GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: 2024 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Teklifi ile 2022 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Teklifinin 6'ncı Tur Görüşmeleri münasebetiyle
Yasama Yılı:2
Birleşim:38
Tarih:17.12.2023

SAADET PARTİSİ GRUBU ADINA MUSTAFA KAYA (İstanbul) - Sayın Başkanım, saygıdeğer milletvekilleri; Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum.

Üniversite eğitimi, yükseköğretimle alakalı, grubumuz adına kanaatlerimizi aktarmak üzere söz almış bulunuyorum. Umarım bu bütçe, 2024 bütçesi bizim dile getirdiğimiz endişelerin karşılığını bulmadığı ve inşallah ülkemizin eğitimde hak ettiği bir noktaya geldiği bir sonuca ulaşır diye de temenni ediyorum.

Şimdi, değerli milletvekilleri, en başta bakılması gereken nokta, bir savaşa giderken hani "Her şeyimiz var, barutumuz yok." şeklinde bir değerlendirme yapılır ya, eğitim konusu aslında bütün alanların başucu unsurudur. Yani ekonomide, dış politikada, kültürde şayet başarılı olamıyorsanız, adalet konusunda başarınız yoksa emin olunuz bunun temel sebebi eğitimdeki eksikliklerdir ve siz şayet kalkınmak istiyorsanız, adaletle bir ülkeyi yönetmek istiyorsanız ilk başvurmanız gereken yer eğitimdir. İlk eğitimden başlayarak üniversite sonuna kadar birbirini zorunlu olarak etkileyen bu süreçte, maalesef dünya standartlarında bir politika belirlenememiştir. Hani, medeniyetler arasında değerlendirme yapılırken "Doğu aklını, Batı ruhunu kaybetti." denir, Türkiye için de "Doğu ülkesi midir, Batı ülkesi midir?" derken, "Hem Doğu hem Batı ülkesidir." diye değerlendirme yapılır. Ben soruyorum: Biraz sonra ortaya koyacağım değerlendirmelerde bizim aklımızı kaybettiğimizin delilleri olmayacak mı? Bütün boyutlarıyla bir süreç yönetiminde nasıl böyle bir hata yapılır, nasıl böyle bir eksiklik yapılır; maalesef, içim acıya acıya bunları dile getireceğim. Artık herkesin dilinde pelesenk olan ilkokuldan ortaöğretime, liselerden yükseköğretime geçiş sınavları artık işin içinden çıkılmaz bir hâle gelmiştir. Ülkemizde, tabiri yerindeyse -tırnak içinde- zengin olmak, sınıf atlamak istiyorsanız ya illegal yollardan bir yola başvuracaksınız ya da Anadolu insanının o samimi duygularıyla evladınızı eğiterek, öğreterek, üniversite mezunu yaparak, onun gelişmesini sağlayarak bir yol bulacaksınız, böyle bir algıyla hareket edeceksiniz. Her anne-baba da çocuklarının kendilerinden daha iyi sosyoekonomik şartlarda yaşamasını istediklerinden bu beklentilerinin geçmişte 15 Temmuz gibi süreçlerde bazı gruplar tarafından nasıl istismar edildiği de ortadadır. Eğitimin, daha doğrusu öğretimin ilk gününden itibaren öğrenmek, sorgulamak ve analitik düşünme yerine ezbere dayanması beraberinde büyük başarısızlıklar ortaya çıkmıştır. Toplumda ahlaka, adalete, maneviyata dayalı bir anlayış da hâkim olmadığından dolayı maalesef bu, hep okullarda yapılması gereken bir göreve dönüştürülmüştür. Bugün, dindar nesil yetiştirme çabalarının altının nasıl boş olduğu net olarak anlaşılmıştır. İlkokuldan itibaren baştan savma bir öğretime tabi tutulan gençlerimiz üniversite çağına gelinceye kadar akıl almaz süreçlere sokulmaktadır. Üniversite eğitiminin hâli içler acısıdır. Gençlerimiz üniversiteye giriş sınavlarında eksi bilmem kaç netlerle üniversite eğitimlerine başlamaktadır.

Değerli milletvekilleri, geçtiğimiz gün, Cumhurbaşkanı Yardımcımız burada konuşma yaparken bir başarı hikâyesi olarak şu anda 8 milyon civarında gencimizin üniversitede eğitim gördüğünü söyleyerek bunu kayıtlara buradan geçirdi. Ben soruyorum: 8 milyon üniversite öğrencisi olması bir başarı mıdır? Almanya'da 3 milyon üniversite öğrencisi varken, 3 milyon genç orada üniversite eğitimi alırken Türkiye'de 8 milyon olması bir başarı mıdır? Üzülerek söylüyorum, değildir çünkü Almanya yaptığı planlamalarıyla yükseköğretimdeki gençlerini planlarken, onları geleceğe hazırlarken bunu bir mantık çerçevesinde, doğru planlamayla, ihtiyaca göre yaparak gerçekleştirmiştir. Zaten okuduklarını anlamada zorluk çeken genç kardeşlerimiz, üniversite eğitiminin seviyesinin hızla düşmesiyle hemen hiçbir alanda yeterli bir donanıma sahip olamamaktadır. Öncelikle, hangi alanda ne kadar istihdam ihtiyacı olduğuna dair bakılmaksızın, planlama yapılmadan yeni üniversiteler açılmaktadır. Hâlbuki, gerekli olup olmadığına bakılmaksızın Anadolu'nun her yerine mesela, iletişim fakültesi açmak yerine, o bölgenin ihtiyaç duyduğu alanlarda mesela, tekstil ya da ziraat veya madencilik gibi bölümler açılmalıydı. Coğrafya alanındaki sorulara eksi net sayısıyla ilgili bölüme girerek coğrafya öğretmeni yetiştirmeye çalışmak, eğitim ile kalite arasındaki ters ilişkiyi devam ettirerek bir kısır döngüye yol açtığı gibi işsiz sayısını da artırmaktadır. Mevcut üniversite yerleştirme sınavları, öğrencileri bölümlerine, kabiliyetlerine göre seçip dağıtacağına âdeta serpiştirmektedir. Bu da doğal olarak mesleki bilgi yanında kabiliyeti de gerektiren mesleklerde kalitesiz eğitim doğmasına neden olmaktadır. Burada bir hakkı teslim etmem de gerekiyor. Ölçme, Seçme ve Yerleştirme Merkezinde bugün işbaşında bulunan arkadaşlarımızın ehil insanlar olduğuna, bu ülkenin, gençlerimizin hukukunu korumak adına gayret ettiklerine de ben şahitlik ederim. Bu yaptığımız eleştirilerin yanında, onların, önlerine gelen başlıklarla ilgili adım atarak bu zararı kapatmaya çalıştıklarını da buradan ifade etmek istiyorum.

Üniversite sayısı geçmişte azdı, üniversite hayali kuran gençler şanslarını deneyip başarılı olamadıklarından sonucu kabullenip ara eleman olma yolunu seçiyorlardı. Bugün ülkede her sektörde ara eleman sıkıntısı yaşanmaktadır. Oysa, ülkede meslek liseleri ve teknik liselere iktidar gerekli desteği verse eskiden olduğu gibi meslek liselerine ilgi artacak ve bu önemli sorun ortadan kalkacaktır. Biraz önce ifade ettiğim gibi, ülkede yükseköğretim planlaması yapılamadığı için "Her genç üniversite mezunu olmalı." mantığıyla yola çıkılıyor ve bu mantıkla beraber düşük maliyetli sosyal bilimler, hukuk, işletme, iktisat ve benzeri bölümler açılıyor. Ülkede işsizlik olduğu için birçok ülke evladı üniversitelere iş umuduyla girip çıktıklarında hüsranla karşılaşıyor. Bir müddet diplomalarının verdiği havayla vasıfsız eleman olmayı da kabullenemiyorlar, daha sonra çaresiz kalınca bu işlere büyük bir psikolojik yıkımla razı oluyor ve diplomalarının anlamsız bir belge olduğunu yaşayarak öğrenmek zorunda kalıyorlar. Bir de buna ek olarak özel üniversitede okuyanların ödedikleri sermaye boyutundaki bedelleri eklediğimizde bu popülizmin topluma maliyetini kolaylıkla anlamak mümkündür. Diplomalarının karşılığı olan işlere girenler ise aşırı mezun sayısından dolayı asgari ücretle çalışır hâle geldiler. Örneğin, İstanbul'da hukuk fakültesinden yeni mezun olan bir avukat asgari ücretle işe başlıyor; fakülte bitirmesine bu noktada ne gerek var, soruyorum değerli arkadaşlar.

Daha hikâye bitmedi. İktidar önce neredeyse ülkenin her mahallesine fakülte açıyor, sonra da mezun sayısının fazla olmasından kaynaklanan sorunu bu sefer de imtihan koyarak çözmeye çalışıyor. Örneğin, bu sene, hukuk fakültesi mezunları meslek sınavına girecek arkadaşlar. Önce öğrenciyi hukuk fakültesine alacaksın, dört yıl okutacaksın, sonunda yaptığın söz gelimi iki saatlik sınavla "Sen hukukçu olamazsın." diyeceksin. Bu öğrenci geçen yıllarına mı yoksa yaptığı masrafa mı yansın? Tüm imkânlarını çocuklarına harcayan aileleri ise hiç saymıyorum, bu âdeta genci zirveye çıkarıp aşağı yuvarlamaktır. Ayrıca, hukuk fakültesi eğitimi boyunca sınavlar yapıp, sonra da "Bu kişi hukukçu olabilir." diyen öğretim üyeleri bu yeterliliği dört yıl boyunca tespit edememiş, yapılacak olan sınav derhâl bu tespiti yapmış. Allah aşkına, bir taraftan kendi akademik kadrosuna güvenmeyen, diğer taraftan o çocuğu dört yıl boyunca o üniversitede bir noktada tutan ve sonuç itibarıyla iki üç saatlik sınavla verdiği eğitimin karşılığı olmadığını anlayan, "Sen artık hukukçu olamazsın." diyen, sokağa salan bir anlayışın neresinde tutarlılık vardır? Bu bir trajikomik manzara değil mi değerli arkadaşlar?

Artık, gündelik lisanımıza da giren otoban kenarlarındaki apartman üniversiteleri sadece gençlerimizin geleceğe dair hayallerini çalmıyor, mevcut iktidarın işsiz sayısının gizlenmesine de yardımcı oluyor. Ülkede mantar gibi özel üniversite kurularak sermaye sahiplerine ülke evlatları üzerinden kazanç kapısı aralamak doğru değildir.

Üniversitelerdeki pek çok bölümün eğitim süresinin dört yıldan iki yıla düşürülmesi ciddi şekilde düşünülmelidir. Bununla birlikte, üniversite sayısı da büyük oranda azaltılarak daha çok ülkemizin büyük ihtiyaç duyduğu ara eleman yetiştirilmesi üzerinde durulmalıdır. Yüz binlerce işsiz ve mutsuz mühendisimiz olacağına, bir daha söylüyorum, yüz binlerce işsiz ve mutsuz mühendisimiz olacağına belirli bir hayat kalitesine ulaşmış, yaptığı işten mutlu olan teknisyenlerimiz olmalıdır.

Diğer taraftan, bugün Türkiye'nin gündeminde, nüfusun yaklaşık yüzde 10'unu bulan sığınmacı, göçmen konusu tartışılmaktadır. Yapılan değerlendirmelerin bazıları bu sığınmacılar ve göçmenler üzerinden Türkiye'nin ara eleman sorununun kapatıldığına dair değerlendirmelerdir. Şimdi, şöyle bir kısır döngüyü hep beraber görüyoruz: Bir taraftan sosyoekonomik olarak ülkemizin demografik yapısında bazı yaralar açan bir sığınmacı, göçmen meselemiz var; diğer taraftan da "Eğer bunlar insani ve hukuki olarak kendi ülkelerine geri gönderilirse biz ara eleman sıkıntımızı nasıl aşacağız?" diyen sanayicilerimiz var. Bu kısır döngüden nasıl çıkacağız arkadaşlar, bu problemi nasıl aşacağız arkadaşlar? Yani, değerli milletvekilleri, 8 milyon gencimizi üniversite kapılarının içerisinden sokup apartman üniversiteleri onlara eğitim verdirirken bu çocuklarımızı 16-17 yaşından alıp, 24-25 yaşına kadar bu binalarda hapsedip ondan sonra onların geleceklerine güvenle bakamayacakları mutsuz gençler inşa etmek bu ülkenin geleceği için bir beka problemi değil midir? Bu durumda sığınmacılarla ilgili, göçmenlerle ilgili tabii ki insani ve hukuki olarak çözülmesi gerektiğini söylüyoruz ama biz şimdi "Bu insanlar geri gönderilirse ara eleman sıkıntısı nasıl çözülecek?" diyen sanayiciye nasıl cevap vereceğiz? Niçin çocuklarımız için doğru planlama yapamıyoruz, niçin çocuklarımızın geleceğe dönük planlarında onlara olması gereken destekleri veremiyoruz?

Değerli milletvekilleri, öğretim üyesi kadroları, bu iktidar döneminde -bir diğer başlığa geçtim- hemen hemen tamamen kalite ve liyakat dışında başka irtibatlarla doldurulmaktadır. Bu kadroların vereceği eğitimden geçen gençlerimizden mezun olduktan sonra alanlarına herhangi bir katkı beklemek hayalcilik olacaktır. Üniversitelerdeki akademik unvanlar bir yandan her yerde tezli, tezsiz yüksek lisans, doktora programları açılarak enflasyona uğratılmıştır. Bu çalakalem açılan programların kaliteleri de maalesef köklü üniversitelerde dahi yerlere düşmüştür. Oysa bu akademik unvanlar sadece üniversitelerde görev yapan akademisyenlere tanınmalıdır. Örneğin bir kişi piyasada çalışıyor, "doktor" unvanı taşıyor, bunun anlamını kimse tam olarak açıklayamaz. Olmasın mı? Olabilir ama esnaf doktor olarak esnaflık yapıyor, piyasada mühendislik yapıyor, "doktor" unvanı taşıyor. Eğer bu kimselere mesleki yetkinlikleri sebebiyle bir unvan verilecekse bunlar akademik unvanlardan ziyade "yüksek mühendis" gibi unvanlar olmalıdır. Sosyal medyada geçen gün gördüm, çok üzüldüm. Yani diyor ki: "Siyasete girmek isteyenler, 'doktor' unvanı almak için lütfen şu siteyi tıklayın." Şimdi, böyle bir şey olabilir mi? Bir ülkenin akademisinde siyaset yapmak isteyenlerin "doktor" unvanı taşımak gibi bir zorunluluğu mu var? Bu Mecliste işçisinden memuruna bütün insanların birlikte bu milleti temsil ettikleri ortadayken siyasetle uğraşanların illa "doktor" olmak gibi bir mecburiyeti mi var? Böyle reklamlara, böyle altyapıya neden ihtiyaç duyuluyor? Dolayısıyla akademik unvanlar bir kalite kazanmalıdır, enflasyona uğratılmamalıdır. Tabii ki bunlara bir de -acı ama gerçek- siyaset yoluyla jüriler kurgulanarak verilen doçentlik ve profesörlükleri kattığınızda maalesef bugün karşımıza çıkan manzara net olarak bu yanlışlıklar oluyor.

Değerli milletvekilleri, süremi dolduruyorum.

Şimdi, 2022 OECD verilerine baktığımızda, Türkiye'de üniversite mezunu işsizlerin hemen hemen yarısı on iki aydan uzun zamandan beri çalışmıyor. Üniversite mezunlarının temel kaygısı okulu bitirmek değil iş bulma korkusu hâline çoktan gelmiş durumda. Yani bize bu verilerin gösterdiği şey şu: "Üniversiteliysen kurtuldun, değilsen işin zor." yaklaşımı çocuklarımız için maalesef bir tuzaktır.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Tamamlayın Sayın Kaya.

MUSTAFA KAYA (Devamla) - Bu bağlantıda, bu doğrultuda şunu ifade etmek istiyorum: Lütfen çocuklarımızın geleceklerini karartmayalım, çocuklarımızı üniversite binalarının içerisine sokup dört yıl sonunda onları mutsuz gençler hâline dönüştürmeyelim. Çocuklarımızın yaptığımız yanlışlarla bu ülkeye olan aidiyet hislerini zayıflatmayalım; bu ülkenin birliğinin, beraberliğinin, kardeşliğinin geleceğimiz olan gençler üzerinden kurgulanmasına yardım edelim. Bizler burada karar vericileriz; şayet doğru kararları -doğru planları- alamazsak hem hukuken hem insani açıdan hem vicdani açıdan sorumluluk bizdedir.

Lütfen, istirhamım şudur: Bu bütçeyi yaparken planlamaları adil, ahlak ve adalet esaslı bir mantıkla kurgulayalım diyor, Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum. (Saadet Partisi sıralarından alkışlar)