişmeler ve dış politikamızla ilgili önemli ve hassas konularda AKP Hükûmetinin Dışişleri Bakanı ve Bakanlığı tarafından yeterince bilgilendirilmiyor olmamızdır. Demokrasinin gereği olarak şart olan Meclis denetimi hiçe sayılıyor. Bu ise bizde "Kapalı kapılar ardında gizli pazarlıklar yürütülüyor." inancını artırmaktadır. Sayın Dışişleri Bakanı, kendi ifadeleriyle dış politikamızı nakış nakış işleyip, ince ince dokurken bizler burada âdeta dokuz doğuruyoruz. Türkiye'nin selameti açısından Sayın Davutoğlu ve ekibine güvenmek istiyoruz, sonuna kadar güvenmek ve inanmak istiyoruz ancak bir türlü olmuyor. Sayın Bakanın sempatik şahsı, kişiliği bize yetmiyor. Çizdiği karakter profili de artık güven vermiyor. İzlediği politikaları da içimize sindiremiyoruz.

Değerli milletvekilleri, söz buraya gelmişken geçen hafta yaşanan şu meşhur İsrail'in özür dileme olayına ve bunun gerek Sayın Başbakan ve gerekse Sayın Davutoğlu tarafından bir dış politika zaferi olarak takdim edilmesine değinmeden geçemeyeceğim. Sonraki gelişmeler ve İsrail Başbakanının sosyal medyada yayınladığı özel açıklamalar gösteriyor ki İsrail'in özrünün ardında bizim Dışişleri Müsteşarının zaman zaman basına da yansıtılan İsraillilerle yaptığı o belirsiz görüşmeler değil, İsrail'in tamamen kendi çıkarları bulunmaktadır. İsrail, dokuz vatandaşımızı katletmesinden üzüntü duyduğu için değil, Başbakan Netanyahu'nun ifadesine göre, Suriye'de son dönemdeki tehlikeli gelişmelerden endişe duyduğu için güya özür dilemiştir ya da daha doğru Türkçeyle o özrümsü açıklamayı yapmıştır.

 25 Mart 2013 tarihli basın açıklamamda da açıkça vurguladım. Aslında bu bir özür dileme değil, bir mazeret beyanıdır ve hukuki hiçbir geçerliliği yoktur. Aslında sayın milletvekilleri, sizlere bu noktada bu gelişmenin Suriye ve/veya İran kaynaklı olmasının yanı sıra ve daha da ziyade, asıl sebebin enerji kaynaklı olduğunu vurgulamak isterim. İsrail, Filistin'in Gazze ve Akdeniz'deki kendi kıyıları açıklarında keşfettiği, 1 trilyon metreküp olduğu iddia edilen muazzam doğal gaz rezervlerini boru hattı yoluyla Türkiye üzerinden Avrupa'ya aktarmanın en akılcı ve maliyetli yol olduğunu anlamış ve bu yolda, her geçen günü, boşa geçirilmiş, maddi kaybı büyük günler olarak görmeye başlamıştır. Bu noktada İsrail'in dev enerji şirketi Delek'in İsrail Hükûmeti üzerinde yapmış olduğu baskı, Netanyahu'yu o özrümsü açıklamaya yönelten ana faktörü oluşturmaktadır. İsrail'in sözde de olsa neden özür dilediğinin gerekçeleri bu kadar açık iken, ayan beyan ortada iken Sayın Başbakan ve Sayın Dışişleri Bakanının ortaya çıkıp da "Bakın, nasıl dize getirdik, gördünüz mü dış politikamız nasıl da başarılı." gibi içi boş laflarla halkımızın gözünü boyamaya çalışması komik olmuştur. Bu da yetmezmiş gibi "E, İsrail özür diledi, şimdi sıra muhalefette." yaklaşımına ne demeli? Kusura bakılmasın ama bu tavır tam bir pişkinlik ve hamakat örneğidir. MHP'den çıt çıkmıyormuş. Olayın hemen ardından yaptığımız ve olayın yanlışlığının tüm gerekçelerini detaylı olarak anlatan bildirimizi beğenmediğiniz açık. Sebebi de, tümü doğruları aksettiriyordu. Bütün bu olanların ışığında, MHP neden sizden veya neden Türk halkından özür dileyecekmiş? Bu zihniyeti ve akıl yapısını anlamak zor.

Aslında, Mavi Marmara olayında AKP Hükûmetinin ve Dışişlerinin bu millete bir özür borcu vardır. Neden mi? İzninizle burada izah edeyim. Nasıl, bir sihirbaz silindir şapkanın içinden duruma göre ya tavşan ya çiçek ya da herhangi bir nesne çıkarıp izleyicileri büyülüyorsa, Başbakan Sayın Recep Tayyip Erdoğan ve Dışişleri Bakanı Sayın Ahmet Davutoğlu da her olumsuzluk karşısında, büyük bir ustalıkla, halkın hoşuna gidecek nesneleri şapkadan çıkarıyorlar.

Evet, doğrudur ve tartışma götürmez bir gerçektir ki Mavi Marmara olayının asli sorumlusu İsrail'dir. Peki, diğer tarafta hatalar olmamış mıdır? Bunların sorumlusu kimdir? O gemileri o tarihte Gazze'ye, ölüm hattına göndermekte en ufak bir beis görmeyen AKP Hükûmeti değil midir? O dönemde Birleşmiş Milletler Daimi Temsilcimiz New York'tan, ABD Büyükelçimiz Washington'dan ve İsrail Büyükelçimiz Tel Aviv'den gönderdikleri telgraflarda âdeta yalvardı ve gemilerin gitmesine kesinlikle engel olunmasını istedi ama AKP Hükûmetinin çiçeği burnunda, sıfır soruncu Dışişleri Bakanı ve o dönemin kalfalık sürecini idrak eden Başbakanı bu uyarılara kulak asmadı. Daha düne kadar neredeyse beş yıl Türkiye'nin Tel Aviv Büyükelçisi olmuş, meslek hayatının önemli bir kısmını Bakanlıkta Orta Doğu, İsrail-Filistin ilişkilerinden sorumlu olarak geçirmiş Dışişleri Bakanlığı Müsteşarı da bu uyarılara kulak asmadı ya da gerekli uyarıları yapmadı veya onu da dinleyen yoktu. Çünkü, İsrail'i bilen herkes böyle bir sonucu küçük bir ihtimal olarak dâhi de olsa hesaba katmalıydı. Usta Sayın Başbakan, Sayın Dışişleri Bakanı, o tarihte Dışişleri Müsteşarınız sizi uyarmadı mı acaba? Uyardıysa, uyarılarını neden dikkate almadınız? Uyarmadıysa, hâlâ niye o mevkidedir?

Sonuçta, olan oldu ve dokuz vatandaşımız katledildi, ilişkiler kesildi. İsrail özür dilediyse, AKP Hükûmeti de Türk halkından özür dilemelidir. Asıl özür borcu aslında Başbakan ve Dışişleri Bakanının omuzlarında asılı durmaktadır. Siz, bir yandan dış politika hatasıyla katliama sebebiyet vereceksiniz, diğer yandan, bu hatanızı kamuoyundan saklamaya yarayacak şekilde konuyu İsrail'in özür dilemesi meselesine odaklayacaksınız, halkı üç yıl bu şekilde bilgi kirliliğiyle besleyerek dikkat noktasını "özür dileme" konusuna çekip sözde özür gerçekleştiğinde de bunu bir diploması zaferi olarak takdim edeceksiniz. Tam bir sihirbazlık ve hokkabazlık örneği değil de nedir bu durum? Bütün bu oyunların Türk milletinin gözünden ve dikkatinden kaçtığı sanılmasın ve necip Türk milleti aptal yerine konmasın.

Sayın Dışişleri Bakanı Davutoğlu "İstediğimizi aldık, tüm taleplerimiz yerine getirildi." ifadelerini kullanmıştır. Hani, nerede? Ne aldınız? Gazze ablukası kalktı mı? Kalkacak mı? Başbakanlığımızın açıklamasında yer alan Türkiye'nin devlet olarak açtığı tazminat davalarıyla bizzat mağdurların açmış olduğu tazminat davaları ne olacak? Telefon görüşmesiyle sağlandığı kaydedilen tazminat anlaşmasının en önemli şartını İsrail'in isteği ademimesuliyet şartı, "non- liability" mi oluşturuyor? Adalet Bakanı Livni alelacele bunun için mi aradı sizi? Ademimesuliyet şartı karşısında tazminat ödemelerinin yapılmasıyla birlikte Mavi Marmara olayına karışan tüm İsrailliler, diğer bir ifadeyle, Mavi Marmara'ya operasyon talimatını veren İsrailli siyasetçiler, operasyonu planlayıp yöneten İsrail üst düzey askerî yetkilileri ve bizzat operasyonu gerçekleştiren İsrailli subay ve askerler ve vatandaşlarımızı profesyonelce vuran katiller hakkındaki tüm davalardan vaz mı geçilecek? Türkiye, hem devlet olarak davalardan vazgeçecek hem de Mavi Marmara kurbanlarının aileleriyle temas içinde olunarak mağdur olan ailelerin tazminat karşılığında İsrail ve operasyonu gerçekleştiren İsrailliler hakkındaki hukuksal haklarından feragat ettiklerine dair anlaşma mı yapılacak? Daha da önemlisi, bu feragat tazminatlar ödenmeden önce mi yapılacak, sonra mı yapılacak? İçinizde bunu bileniniz var mı? Hiç zannetmiyorum. Tüm bunlar Sayın Dışişleri Bakanının "İsteğimizi aldık, tüm taleplerimiz yerine getirildi." ifadesiyle ne derece uyuşuyor? Sayın Dışişleri Bakanı sanal gerçekleri reel göstermeye çalışarak kendince sihirbazlık mı yapıyor? Aziz Türk milleti buna artık inanır mı?

Kulislerde dillendirilenlere göre, İsrail'in her bir şehit ailesine 100 bin dolar tazminat ödemesi üzerinde duruluyormuş. Doğru olduğuna ihtimal bile vermemekle birlikte, bir an için doğru olduğunu düşünürsek böyle bir miktarın bir şehidimizin hayatıyla nasıl kıyaslanabileceğini, ölçülebileceğini düşünmek bile alçaklık olarak geliyor bize. "Alçak koltuk" olayından daha alçaltıcı olmaz mı bu miktar? Bir şehidimizin hayatının kaç para ettiğini siz nasıl belirleyeceksiniz? Buna şimdi yetkilendirilen Sayın Arınç mı karar verecek?

Değerli milletvekilleri, bu vesileyle, üç yıl önce Mavi Marmara gemisine yönelik İsrail saldırısında hayatlarını kaybeden tüm vatandaşlarımıza Allah'tan bir kere daha rahmet, yaralılara acil şifa ve yakınlarına sabır ve metanet dileklerimi iletiyorum.

Yüce Meclisin saygıdeğer üyeleri, bu noktada gensoru önergesinin verilmesine dayanak teşkil eden ana konuya da gelmek istiyorum. Biz Milliyetçi Hareket Partisi olarak Irak'ın toprak bütünlüğü korunmak şartıyla, Irak'ın kuzeyi bölgesel yönetimiyle enerji alanında anlaşma imzalanmasına karşı değiliz ancak bu anlaşma veya anlaşmaların gizli olmasını da kabul edemeyiz. Anlaşmaların metninin kamuoyuna açıklanmasının bir anlamda dışarıdaki dost ve düşmanlarımızın anlaşılması bakımından da ülkemiz için yararlı olacağını düşünüyoruz. Türkiye'nin âdeta arka bahçesi olan Irak'ın kuzeyinde devasa hidrokarbon kaynaklarıyla ilgili olarak kuzey bölgesel yönetimiyle anlaşmaların yapılması kimi kızdırır, kimi kızdırmaz, kimi memnun eder; anlaşmaların gizliliği kaldırılsın ki bunları da bilelim. 22 ülkeden 50'ye yakın dünya enerji şirketi Irak'ın kuzeyindeki doğal gaz ve petrol kaynaklarıyla ilgili olarak 15 milyar doları geçen yatırımla bölgede âdeta at koşturacak, Türkiye ise bu koşan atları seyredecek. Böyle bir gerçeği kabul etmek mümkün mü? Kapımızın dibinde bize sunulan ekonomik, coğrafi, jeopolitik, jeolojik her türlü fırsat ve imkânı kullanmak bizim en doğal hakkımızdır. Irak'ın kuzeyindeki ham petrol ve doğal gaz kaynaklarına ortak olma, işletme, boru hatlarıyla bu kaynakların Türkiye'ye aktarılması, bu kaynakların bir bölümünün ihtiyaçlar için kullanılıp özellikle Batı'ya satış için bir merkez olması önemlidir. Bu hidrokarbon kaynaklarının Türkiye üzerinden pazara açılması, Türkiye'nin üretimden satışa kadar her aşamada işin içinde olması, hem ucuz enerji kaynaklarına erişim hem de ticarette büyük pay sahibi olma, tüm bunlar tabii ki ülkemizin yararına olan hususlardır. Irak'ın kuzeyi ve özellikle Ninova eyaleti içinde yer alan Musul ve Anbar bölgesindeki enerji kaynakları birlikte ele alındığında günde 3 milyon varil petrol ülkemize getirilecek. Bugün, ülkemizin günlük petrol tüketiminin 650 bin varil olduğunu düşünürsek, toplam ihtiyacımızın 4-5 katı bir petrolden söz ediyoruz. Yine aynı bölgeden Türkiye'ye yılda 30 milyar metreküp doğal gaz gelebilecek. Ülkemizin bugün yıllık doğal gaz ihtiyacının 50 milyar metreküp olduğu düşünüldüğünde de bu, ihtiyacımızın yarısından fazlasına denk geliyor. Aynı projeye İsrail gazının da eklenmesi hâlinde, buradan gelecek 10 milyar metreküple birlikte Türkiye'ye akacak doğal gaz toplam 40 milyar metreküpe çıkıyor. Kuzey komşumuzdan aldığımız doğal gazın fiyatı misal olarak 100 dolar ise buradan alacağımız gazın birim fiyatının da 40-45 dolar -mukayese açısından söylüyorum- olacağı kaydediliyor. Tablo müthiş,. projeler büyük ve etkileyici; karşı çıkmamız da mümkün değil. Ancak, bizim kırmızı çizgilerimiz, ülkemizin mevcut siyasi sınırları ve Irak'ın toprak bütünlüğüdür. Irak'ın toprak bütünlüğünün bozulması hâlinde, Türkiye, anlaşmalardan kaynaklanan haklarını kullanarak bölgede Irak dışında bir devlet yapılanmasına izin vermemelidir. Sözünü ettiğim bu büyük enerji projeleri de böyle bir olumsuz senaryoya kesinlikle yol açmamalıdır.

Söz konusu projelerde Türk özel şirketlerinin en geniş şekilde yer alması önem taşımaktadır. Bu geniş imkânların Hükûmet tarafından yandaş gruplara dağıtılması ve paylaştırılması, gensoru önergesinde de vurgulandığı gibi, ahlaki olamaz. Önergede ismi geçen "Powertrans" şirketi hakkında yaptığımız küçük çaplı bir araştırmada bu şirketin Singapur'da kurulu olduğunu ve büyük hissesinin Çalık Grubuna ait olduğunu tespit ettik. Çalık Grubunun da Sayın Başbakanla yakınlığı basınımızda bir ara yaygın şekilde işlenmiş olan ve bilinen bir konudur.

Sayın Başbakan ve Sayın Enerji Bakanı, hatırlatmak isterim ki bu tür gayriadil tutumlar ahlaki nitelikten yoksundur. Sosyoekonomik imkân ve fırsatları vatandaşlarımıza eşit şekilde dağıtmak sizin en başta gelen ahlaki görevlerinizdendir.

Biz, Milliyetçi Hareket Partisi olarak, Sayın Davutoğlu aleyhine bugüne kadar verilen iki gensoru önergesine karşı oy kullanırken aslında hep aynı gerekçeden hareket ettik. Bu kere de aynı gerekçeyle hareket edeceğiz. Zira, Türk dış politikasını sırf Sayın Davutoğlu'nun şahsıyla özdeşleştirmeyi doğru bulmuyoruz. Buradaki hatalar, bir bütün olarak, ustalık dönemini idrak ettiğini söyleyen siyasi iktidarın tümüne aittir.

Diğer taraftan, akademik kişiliğine saygı duyduğumuz Sayın Davutoğlu'nun da Türkiye Cumhuriyeti tarihinde gensoruyla düşürülen ikinci bakan olmasını da istemiyoruz; hâlâ hatalarını görmesi ve bunlardan rücu etmesi ve artık daha fazla yanlışa vesile olmamak için belki kendisi bırakır beklentisindeyiz.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; son sözüm Sayın Başbakana. Obama'nın sesini özlemiş! Haberin var mı taş duvar, zincirli köle, kör pencere? On binlerce şehit anası evladının sesini, binlerce gazi kaybettiği uzuvlarını özlüyor. Sen efendilerinin sesine hasret kal, biz de şehitlerimizin sesine.

Sözlerime bu noktada son verirken hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Teşekkür ederim. (MHP sıralarından alkışlar)